Güneşli bir İstanbul sabahında, Dilaver’le Kadıköy Beşiktaş iskelesinde buluşup Alaeddin Şenel’le yapacağımız söyleşi için bize kapılarını açan Bilim Ve Gelecek Dergisi'ne doğru yola çıktık. Sevgili Ender Helvacıoğlu ile sohbet edip çaylarımızı içtikten sonra, derginin kütüphane odasında Aladdin hocamızla söyleşimize başladık. (Tabii hemen başlayamadık, çünkü Dilaver’in merak ettiği bazı şeyler vardı, önce onları sordu, sonra başladık)
AMD: Biliyorsunuz bizim bir ateist dernek kurma girişimimiz var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz ve şayet başarabilirsek bu girişimin Türkiye’de yaratacağı etki ne olur?
Sınıf savaşımının, sıcak savaş ve devrimler yanı sıra, ekonomik savaşım, siyasal savaşım, ideolojik savaşım gibi “soğuk savaş” biçimleri vardır. Sınıflı toplumların başından beri bu savaşımda “dinsel ideoloji” kullanılagelmiştir. Sınıflı toplumların ilk biçimi, toplumsal artının tarım emekçilerinden sağılıp aktarıldığı zamanlarda görülmüştür. İkinci evresi artının daha çok endüstri emekçilerinin sömürülmesiyle sağlandığı çağımızın kapitalist toplumlarında yaşanmaktadır.
Dinsel düşünüş, tarımcı sınıflı toplumlara cuk oturmuştur. Endüstrinin egemen üretim biçimini oluşturduğu toplumlarda ise (ister kapitalist ister sosyalist çeşitlemelerinde olsun) üretim teknolojileri de üretim ilişkileri de “bilimsel düşünüş” biçimini getirip geliştirmiştir. Ne var ki endüstri toplumunun kapitalist çeşitlemesinde egemen sınıflar sınıf ve sınıf savaşı gerçekliğini örten dinsel ideolojilere dönüş yapmışlardır. Çünkü dinsel ideolojideki tanrı-kul eşitsizlikçi ilişki modeli, eşitsizlikçi üretim ve sınıf ilişkilerini hem aklamaya hem örtmeye uygun bir “referans” sunmaktadır. Bu, yordamlamayla kavrandıktan sonra burjuvalar için, dinsel inançları kökleri tarımcı toplumlarda yatan ama emekçi kitlelerde varlığını aile içinde, tapınaklarda, dinsel okullarda sürdüregelen gelenek, görenek, değerlere seslenilerek ve demokrasi, seçim düzenekleriyle, “halkın inançlarına saygı” istemiyle sömürülmesi güç olmamıştır.
Endüstri Devrimi sonrası sınıf savaşı, örgütlenme ve bilinçlenme yolunda emekçiler, yeryüzünde yer yer emekçi düzenleri kurabilecek noktalara varmışlardı. Ancak burjuvazinin dine dönüş, Tanrıya emanet oluş politikaları, bu gibi kazanılmış (sınıf partileri, sendikal örgütlenme vb.) bölgelerin elden kaçırılmasına yol açtı. Öyle ki burjuvazi, önceki dönemlerde bilinçlenmiş emekçileri bile, örgütsel varlıklarını dağıtıp, doğar doğmaz verilen adlar, nüfus cüzdanlarındaki dini “İslam” dayatması, dinsel bayramlar, yetmedi ölünce dinsel törenlerle “geri kazanabilmektedir”. Sonuçta emekçilerin, yazgılarına boyun eğip, Tanrının önündeymiş gibi Patronun önünde el pençe divan durması sağlanabilmektedir.
Ne yapmalı?
“Üstyapısalcılık” olarak gösterilip suçlanabilmesi olasılığını göğüsleyerek, sınıf savaşımının hem altyapıda hem üstyapıda olmak üzere iki platforma birlikte yürütülmesi gereğini savunmaktayım. Öyle görülüyor ki altyapının (üretim biçiminin) değiştirilmesi üstyapıyı (ideolojiyi) “otomatik” olarak değiştirip belirlemiyor. Eski üstyapı öğelerinin aile, sosyalleşme, kültürel birikim, resmi olan olmayan eğitim kurumları, kitle iletişim araçları vb. yollarıyla yeniden üretilmesi karşısında üstyapısal savaşımdan kaçınılamayacak noktaya ulaşılmıştır. Sözü şuraya getireceğim: İdeolojik savaşım, demokrasi söyleminin ve kitle iletişim araçlarının (bilişim teknolojisi devriminin) doruk yaptığı on yıllarımızda, kısa erimlerde (kısa vadelerde) sınıf savaşının sonucunu belirleyici olabiliyor. Bu savaşımda üyeleri endüstri devrimini sindirememiş (bizimki gibi) ülkelerde, sınıflı toplumla birlikte yerleştirilen ve onunla birlikte sürdürülen “dinsel ideoloji” etkili biçimde kullanılabiliyor. Öyle görünüyor ki din, sınıflı toplum ortadan kaldırılana dek tarihin çöplüğüne atılamayacak. Ona bağlı olarak “yaratıcı ve yazgıcı” Tanrı inancı, insanlığın “sınıflı toplum sorunu” yanı sıra “ölüm sorunu” (hele savaşlar, trafik kazaları, doğal afetler, borçlanmalar, yarışmalar, erkek egemen kültür vb. ürünü doğal olmayan erken ve beklenmeyen ölümler) sürdüğü oranda varlığını sürdürebilecek. Sürdürüldüğü sürece onları sınıf savaşında kötüye kullananlar çıkabilecek. Sömürülenlere, haksızlığa uğrayanlara, yaşamları birilerinin çıkarları için cehenneme çevrilenlere, “tanrısal adalet” ile sonul yargı ve sonsuz yaşam umudunu besleyen “ötedünya” inancı, duygularına, akla ve gereksinimlerine uygun gelebilecek. Öyleyse bu inançların gerçekliğe, akla uygun olmadıkları gibi sömürülmelerin, acılarını azaltmak şöyle dursun artıracağını korkmadan, bıkmadan usanmadan anlatmak ideolojik savaşımın bir gereği. “Ya bu konulara girmeyelim, inanan emekçileri patronların, egemen sınıfın safına itmeyelim” tutumu bizi kapitalist düzenin dinsel ideolojiyle desteklendiği yönetimlere dek getirdi. Üstelik dinsel ideolojik savaşım cephesini siz (kendini emekçi sınıfların davasıyla özdeşleştirmiş aydınlar) açmasanız da onlar çoktan açmış bile.