1) Evrim yalnızca bir kuramdır; bilimsel bir yasa değildir.

Kuramın, ''kesinlik hiyerarşisi''nin ortalarında yer aldığı ilkokullarda öğretilir; yani kuram varsayımın üzerinde, yasanın altında yer alır. Ancak bilim adamları bu terimi bu şekilde kullanmazlar. ABD Ulusal Bilimler Akademisi'ne (NAS) göre bilimsel bir kuram ''gerçekleri, yasaları ve test edilmiş varsayımları bünyesinde birleştiren doğal dünyanın bir durumunun gerçekleşmiş açıklaması''dır. Yasa, doğaya ilişkin tanımlayıcı genellemelerdir. Dolayısıyla bir bilim adamı evrim kuramından söz ettiği zaman -bu atomik kuram veya görelilik kuramı da olabilir- doğruluğu hakkında en ufak bir kuşku duymaz.

Değişim geçirerek ilerleme anlama gelen evrim kuramına ek olarak, insanlar evrim gerçeğinden de söz edebilirler. NAS'a göre gerçek ''doğru olarak kabul edilen ve kendini tekrarlayan gözlemlerdir''. Fosil kayıtları ve çok sayıda diğer kanıtlar organizmaların zaman içinde evrimleştiğini kanıtlar. Bu değişiklikleri kimse gözlemediği halde, dolaylı kanıtlar nettir, çapraşık değildir ve zorlayıcıdır.

Tüm bilimler dolaylı kanıtlara dayanır. Örneğin, fizikçiler atomaltı parçacıkları direkt olarak görmez, ancak bunların varolduğunu iyonlaşma odasında parçacıkların bıraktıkları izlerden anlar. Kısaca doğrudan izlenmemesi fizikçilerin vardıkları sonuçların doğru olmadığını göstermez.
Tek tanrılı dini bir inanca sahip olan hemen herkes Evrim Teorisi hakkında belli ve kalıp yanlışlar ile evrim tartışmaya çalışırlar. Burada bu yanlışları değerlendirip, evrimin ne olduğundan çok ne olmadığı hakkında bilgiler sunmaya çalışacağım.

1. Evrim Teorisi bir inanç değildir
Evrim Teorisi hakkında yapılan belki de en büyük yanlış; "Ben evrime inanmıyorum!" demektir. Bunu söyleyen biri muhtemelen evrimden ve akabinde bilimden anlamıyordur. Çünkü evrim bilimsel bir olgudur ve bilimsel olguya karşı inanç duyulmaz. Evrim Teorisi ya kabul edilir ya da kabul edilmez. 

Evrim Teorisine inanmıyorum demenin neden saçma olduğunu başka bir yol ile gösterelim; biri kalksa ve dese ki "Ben Atom Teorisine inanmıyorum!" veya "Ben İzafiyet Teorisine inanmıyorum!" bunu garip kaşılarsınız değil mi? Çünkü bunlar bilimsel veriler ışığındaki bulgulardır ve inanıp inanmama hiçbir şey ifade etmez. İşte aynı şekilde de Evrim Teorisine inanıp inanmama da bir şey ifade etmez.

Peki diyebilirsiniz ki "ne olacak yani ha inanmıyorum dedim ha da kabul etmiyorum" dedim. Aradaki fark şudur; eğer siz inanç ile evrimi ölçüyorsanız öncelikle bilim bilmiyorsunuzdur ve daha sonrasında ise Evrim olgusunu bir din veya inanç sistemi gibi algılıyorsunuzdur. Bu ise kabul edilemez bir önyargı ve hatadır.
Çoğu kişi hayatı sorguladığını ve neler olup bittiğini anladığını zanneder. Doğruyu ve yanlışı seçmiştir onlar. İyi ve kötü bellidir, dolayısıyla da yapılması gerekenler ve uzak durulması gerekenler de oldukça bellidir. Aslında bunda yanlış bir şey yok, ama doğru bir şey de yok.

Buradaki en büyük hata insanların hayatı gerçekten sorguladıklarını sanmalarıdır. Oysa bu sorguladıkları şey sadece kendi değer yargılarını tekrar tekrar sıralamaktan ibarettir. Bir başka deyişle; olan bitenleri kendi menfaatlerine uygun olarak değerlendirmekten ibarettir.

Bu yüzden de çoğu insan haklı olduğunu zanneder. Çünkü sadece düşünebildiklerini düşünmüştür ve tüm düşünceleri de kendi beklentileri çerçevesinde şekillenmiştir. Daha da açık olmak gerekirse sadece kendi isteklerine, beklentilerine ve inançlarına düşünce adını takmıştır.

İşte düşüncelerin bu kadar çatışmasının sebebi de budur; bu düşünce denilenlerin aslında düşünce olmamasıdır. Bu sebeple de geçeğin bulunabileceğinden şüpheliyim. Çünkü daha ne yaptığımızı bile bilmiyoruz. Tesadüflerin içinde bir o yana bir bu yana savrulurken, kendi elimizde olan bir hayatı yaşadığımızı sanıyoruz.

Hayyam
Konunun içeriğine geçmeden evvel hemen belirtmek isterim ki burada bahsedilecek mevzu "Allah, kendi kaldıramayacağı birtaş yaratabilir mi?" gibi klasik paradokslardan daha farklı olacaktır. Burada ele alınacak konu daha ziyade Allah'ın gücüne rasyonel bir yaklaşım çerçevesinde işlenecektir.

Bu kısa açıklamadan sonra Allah'ın gücünün veya başka bir deyişle yapabileceklerinin sınırılılığına ilk örnek yaklaşımımız ile geçmek istiyorum. Bu ilk yaklaşımın temel problemi; "Allah dua edemez" argümanıdır.

İslamiyet inancına göre Allah birdir ve tektir. Allah'tan daha üstün bir güç yoktur. Aynı zamanda dua etmek; insanların kendilerinden daha üstün olan bir yaratıcıdan -Allah'tan- dileklerini gerçekleştirme isteği, yakarışı olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda dua etmek için temel iki gereksinim vardır;

1. Belli bir isteğe ve dolayısıyla eksikliğe sahip olmak
2. İnsandan daha üstün ve güçlü bir varlığın olması

Videonun Metni

Cehennem nerededir ve hangi manaya gelir?

İnsanları korkutmak ve baskı altında tutabilmek adına öne sürülen "cehennem" olgusunun ortaya çıkışı araştırılırsa şaşırtıcı bilgilere ulaşılır.

Ge Hinnom ya da Gehenna... Acaba cehennem nedir ve neresidir? "Cehennem" sözcüğü Arapçadır. Kökeni İbranice "Ge Hinnom" ve Yunanca "Gehenna" sözcükleridir. Kötüler burada cezalandırılır. "Ge" İbranice "vadi" demektir. "Hinnom" bir özel isimdir ve vadinin adıdır. "Ge Hinnom", "Hinnom Vadisi" demektir. "Ge Hinnom" aslen "Ge Ben Hinnom"un kısaltılmış şeklidir. Hinnom Vadisi Kudüs'ün güney batısındadır.
Bir çok müslümanın yaptığı en büyük yanlış, Allah ile Tanrı'yı aynı özelliklere sahip sanmaktır. Daha doğrusu, insanlar, bir Tanrı'dan bahsedildiği an, o Tanrı'nın ancak Allah olabileceğini sanmaktır. Oysa Allah ile Tanrı aynı şeyler değildir. Tanrı çok daha üstün (kapsayıcı / genel) bir kavramdır.

Dike, Ra, Allah, Yehova, Zeus, Ceres, Poseidon ve daha yüzlerce Tanrı ismi sayılabilir. Bu Tanrı'lardan her biri ayrı ayrı özelliklere sahiptir. Oysa müslümanlar her zaman tek bir Tanrı'nın olduğunu ve bu Tanrı'nın da, Kur'an'da belirtilen özelliklere sahip olan Allah olduğunu zannederler.

Tanrı demek en başta 'yaratıcı' demektir. Tanrı -şayet varsa- evreni ve bizleri yaratan güçtür. Bu Tanrı'nın en belirgin özelliği, yaratma yetisine sahip olmasıdır. O'nun hakkında daha fazla bilgiye sahip olmamız pek mümkün değildir. Tanrı iyi olabilir, kötü olabilir; mükemmel olabilir, kusurlu olabilir; aptal olabilir ve hatta insan mantığının kavrayamayacağı özelliklerde bir şey de olabilir.
İnsanların hayatta belki de yaptığı en yaygın şey yanılmaktır. Bir gün içerisinde bile her insan bir çok kararında veya düşüncesinde yanılır. Dolayısıyla dünyadaki çoğu insanın bir kavrama inanması veya inandığını sanması bir kriter olmamalı. Bu yanılgı durumunu ve toplu şekilde insanların nasıl ve ne derece yanılabileceklerini göstermek için bir örnek verelim;

Bundan yaklaşık 2500 yıl evvel insanlar 'tanrılar'a inanıyorlardı. O insanların inançlarına göre tanrıların belli görevleri vardı. Birbirleri ile etkileşim içerisindeydiler. Bunlardan en önemlisi de, çoğunuzun adını duyduğu, Zeus idi. Olympos Dağı'nda yaşar ve şimşekleri, yıldırımları fırlatırdı. Mitolojik olarak çok daha ayrıntılı ve ilginç hikayeler de bulabilirsiniz .

Zeus adına tapınak yapıldı, genç ve bakire kızlar onun adına adanarak kurban edildi, kısacası o insanlar bu tanrılara ve Zeus'a taptı. Ve en önemlisi o insanlar da yanılmadıklarını düşündüler. Onlar da Zeus'un varlığından emindi. Onlara göre de evren tesadüfen oluşamazdı ve o halde Zeus vardı. Ama yanılıyorlardı.

Bugün bir çok insan bu 'tanrılar' düşüncesine güler geçer. Aptalca, çocukça ve mantıksız bulur bu düşünceleri. Ancak o zamandaki insanlar ne aptaldı, ne çocuktu ne de mantıksızdı. Onlar da en az sizler gibi düşünebilen insanlardı. Peki o halde nasıl oluyor da sizler 'tanrılar'ın olmayacağından birkaç dakikalık bir düşünce ile emin olabiliyorsunuz da o kadar insan yanılabiliyor?

Videonun Metni

Hristiyan: "İsa kurtarıcımızdır."
Musevi: "Mesih henüz gelmedi."
Müslüman: Muhammed Allah'ın resulüdür."
Hindu: "Birçok Tanrı var."
Budist: "Hepimiz Tanrı'yız."

Kim haklı? Kim yanılıyor? Yanıt güvenilirlikte yatıyor.

Bu Zeus. Tanrı'ların Tanrı'sı. Yıldırım fırlatıcısı. Burada (Yunanistan) yaşıyor. Olimpos Dağı'nın zirvesinde... Günümüzde şöyle bir evine göz atalım. Olimpos Dağı. 1913'te insanlık sonunda Olimpos Dağı'nın zirvesine ulaştı. Eski Yunanlılar Zeus'a, bir Hristiyan'ın İsa'ya kuvvetle inandığı kadar inanırdı. Herhangi bir Müslüman'ın Allah'a kuvvetle inandığı kadar.. Eski Yunanlıların bazıları Zeus'un iradesine karşı geildikleri için ölüme mahkum edildiler. Zeus'a inanarak yaşayıp öldüler.
"Gerçekten biz bundan önce ona yalvarıyorduk. Şüphesiz O iyilik edendir, çok merhametlidir." -Tur Suresi : 28

"İyi olan tek biri var, O da Tanrı’dır." -Markos 10:18

Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve sonsuz iyilik sahibi olan Tanrı tanımı ve yer yüzünde gördüğümüz kötülük, eski Yunan filozoflarından bugüne kadar tartışılan bir problem olmuştur. Tanrı’nın iyiliği ve yer yüzünde kötülüğün mantıksal olarak uyumsuzluğu şöyle anlatılabilir:

Eğer gerçekten de Dinlerin anlattığı türde, yani her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve sonsuz merhamet ve iyilik sahibi bir tanrı var ise, o halde evrende hiç kötülük olmaması gereklidir. Evrende bol miktarda kötülük ve acı olduğunu biliyoruz, o halde ya tanrı yoktur, veya olan tanrı dinlerin tanımına uymamaktadır ve mükemmel derece iyi değildir.

Elbette, teist düşünce bu düşünceye çeşitli cevaplar getirmiştir. Bazıları alttadır. Teker teker ele alalım.

1. Özgür irade

Tanrı, insanları özgür iradeye sahip olarak yaratmıştır. Özgür irade vermesinin bir sonucu da özgür iradeli insanların adaletsiz ve kötü olabileceklerini kabul etmektir. Eğer özgür irademiz olmasaydı birer robottan farkımız kalmazdı.

Bu savunma, sadece insanlardan kaynaklanan kötülükleri cevaplamaktadır. Eğer herhangi bir hastalığın veya doğal afetin olmadığı bir dünyada yaşıyor olsa idik ve gerçekten de dünyadaki acının yegane kaynağı insan olsa idi, bu durumda kötülüğün, çok daha önemli bir şey olan özgür iradenin ayrılamaz bir parçası olduğunu düşünebilirdik. Ancak dünyamız, tamamen doğal sebeplere dayalı acıların da yaşandığı bir dünya. Doğal afetlerde bir anda binlerce kişi ölebiliyor. Salgın hastalıklar milyonlarca kişiyi kısa bir sürede öldürebiliyor. İnsanlar doğuştan kusurlarla veya hastalıklarla doğabiliyorlar. Özgür irade tüm bu olan bitenle ilgisiz bir durumdur. İnsanların tamamı, özgür iradeleriyle “iyi” olmaya karar verseler bile, dünyada yine acı olacaktır.

Teist düşünceye göre, cennette hiç kötülük yoktur. Peki cennette bulunan ruhlar, birer robot mudur? İnsanlar kısa bir süreliğine çok değerli bir özellik olan “özgür irade”ye sahip oluyorlar da, öldükten sonra cennette gittiklerinde bunu kayıp mı ediyorlar?

2. Günah

Dünya, günah işleyen insanlar yüzünden mükemmelliğini yitirmiştir ve hastalık, doğal afet gibi şeyler meydana gelmektedir.

Bu savunma bildiğimiz “7.4 yetmedi mi” savunmasıdır. Kurbanı suçlamaktır. Kaldı ki, dünyadaki doğal afetlerin insanlığın günahları olduğunu varsaysak bile bu durum, hiç günah işlememiş bebeklerin durumunu, ya da hayvanların durumunu açıklamamaktadır. Bebekler ve hayvanlar da mı günah işlemektedir? “Kurunun yanında yaş da yanar” denirse bu da Tanrı’nın adaletine kuşku getirir.

3. Ahiret

Dünya’daki tüm kötülüklerin ve acıların adaleti ahirette sağlanacaktır.

Acıların adaletinin sağlanması, acıların çekilmiş olmasını açıklamamaktadır. Size eğer “hemen yakalanıp cezalandırılacağını bilseniz, birisinin sizin çocuğunuzu öldürmesine izin verir misiniz?” diye soracak olsam nasıl bir cevap verirdiniz? “Evet adalet yerini bulduğu sürece çocuğum gitmiş problem yok” diye mi yoksa “beni sonra gelen adalet değil, çocuğumu kaybetmemek ilgilendiriyor” diye mi? Ben çocuğumun hayatta kalmasını isterdim. Bu da en başta formüle ettiğimiz “kötülükleri önceden bilip engelleyebilecek varlık” kriteriyle örtüşüyor. “Kötülükler olup bittikten sonra adaleti sağlayacak olan varlık” olsa olsa polis ve hukuk sistemi olabilir. Her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten mükemmel iyi bir varlık değil.

4. Kısıtlı bilgimiz ve anlayışımız

Bizler kısıtlı anlayışımız ve bilgimiz sebebiyle bugün gördüğümüz ve kötü olarak algıladığımız şeylerin aslında daha yüce bir amaca hizmet eden ve daha büyük bir iyiliğe yol açacak olan şeyler olduğunu göremiyor olabiliriz.

Aslında makul bir argüman gibi görünüyor. Peki şöyle bir örnek verelim.
Bir adamın küçük bir çocuğa işkence yaptığını gördünüz. O adamın kötü olduğuna hemen kanaat getiririz. Peki bu adamın çok bilgili, akıllı ve ileri görüşlü olduğunu ve ileride Hitler’e dönüşecek olan 3 yaşındaki bir çocuğa işkence ederek yavaşça öldürdüğünü öğrendiniz diyelim. Yine de adamın kötü olduğunu düşünür müsünüz, yoksa onun bir “iyilik” yaptığını mı söylersiniz?

Muhtemelen adamın hala kötü olduğunu düşünürsünüz. Bunun sebebi de kötülüğü engelleme yöntemidir. 3 yaşında bir çocuğa işkence yapmaya kıyasla, küçük Adolf’un Hitler’e dönüşmesinin önüne geçebilecek daha insanca ve iyiliğe dayanan yüzlerce yöntem vardır. Tanrı, eğer varsa, insanlığa ve diğer canlılara yüz milyonlarca senedir yaşattığı acılar sebebiyle bebek Adolf’e işkence eden bilge ve akıllı kişi gibidir. Gücü dahilinde kötülüğü engelleyebilecek başka yollar varken o bunu yapmayı seçmemektedir.

Bu argüman aynı zamanda (sonsuz iyi) Tanrı’nın gücüne limit koymaktadır. Tanrı’nın “daha büyük iyiliği” acı çektirmeden meydana getiremeyeceği mesajını vermektedir. Yani daha büyük bir iyilik için bir parça kötülüğe izin veren bir tanrı eğer sonsuz iyi ise, bu durumda sonsuz güce sahip değildir.

5. Bu dünya bir sınav yeridir

Bu doğru olabilir, bir tür “sadakat” testinden geçiyor olabiliriz. Peki doğuştan gelen bir hastalık yüzünden daha memeden kesilmeden (doğal afet ya da hastalıktan) ölen bir bebeğin “sadakati”nden nasıl söz edebiliriz? Bu bebeğin sadakatini sınamak ne kadar mantıklıdır? Burada sınanan şey anne babanın sadakatidir diyebilirsiniz. Ancak bu yine de hayatını ve yaşama hakkını kaybeden bebeğin belki de acılı ölümünü açıklamamaktadır.

Bu argüman yine Tanrı’nın gücünü sınırlandırmaktadır zira Tanrı’nın acı çektirmeden sadakati test etme yöntemlerini bilmediğini söylemektedir.

6. Dünyada yaşanan acılar ahiretin sonsuz hayatına kıyasla devede pire gibidir

Hayatının tamamını bolluk mutluluk ve sağlık içinde geçireceği garanti edilse, sevdiğiniz birisine, çocuğunuza, ya da herhangi bir çocuğa bir saat boyunca işkence edebilir misiniz? Acının süresi veya yoğunluğu burada önemli değildir. Acının sadece varlığı bile “yarattıklarını seven” bir tanrının varlığıyla çelişmektedir.
Bir karşı argüman “diş hekimi” örneğidir:

Çocuğunuzu diş doktoruna götürdüğünüzde biraz acı çekmesine izin veriyorsunuz çünkü bu tedavi her ne kadar acılı olsa da uzun vadede sonuçlarının daha iyi olacağının farkındasınız. Dünyadaki acı da bunun gibidir.

Güzel bir karşı argüman, ancak bir problem var. İnsanlık henüz 100% ağrısız diş tedavisini keşfetmiş değil. Eğer size “ağrılı” ve “ağrısız” diye iki seçenek verilse idi, hala çocuğunuzu ağrılı tedaviye sokar mıydınız? Bu argüman da Tanrı’nın acı vermeden “diş tedavisi” yapamayacağını var saydığı için tanrı tanımıyla çelişmektedir.

7. Acı bizi olgunlaştırır

Bu argüman da acı ve kötülük haricinde Tanrı’nın insanları olgunlaştırabilecek bir yöntem düşünemediğini söylemektedir.Ayrıca doğuştan gelen bir hastalık sebebiyle bir kaç hafta yaşayan ve acı çeken bir bebeğin nasıl bir “olgunlaşma”sından bahsedebiliriz ki?

8. Acı ve kötülük olmadan, iyiliği anlayıp takdir edemezdik

Düz bir çizgiyi anlayabilmek için, yamuk yumuk bir çizgiyi görebilmiş olmanız gerekir. Her şeyin zıttı vardır.

Bu argüman da Tanrı’nın kötülüğü kullanmadan insanların iyiliği takdir etmesini sağlayamadığını söylüyor. Elbette Tanrı’nın gücü her şeye yetiyorsa o halde onun yarattığı insanların iyiliği kötülüğe ihtiyaçları olmadan takdir edebilmesi gerekirdi. Yamuk çizgiyi hiç görmeden de düz çizgiyi anlayabilmesi gerekirdi.

9. Tanrı bu evreni yaratmıştır ve içindeki her şeyin sahibi odur

İstediğini yapmakta özgürdür ve ne yaparsa yapsın bu onu ahlaken “kötü” yapmaz. Zira onu bağlayan bir ahlak kuralı yoktur.

Bu argüman iki açıdan problemli.

İlki dinlerin Tanrı’yı “iyi” olarak tanımlamış olması. İnsanlara “gönderilmiş” bir kitapta “iyi” olarak tanımlanan bir tanrının insanların “iyi” anlayışına göre olması gerekir. Aynı şekilde Tanrı’nın “adaletli” olduğu da yazar kutsal kitaplarda, ve bu adil tanrının insan anlayışına göre adil olduğu kabul edilir. Suçlulara cezasını, iyilere mükafatını vermesi beklenir.

Hiç bir durumda Tanrı’nın bizimkinden farklı bir iyilik ya da adalet anlayışı olduğundan söz edilmez. Özetle Tanrı’nın “iyi”liğini farklı algılamamız için herhangi bir sebep yok. Yarattığı şeylere keyfi olarak, herhangi bir kurala bağlı olmadığı için acı çektiren bir Tanrı da bizim anladığımız “iyi” kavramıyla uyuşmamaktadır.

Diğer problem, savunmanın Tanrı’nın yarattığı şeylere istediğini yapabilme yetisi ve yapma hakkını karıştırmasıdır.

İnsanoğlu, kendi yarattığı bir şeyi yok etme hakkına sahiptir. Ama acaba insan canlı, iradesi olan bir varlık yaratsa idi, onu kafasına göre öldürme hakkına sahip olur muydu? Diğer bir deyişle bir varlığı öldürme hakkı onu yaratmış olmakla mı tanımlanabilir? Peki öldürme hakkı olsaydı bile, insan vicdanı buna izin verir miydi?

Olaya şu açıdan bakalım. İnsanlar çok küçükken ve henüz empati duyguları oluşmamışken küçük canlılara işkence edebilirler. Sinekleri kibrit kutusuna koyup yakan ya da kanatlarını koparıp yarıştıran çocuklar vardır. Ancak çocuklar empati hisleri geliştikten sonra yaptıkları bu şeyin o canlıyı nasıl hissettirdiğini görerek genellikle böyle davranmaktan vaz geçerler.

İradesi olan bir varlık yaratan insanın durumu da böyledir. O varlığı yaratmış olsa ve üstünde her türlü hakka sahip olsa da, empati kurabilmesi insanların büyük bölümünün o canlıya işkence etmesine engel olacaktır. Tanrı, insanların nasıl hissettiklerini bile bile (her şeyi bilendir zira) acıya sebep olmaya devam ediyorsa, o tanrının “iyi”liğinden bahsedebilir miyiz?

Tüm bu savunmalar ve bunların cevaplarına bakarak benim görebildiğim sonuç şu şekilde :

1. Tanrı var, ama mükemmel derecede iyi değil, en azıdan bir parça kötü. Ya da belki hiç umursamıyor. Bu da dinlerin tanımladığı Tanrı’yla örtüşen bir varlık değil.

2. Tanrı var, mükemmel derecede iyi, ancak gücü tüm kötülükleri engellemeye yetmiyor, ya da yetmediği için hiç müdahale etmiyor. Yine dinlerin tanımladığı Tanrı’yla örtüşen bir varlık değil.

3. Tanrı yok, insanlar birbirlerine kötü davranabiliyorlar ve doğal afetler ve hastalıklar hiç bir amaç taşımadan yakınlarda bulunan insanlara acı verebiliyor.
Elbette başka savunmalar mevcut, ama genel olarak savunmaları özetleyen maddeler üstteki gibi. Dünyadaki kötülük, Teist tanrı argümanı için büyük bir problem olmayı sürdürmektedir.
Pasifik porsuk ağacı olarak olarak bilinen Taxus brevifolia kanser hastalığının engellenmesi için gerekli olan taksol adlı hammeddeyi içermesi bakımından oldukça önemlidir. Bu taksol adlı hammadde Taxus brevifolia'nın kabuk kısmında bulunur ve kanser engellemesi için etkili bir kaynakır.

Ancak taksol molekülünün kabuktan izole edilmesi oldukça düşük verimli bir işlemdir. Çünkü kanser hastasını tedavi edecek taksolu elde etmek için çok sayıda ağacı feda etmek gerekiyor. Hatta kanser hastalarının sayısı göz önüne alındığında bütün Taxus brevifolia ağaçları yok edilse bile, her hastayı tedavi edecek hammadde sağlanamıyor.

Taxus brevifolia porsuk ağacı türlerinden sadece biri. Evrimsel olarak yakın akrabaları var. Taxus baccata da bunlardan biri. Öyleyse, taksol molekülünü Taxus brevifolia'da oluşturan metobolik yol, yakın akrabalarında da evrimsel olarak korunmuş olabilirdi.

Bu varsayımı test eden araştırmacılar, Taxus baccata'nın da taksol ürettiğini, hatta taksolun daha kolayca ve bolca toplanabilecek yapraklarda bulunduğunu gösterdi. Taxus baccata'nın Taxus brevifolia'Ya göre daha kolay ve çabuk yetişmesi de cabası...

Böylece evrimin bir bilim dalı olarak hem geçerliliğinin şüphe götürmeyeceği hem de insanlığa yararı bir kez daha gözler önüne serilmiş oluyor.
Evrimsel süreçlerin ekolojik mekanizmalar karşısında sanıldığı kadar pasif olmadığı, aksine evrim ve ekolojinin kaşılıklı etkileşimde olduğu fikri giderek yaygınlık kazanıyor. Amerika Ulusal Bilimler Akademisi'nde Şubat ayında yayımlanan bir makale bu görüşü destekliyor.

Yüksek evrimsel hıza sahip oldukları için çalışmaya modellik eden lepistesler, Trinidad'daki iki farklı akarsu ekosisteminden seçilmiş. Aynı tür olmalarına karşın, farklı ekosistemlerden alınan balıklar, sadece dört hafta sonra farklı beslenme davranışları segileyerek ortam şartlarını değiştirmiş.

Avcıların bulunduğu yüksek predasyonlu sisteme ait balıklar daha çok böcek larvasıyla beslenirken, diğer gruba ait bireyler suyosunu tercih etmiş. Böylece beslenme ve diğer aktivitelere bağlı olarak aynı türleri farklı yoğunluklarda barındıran ortamlarda azot ve fosfor gibi bileşenlerin oranı da değişikliğe uğramış.

Avcıların bulunduğu ekosistemden balıkların yüzdüğü sularda oksijen tüketimi ve bitki üremesi azalırken, tortu oluşumu çok yavaş seyretmiş. Araştırmacılar, doğal uyum sürecinin canlıların beslenme tarzında farklılıklar ortaya çıkardığını, bunun da yaşanan ekosistemi şekillendirdiğini, yani ebrimsel sürecin ekolojik yapı üzerindeki etkisinin sanıldığından çok daha güçlü olduğunu öne sürüyor.

NTV Bilim, Mart 2010

Videonun Metni

Bu düşünceyle ilgili pek çok problem var. Yani öncelikle bu yanlışlanmaz bir önerme. Ve inanma eğiliminde olmayacağınız ve sonsuz sayıda yanlışlanamaz önerme var. Matrix'de olduğumuza inanabilirdik. Demek istediğim, böyle bir yoldan gidebilirdiniz ve Matrix'de olduğumuzdan emin olan insanlar tarafından bir çok şey ileri sürülebilir ve yabancı bir uygarlık bizi sabit disklerinde simüle etmektedir.

Problemlerden biri, evrenin yaratıcısı tarafından yazılmış çok kitap olması ve bunların birbiriyle çelimesidir. Bilirsiniz, değiller... Yeni Ahit İsa'nın tanrının oğlu olduğunu, gerçekten tanrının oğlu olduğunu, çok kesinlikle ifade eder ve buna inanmak zorunadsınız, yokas ebediyete kadar cehennemde kalırsınız.

Kur'an iki defa der ki; İsa tanrının oğlu değildi ve her kim tanrının oğlu olduğuna inanırsa, ebediyete kadar cehennemde kalacaktır. Demek istediğim, bu size uzlaşmak için yazı tura atmak kadar yer bırakır.
Kuran'da inanmayanlara (İslama ve Allah'a inanmayanlara) sırf bu nitelikleri yüzünden çeşitli hakaretler edilmektedir. Bazı Müslümanlar ise, çeşitli polemikler sırasında duydukları sözlerden rahatsız olup, inançlarına saygı gösterilmesini isterler. Bu garip çelişki nedeniyle Kuran'a ve içerdiği küfür ve hakaretlere şöyle bir göz atalım. Bakalım Kuran'da hangi kelimelerle hakaret ediliyor:

HAYVAN
BAKARA (171) : İnkar edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkar edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar.

A'RÂF (179) : Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.

FURKÂN (44) : Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.

MUHAMMED (12) : Şüphesiz Allah, inanıp salih ameller işleyenleri, içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. İnkâr edenler ise (dünya zevklerinden) yararlanırlar ve hayvanların yediği gibi yerler. Onların kalacakları yer ateştir.

MÜDDESSİR (51) : Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler.