Eğer tüm palavraları düşünürsek; yani sadece bir kısmını değil şimdiye kadar anlatılmış tüm saçmalıkları, tüm palavraları düşünürsek kesinlikle en büyük palavra dindir.

Çünkü din insanları gerçekten kendine inandırmış ve ikna etmiştir. Orada görünmez bir adam var, gökte yaşıyor, her gün ve her an yaptığınız her şeyi izliyor.

Ve bu görünmez adamın bir listesi var, yapmanızı istemediği şeyler. Ve eğer bu 10 şeyden herhangi birini yaparsanız sizi atacak bir yeri var. Ateşle dumanla işkenceyle dolu bir yer ve sizi yanmanız, bağırmanız, çığlık atmanız, ağlamanız için sonsuza dek oraya gönderir... Ama o sizi yine de sever!

Sizi sever ve onun tabiî ki paraya ihtiyacı vardır!

O çok bilgedir, her şeyi bilir, her şeyi vardır ama paraya bir türlü dayanamaz! Din insanlardan milyonlarca dolar alır, din adamları vergi ödemezler, ve hep biraz daha fazlasını isterler… Alın size çok sıkı bir palavra Kutsal Saçmalık!
Ne yazık ki, ilahi bir kaynağa dayanıyormuş gibi görünen birçok kitap mevcut ve her birinin, nasıl yaşamamız gerektiği hakkında birbiriyle çelişen istemleri bulunmakta.

İyi niyetli birçok insanın ekümenik çabalarına rağmen, birbiriyle çelişen bu dinsel bağlılıklar, hâlâ inanılmaz boyutta fikir ayrılığına sebep olmaktadır.

Bu duruma karşın çoğu duyarlı insan, “dini hoşgörü” olarak adlandırılan bir şeyi savunmakta. Elbette dini hoşgörü, din savaşından daha iyidir ancak hoşgörünün de kendine ait birtakım sorumlulukları vardır. Dinsel düşmanlığı tetiklemeye yönelik korkumuz bizi, artık mantıksızlığı gün gibi ortada olan ve gittikçe uyumsuz hale gelen fikirleri eleştiremez hale getirdi. Bu korku aynı zamanda bizleri, dini inanç ve bilimsel akılcılığın birbiriyle bağdaştığı konusunda kendimize –defalarca ve fütursuzca- yalan söylemeye mecbur bırakmakta.

Din ve bilim arasındaki bu uyuşmazlık doğaldır ve (neredeyse) sıfır-toplamlıdır[1]. Bilimin başarısı, sıklıkla dinsel dogmalara zarar vermeyi; dinsel dogmaların sürdürülebilmesi ise, daima bilime zarar vermeyi gerektirir. Artık beşeri araştırmaların temel bir gerçeğini kabul etmek zamanıdır: kişinin, inandığı şey için iyi nedenleri ya vardır ya da yoktur. İyi nedenleri olduğunda, kişinin inancı, dünyayı daha iyi anlamamıza katkı sağlar. Bu noktada bizlerin, “pozitif” ve “sosyal” bilimler arasında veya bilim ile tarih gibi diğer kanıta dayalı disiplinler arasında ayrım yapmamıza gerek yok. 7 Aralık 1941’de, Japonların Pearl Harbor’u bombaladığına inanmak için çok iyi nedenler var. Dolayısıyla, aslında bu bombalamayı Mısırlıların yaptığı düşüncesi, inandırıcılıktan yoksundur. Aklı başında her insan, tarihsel gerçeklerin belli sorularına karar kılmak adına sadece inanca bel bağlamanın ahmakça ve gülünç olacağının farkındadır; ta ki konu, İncil ve Kuran gibi kitapların kökenine, İsa’nın dirilişine, Muhammed’in Cebrail ile yaptığı sohbetlere veya beşeri cehalet sunağına hala doluşmakta olan diğer kutsanmış araklamaların herhangi birine gelene kadar.
Modern evrimsel bilimin başlamasından bu yana insanların neden tüysüz olduğu tartışmalı olmuştur. İnsanın Türeyişi’nde Darwin, “Kimse, tenin çıplaklığının insan için doğrudan bir avantaj olduğunu zannedemez: dolayısıyla, doğal seçilim bedeni tüylerden yoksun bırakmış olmamalıydı.” diyor.

Eğer doğal seçilim değilse ne? Kitabının adına rağmen, Darwin insanların kökenine dair pek fazla şey söylememiştir. Bu durumu üstü kapalı bir şekilde en güçlü destekçisi Thomas Huxley’e söyler. Huxley zaten bu konuyla ilgilenmekte ve en yakın akrabalarımız olan Afrikalı maymunsulardan ayıran farklılıklarımız üzerine bir kaç sayfa yazmakla uğraşmaktadır. Vücut tüylerinin kaybının eşeysel seçilimle ilgili olduğunda karar kılmıştır: insanlar (daha ziyade kadınlar) tüyleri azaldıkça eşlerine daha çekici göründüklerinden zamanla daha tüysüz bireyler seçilmesi suretiyle tüysüzleşmişlerdir.

Ancak bu açıklama zamanın testinden geçemedi. Binlerce memeli türünden sadece bir primat türünün tüysüz dişileri daha çekici bularak tüylerini yitirme yoluna gitmesi inanması güç bir tezdi. Eğer Darwin’inki gibi bir deha bile bundan daha ikna edici bir çözüm sunamıyorsa, gözden kaçan daha anahtar bir faktör olmalıydı.

Başrolleri Paul Bettany ile Jennifer Connelly'nin paylaştığı, Jon Amiel tarafından yönetilen film, Darwin'in 1859'da yayımlanan başyapıtı Türlerin Kökeni Üzerine adlı kitabını hazırlama sürecinde inanç ile bilimsel gerçeklik arasında ‘Tanrı mı, evrim mi? sorusu içinde yaşadığı ikilemleri ve 10 yaşındaki kızını kaybetmesinin öyküsünü konu ediyor.


Bu yılki Toronto Film Festivali'nin açılış filmi olarak gösterilen Creation, halen ABD hariç dünyanın tüm büyük pazarlarına satılmış durumda. Filmin yapımcısı, Oscar ödüllü Jeremy Thomas, ABD'li dağıtımcıların filmi 'dindar Amerikan izleyici için fazla tartışmalı' bulduğunu ve reddettiğini açıkladı.

Hıristiyan bakış açısının hâkim olduğu Amerika’da etkili movieguide.org adlı internet sitesinde, ‘öjenik’in (Fizik ve moral bakımlardan ileri nesiller yetiştirme bilimi) babası olarak adlandırılan Darwin’in ‘Irkçı, geri kafalı ve kitle katliamını meşru kılan 1800’lerin natüralistlerinden’ olduğu, ‘çiğ teorisi’nin doğrudan Hitler’i etkilediği ve ‘barbarlığın’ sorumlusu haline geldiği yazıyor.

“2009'da Amerika'da durumun hala bu şekilde olmasına inanamıyorum” diye konuşan yapımcı Jeremy Thomas, Türlerin Kökeni’nin yayımlanmasından 150 yıl sonra bunların konuşulmasını ve Amerika'da pek çok kişinin hala Dünya'nın altı günde yaratıldığına inanmasını şaşırtıcı bulduğunu söyledi.

İzlemek İçin Tıklayın
Venüs Projesi, Jacque Fresco ve Roxanne Meadows tarafından 1995’te tasarlanmaya başlamış ve o zamandan günümüze gerek çeşitli konferanslarla gerekse de internet üzerinden yayımlanan belgesel ve videolarla ilerleyerek ve yayılarak gelen bir organizasyondur. Özellikle Zeitgeist adlı belgesel ile büyük yankı uyandıran bu hareket kimilerince çok güçlü bir plan, kimilerince bir ütopya, kimilerince ise bir hainlik olarak görülmektedir. Şimdi bu Venüs Projesi’nin ne anlattığını, neyi amaçladığını, buna nasıl ulaşmaya planladığını ve daha da önemlisi ortaya koyduğu yeni anlayışı inceleyelim.

Venüs Projesi’ni tam olarak anlamak ve bir anlamda yıkmaya çalıştığı günümüz sosyal, ekonomik, ahlak ve kültür anlayışını kavramak için Zeitgeist: The Movie, Zeitgeist: Addendum ve Zeitgeist: Moving Forward adlı belgeselleri izlemenizi öneririm. Ben bunları izlemiş olduğunuzu düşünerek Venüs Projesi’ni ele almak istiyorum.

Venüs Projesi’nin fütüristik bir bakış açısıyla oluşturulduğunu söylemek mümkündür. Fütürizm genel olarak geçmişteki kültürel tüm birikimi reddedip, gelecekçi bir yapıya bürünmektir. İşte Venüs Projesi de bir anlamda böyle bir özellik göstermektedir. Temel anlamda din, devlet, ekonomi karşıtıdır bu proje. Bunun sebebi de günümüzdeki açlık, kıtlık, savaş ve suçların var olmasıdır. Yani “dünyada var olan oldukça yanlış bir şeyler var” düşüncesi ile hareket eden proje, dünyanın günümüzde kötü durumda olmasının sebebinin para bazlı ekonomi olduğunu söylemekte ve buna ek olarak bizleri daha kolay yönetmek ve kontrol altına almak için oluşturulmuş din, devlet, toplumsal ahlak gibi kavramların da bu para bazlı ekonomiye hizmet için oluşturulduğunu belirtmektedir.
Belgeselde Kuranın içeriği, ne kadar doğru ve genel geçer olduğu tartışılır boyutları ve insanlar üzerindeki işlevleri araştırılmaktadır. Kuranı yaratıcının mutlak doğru olarak bize sunduğu iddiası savunulurken neden sadece islam dininde bile bu kadar karmaşa ve ayrılmışlık var, sorusuna yanıt aranıyor. Kuranın ve islamın tartışmalı birçok önemli konusu inceleniyor ve aynı zamanda Kuranın birçok kez değiştirildiği ve yeniden düzenlendiği de gözler önüne seriliyor.

Kuran ideolojik anlamda dünyanın en etkili metni olarak kabul ediliyor. Yine de bu kitabın birçok farklı yorumu mevcut. Peki Kuran gerçekte ne anlatıyor. Müslümanlar ve müslüman olmayanlar Kuranın tarihini ve verdiği mesajı ne kadar anlıyor. Bu sorunun daha büyük önem taşıdığı başka bir çağ hayal etmek gerçekten çok zor. İnanç uğruna toplu katliamların yapıldığı, terör ve şiddet doğumlarının olduğu, toplumsal çatışmalara ve ayrımcılığa yol açtığı bir dine sahipsek artık durup gerçekten de, kutsiyetlerimiz dahi hayatımızı işgal eden tüm ideolojileri sorgulamamız gerekiyor. Çünkü barış ve sevgi adına gönderildiğini dinler -bilhassa islam dini- günümüz dünyasında savaş, kıyım, şiddet, nefret ve ayrımcılıktan başka bir şey getirmiyor.

İzlemek İçin Tıklayın...
Freidoune arabası bozulduğu için durduğu küçük bir köyde Zahra ile tanışır.

Daha doğrusu, gazeteci olduğunu anlayan Zahra, onunla konuşabilmek için ısrarla peşine takılır. Yeğeni Soraya bir gün önce aynı köyde yaşadığı insanlar tarafından vahşice katledilmiştir. Ölmeden önce yeğenine söz veren Zahra, bunun köyün sırlarının arasına gömülmemesi için elinden geleni yapmaya kararlıdır.

Tek umudu da bu gazetecinin elindedir, dinlemeli ve bu küçücük köyün büyük günahını tüm dünyaya anlatmalıdır.

Bu arada islamda recmin yeri hakkında bilgi edinmek isterseniz bu başlığı incelemenizi tavsiye ederim.

Aynı yaşta ve aynı derecede sağlıklı, biri şişman biri zayıf iki insan kuzey Atlantik denizinde sandaldan suya düşseler, şişman insanın yeniden karayı görmesi olasılığı daha kuvvetlidir. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi; balinalar, fok balıkları ve benzerlerinde de gördüğümüz gibi yağ soğuğa karşı çok iyi bir yalıtımdır. İkincisi, yağ sudan hafif olduğu için şişmanın su yüzünde durmasını kolaylaştırır.

Bundan alınacak ders, bir organizmanın belli özelliklerinin değeri veya yararlılığı ancak kendisinin içinde bulunduğu çevreyle bağıntılı olarak değerlendirilebilir. Çok yağ yükü taşımak birçok durumda kötü sayılsa da şişman biri Kuzey Atlantik’te denize düşerse, deniz şişmanlığın değerini yargılayacaktır. Atlantiğin vereceği hüküm şişmanlığın bu durumda yaşamı sürdürmek için iyi bir özellik olduğudur.

Çevre ve Değişme
Şişman ve zayıf denizciler örneği, anlatmak istediğim noktayı dramatize etmeme yardımcı oldu. Ama aslında değişim ve çevre arasındaki ilişkinin candamarını bulmak için bireyler yerine, kuşaklar boyunca canlı nüfusları ve bunların yavrularını gözönüne almalıyız. Belirli bir çevrede yaşayan anababa, değişmiş bir DNA’yı çocuklarına geçirirlerse o çocuklar, onların çocukları ve bütün izleyen kuşaklar;
Eşitlik İlkesi İnsan Hakları beyannamesinde şu şekilde yer alır;

” Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin [...] bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. “

Aynı şekilde, 1982 Anayasasının 10’uncu maddesinde de;

“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep, ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

Şimdi gelelim Kur'an'a;

Kuranda ise yaradılıştaki farklılıklar birer ayrıcalık olarak ifade ediliyor ve eşitsizlik normal bir durum olarak görülüyor.

Enam Suresi, 165 ; Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O’dur.

Yani, kiminin zeki, kimin aptal, kiminin güzel , kiminin çirkin olması tamamen Allah’ın iradesi sonucu ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Kur'an'da pek çok surede de Allah dilediğinin rızkını genişletip dilediğininkini azalttığını (Rum 37), dilediğini doğru yola ilettiğini (Bakara 213) söylemektedir ve Zuhruf Suresi 32. ayette olduğu gibi bir çok ayette de gelir dağılımındaki adaletsizlik Tanrısal yazgıya dönüştürülmektedir.

Ayrıca, köleler Kuran'a göre aşağı bir sınıfı oluşturan tabakayı temsil etmektedir.

Nahl Suresi, 74 ; Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça sarfeden kimseyi misal gösterir: Hiç bunlar eşit olur mu? Övülmeğe layık olan Allah’tır, fakat çoğu bilmezler.

Rum Suresi, 28 ; Allah size kendinizden bir misal vermektedir: size verdiğimiz rızıklardan, emrinizde bulunan kölelerinizin de eşit surette hak sahibi olmalarina razı olur musunuz, ve birbirinizi saydığınız gibi bu ortaklarınızı sayar mısınız ki [...] bize ortak koşulmasina razı olasınız?

Kölelik günümüzde tarihe karışmış bir uygulamadır, fakat çağlara hitap ettiği söylenen Kur'an kölelik uygulamasını kaldırmamış, insanı mal konumundan insan konumuna getirmemiştir.

İslam dini köle azat etmey teşvik eder ancak kölelik uygulamasını kaldırmayarak eşitlik bakımından önemli boşluklar, ihlaller yaratmıştır. İndiği dönemde kölelik önemli bir iş gücü olsa da geleceğin dünyasına da bir mesaj aktaracağı söylenen Kur'an'da bu konuda taviz verilmesi normal mi?

Örneğin Kur'an'da bazı ayetlerde kölelere iyi davranılması gerektiğine dair hükümler de vardır, fakat bunlar köleler lehine değil, köle sahiplerinin yararına olmak üzere koymuştur; sırf köleler, efendilerine karşı başkaldırma gereğini duymasınlar ve iyi hizmet versinler diye! Böylece kölelere, eşitsizlikten doğma durumlara tahammül olasılığını sağlamıştır.

Fakat, insan haysiyetiyle ve kişinin sağlık durumuyla bağdaşmayan kölelik kuruluşunu kökten yok etmemiştir.

Bu konuda Allahın bu durumu yavaş yavaş kaldıracağı veya kaldırdığı söylenir, bu bağlmada köle azat etme gibi hükümler koymus olmasını delil olarak sunarlar. Ancak, Allah köle edinmeyi yasaklamadığı için, köle azatlamanın anlamı olamayacağını hesap edemiyorlar. Yani, köle azat eden bir kimsenin, yeniden köle almasına karşı hiç bir durum yoktur. Ayrıca, Allah arapları bu köle alışkanlığından bir anda kurtacak güçte değil mi ?

Benzer soruları cariyelik uygulaması için sorabiliriz, Kur'an'da cariye kelimesini karşılamak amacıyla ellerinizin altındakiler, halayıklarınız gibi tuhaf ve aşağılayıcı ifadeler yer alıyor.

Nisa Suresi 24 ; Savaşta tutsak olarak ellerinize geçen cariyeler dışında, evli kadınlarla evlenmeniz haramdır.[Ayrıca bkn : Mearic 29-30]

Cariyelerin arapların cinsel ihtiyaclarını karşılamak üzere bir hak olarak tasvir edildiği açıkca görülmekte, fazla söze gerek yok.

Gelelim eşitlik ilkesinine en önemli vurgusuna, kadın erkek eşitliği.Kur'an'da yukarda verdiğim yasa konjonktürkeri ile uyuşmayan kadın-erkek ayrımına ,erkeklerin üstünlüğü söylemine sıkça raslanmaktadır. İnsanlığa seslenişler sürekli erkek üzerinden, yaptırımlar erkeğe dayalı. Kur'an'a göre şahitlikte 2 erkek veya 1 erkek 2 kadın olması gerekir. Miras dağıtımlarında ise kardeşlerde erkeğe 2 pay düşerken kadına 1 pay düşmektedir.

Örneğin,

Bakara Suresi, 282 ; Şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir.

Nisa Suresi, 34; Erkekler, kadınlardan üstündür, çünkü Allah onları bir çok şeylerde kadınlardan üstün etmiştir.

İslamcılar tarafından sürekli aşağılanan, cahiliye diye tanımlanan devirde kadınlar daha yüksek haklara sahipti, kadınlar erkekler gibi eşini boşama hakkına sahipti, sadece erkeğin kadına yaptırımların bahsedilmiyordu. İslam ise kadını boşama hakkından yoksun kılıp bu hakkı erkeğin tekeline bırakmakla, erkeklerin kadınlar üzerindeki saltanatını kolaylaştırmıştır. (Bkn ;Bakara 226-233, Nisa 220 ).

Bakara Suresi ,230 ; Eğer erkek kadını üçüncü defa boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onu alması kendisine helal olmaz.

Kur'an'da belirtilen bu uygulamaya talak-ı selase denilmektedir, bu uygulama ile erkeğin hanımına üç kez boş ol demesi onunla boşanması için yeterlidir. Muhammed kendine bu konuda da ayrıcalık tanımıştır, kendisini bu konuda istisna tutmuştur. Bakara 230′ da belirtildiği gibi boşanan erkeğin hanımını tekrar alabilmesi için, kadının yabancı bir erkekle evlenmesi, onunla cinsi münasebette bulunması ve sonra o adamının kendisini boşamasını beklemesi gerekir. Ve ancak bu takdirdedir ki, koca boşamış olduğu kadınla yeniden evlenme olasılığına kavuşur

Görüldüğü üzere böylesine acayip bir sistemin akla ve vicdana yatkın bir yönü olmadıktan gayrı, gerek kadın ve gerek erkek bakımından azap verici yönleri ortadadır.

Kaynak