Beynimiz ve Biz: Fikirler ve Duygular

2 Yorum

BANA ÖYLE BİR FİKİR SÖYLEYİNİZ Kİ, İnsana ait hiç bir DUYGU ile bağlantılı olmasın. Böyle bir fikir bulamazsanız, yukarıdaki sözü bir daha sorgulayınız.

Şunu kastediyorum, hangi fikir olursa olsun, eninde sonunda insan beyninin ortaya koyduğu bir DUYGUYA veya bir DUYGU ÇEŞİDİNE bağlanır. Bir başka deyişle bir fikir, bir duygu çeşidi ile nihayetlenir. Çünkü o fikri anlamlandıran, fikrin bizatihi kendisi değildir. O fikrin beynimizde yarattığı duygudur. Çünkü o fikre bakarak seviniriz, üzülürüz, kırılırız, öfkeleniriz, kızarız, nefret ederiz, şaşkına döneriz, kıskanırız. Bizler genelde, fikirlerimizin/düşüncelerimizin çatıştığını düşünürüz. Hâlbuki, çatışan o fikir değil bağlantılı olduğu duygudur. Çünkü çatışma, duygu temellidir. Siz, farklı fikri olan bir kişiyle, kızmadan, öfkelenmeden, hırslanmadan veya bu duygu durumlarının en alt mertebesinden olacak şekilde (o duyguyu daha az hissederek) bile olsa çatışmadığınız bir zamanınızı hatırlıyor musunuz? Farklı fikirde olduğunuz bir kişinin söylediği bir fikrin, öyle değil de böyle olduğuna dair yapacağınız her hamle, her yeni fikir sunumu, kendi varlığınızı ispatlama çabasıdır; kendi doğru bildiğinizi aktarma girişimidir. Bunun da nedeni, kendi fikirlerimizi, karşı tarafa aktararak, bizim ile hemfikir olmasını istemekle aslında kendi güvenliğimizi sağlamaya çalışırız. Amaç, bizimle benzer düşüncede olan kişiler içinde kendimizi güvende hissetme güdüsüdür. Aksi halde, çevremize baktığımızda, birbirimize fikirlerimizi kabul ettirme çabamızın başkaca bir anlamını bulamayız. (İkna etmeye neden ihtiyaç duyarız yazısı bu düşünceye destek verecektir.) Evet, bizde, bu anlamda bir davranışı, bu motivasyonu sağlayan duygularımızdır.

Şu şekilde ifade etmeye çalışalım. Gözlerimizin hizasında, beynimizin ön tarafının biraz gerilerinde bizim motivasyonumuzu sağlayan bir kısım, “nucleus accumbens” vardır. Bu kısım, yeterince çalışmadığında ve dopamin (motivasyon kimyasalı) ile zenginleşmediği müddetçe, içimizden bir şeyler yapmak gelmez. Anlıyoruz ki, bizi harekete geçiren önemli merkezlerden biridir. Nucleus accumbens; her iki beyin yarı küresinde birer tane olmak üzere iki adet bulunur. Bu kısımla ilgili daha fazla bilgiyi Beynimiz ve Biz - 8 (Nucleus Accumbens / Ödül Merkezimiz 1-2’ de bulabilirsiniz.) Diğer taraftan, beynimizin tabanında ve her iki yarıkürede “amigdala” olarak isimlendirilen iki kısım bulunur. Bu kısımlar, bizi tehlikelerden korur. Biz, daha tehlikede olup olmadığımızı anlayana kadar bu kısım, bizi çoktan uyararak tehlikeden kaçmamızı sağlar. Diğer taraftan, şakağımıza denk gelen beyin bölgesinin biraz derinlerinde “insula” olarak isimlendirilen bir yer vardır. Bu kısım, bizim elimiz bir yere sıkıştığında “acı” duyduğumuz, keza âşık olduğumuzdaki acı hissini yaratan, tiksinmemizi, bizi üzen olaylardan kaçınmamızı sağlayan yerlerden biri de burasıdır. Beynimizin her iki yarı küresinde birer tane olmak üzere iki adet insula bulunur. Peki, bir kişi bizim hasmımız olduğunda, bunun karar yeri neresidir derseniz, amigdala ve insula böyle durumlarda devreye girerler ve karşımızdakine dair duyduğumuz hasmane hissiyatı yaratırlar. Ancak, önemli olan şu ki, burada saydığımız beyin bölümleri, BİLİNCİMİZİN DIŞINDA ÇALIŞIRLAR ve bilincimizi yönetirler. Daha da açık söylersek, bu kısımların aldığı kararlar, bilincimizi yani bizi yönetir. Bilincimizle, bu kısımları yönetmek o kadar da kolay değildir. Onun içindir ki, bir kişiye öfkelendiğimiz zaman, bilincimizle dahi olsa, bu kısımların faaliyetlerini kolay kolay bastıramayız. Ve yine onun içindir ki, bir kişi ile tartışmaya girdiğimizde, kendimizi haklı da görsek, haksız da görsek tartışmadan genellikle kaçmayız, sen haklısın diye bitirmeyiz; tartışmalardan mağlup çıkmayı istemeyiz. TVlerdeki tartışma programlarına bakarak, "Yenilen güreşçi, güreşe doymazmış" sözü, anlatmak istediğimizi biraz daha iyi anlatacaktır. Birilerine bir şey izah etmek istediğimizde, karşı tarafın, dediğimizi anlamadığı ve bundan dolayı öfkelenmeye başladığımız, bu duyguyu bize hissettiren Amigdala ve insuladır. İşin ilginç tarafı, karşı tarafa duyduğumuz o kızgınlık, aslında “kendimize” duyduğumuz kızgınlıktır. Çünkü beynimiz (yani insan) var olmak ve varlığını devam ettirmek üzere kurgulandığından, sorunun/problemin, kendisinde değil, karşısındakinde olduğuna inandıracak şekilde mekanize edilmiştir. Bunlara, psikolojide “savunma mekanizmaları” dendiğini biliyoruz. Bir kişiye kendimizi anlatamıyorsak, artık bu kişi, bizim için bir hasımdır. Bunun nedeni, iletişim kurulamayan bir ortamda, karşıdaki kişinin davranışlarının, benim için bir tehdit olup olmadığına dair “belirsizliktir”. Belirsizlik ise, beynimiz için bir tehdittir. Bu durumda, amigdala, insula ve benzer görevdeki diğer yerler, yeni fikir ve düşünceler üretsin diye ve karşı tarafı, sizin fikrinizi kabul edilebilir hale getirmek için düşünen beyni devreye sokar. Diğer bir ifadeyle, düşünen beynimize talimat verirler. Amaç, karşı tarafın bilgilerinin “doğru olmadığı” bizimkinin doğru olduğunu gösterme çabasıdır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, gerek amigdala gerekse insula bizim düşünen beynimizin değil, “limbik sistem” denilen duygusal beynimizin parçalarıdır. Şu halde diyebiliriz ki, karşı tarafa fikirlerimizle kendimizi ispatlama/anlatma çabasının temeli/başlangıcı her hâlükârda duygularımızdır. İşte onun içindir ki, farklı bir fikri olan kişiyle karşılaşıp da, onun fikrinin bizimkine uymaması sonucunda karşımızdaki için az veya çok hasmane hissiyatımızın nedeni olarak duygusal beynimiz (limbik sistem) devreye girer. Diğer bir ifade ile hasmane duyguyu yaratan, fikirler değil duygularımızdır. Hatta farklı bir fikri olan kişiye sakin sakin ve sabırla bir şeyleri anlatma gayreti içinde olduğunuzu düşünseniz, “sabır” diye adlandırdığımız bu hal, yine bir duygu çeşididir. Eğer sakin sakin, karşı tarafın fikrini dinliyor ve onun öyle olmadığını uygun ve nazik “üslubunuzla” anlatıyor dahi olsanız, sizi buna iten, yetişme şeklinize ve kalıtımınıza bağlı olarak yönlendiren yine, duygusal beynimizin bir parçası olan ANTEIOR SINGULAT KORTEKSTİR. Burası bizim, basit anlamda ahlak, vicdan denen hissiyatı şekillendiren kısımdır. (Beynimiz ve Biz-1 Tren İkilemi ve Ahlak isimli yazıyı okuyabilirsiniz). Bunun da anlamı; ahlak/vicdan ilgili olup da duygularımızla bağlantılı olmayan bir olay/konunun mevcut olmadığıdır. Sonuç olarak, karşı tarafı incitmeden, fikrimizi “üslup” denen bir bakış açısı ile aktarmak bile duygu içeriklidir. Üslup, karşı tarafın duygularını, sizi anlayacak moda getirmek için empati mekanizmanızı kullanarak regüle etmek demektir. “Nazik” olmak bile duygu temellidir. (Empati mekanizmasının kökeni de duygudur. İlgilenenler, “ayna nöronlar/mirror neurons” kavramlarına bakabilirler).

Özetle, hangi fikir olursa olsun, onu anlamlandıran duygularımızdır. Çünkü, gerek evrimsel nedenle gerek anne karnındaki beyin gelişimine baktığımızda bunu görürüz. Daha açık söylemek gerekirse, o fikirleri düşünen, prefrontal korteks kendi başına bir bölüm değildir. Düşünen beynimiz (prefrontal korteks), duygusal beynimizin sinir uzantılarından meydana gelmiştir. Bunun anlamı, hangi fikir olursa olsun, mantıksal değerlendirmeler de dâhil, fikirlerin üretildiği yer olan prefrontal korteks, çıktılarını (fikirleri) nihai değerlendirme için duygusal beynimize (limbik sistem) gönderecek ve bu fikirler duygularımız tarafından değerlendirilecek demektir. 

Peki, bu niye böyle diye sorabilirsiniz. Karşı tarafın fikirleri ile bizim fikirlerimizin uyuşmadığını bize gösteren yer alnımızın hemen arkasında bulunan beyin bölümümüz olan prefrontal korteksimiz yani düşünen beynimizdir. İşte, fikirler daha düşünen beynimizde iken ve karşı tarafın fikirlerine uymadığı zaman, karşı tarafla “çatışma” halimiz bu kısımda iken başlamaz. Bir başka deyişle, düşünen beyin (prefrontal korteks) sizin fikrinizle, karşı tarafın fikri arasında bir uyuşmazlık/çelişki gördüğü zaman, bu fikre karşı çıkıp çıkmama (çatışma) işine karışmaz; ya ne yapar? Uyuşmayan fikirlere ait sinyali (fikrin tamamını değil) limbik sisteme gönderir ve görevini tamamlar. Diğer bir deyişle, biz beynimizin bu kısmı (prefrontal kısmı) ile "çatışmayız" veya karşımızdaki ile aynı fikirde isek beynimizin yine bu kısmı ile "hem fikir" olmayız. Ne zaman ki, düşünen beynimizdeki uyuşma veya çelişki/uyuşmama haline ait bilgiler (sinyaller), duygusal beyin (limbik sistem) denilen kısma gelir, işte o zaman bu sinyaller anlam kazanır. Duygusal beyin, gelen bilgilerin (sinyaller) ne olup (doğru mu, yanlış mı?) olmadığına (içeriğine) bakmaz, ya ne yapar? Gelen sinyal olumsuzsa (çelişki sinyali) bu durumda karşı taraf bir “hasım” olarak algılanır ve kızgınlık/saldırganlık/kırgınlık/öfke/aşağılanma ve benzeri duygulardan birine bağlanır. (Amigdala, insula). Eğer gelen sinyal, fikirler arasında uyumluluk sinyali şeklinde ise bu defa motivasyonel eylemler devreye girer (nucleus accumbens/dopamin vb.) Görülüyor ki, benimle aynı fikirde olmamak demek, benim için “tehdittir”, benim “benlik algıma bir saldırıdır”. Varsayalım ki, bir öğretmensiniz ve ders esnasında sizin anlattıklarınızdan farklı bir fikre sahip olan bir öğrenciye denk gelirseniz, öğrenciye "kızarsınız". Eğer, derseniz ki, "güzel ama, onun görevi, benim anlattığımı dinlemektir" bu söz dahi "otoriteyi" ve "benlik algınızın" ön plana çıktığını gösterir ki bunlar, temelde duygusal kavramlardır. Bırakınız öğrencinin sizinle farklı fikirde oluşunu, o öğrencinin “görevinin” sizin söylediklerinizi dinlemek olduğunu düşünmeniz bile duygu temellidir. Çünkü öğrencinin o görevsel davranışı, o topluma, otoriteye (öğretmene) uyma davranışı bile ahlak dediğimiz mekanizma eşliğinde çalışır ve bunların hepsi duygu temellidir. Böyle durumlarda duygusal beynimizin amigdala, insula ve buna benzer görev yapan yerler devreye girer. Devreye giren bu kısımlar, prefrontal kısma, yeni fikirler üretip, karşı tarafa söylemesini ve kişinin kendisini "HAKLI" çıkarma döngüsü içine sokar. Garip gelecektir ama, HAKLI ÇIKMAK mantıksal değil DUYGUSAL bir süreçtir. Çünkü haklı çıkmak, benim benlik algımın onaylanması, varlığımın tehdit altında olmama halidir ve bunlar duygu temellidir. Eğer kişi benimle aynı fikirde ise, bu defa ben de sevinirim ve nucleus accumbens devreye girer oksitosin ve dopamin salgılar. Yani duygularımızla ilişkilidir. 

Bu kısmı özetlersek şunu diyebiliriz. Karşı tarafın fikirleri önce benim düşünen beynime gelir. Daha sonra düşünen beynim, eskiden kayıtlı olan diğer bilgileri, belleğimden çağırır. Beynimizin ön tarafının bir görevi de, düşünme esnasında, belleğimdeki, yerleşik bilgileri geri çağırmaktır. Belleğimdeki bu bilgiler, benim anılarım, inandıklarım, entelektüel bilgim olabileceği gibi dünya görüşüm de olabilir. (Beynimin ön tarafının belleğimdeki bilgileri geri çağırması konusunda fazla bilgi için Beynimiz ve Biz -22 Konfabulasyon/Masallama makalesine bakılabilir). Gerek karşı tarafın bilgisi gerekse beynimizin ön tarafı ile belleğimden çağrılan eski bilgiler karşılaştırılır. Bilgiler arasında tutarlılık da olsa, çelişki de olsa, sinyali duygusal beynimize gönderir. Gelen sinyalde, karşı tarafın fikri bilgisi ile benim bilgim arasında bir tutarlılık varsa, duygusal beynim, o kişiyle duygudaşlık olacak bir düzeneği çalıştırır. Düşünen beynimden gelen sinyal, çelişkiyi işaret ediyorsa, bu durumda, duygusal beynim karşımdaki kişiyi bir hasım (tehdit) olarak görür. Bu durumda, duygusal beynim, kızgınlık, hayal kırıklığı, öfke, aşağılanma veya bir strateji güderek empati kurmaya, karşı tarafı anlamaya, sabırlı olmaya, nazik bir üslup kullanma moduna girer. Ancak, süreci bitirmez. Duygusal beyin, karşı taraf ile olan tartışmayı devam ettirebilmek için yeni fikirler üretmek üzere tekrar bizi yani düşünen beynimizi görevlendirir. Ve bu süreç pinpon topu gibi düşünen beyin ile duygusal beyin arasında gider, gelir. Tartışmanın bu anlamda devam etmesinin sebebi, var olan benlik algımızın mağlup olmaması, yapabiliyorsa kazanma (HAKLI OLMA) savaşıdır.

Aslında yazıya (özdeyişe) baktığımızda eksiklik kendisini göstermektedir. Şu sorulabilir. İnsanları ayıran faktör (uyaran) olarak fikirleri gösterebiliyorsak, duyguların birleştirici gücü olarak da fikirleri gösteremez miyiz? Yani, kalıtımsal etkenler haricinde (içgüdü vb.) duygular kendi başına buyruk olarak mı (hiç bir neden yokken) "birleştiricilik" mekanizmasını çalıştırmaktadır?

Şu halde, özdeyişi ;
Olumlu dış uyaran (olumlu fikir, olumlu davranış vb.)→Birleştirici duygular (Hemfikir/duygudaşlık)
Olumsuz dış uyaran (olumsuz fikir, olumsuz davranış vb.) → Ayıran duygular (Hasmane duygular)
şeklinde yeniden modelleyebiliriz.

Kaldı ki, bir kişinin kendi fikirlerinin arasındaki uyumsuzluk, kararsızlık kendisini bir huzursuzluk bir sıkıntı olarak gösterir. Bu durumun uzun vadeli devam eden hali ise bir iç çatışmadır ve depresyona giden yolun başlangıcı olup, yine duygu temellidir.

Sonuç olarak, ister aynı fikirde olalım, ister farklı fikirde, hepsi duygularımızla sonuçlanır. Bir başka deyişle, bizi birleştiren de duygularımızdır, ayıran da duygularımızdır. Dolayısıyla, yukarıdaki özdeyişin, bugünkü nörobilim (neuroscience) bilgilerimize bakarak, tarihsel değerinin dışında, geçersiz olduğunu söyleyebiliriz.

Yeryüzünde, en küçüğünden en büyüğüne kadar olan kavga ve savaşımlarımızın nedeni farklı fikirlerimiz değil hasmane duygularımızdır. Yine bizleri bir araya getiren de benzer fikirlerimiz değil, sevecen duygularımızdır. 

Günümüz koşullandırma/eğitim argümanlarıyla düşünürsek bu yazının içeriği ilk etapta makul görünmeyebilir. Beynimiz, bizleri çatışmaya götüren ana unsurun fikirlerimiz olduğunu söylese de, çatışmalarımız duygu tabanlıdır. Çünkü beynimizin yapısı bu şekildedir. Bu düşünceyi şu şekilde açıklamaya çalışalım. İnsanoğlunun ortaya çıktığı ilk zamanı (Dawkins’e göre ilk insan hiçbir zaman olmadı) düşünürsek, bu kişiler(!) daha konuşmayı bile bilmedikleri, birbirleriyle, vücut dili, mimikler ve çıkardıkları sesler ile anlaşabildikleri, yiyecek paylaşımı vb. nedenlerle ortaya çıkan anlaşma veya çatışmalarla başlar. Amaçları, çevreye uymak ve hayatta kalmaktır. Dolayısıyla kendisinin varlığını ortadan kaldıracak her etken bir tehdit, varlığında yardımcı olacak her etken de bir dost olacaktır. İşte, daha düşünen beynimizin gelişmediği zamanlarda bizleri hayatta tutan, evrimsel süreçteki içgüdüler ve duygulardır. Eğer bu modeli bizim de içinde olduğumuz diğer primatlara yöneltecek olursak, şempanzeler arasındaki itiş kakışları yönlendiren de onların içgüdüleri ve duygularıdır. Hatta bu anlaşma/uyum, savaş ve barış hallerinde genlerin bile etkisi vardır. Söz gelimi, primatların bir türü olan bonobolar, şempanzelere göre daha barışçıldır. Şu halde diyebiliriz ki, düşünen beyinlerimizin gelişmesi, dış dünyaya ait algılarımızın ve değerlendirmelerimizin çeşitlenmesi/zenginleşmesi ve gelişen dilimiz aslında duygularımızın uzantısı olan fikir dediğimiz kavramı ortaya çıkartmıştır. Bu çeşitlilik, çatışmalarımızın veya birleştirici unsurların nedeninin duygularımız değil, fikirlerimiz olduğu yönünde bizi koşullandırmış (yönlendirmiş) görünmektedir.

Ve yine varoluşumuzun duygu temelli olduğunu en güzel gösteren şema Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” tablosudur. Bu tablonun hiçbir kademesinde “fikir” içerikli bir yaklaşım bulamazsınız. Tabloda vurgulanan tek şey, bir insanın “var olmasının” ve "varlığının devamı"na ait en temel  argümanlar yani gerek içgüdülerinin gerekse duygularının tatminsellik derecesidir. En temelinden en tepeye kadar.

Erol

2 yorum:

  1. Beyin ölümü konusunda hiç yazmamışsınız. Nedir bu beyin ölümü. Bazılarının dediği gibi organ kullanma bahanesimi. Bence çok kişinin merak ettiği bir soru bu. Var mı bu konuda yazacaklarınız.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Adsız, merhabalar,

      Yakın zamanda, yazı serisinin başlıklarından biri elbette ki önerdiğiniz konu olabilir. İlginiz ve öneriniz için teşekkür ederim.

      Sil