Ölüm Korkusu ve Hurafeler

3 Yorum
Ölüm korkusunun, saçma sapan inanışları doğurduğu bugün bilinen bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. İnsanoğlu, maalesef sırf daha uzun yaşayabilmek adına veya öldükten sonra da yaşayacağını düşünerek kendini rahatlatmak adına birçok hurafe ve safsata uydurmuş ve buna ilkin kendisi inanmıştır.

Daha doğrusu inanmak zorunda kalmıştır. Çünkü hiçbir mistik inanç, kişinin kendi özgür iradesi ile seçtiği bir seçim değildir. Ya toplumun mahalle baskısı ya da kendi içindeki duyguların rahatlama arzusu sebep olmuştur bu inanca.

Kısaca, bütün mistik ve metafizik inançların temelinde, "korku" vardır demek, pek de abartılı bir düşünce olmaz. Oysaki "ölüm korkusu"yla baş edebilmek ve sonsuza dek yaşama arzusunu dindirebilmek için "safsata ve hurafe" yolunu tercih etmeye hiç de gerek yoktur.

Çünkü, ölüm korkusunu bastırmak veya sonsuza dek yaşama arzusunu tatmin etmek amacıyla uydurulan hurafeler, daha vahim ve önü alınamaz korkular doğuruyor. İnsan bu noktada, adeta yağmurdan kaçarken doluya tutuluyor.

Mesela, cehennem korkusu (hele ki bu kişi öyle ya da böyle ateşle kötü bir deneyim geçirmişse) ölüm korkusundan daha beter bir korku değil midir?

Keza, kendi yarattığı ve kaderini çizdiği kişiyi cehenneme atacak kadar zalim bir Yaratıcı tasavvur etmek, kişinin korkularına tavan yaptırmaz mı?

Merhametini ve adaletini yalnızca kendine itaat edenlere tahsis eden bir Melik (bütün dinlerin Tanrı'ları birer Melik; yani kraldır) ne kadar dost canlısı (veya insan canlısı) olabilir ki?

Kaldı ki "ölüm korkusu" değerli işler yapan ve hayata anlam katan kişiler için, yabancı bir korkudur. Bakın bu konuda Epikür şöyle der:

"Ölümden niçin korkacakmışım? Ben varken o yok, o geldiğinde de ben olmayacağım."

Esasında konu, bu kadar açık ve yalın olduğu halde, insanlık, kendi başına çorap ören ve kendi kuyusunu kazan akıl almaz cehaletiyle "acayip bir korku kültürü" icat etmiştir.

Ölüm korkusunun üstesinden gelebilmek için "daha vahim ve şifasız korkular" üretmiş ve işin kötü tarafı kendi ürettiği korkuların esiri olmuştur.

Bugün, milyarlarca insan (hangi din ve mezhepten olursa olsun) kendi Tanrı'sına itaat etmemeyi ve onun emirlerine karşı gelmeyi, yakıcı ve şiddetli bir azapla eşdeğer görüyor. Ve maalesef, aklı başında bir önder de çıkıp: "Yahu Tanrı, o kadar kaprisli mi ki insanı yakarak tehdit etsin!"

Geçen gün bir hastane koridorunda "ölüm döşeğinde olan hastalarına Kur'an okuyan bir grup insan" gördüm. Üç tane körpe kız muhtemelen babalarının ölmemesi için dua ediyorlardı. Anneleri de eline aldığı kutsal metni onlarla birlikte okuyorlardı.

Onların bu içli hali ve samimiyeti gözlerimi yaşarttı ve beni uzun süre ağlattı. Ben de "umarım babanız vefat etmez" diyerek içten içe katıldım onlara.

Fakat biraz sonra: "İyi de bu rüşvet!" diye düşünmeye başladım. Uzaktan uzağa acılarını paylaştığım bu insanların davranışı, bende "rüşvet" düşüncesinin hasıl olmasına sebebiyet verdi.

Çünkü, onlar: "Allah'ım, sevdiğimiz insanı bizden alma da sana gönderdiğin kitabın ayetlerini okuyalım." diyorlardı lisan-ı halleriyle.

Bu sözleri, aklı başında olan herkes duyabilir.

Sonra konuyla ilgili biraz düşününce, aslında bu şahısların haksız olmadıkları; zira kendilerine öğretilen davranış kalıbını icra ettikleri sonucuna vardım. Çünkü onlara Tanrı, "almadan vermeyen" bir menfaat hastası şeklinde telkin edilmişti.

Ve eğer dua ettikleri babaları ölürse (ki öldü) bu inanç, "alsa da vermeyen" şeklinde revize olacaktı zihinlerinde.

Şimdi bu kızlar ve anneleri, hangi üstün gücün koruması altına girip iltica edecekler? Bütün umutlarını suya düşüren ve verdikleri "rüşvet" mukabilinde kendilerine babalarını bağışlamayan acımasız bir Tanrı inancı şekillenmeyecek mi bu körpe zihinlerde.

Şimdi, tekrar konunun başına dönelim:

Ölüm korkusu, safsata ve hurafelerin şekillenmesine ve insan zihnini istila edip muhakeme kabiliyetini sekteye uğratmasına sebep oluyor, demiştim.

İşte bunun basit bir örneği, bir hastane koridorunda gözlemlediğim bu basit; ama vahim olaydı.

Bu düşüncelere dolu zihnim hastaneden çıkarken istem dışı olarak Ziya Paşa'nın şu sözlerini hatırladı:

"Bin safsata, bir mısra-yı bercesteye değmez."

Ve hastaneden ayrılırken şiir okumaya başladım; çünkü şiir, şuurun mümessili idi. Çünkü şiir, hurafelerin kirli zihniyetinden uzak bir Anka idi.

Eski Dindar

3 yorum:

  1. Fakat biraz sonra: "İyi de bu fuhuş!" diye düşünmeye..........

    YanıtlaSil
  2. http://www.videoizle.co/video/127416/vatandasa-nasil-olmek-istemezdin-diye-sorulursa

    YanıtlaSil
  3. Elinize, akliniza, klavyenize saglik. Dusuncelerime tercuman oluyorsunuz. Her yazinizi yuzumde gulumseme ile okuyorum. Takipteyim...

    YanıtlaSil