Beynimiz ve Biz: Yalan, Güven, Korku ve Amigdala

1 Yorum
ÇERÇEVEDEKİ YAZIYA GEÇERLİ BİR NEDEN ARADIĞIMIZDA BUNU, GÖZLERİMİZİN HİZASINDA, BEYİN TABANINA YAKIN, HER İKİ BEYİN YARIKÜRESİNDE BULUNAN AMİGDALA ADLI OLUŞUMDA BULURUZ.

Amigdala, "badem" demektir; şekil ve boyutu itibariyle de bademe benzer.

Amigdala, bizim “korku” duygumuzun merkezidir. Ayrıca kaygı, cinsellik, rekabet, saldırganlık ve bir nebze de sezgilerimizin merkezidir. Hatta, korkup, kaçmamızı sağlayan yer de burasıdır. Bu fonksiyonlardan dolayı ünü kötüye çıkmışsa da, birkaç yüz bin yıl evveline kadar düşünen beynimizin (prefrontal korteks) olmadığı zamanlarda amigdalanın, kendi kararları ile bizi tehlikelerden koruyarak, insan türünün hayatta kalmasında önemli bir organel olduğu bilinmektedir. Bu arada, amigdalanın sadece bize mahsus olmadığı, insan türü de dahil, diğer primatlarda (şempanze, bonobo, goril, kapuçin vb.) ve kedi, köpek, at, koyun vb. hemen hemen diğer canlılarda da bulunduğunu, dolayısıyla, korku sisteminin (duygu) onlarda da var olduğunu söyleyebiliriz.

Çerçevedeki yazıyı bu anlamda ve insan türü için değerlendirecek olursak, amigdalanın birincil görevi, çevremizdeki kişilerin bize yaptığı "iyiliklerden" çok; bize yapılan "kötülükleri", "aşağılamaları", "aldatmaları", “dışlamaları” ve benzeri negatif duyguları biriktirmesidir. Bu nedenledir ki, bize karşı gösterdiği onca olumlu davranışa karşı, tek bir olumsuz davranışına maruz kaldığımızda, o kişiye karşı “güven” kaybı söz konusu oluşur.

Amigdalanın bizi koruyan mekanizmalarından birine örnek olarak, “yılan korkusunu” gösterebiliriz. Nörobilim altındaki çalışmalarda, amigdalanın bu bilgisi, başka tehlikelerden olduğu gibi, yılandan koruyarak, türümüzün devamında olumlu katkısı olarak gösterilmektedir. Bazı hayvanlarda olduğu gibi, zehirli bitki ve meyveleri yememek üzere, içgüdüsel davranışlarındaki yönelim (sezgilerimiz) olarak amigdala ve bağlı beyin bölümleri düşünülmektedir. 

Karanlıktan korkmamızın nedeni, yine amigdaladır. Daha evvelki yazılarımızda da ifade ettiğimiz üzere; gözümüz, kulağımız vb. beş duyumuz vasıtasıyla gelen bilgileri taşıyan sinirlerin ilk bağlantı noktası, duygusal beyin olarak isimlendirilen limbik sistemin bir parçası olan “talamus”tur. Görülüyor ki, dış dünyaya ait gördüklerimiz, duyduklarımıza ait bilgiler, öncelikle düşünen ve bizim karar aldığımız, muhakeme yaptığımız düşünen beynimize diğer bir deyişle alnımızın hemen arkasındaki prefrontal korteks olarak adlandırılan yere gitmezler. Bunun birincil nedeninden önceki ikincil nedeni, prefrontal korteks yani “düşünen beynimizin” 350-500 bin yıl evvel mevcut olmayışıdır. Dolayısıyla, olmayan bir beyin bölümü için, sinir yolları (akson ve dendritler) oluşturmak ve bilgi göndermek beynin görevleri arasında değildi. Dolayısıyla,  beş duyumuz vasıtasıyla elde ettiğimiz bilgiler, düşünen beynimize değil duygusal beynimizin bir parçası olan talamusa gelir. Bu da, ilk değerlendirmelerin her şart altında, mantıksal değil duygusal olarak değerlendirmemize neden olmaktadır. Evrimsel sürecin bir sonucu olarak,  bugün de hala öyledir. İşte bu nedenle, duygusal beynin (limbik sistem) bir parçası olan talamus, bilgileri değerlendirmek üzere düşünen beyinden (prefrontal korteks) çok önce amigdalaya gönderir. Eğer, bizim için bir tehdit varsa, yine düşünen beyinden çok önce amigdala karar verir ve bizi yönlendirir. Ayrıca biliyoruz ki, karar verme sürecinde, devreleri ve karmaşıklığı itibariyle düşünen beynin karar alma hızı, amigdalanın karar alma hızından çok daha yavaştır. Tersinden söylersek, amigdala daha çabuk karar alır. Bu çabuk karar, bizi korur veya koruma ihtimalini artırır. 

Benzer bir örnek olarak, gözümüze doğru gelmekte olan bir taştan sakınmak üzere, göz kapağımızı kapatmaya yarayan, adına refleks dediğimiz mekanizmayı gösterebiliriz. Taşın geldiğine ve gözümüze zarar vereceğine, dolayısıyla göz kapaklarımızı kapatma talimatı prefrontal korteksten değil, bizden çok daha çabuk karar veren “beyin sapı”ndan gelir. Anlıyoruz ki, bir tehlike karşısında göz kapaklarımızı bilincimizle aldığımız kararla kapatmayız. Bu iş, bizden çok daha hızlı karar alan beyin sapınındır.

Bu bilgiler çerçevesinde "karanlıktan korkma" örneğimize devam edecek olursak, bizi korumaya yönelik olarak programlanmış olan amigdalaya, işlenecek dış dünya bilgisi girmezse (karanlıkta göremeyiz, dolayısıyla beyin için işlenecek veri yoktur), bu durumda amigdala, tehlikede olup olmadığımızı anlayamaz, kararsız kalır, bizi tedirgin eder, korkutur. Böyle bir durumda amigdalanın amacı, oradan uzaklaşmamızı, dolayısıyla kendisinin işleyebileceği bilgininin olduğu ortama yönelmemizi sağlar; bir anlamda bizi güdüler. Amigdalanın yapmaya çalıştığı davranış, tehlikede veya güvende olduğumuzu anlamak, dolayısıyla kaçmamız gerektiğine mi, bizi tehlikeye atan o şeye karşı saldırmamız gerektiğine mi karar vermek üzere, bilginin olduğu (dış uyaranların olduğu) ortama doğru yönelmemizi sağlamaktır. İşte bu nedenle, özellikle küçükken “karanlıktan” korkarız. Amaç, karanlıkta  dış uyaranları göremediğimiz, başımıza ne geleceğini bilmediğimiz bir ortamdan bizi korumaktır. Muhtemel ki, karanlıkta, "ıslık" çalarak veya şarkı söyleyerek korkumuzu geçiştirmeye çalışmamızın nedeni, düşünen beynimiz (prefrontal korteks) vasıtasıyla ortaya koyduğumuz ıslık çalma ile bir dış uyaran yaratarak, amigdalanın işleyebileceği bir bilgiyi oluşturmak ve böylece amigdalayı belli ölçüde meşgul ederek (korkuyu bastırmak) olabilir.

Bu arada, amigdalayı sadece bizi korkudan koruyan bir beyin mekanizması olarak düşünmek bizi yanıltır. Eğer birisi, bizi aşağılamışsa, hakaret etmişse, utandırmışsa, aldatmışsa vb. davranışlar karşılığında o kişiyle kavga ettirmeye (saldırmaya) veya gücümüz yetmeyeceği düşüncesi ile bireyi, içinden çıkamayacağı bir duruma sokmadan onu “korumak” adına o ortamdan uzaklaştırma talimatını (kaçmasını sağlamak) veren yine amigdaladır.

Çerçevedeki yazıya tekrar dönersek, sormamız gereken soru, amigdalanın, böyle bir görevi neden üstlenmiş olduğudur. Diğer bir deyişle; olumludan çok, olumsuza yönelik bilgilere daha hassas olan bir beyin yapısına neden ihtiyaç duyulur? Bunun nedeni, bireyin gerek hayatta kalma gerekse içinde yaşadığı toplumda "aşağılanmadan" rekabet edebilecek, kendisini güvende hissedecek düzeyde yaşayabilecek bir konumda olmaya yönelik tehdit ve tehlike sayısının; olumlu ve güven yaratıcı davranışa maruz kalma sayısı ve çeşitliliğinden çok daha fazla olmasındandır. Diğer bir deyişle, karşılaşabileceğimiz olumsuzluklar, olumlu hallerden çok daha fazladır. Belli ki amigdala birkaç milyon sene evvelinden bunu deneyimlemiş ve bizi korumak adına kendisince, olumlu davranışlardan daha çok, olumsuz davranışlara yönelik barındırdığı bilgilerle bugüne kadar gelmiş olmalıdır. Özet olarak söylersek, dış dünyada olumsuzluklar, olumlulardan oran olarak çok fazladır ve amigdala da bunun farkındadır. 

Bu nedenledir ki, birçoğumuz, yeni bir topluluğa girdiğinde, birilerini tanıdığında başkalarının davranışlarını incelemeye başlamamızın nedeni budur. Ancak bir şeyi burada düzeltmeye de yer vermemiz gerekir. Zaman içinde bu kişi veya içinde bulunduğumuz yeni topluluğu (yeni mahalle, yeni şirket, yeni arkadaş grubu vb.) tanımaya başladığımızda, “güven” denilen unsuru biriktirmeyiz, yani güvenme sürecine girmeyiz. Aksine, kişiyi veya grubu tanıdıkça “güven duymak” olarak adlandırdığımız unsur, amigdalanın bizi korumak üzere getirdiği korku/kaygı gibi olumsuzluk duygularını (güvensizlik unsurlarını) yavaş yavaş duygu alanımızdan çekerek (kaldırarak) ortaya “güven” denilen unsuru çıkarma çabasıdır. Benzetme yapacak olursak, kırmızı bilyelerin olumsuzluğu (tehdit, tehlike, aşağılanma, aldatılma, hakkımızda dedikodu yapılması, hakkımızın çiğnenmesi vb.), buna karşılık beyaz bilyelerin olumluyu (güveni) temsil eden ve beyazdan çok daha fazla kırmızı bilyelerin bulunduğu bir kavanozu ele alalım. Kırmızı bilyeleri zaman içinde kavanozdan yavaş yavaş almakla, beyaz bilyeler artmadığı halde, beyaz/kırmızı oranı, beyazdan (güvenden) yana artar. İşte, karşı taraf için tesis ettiğimiz güven de, olumsuzlukların ortadan kaldırılması ile oluşur. Ancak, karşı tarafın olumsuz davranışı nedeniyle (yetişme şeklimiz, hayata bakış açımıza bağlı olarak) kavanozdaki  kırmızı bilyelerin sayısı aniden artacak, beyaz kırmızı oranı yani güven azalacaktır. Çoğu durumda (kişiye bağlı olarak) kırmızı bilyeleri, kavanozdan tekrar almak (güven tesis etmek), daha uzun zaman alacaktır.

Bu arada tekrar hatırlatalım ki, bir kişinin dolayısıyla amigdalanın tehdit altında hissetmesi demekle sadece fiziksel tehdidi kastetmiyor; yukarıda da ifade edildiği gibi, dışlanmak, azarlanmak, utandırılmak, hakkında olumsuz konuşulmak, işten kovulmak, düşük not almak, haksızlığa uğramış hissetmek, verdiğimiz borcu zamanında alamamak, bize verilen sözlerin yerine getirilmemesi vb. binlerce durumu konu ediyoruz demektir.

Görülüyor ki, tek bir olumsuz durum karşısında olumluları geçersiz kılma, hemen herkeste var olup, bizi böyle bir davranışa götüren kendi düşüncelerimiz, kendimizin aldığı karar değildir; irademizden hemen hemen bağımsız çalışan beyin yapımızdandır, yani amigdaladır. Nihayetinde olumsuz bir davranış karşısında kendimizin aldığını sandığımız ve uyguladığımız karar (o kişiye, gruba vb. daha temkinli yaklaşmak), bizim, bilinçli olarak,  irademizle aldığımız karar değilse, o zaman da akla şu geliyor: Biz kimiz?



Erol

1 yorum: