Kur'an'daki miras bölüşümüne dair ayetler ele alındığında ve bu ayetlere göre dağılım yapıldığında, kimi durumda hesap tam tutmamakta, bazen eksik bazen fazla çıkmaktadır. Bu, inançsızların Kur'an'da bir eksik bulmasından çok daha önce, halife Ömer döneminde fark edilmiş ve avliyye ve reddiye şeklinde önlemler alınarak, Kur'an'ın bu matematik hatası önlenmeye çalışılmıştır. Aşağıda, bu hatanın genel hatlarıyla irdelenmesini bulacaksınız.

Nisa Suresi -11: Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.

"Kimsenin kendilerini aldatmasına izin vermeyenler için bir kitap"


Domuzcuk ve küçük Kirpi küvette oturmuş, içtenlikle ve neşeyle gülüyorlardı. Tıpkı güneş parladığı ya da yağmur yağdığı zamanlarda hep yaptıkları gibi.

“Ne güzel değil mi!” dedi Domuzcuk.

“Daha iyi olamaz!” diye yanıtladı Kirpi ve kollarını iyice açarak gerindi. “Bütün dünyayı kucaklayabilirim!”

Domuzcuk, “harika bir fikir!” diye yanıt verdi. “Ama önce gidip biraz elma toplayalım. Kurt gibi açım.”

“Güzel” dedi Kirpi.

İkisi de evden çıktıklarında, tuhaf bir şey dikkatlerini çekti. Geceleyin birisi kulübelerinin duvarına bir afiş yapıştırmıştı. Üzerinde; “Tanrı’yı bilmeyen, bir şeyleri kaçırıyor demektir.” yazıyordu. Okulda pek de dikkatli olmadığı için, yazılanları Kirpi’ye Domuzcuk okudu.

Kirpi; “Domuzcuk, Tanrı’yı tanıyor musun?” diye sordu. “Hayır”, dedi Domuzcuk. “Ben de”, dedi küçük Kirpi. Bu, ikisini de oldukça korkutmuştu. Bir şeyleri kaçırdıklarından hiç haberleri olmamıştı. Bu nedenle, gidip Tanrı’yı aramaya karar verdiler.

Domuzcuk, “Tanrı’yı nerede bulabiliriz?”, diye yolda rastladıkları her hayvana sordu. Fakat Kaz, Tavşan, Köstebek, hiç kimse Tanrı hakkında hiç bir şey duymamıştı. Fakat kurnaz Tilki yanıtı biliyordu.

“Bir keresinde, insanların Tanrı hakkında tartıştıklarını duymuştum”, dedi Tilki. “Tapınak dağının tepesinde ona bazı büyük evler inşa ettiler”. Kirpi; “neyi tartışıyorlardı?” diye sordu. Tilki; “Sanıyorum, Bay Tanrı’nın hangi evde yaşamakta olduğu konusunda anlaşamıyorlardı” diye yanıtladı ve sessizce ekledi: “Bana sorarsanız oraya gitmeyin! Oradaki insanlar çıldırmış!”

Domuzcuk ve küçük kirpi bu güzel tavsiyesi için Tilki’ye kibarca teşekkür ettiler. Fakat çok meraklı oldukları için, bu uyarıyı dinlemeyerek dağa tırmandılar. Ne kaçırdıklarını öğrenmeleri gerekiyordu!

Dağa tırmandıklarında yan yana duran çok büyük üç tane ev gördüler. Daha önce bu kadar büyük hiç bir şey görmemişlerdi. “Bu Bay Tanrı bu evlere ihtiyaç duyduğuna göre, dev gibi bir şey olmalı” dedi Kirpi. Aynı zamanda da korkmuştu, “Domuzcuk, eve dönsek daha iyi olmaz mı?”, dedi.

“Saçmalama, Kirpi!”, dedi Domuzcuk. “Buraya kadar geldiğimize göre Beyefendiyle tanışmalıyız!” Bu çok yürekli bir cümleydi ama gizliden gizliye Domuzcuk da biraz korkuyordu. Bunu Kirpiye belli etmek istemedi.

Kirpi ve Domuzcuk birinci eve yaklaştılar. Komik bir şapkası, siyah ve uzun bukleleri olan bir adam, evin önünde duruyordu. “Tanrıya nereden gidilir?” diye sordu Domuzcuk. “Burası Efendi’nin tapınağıdır, bir sinagog”, diye açıkladı adam. Adam neden söz ettiğini iyi biliyordu, çünkü o bir “haham” yani Yahudi din bilginiydi.

“Çok iyi!” dedi Kirpi. “Beyefendi evde mi? Onunla kısa bir görüşme yapabilir miyiz? Çok vaktini almayız...” “Eğer anneniz bir Yahudi kadınıysa!” diye yanıtladı haham. Domuzcuk; “Benimki sadece bir domuz” dedi.

“Üzgünüm!” dedi haham. Bu törensel yordam sırasında, tapınağa sadece Yahudiler girebilir. Küçük domuzcuklar ise asla giremezler!”

“Bu hiçte nazikçe değil!”, dedi Domuzcuk. “Her şeye kadir olan Tanrı, nazik değildir”, dedi haham. “Her şeyi bilir ve çok bağışlayıcıdır ama On Emrini dinlemeyen olduğunda çok da kızabilir!” diye ilave etti ve bunu kanıtlamak için onlara büyük Tufan hikayesini anlattı.

“Bir gün” dedi haham, “Tanrı, Efendimiz, insanlar tarafından çok kızdırıldı ve dünya üzerindeki tüm yaşamı yok etmeye karar verdi.”

“Tüm yaşamı mı?” diye sordu Domuzcuk korkuyla. “Bütün bebekleri, bütün büyükanneleri ve bütün hayvanları mı? Domuzcuklar, Kirpiler, Kelebekler ve küçük Gine Domuzcuklarını da mı?” “Evet, tüm yaşamı” dedi haham. “Sadece her türden bir çift hariç. Nuh, bu türleri yaptığı gemide topladı. Bu, Nuh’un gemisidir. Sonra Tanrı kalan bütün insanlar ve hayvanlar boğulana dek yağmur yağdırdı.”

Kirpi ve Domuzcuk bir süre sessiz, kalakaldılar. Herhalde bu kadar çok boğulmuş bebek, büyükanne, domuzcuk, kirpi ve Gine Domuzcuğunu hayal edemediler. “Bu çok acımasız” diye düşündü Domuzcuk ve eğer Bay Tanrı ile karşılaşırsa, onun ayağına çok kuvvetli şekilde basmayı kararlaştırdı.

Küçük Kirpi merakla; “insanlar boğulmalarını gerektirecek kadar kötü ne yapmışlardı?” diye sordu. Haham; “başka tanrılara tapmışlardı” dedi. Kirpi hayretle “Aa, öyleyse başka tanrılar da var?” dedi. “Hayır” dedi haham, “İnsanlar bunu sadece uydurdular. Gerçekte bu tanrılar, sadece mavi ve yeşil renkli hayaletler kadar gerçektiler.”

Domuzcuk bir süre düşündükten sonra; “Eğer insanlar tanrılar uydurabiliyorlarsa”, diye konuşmaya başladı ve ağır ağır devam etti, “sizin de Tanrınızı uydurmadığınızı nasıl bilebiliriz?”

Bu gerçekten çok güzel bir soruydu! Ama maalesef haham bunu hiç bir biçimde takdir etmedi. Müthiş kızdı, ve o kadar bağırarak bir şeyler söylemeye başladı ki, Kirpi ve Domuzcuk olabildiğince hızlı bir şekilde oradan kaçtılar.

“Bahse girerim, o hikayeyi bizi korkutmak için uydurmuştur!” dedi Domuzcuk nefes nefese kaçarlarken. “Kim böyle bir hikayeye inanacak kadar aptal olabilir?” “Bazı insanlar hayalet gördü diye küçük Gine Domuzcuklarını boğan bir Tanrıya kesinlikle inanmıyorum!”, dedi Kirpi.

Sonra Kirpi ve Domuzcuk ikinci eve gittiler. “Bana gelin, ey zayıf ama yükü ağır olanlar!” dedi evin önünde duran adam. Komik, mor bir şapka giyiyordu ve yere kadar uzanan garip bir giysisi vardı.

“Tanrıya nereden gidilir?” diye sordu Domuzcuk. Adam, ne dediğini bilen gerçek bir piskopostu.

“Burası Tanrı’nın evidir, bir kilise!” diye açıkladı piskopos. “Efendimizin adıyla bir araya geldiğimizde, o da aramızdadır.” “Güzel!” dedi Kirpi.

Hep birlikte kiliseye girdiler. İçerisi oldukça karanlıktı ve tuhaf kokuyordu. Domuzcuk; “E, nerede Bay Tanrı?” diye sordu. Piskopos ileride bir yeri işaret etti. Kirpi ve Domuzcuk, ellerinden ve ayaklarından bir haça çivilenmiş yarı çıplak bir adamın korkutucu görüntüsüne baktılar. Başının üzerinde dikenli bir taç vardı ve vücudunun her yanı kanla kaplanmıştı.

“Of!” dedi küçük Kirpi. “Bu çok fena acıtmaz mı?” “Efendimiz Tanrı, bize günahlarımız için çarmıha gerilerek ölen, oğlu İsa’yı gönderdi.!” Diye açıkladı piskopos. Küçük Domuzcuk; “Ama Beyefendi bunu yapmak zorunda değildi” dedi. “Küçük Kirpi ve ben her zaman iyi olduk...”

“Tanrı günahlarımızı İsa’nın kanıyla yıkayıp temizledi!”, dedi piskopos. “Kanıyla? Hık!” dedi Domuzcuk. Kirpi de şaşkınlıkla; “Ben her zaman sabunla yıkanmak gerektiğini düşünürdüm.” dedi.

“Tanrı bize müjdeledi ki; eğer onun yolundan gidersek, cennetin kırallığı bizi bekliyor olacak!” dedi piskopos.

Domuzcuk; “Buradaki insanlar pek de mutlu görünmüyorlar” diye düşündü. “Neşesiz ve kederli görünüyorlar!” Hayır, Domuzcuk burada daha fazla kalmak istemiyordu. Fakat sonra kendisini çeken bir şeyi fark etti. Bir sürü kurabiye! Öndeki masanın üzerinde, büyük, altından bir tabağın içindeydiler. Domuzcuk aç olduğu için bir kaç tanesini ağzına atıverdi.

Fakat bu piskoposun hoşuna gitmedi. “Tanrı aşkına, ne yapıyorsun orada!” diye öfkeyle bağırdı. “Bir kaç tane kurabiye yiyorum, çünkü çok açım” dedi Domuzcuk. “Ama onlar kurabiye değil, İsa’nın bedeni!” diye homurdandı piskopos. Haçtaki adamı işaret ederek; “Onlar kendini bizim için feda eden İsa’nın etidir!” Bu Domuzcuk’u gerçekten kötü hissettirdi. Elma, havuç ve mantar yemeyi severdi ama çok uzun yıllar önce ölmüş bir adamı değil! Çabucak tuhaf kurabiyeleri tükürdü ve Kirpi’nin elini yakalayıp “Buradan hemen uzaklaşalım!” diye haykırdı. “Bunlar Yamyam! Bay Tanrı’nın oğlunu bile yiyorlarsa küçük kirpi ve domuzcuklara kim bilir neler yaparlar...”

Kiliseyi terk ettikten sonra küçük Domuzcuk ve küçük Kirpi, üçüncü eve bakmayı pek istemiyorlardı. Diğer yandan, gerçekten ne kaçırdıklarını da öğrenmeyi çok istiyorlardı. Bu nedenle bütün cesaretlerini toplayıp son bir şans daha denemeye karar verdiler.

Üçüncü evin önünde kocaman sakallı bir adam duruyordu. Başının üzerine, Kirpi’ye büyük annesi Frieda’yı hatırlatan bir kumaş örtmüştü. Elbette büyük anne Frieda’nın sakalı yoktu.

“Tanrıya nereden gidilir?” diye sordu Domuzcuk. “Bu caminin içinde Efendimiz Allah’la karşılaşabilirsiniz” dedi adam. Adamın bir bildiği olmalıydı çünkü o bir müftü, yani islam bilginiydi. “İçeri gelin!”, dedi müftü.

Küçük Kirpi, büyük kapıdan camiye girerlerken; “Bizi burada nelerin beklediğini merak ediyorum”, diye fısıldadı. Küçük Domuzcuk başını sallayarak onayladı.

“Tanrıyı, yani Allah’ı bilmek için Müslüman olmanız gerekir!” diye açıkladı müftü. “Nasıl Müslüman olunur?” diye merakla sordu küçük Kirpi. “Önce islami sadakat sözünü tekrarlamanız gerekir” dedi müftü. “Sonra da Allah’ın emirlerini içtenlikle yerine getirmelisiniz. İlk ve en önemlisi, günde beş kere ibadet etmelisiniz!”

“Beş kere mi?” diye sordu küçük Domuzcuk. “Evet”, dedi müftü. “İbadet etmeden önce de kendinizi iyice yıkamalısınız!”

“Kendimizi günde beş kere yıkamak mı?” Küçük Kirpi’nin gözlerini şaşkınlıkla açıldı. “Bu, haftada otuzbeş kere, ayda yüzelli kere yıkanmak demek!” Küçük Kirpi yılda kaç defa yıkanmak gerektiğini de hesaplamak isterdi ama bu onun için oldukça zordu.

Küçük Domuzcuk; “Acaba Bay Tanrı’nın temizlik takıntısı mı var?” diye kendi kendine düşündü. Kirpiyle haftada bir kere küvete girmek oldukça yeterliydi ama haftada otuzbeş defa değil.

“Kesinlikle günde beş defa ibadet etmem!” dedi küçük Kirpi. “Yapacak başka işlerim de var!” Müftü; “O zaman Müslüman olamazsın!” dedi. Kirpi; “Ben de oluruna bırakırım!” diyerek omuz silkti. “Bu o kadar da kötü olamaz...”

“O kadar kötü olamaz mı?” Müftünün gözleri ateş saçıyordu. “Eğer Efendimize boyun eğmezseniz, sonunuz cehennem olur ve cehennem ateşinde sonsuza kadar pişersiniz!” Küçük Domuzcuk merakla; “Sadece kendimizi yeteri kadar sık yıkamadığımız için mi?” diye sordu.

“Allah’ın peygamberi Muhammet’e verdiği emirlere uymadığınız için!” dedi müftü.

“Peki, bunu sizin Muhammet'inizin uydurmadığını nereden bilelim?” diye sordu Domuzcuk. “Belki de o peygamber değildi, sadece sizinle eğleniyordu...”

Küçük Domuzcuk keşke bunu söylemeseydi! Çünkü müftünün duyguları incinmişti; “Sizi kahrolası inançsızlar!” diye haykırarak çılgınca Domuzcuğun ve Kirpi’nin üzerine doğru koşmaya başladı. İkisi birden koşabildikleri kadar hızlı, caminin kapısına yöneldiler.

Fakat, eyvah. Dışarıda haham ve piskopos onları bekliyordu. “Yakalayın onları!” diye bağırdı haham. “Tanrıya küfrettiler!” Piskopos da; “İsa’nın vücudunu kirlettiler!” diye kükredi. Camiden dışarı fırlayan müftü de; “Peygamberi aşağıladılar” diye haykırdı.

Kirpi ve Domuzcuk korkudan donmuşlardı. Domuzcuk; “Sanırım sonumuz geldi!” diye kekeledi.

Piskopos; “Onları şeytan delirtmiş ama şimdi o şeytanı çıkaracağım!” diye bağırdı. Haham; “Hayır! Sizin varolmanızdan çok önce biz şeytanları kovduk!” dedi. Müftü ise; “Peygamber, inanmayanlara nasıl davranılacağını gösteren ilk kişidir!” diye yanıtladı. “Her neyse, bizim cehennemimiz sizinkinden çok daha sıcaktır!” “Ne yüzsüzlük!”, piskopos bağırarak müftünün kafasına incili indirdi. “Bizim cehennemimiz en, en kötüsüdür!” Böylece Tanrının üç hizmetkarının arasında ciddi bir kavga başladı. Birbirlerini çılgınca yumruklarlarken, Kirpinin ve Domuzcuğun sessizce süzülüp uzaklaştıklarını fark edemediler.

Eve döndüklerinde Kirpi; “Domuzcuk, şimdi kaçırdığımızın ne olduğunu biliyorum...” dedi. “Neymiş o?” diye sordu Domuzcuk. “Tanrı olmayınca korkmamıza da gerek yok!” dedi Kirpi. “Bu doğru!” dedi Domuzcuk. “Korkmayı özledin mi?” “Hayır!” diye yanıtladı küçük Kirpi. “Tuhaf hizmetkarlarıyla Bay Tanrı gerçekten benden uzak olsun!”

Kirpi ve Domuzcuk esrarengiz afişe bir daha baktılar. Küçük Domuzcuk; “Sanırım bazı harfler fazla yazılmış!” dedi ve kalın bir kalemle “bilmeyen” kelimesindeki “mey” harflerinin üzerini karaladı. “Şöyle demeliydi: ‘Tanrı’yı bilen, bir şeyleri kaçırıyor demektir!’ Tam olarak buradan...” diyerek kafasını işaret etti.

Küçük Kirpi başını sallayarak onayladı. “Tapınak Dağındaki insanlar gerçekten çıldırmış! Gerçekte Tanrı’nın olmadığına inanıyorum. Eğer olsaydı, kesinlikle o hayalet şatolarında yaşamazdı!”

“Kesinlikle haklısın, Kirpi!” dedi küçük Domuzcuk. “Peki şimdi bu afişi ne yapalım?” Burada bırakalım mı?” “Hayır!” diye yanıtladı Kirpi. “Daha iyi bir fikrim var!” Afişi duvardan söktü ve küçücük, minicik parçalara böldü. Sonra küçük Kirpi ve küçük Domuzcuk parçaları gök yüzüne, çok yükseklere savurdular. Çok eğlendiler. Sonunda ikisi de yeniden içtenlikle ve neşeyle gülüyorlardı. Tıpkı güneş parladığı ya da yağmur yağdığı zamanlarda hep yaptıkları gibi.

Michael Schmid-Salomon
Kaynak
[PDF Formatında Oku / İndir]