Beynimiz ve Biz: Şimdiki Aklım Olsaydı

6 Yorum
FELSEFİ GİBİ GELSE DE, ÇERÇEVEDEKİ SÖZÜN GERÇEKLİK PAYI VARDIR.       

Geçmiş dönemde yaptıklarımızı yapmış, düşündüklerimizi düşünmüş olmamızın sebebi, o zamana kadar beynin nöronal bağlantıları (genetik, yetişme, beslenme, çevre, ebeveyn vb.), nedenlerle bizleri, o davranışı yapmaya veya düşünceye itmiş olmasındandır. Çünkü, beynimizdeki birikimler (nöronal bağlantılara bağlı olarak uzun vadeli hafızamız), geçmişteki eylemleri yapmamızı DOĞRU olarak kabul edecek şekilde ALGI ve düzenini oluşturmuştur. Günümüze kadar gelirken de beynimiz, yeni bilgi birikimi ile yeni nöronal ağlar oluşturmuş ve dolayısıyla da algılarımızı değerlendirme farklılıkları ortaya koymuştur.

Bu, okuduğumuz bir romanı, on yıl sonra tekrar okuduğumuzda, anlamlandırmamızdaki farklılık gibidir. Çünkü aynı roman, yeni bilgi birikimleri ve farklı bir algı ile okunmaktadır. Romanın sonraki okunmasına göre ilk okunmasında anlam ifade etmeyen bir cümle ve paragraf, edinilen deneyimlerle yeniden değerlendirilmektedir. Çünkü beynin bir şeyi değerlendirebilmesi için, beyinde o dış veya iç uyaranı, değerlendirecek bilgi birikimi ve sistemin olması gerekir. Buna da tecrübe/deneyim adını veriyoruz. Bir evvelki okuyuşumuzda, geçmiş dönemde, o romanı ne kadar okursak okuyalım, bugünkü algıyı yaratacak bilgi birikimi belleğimizde olmadığı müddetçe, bugünkü gibi değerlendirme şansı olmayacaktı. Tarihçilerin de dikkate aldığı ANAKRONİZM, burada devreye girmektedir. (Anakronizm; Yunanca ana “geri” ve khronos: “zaman”), kronolojik ilişkinin isteyerek ya da bilmeden dikkate alınmaması ya da değiştirilmesi). Daha açık bir lisanla, geçmiş bir zamandaki bir olayı veya düşünceyi, bugünkü bilgi birikimi ve bakış açımızla değerlendirme hatasına düşeriz. Çünkü, o günkü bilgilerle DOĞRULAR o şekilde algılanmaktaydı. Bunun da nedeni, gerek toplumsal gerekse birey olarak beynin nöronal bağlantıları; olayları, yukarıda da ifade edildiği gibi, bugünkü bilgilerimizle değerlendirme şansına sahip olmadığımız içindir. Eğer, geçmişteki bizlerden birini, bu zamandaki bizim karşımıza çıkarsalar, bugünkü size karşı, geçmişteki siz, kendi doğrularını ateşli bir şekilde savunacaktır. Diğer bir deyişle, geçmişteki siz ile bugünkü siz arasında bile KUŞAK FARKI oluşacaktır. Kaldı ki, bugün aldığımız karar ve uygulamalarımız, gelecek zamanda benzer düşünce ile eleştirilecektir. Böyle bir eleştiri doğru olmayacaktır. Çünkü bugünü, geleceğin sahip olmadığımız bilgisi ile değil, bugünün bilgisi ile değerlendirebiliyoruz. Böyle bir değerlendirme, insanlık var oldukça devam edecektir. Her kuşağın, bir önceki kuşak için bu anlamdaki değerlendirme HATASINA düşmesinin nedeni, bilgimizin statik olmamasındandır. Dünün doğrusu, bugünün yanlışı olabilir. Bugün inandıklarımız, yarın düzeltilmeye muhtaç olabilir. Peki, bu tür değerlendirme hatasının hiç olmadığı bir zaman olabilir mi? Bu şimdiki bilgimizle imkansız görünmektedir. Geçmişteki olay ve düşünceleri bugünkü bilgimizle değerlendirip aynı sonuca varıyorsak, ya o bilgiyle bağlantılı evrensel ve nihai bilgiye ulaşmış ya da, doğru olduğuna inandığımız o bilginin yanlış olduğuna dair referansı henüz bize bir gösterenin çıkmamış olmasındandır. Yeni referanslar, beynimizde yeni nöronal, yeni değerlendirme argümanları oluşturacak, alnımızın arkasında bulunan DÜŞÜNEN BEYNİMİZ (PREFRONTAL KORTEKS) bilgiler arası ilişkileri çoğaltarak yeni varyasyonlarla yeni çıkarımlar yaratacak, ilişkilendirilecek bilgileri zenginleştirecek bu da
beyin için algıları, bakış açılarını farklılaştıracaktır.

Özetleyecek olursak, geçmişten bugüne kadar yaşadığımız olaylar dizisi bizi, bugünkü düşünme sistemimizi oluşturacak şekilde zorunlu olarak getirecekti. Daha açık bir lisanla, geçmişteki doğrularımızın bazılarını yanlış olarak, geçmişteki yanlışlarımızın bazılarını doğru olarak değiştirdik ayrıca, geçmişteki doğrularımızı daha doğru, geçmişteki yanlışlarımızı daha yanlış olarak günümüze kadar sahiplenerek getirdik. Diğer bir deyişle, bugün sahip olduğumuz düşüncelerimiz, dünkülerin sayesindedir. Dünkü düşüncelerimiz farklı olsaydı, şimdiki düşüncelerimiz de bugünkü gibi olmayacaktı. Ve tabii ki olayları algılama ve değerlendirmelerimiz de farklı olacaktı.

Buna göre, bugünkü bilgi birikimin bize imkan verdiği algılarla ve yürüttüğümüz akıl ile, dündeki kendimize ait bir "suçlama" ve "keşkeler" doğru olmayacaktır. Buradaki "doğru olmayacaktır" ifadesi, ahlaki bir doğruluk-yanlışlık değil, mantık olarak mümkün değildir. Yani düne ait olaylarla sebep sonuç ilişkisi kurarak, bugüne, bugünkü düşünce sistemine, olayları algılama ve akıl yürütme boyutuna geldik demektir.

Can Yücel'in aşağıdaki yazısı, sanırım buna güzel bir örnek olacaktır.

"Şunları bir araya toplayayım, bir güzel muhabbet edeyim diye düşündüm.
Mutfak işinden de anlarım, donattım sofrayı, bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı, ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim.
Baya da para gitti. Birinin yediğini öbürü yemez, ötekinin içtiğini beriki içmez; dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Hepsi Erik Satie severdi, hatırladım, müziği de ayarladım. Geldiler:
20 yaşımda ben, 35 yaşımda ben, 40 yaşımda ben ve bugünkü ben. Dördümüz.
Birden, 20 yaşımı, 35 yaşımın karşısına oturttum.
40 yaşımın karşısına da ben geçtim.
20 yaşım, 35 yaşımı tutucu buldu.
40 yaşım, ikisinin de salak olduğunu söyledi.
Yatıştırayım dedim,
‘Sen karışma moruk!’ dediler,
Büyük hır çıktı.
Komşular, alttan üstten duvarlara vurdular,
20 yaşım 40 yaşıma bardak attı,
Evin de içine ettiler.
Bende kabahat,
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine.”

Erol

6 yorum:

  1. Merhabalar.
    Paylaşımınızdaki "Felsefi gibi gelse de" derken muradınız, felsefeye karşı olduğunuzu mu işaret ediyor?
    Selam ve dualarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar Sayın Recep Altun,

      Öncelikle ilginiz için teşekkür ederim. Cevabınızı hemen vereyim ki “Hayır”. Sizin ifade ettiğiniz gibi anlaşılıyorsa hemen düzelteyim ki, çerçeve içindeki ifade felsefi bir anlamda algılanabilir ancak 1990dan itibaren beyin ile ilgili nörobilim anlamında çok yol kat edildi dolayısıyla, çerçevedeki yazı felsefi değil, gerçektir demek istedim. Örnek vermek gerekirse, gördüklerimizi, duyduklarımızı beynimizin ilgili bölümlerine hafıza olarak kalıcı kaydı sağlayan , beynimizin her iki yarıküresinde ve beyin tabanına yakın yerde bulunan hipokampus adı verilen iki adet beyin oluşumu, ola ki, herhangi bir hastalık, kaza veya benzer bir nedenle beynimizden alınıp çıkartılırsa, bir odaya girip de tanıştığınız bir kişi, odadan çıkıp iki dakika sonra tekrar odaya girse, o kişiyi ilk defa görmüş gibi yeniden tanışıyorsunuz. Bunun anlamı, hipokampus denilen yerin, gördüklerimiz ve duyduklarımızı beynimizin ilgili bölgelerine kayıt eden bir yer olduğu anlaşıldığı içindir. Yani, artık bu, bir felsefi düşünce değil, günlük hayatımızdaki bir gerçekliktir, somutlaşmıştır demek istedim. Hafıza için önemli yerlerden biri de kulaklarımızın hizasında bulunan temporal lob adı verilen beyin kısımları. Ve bizler, şu an, gördüğümüz duyduğumuz, dokunduğumuz hissettiğimiz bir şeyi değerlendirirken, o şeyler hakkında bir karar verirken geçmiş dönemde temporal loba depolanan bu bilgileri kullanıyoruz. Çünkü, beynimizde bilgi yoksa, onu değerlendirecek bir ortam da yok demektir. Buna göre bir şeyi değerlendirmek istediğimiz zaman, düşünen beynimiz yani alnımızın arkasında bulunan prefrontal kısım ile hafızamızda hafızamızdaki bu bilgileri çağırır ve gerek düşünsel gerek motivasyonel gerekse davranışa dair eylemlerimizi oluştururuz.
      Çerçevedeki yazıya istinaden yazılan bu yazı, geçmiş dönemde görüp, duyup da değerlendirmeye tabi tuttuğumuz şeyler, o zamanın beynimizdeki bilgisi ile olduğunu; o gün, bugünkü gibi düşünebilmemiz için bugünkü bilgiye sahip olmamız gerektiğini, geriye dönük, kendimizi eleştirmenin mantık olarak geçerli olmadığını ve aynı zamanda, o zamanki bilgilerimiz ve yaptıklarımız olmasa, bugünkü bilgi birikimimizi elde edemeyeceğimizi anlatıyor.
      Özetle söylemek istediğim, çerçevedeki yazı, bugün için “felsefik bir bilgi” değil, diğer gündelik olaylar gibi bilinen “gündelik bir bilgi” olduğunu ifade etmek içindir. Yoksa, bir düşünce sisteminin felsefeden kopuk çalışacağı pek mümkün görülmüyor.
      Esenlikler diliyorum.

      Sil
  2. "...Dünün doğrusu, bugünün yanlışı olabilir. Bugün inandıklarımız, yarın düzeltilmeye muhtaç olabilir. Peki, bu tür değerlendirme hatasının hiç olmadığı bir zaman olabilir mi? Bu şimdiki bilgimizle imkansız görünmektedir. Geçmişteki olay ve düşünceleri bugünkü bilgimizle değerlendirip aynı sonuca varıyorsak, ya o bilgiyle bağlantılı evrensel ve nihai bilgiye ulaşmış ya da, doğru olduğuna inandığımız o bilginin yanlış olduğuna dair referansı henüz bize bir gösterenin çıkmamış olmasındandır..."

    Selam,
    Madem sitenin adı tanrivarmi, o halde tanrısız yorum olmaz.

    1400 yıl önce yazılmış bir kutsal kitaptaki bilgilere, yanlış olduklarına dair referansı,
    henüz bize bir gösterenin çıkmamış olmasından dolayı inanıyor olabilir miyiz ?
    Ya da evrensel ve nihai bilgiye mi ulaşmışızdır ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar Sayın Bilal,

      İlginiz için teşekkür ederim.
      Yazımdaki paragrafı referans alarak yorum yapmış ve soru sormuşsunuz, varsayım da bulunmuşsunuz. İtiraf edeyim ki bunu yazarken aklıma Tanrı gelmedi. Çünkü, yazının içeriği, ölçülebilir, deneyimlenebilir konular. Onun içindir ki “felsefik değil” anlamında giriş yaptım. Yazıdaki konular da, bir çok makalelerden derlemelerdir.

      Eğer hala dünkü gibi düşünüyor isek ihtimallerden biri (tabii ki bana göre) evrenin tüm bilgisine sahip olmamız olmalı diye ifade ettim. Çünkü, herkes evrenin tüm bilgisine sahip olsa, siz bir konu hakkında ne düşünüyor ve sonuca varıyor olsaydınız ben de öyle düşünüyor ve karar veriyordum anlamı çıkar. Örnek verirsek bu, Dünyanın iki ucunda bulunup da birbirinden habersiz iki kişinin elindeki taşı serbest düşmeye bıraktığında, aynı formüle göre yani S=1/2*yerçekim ivmesi*zamanın karesi modelinin geçerli olduğunu bilir . Keza, Dünyanın her yerinde suyun kaldırma kuvveti vardır. Mars’a da gitseniz vardır. Buna göre, yine de benim düşüncem farklı olurdu derseniz, bunun anlamı her ikimizin de everene ait tüm bilgileri edinmediğimiz anlamına gelir. Çünkü, ortada hala algı farkı yaratan bir şeyler vardır. Öncelikle, Tanrı kavramını bu bilginin içine dahil etmediği tekrarlamak isterim. Ama siz, bu hipoteze Tanrı kavramını dahil ederseniz, anlatmak istediğinize uygun düşmez. Çünkü, hipotezin sonunda tüm bilgiye ulaştığımızı iddia etmek “imkansızdır” diyor. Eğer, benim hipotezimi hiç bozmayacaksanız/değiştirmeyecekseniz (ki öyle olmalı, çünkü siz bu hipotezi kullandınız) hipotezin bütünlüğü için de “İmkansızdır” ifadesine bakarak, evrensel nihai bilgiye erişmediğimiz anlamı ile beraber, Tanrı bilgisinin de nihai bir bilgi olmadığı anlamı çıkar. Ki bu sizin söylemek istediğinize uymaz sanırım.
      İkinciye yani, “…ya da, doğru olduğuna inandığımız o bilginin yanlış olduğuna dair referansı henüz bize bir gösterenin çıkmamış olmasındandır..." olarak, hipotezimin bu bölümünü alıp örneklendirirsek, geçmişte, yapılamaz, çözülemez denilen birçok kavram veya düşünüşün 10, 50, 100 belki de 250 yıl sonra çözülmüş olduğunu gösterdiğini bildiğimiz için yazılmıştır. Kaldı ki buna örnek olarak siz de bir çok örnek gösterilirsiniz. Şu anda aklıma gelen, bundan dört-beş yıl kadar evvel, çözülemez olarak bilinen ödüllü,bir matematik probleminin, bir Rus amatör matematikçinin bu soruyu çözüp de, çözdüğüne inanılmadığından matematikçiler tarafından kendisi ile alay edildiği ama sonradan çözümün doğru olduğu anlaşılan matematikçinin olayı gibidir. Rus matematikçi de bu olay karşısında küsüp, ödülü almadan ortadan kaybolmuştu. Sonradan ne oldu bilmiyorum Keza, meşhur matematikçi Fermat’ın teoremi için de aynı şey söylenebilir. Tabii ki yüzlerce örnek verilebilir. Buna göre benim hipotezimin ikinci kısmı, biri çıkıp da doğrunun yanlış veya yanlışın doğru veya doğru olduğuna kanaat getirilen bir şeyin kesin doğru veya yanlış olduğu sadece kanaat getirilen bir şeyin kesin yanlış olduğunu birileri gösterene kadar. Görülüyor ki, hipotezimin ikinci kısmı da stabil yani kesin olmadığını açıkça ifade ediyor. Yinelemek gerekirse ben, bu hipotezi ortaya koyarken Tanrı kavramı aklımdan dahi geçmedi, çünkü Tanrıyı içeren bir yazı değil. Ancak siz, Hipotezimin ikinci kısmı için de Tanrı veya sizin dediğiniz gibi “1400 yıl önce yazılmış bir kutsal kitaptaki bilgilere, yanlış olduklarına dair referansı,…” bilgisini bu hipotez çerçevesinde değerlendirirseniz, matematikçi örneğinde olduğu gibi biri çıkıp da sizin inandığınız doğrunun öyle olmadığını belgelediğinde, sizin, inandığınız doğrudan vazgeçmeniz anlamına mı geliyor?
      (Devam)

      Sil
    2. Benim hipotezimdeki, “…doğru olduğuna inandığımız o bilginin yanlış olduğuna dair referansı “HENÜZ” bize bir gösterenin çıkmamış olmasındandır” cümlesine baktığınızda, cümle kesinlik arz etmiyor, bir sorgulama ve şüphe olduğunu içeriyor. Nitekim, örneğimizdeki matematikçiler, hipotezin bu kısmı için “henüz” ifadesini bertaraf edip, “bize göstermiş kişilerdir” Yani birileri çıkana kadar o sav inanılmış. Buna göre, hipotezimin ikinci kısmı, kesinlik arz etmeyen, birilerinin çıkıp da birilerinin bir şeye inandığı (Tanrı kavramını kastetmiyorum) bir inancı değiştirebileceği anlamındaki, hipotezimin ikinci kısmına siz, yine Tanrı kavramını veya “1400 yıldır …” şeklindeki ifadenizi dahil etmenin uygun olmayacağını düşünürsünüz sanırım. Çünkü, aksi halde, hipotezimin ikinci kısmında olduğu gibi, kendi inandıklarınızı sorgulayan, tam emin olmayan, acaba gibi bir anlam çıkar ki, bu zaten sizin istediğiniz olmayacaktır.
      Dolayısıyla benim, yazımın içindeki bağlam cümleme, sizin Tanrı veya İnanmak anlamındaki ilişkilendirmeleriniz, çelişki yarattığını, sanırım siz de görüyorsunuz. Dolayısıyla, Tanrı veya inanmanıza dair bir bilgiyi, yazı içindeki böyle bir hipotezin dışında bırakmanın, daha doğru olması gerektiğine sizin de onay vereceğinizi düşünüyorum.
      Yazınızın başındaki “Madem sitenin adı tanrivarmi, o halde tanrısız yorum olmaz” ifadenizin bir espri olduğunu düşünüyorum. Çünkü, Eski bir camiye de giderken, hangi din veya inanışta olursa olsun, mozaik ve işlemelerini görmek için tamamen sanat tarihi, antropoloji, kolunlar ana kadar yük düşmüş gibilerinden mühendislik, veya mimari olarak, veya bir ses mühendisinin gelip ortamın ekosunu hesaplayabilir. Ölçer. Aklına Tanrı gelmez bile. Bu sadece cami değil, diğer katedral mekânları gibi de düşünebilirsiniz. Bir Egyptologun da (Mısır bilimci) piramitlerin içine girdiğinde, o zamanın Tanrılarını hissiyatıyla düşüncelerine başladığını sanmıyorum. Kaldı ki, bu sadece bir mabet değil, kitap, gazete, bina, bir sanat eseri vesaire olabilir. Bir hattat sanatçısı, Kuran’ı, o güzel yazısıyla yazabilir. Dolayısıyla, Hattat sanatı, kutsal olmaz. Diyeceğim, sizin zihniniz istediği gibi ilişkilendirme yapabilir.

      İlginiz için tekrar teşekkür ederim

      Sil
    3. Öncelikle uzun açıklamanız için teşekkür ederim.

      "...matematikçi örneğinde olduğu gibi biri çıkıp da sizin inandığınız doğrunun öyle olmadığını belgelediğinde, sizin, inandığınız doğrudan vazgeçmeniz anlamına mı geliyor?"

      Evet, vazgeçmem anlamına geliyor.

      Bir insanın 'inandığı doğru' , aksi kanıtlanmamış, belgelenememiş bilgidir.
      'inanılan doğru'nun gerçekten doğru ya da gerçenten yanlış olduğunun belgelenmesi,
      o 'inanılan doğru'yu artık 'inanç' olmaktan çıkarır.
      O 'inanılan doğru' artık 'kesin bilgi' olmuştur.
      Dünyanın kendi etrafında döndüğü kesin bilgidir, inanılan doğru değildir.
      Dünyanın kendi etrafında döndüğü, bir zamanlar, belki de birilerinin,
      belgelenememiş inancıydı.
      Yanlışlığı da belgelense, doğruluğu da belgelense, o inanç, kesin bilgiye dönüşecek
      ve inanç olmaktan çıkacaktı..
      Demek ki önce, bir şeylere inanmak gerekiyor.
      Agnostik kalmak ne kötü.

      Sonuç olarak 'biri çıkıp da benim inandığım doğrunun öyle olmadığını belgelediğinde',
      elbette o inandığım doğrudan vazgeçerim.
      1400 yıldır 'o birini' bekliyoruz. (şaka)
      İyi çalışmalar dilerim.

      Sil