Beyin ikiye bölünürse, her kafadan bir ses çıkan iki insan mı oluruz? Yoksa, biri diğerinin emrine mi girer? Belki de değişen bir şey olmaz.
Bu yazımızda uzun uzadıya bir şey anlatmayacağız. Amacımız sadece bir video paylaşmak. Ancak, yazının başlığıyla bağlantılı olarak kısa bir bilgi vermek uygun olacaktır. Eğer isterseniz, açıklama kısmını atlayarak ikibuçuk dakikalık videoyu doğrudan seyredebilirsiniz.
Bu yazımızda uzun uzadıya bir şey anlatmayacağız. Amacımız sadece bir video paylaşmak. Ancak, yazının başlığıyla bağlantılı olarak kısa bir bilgi vermek uygun olacaktır. Eğer isterseniz, açıklama kısmını atlayarak ikibuçuk dakikalık videoyu doğrudan seyredebilirsiniz.
Bunun için önce beynin ikiye bölünmesi hakkında eski yazılardan bir paragrafı alıntı yapıp, videodaki kişi hakkında da kısa bir bilgiyi paylaştıktan sonra, videoyu seyretmek sizin bir tercihiniz olacaktır.
BEYNİN İKİ YARIKÜRESİ
Yarım yüzyıldan biraz önceki bir zamanda, epilepsi (sara) hastalarını bu hastalıktan kurtarmanın bir yolu, beynin iki yarım küresini birbirinden ayırmaktı. Bu, o zamanlar için uygun bir metot olarak görülmekte idi.
Bilindiği üzere beynimiz, iki yarım küreden meydana gelmekte olup, her yarı küre, birbirleri ile beynin orta kısmında, milyonlarca sinir uzantılarının bir araya gelerek oluşturdukları ve corpus callosum adı verilen sinir demeti vasıtasıyla iletişim kurmakta ve eşgüdüm sağlamaktadır. Epilepsiyi ortadan kaldırmak için bu sinir demetinin kesilmesinin sebebi, epilepsi nöbetinin altında yatan ve nöronlarda (sinir hücresi) denetim altına alınamayan biyoelektiriksel boşalmayı, öbür yarıküreye geçmeden önleme düşüncesiydi. Bir başka deyişle, bu operasyonla beyni iki yarım küreye ayırmak demek, bir yarı kürenin yaptıklarından, diğerini habersiz bırakmak anlamına gelmekteydi. Bahsedildiği üzere, corpus callosumun kesilmesi, epilepsiyi önler görünmüştür. Ancak buna mukabil, kişide bazı gariplikleri de beraberinde getirmiştir. Video, bunlardan sadece birini göstermektedir.
Bu arada şunu da ilave edelim ki, bizlerin konuşma merkezi, beynimizin sol tarafında, Broca alanı olarak isimlendirilen yerdedir. Videodaki deneyde, üzerinde çalışılan denek için öyle bir düzenek hazırlanır ki, her bir yarıkürenin gördüğünden diğeri haberdar olmaz. Bunun anlamı ise, sol yarıküre ne gördüğünü söyleyebilir ama, sağ yarıküre söyleyemez. Çünkü, yukarıda dediğimiz gibi, konuşma alanı ile bağlantısı kesilmiştir. Onun için, sol yarıküre, gördüğü şeyi söyleyebiliyor olsa bile, her iki yarıküreden, ilgili cevapları alabilmek için önlerindeki yazılı seçeneklerden birini işaret ederek vermeleri istenir. Beynin, yukarıda belirtilen şekilde ikiye bölünmesi durumundaki diğer gariplikleri ve bu deney için hazırlanan düzeneği, bir paragrafını burada alıntı yaptığımız Ayrık Beyin ve Bilinç yazısında okuyabilirsiniz.
Bu arada şunu da ilave edelim ki, bizlerin konuşma merkezi, beynimizin sol tarafında, Broca alanı olarak isimlendirilen yerdedir. Videodaki deneyde, üzerinde çalışılan denek için öyle bir düzenek hazırlanır ki, her bir yarıkürenin gördüğünden diğeri haberdar olmaz. Bunun anlamı ise, sol yarıküre ne gördüğünü söyleyebilir ama, sağ yarıküre söyleyemez. Çünkü, yukarıda dediğimiz gibi, konuşma alanı ile bağlantısı kesilmiştir. Onun için, sol yarıküre, gördüğü şeyi söyleyebiliyor olsa bile, her iki yarıküreden, ilgili cevapları alabilmek için önlerindeki yazılı seçeneklerden birini işaret ederek vermeleri istenir. Beynin, yukarıda belirtilen şekilde ikiye bölünmesi durumundaki diğer gariplikleri ve bu deney için hazırlanan düzeneği, bir paragrafını burada alıntı yaptığımız Ayrık Beyin ve Bilinç yazısında okuyabilirsiniz.
V. S. RAMACHANDRAN
Prof. Vilayanur Subramanian Ramachandran, 1951 yılında Hindistan'ın Tamil Nadu eyaletinde doğdu. Bir diplomatın oğlu olduğu için gençlik yıllarının büyük bölümünü Hindistan'ın ve Asya'nın farklı bölgelerinde geçirdi. 1974'te Madras'taki Stanley Medical College'da tıp eğitimi almasının ardından 1978'de Cambridge Trinity College'da doktorasını tamamladı. Doktora sonrası eğitimini Oxford Üniversitesi'nin Psikoloji Bölümü'nde yaptı ve 1983'te girdiği San Diego'daki California Üniversitesi'nde 1998'den beri öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Aynı üniversitenin Beyin ve Biliş Merkezi'nin yöneticisidir.
Aynı zamanda yazdığı kitaplardan “Beyindeki Hayaletler” ve “Öykücü Beyin “adlı ikisi Türkçeye çevrilmiştir.
V. S. Ramachandran'ın deneysel çalışması için ne düşünüyorsunuz?
Erol
Erol
Merhaba bu blogu severek takip ediyorum. Bugünlerde karşılaştığım bir youtube videosu dikkatimi çekti ve izledim. Ben bir ateistim ve bu videoda geçen düşünceyi anlamış değilim. Bu blogdaki birkaç video açıklamasını gördükten sonra belki bu video için de bir açıklama paylaşımı yaparsınız diye düşündüm. Bahsi geçen video https://youtu.be/3WH4JmvBc4U şimdiden teşekkür ederim.
YanıtlaSilLinkten izlediğim sakallı gencin insanın içsel ve dışsal davranışlarla açıkladığı bir takım unsurları kendince anlatan video. Umarım doğru videoyu izlemişimdir.
SilHer neyse... Gelgelelim sakallıya, sakallının yaptığı sözü dönüp dolaştırıp bir şekilde özdeş bir yaratıcı unsurun, (ruh muh vs) onsuz varolunmayacağı kısır döngüsü. Türkçe açıklaması doğma.
Oysa bilmiyor ki bu günkü insan formu 13-14 milyar yıllık bir deneyimin sonucu... Ben kemirgen bir kunduzken benim için anlamsalı hiçbir şekilde olmayan bir şey, gelişmiş bir forma kavuştuğumda nasıl olur da merkezimde konuçlanır. Bizi yöneten şey beynimizin küçük bir bölümü ve o da herhangi bir şey gibi, temelini ilk atomdan, yani bir kunduzun beyin hücrelerine göre daha yetenekli, gel zaman git zaman yaratıcı bir unsur oluyor ve üretiyor, üretsin bu yalnızca insanı bağlar. Oysa temelini aynı ilk hücreden alıp atomun son halkasına kadar inen her şey eşit temsil hakkına sahiptir; şöyle ki dünyada yedi milyar insan tek bir yaratıcıya inansın, evrendeki geri kalan her şeyin fikri kesin ve net olarak alınmadan bu sadece o 7 milyarı bağlar. 2o milyar solucan evrim geçirip ortaya farklı bir şey atarsa o zaman ne diyeceksin? Sonuç olarak demek istediğim insan her şeyin öznesi değildir, o yüzden öğeleri bulurken muhatabımızı doğru belirlemeliyiz, kimse kim, ama insan değil, dolayısıyla muhatap da değil. Tanryı unutmaya gelince herhangi bir şeyi unutmaktan hiçbir farkı yok, 10 sene önce çiğnediğin bir sakıza kaç diş vurdun, en son aldığın ayakkabıyla kaç adım yürüdün, bilmiyorsun, unutmaktan da beter değil mi. Neyse daha fazla yazamıyorum. İmla için özür, düşünceleri riplerken dikkat edemiyor insan, pek iyi bir düşünce kurgusu da olmadı ama, anlaşılması dileğiyle.
Sayın Adsız (1)
YanıtlaSilİlginiz için teşekkür ederim.
Bahsettiğiniz videodaki "özgür irade" ile ilgili yine bu blogda yayınlanan "Benjamin Libet Deneyi/Özgür iradeye sahip miyiz?" yazısını, daha evvel okumadınız ise öneririm. Gerek bu deney, gerekse bu deney üzerine yapılan yorumlarla ilgili, internette bolca yorum bulmak mümkündür.
http://tanrivarmi.blogspot.com.tr/2013/04/beynimiz-ve-biz-11-benjamin-libet.html
Videodaki diğer yorumlar bilgimin dışındadır. Blog yazarlarımızdan uygun görenler ve keza okuyucularımızdan yorum yapmak isteyenler, düşüncelerini belirtirler diye düşünüyorum.
İlginiz için tekrar teşekkür ederim.
Ayrıca, eğer izlemedi iseniz, aşağıdaki videoyu da izleyebilirsiniz.
YanıtlaSilhttp://www.izlesene.com/video/6-saniye-once-olanlar/6906233
Bu video, aynı deneyin daha çağdaş bir versiyornudur.
Merhaba erol bey.
SilSöylediğiniz deneyi ve videoyu inceledim ve gerçekten kafa karıştıran bir konu olduğunu anladım. Üzerinde çokça düşünülebilecek bir husus. Bunu ateizm ve ruh ile bağdaştırmanın saçma olduğuna kanaat getirdim. Size bahsettiğim videodaki sakallı elemana kimse "senin özgür iraden yok seni tanrı yönlendiriyor sen yalnızca bir kuklasın" dememiş anlaşılan. Demişse de bu sözden alınmış olmalı ki tanrıya inanmayanlara da "sizin de özgür iradeniz yok işte bakın" demeye çalışmış :)
Aydınlattığınız ve zaman ayırıp ilgilendiğiniz için teşekkür ederim. İyi günler.
Merhabalar.
YanıtlaSilEn baştaki sayın Adsız'ın gönderdiği video linkine daha yeni bakabilme fırsatı edindim.
Aslına bakılırsa, cevap olarak oldukça güzel şeyler yazmış sayın ikinci Adsız. (İşte bu karışıklık için yorum yapacak kullanıcıların nick seçmesini önemli buluyorum, ancak şu an için üstünde durmayalım bunun.)
Videodaki genç temel olarak şunu söylüyor:
Özgür irade için ruh gerekir. Ruhu inkar eden biri, tamamen çevresel ve genetik faktörlerin etkisinde davranır. Tıpkı bir makine gibi.
Bu ana fikri ise şöyle geliştiriyor:
Ateist olan biri, özgür iradeye inanıyorsa, o zaman ruhu da reddedemez. Çünkü, demin belirtildiği gibi, özgür iradeye sahip olan birinin ruhu da vardır, ruhu olan biri de ateistim diyerek (ruhu inkar ederek), ikileme düşer.
Öte yandan, özgür iradeyi reddediyorsa, o durumda da, sadece bir makine olmuş olur ve tamamen çevresel ve genetik faktörlerden başka bir anlam ifade etmez kimliği.
Aslında tüm video boyunca tekrarlanan düşünce bundan ibaret.
Elbette ki böylesi basit ve vasat bir iddiayı süslemek için lafı dolandırmalara ve karmaşık örneklemelere başvurmak zorunda kalmış genç. Zira saf biçimiyle ifade edildiğinde bu fikrin "çocukça" olduğunu görmemek elde değil.
Özgür irade ile ilgili sayın Erol'ün blogda kafi derecede yazısı bulunmaktadır. Bilimsel bir yaklaşımla konuya odaklanmak isteyenler onlara bakabilirler. Ben ise bundan ayrı olarak, özgür irade ile ruh denkleminin uygun olmadığını belirtmek istiyorum.
En kaba tabirle, "Özgür irade ile ne kastediliyor?" denebilir.
Kısa vadeli seçimler veya uzun vadeli dahi olsa yetiştiğimiz toplumun ve genetiğimizin etkilerini ve hatta beynimizdeki çeşitli kısımların kararlarımıza yaptığı etkileri taşıyan seçimler "özgür irade" için sıkıntılı gibi görünebilir. Diğer bir deyişle, kişiliğimiz ve kimliğimiz tamamen sıfırdan oluşmaz ve çeşitli değişkenlerin etkisi altındadır. Bu sebeple, misal, yükseklik korkumuz vesilesiyle paraşütle atlamayı asla seçmeyebiliriz veya çocukluk dönemindeki travmalar insanlarla sağlıklı ilişkiler kurmamızı engelleyebilir. Ya da Erol Bey'in yazılarında bahsettiği gibi çok daha ince ve spesifik deneyler akıllarda daha ciddi ve derin soru işaretleri bırakabilir.
Kendimden yola çıkarak şunu belirteyim: Acaba başka bir ailede doğsam, genetik yapım farklı olsa veya beynimin işleyişinde bazı kısımlar daha etkili olsa, kısacası başka bir zaman ve yer ve koşullarda doğsam gene ateist olur muydum?
Buradaki temel sorun şu, bu durumda, zaten başka biri olurdum. Beni ben yapan şey, çeşitli etkilere nasıl tepki verdiğimdir zaten. Ruh fikrine çok yatkın olduğumuz için, sanki başka bir zaman ve yerde dahi doğsak aynı kişinin başka bir versiyonu olacağımızı düşünüyoruz, halbuki o zaman başka biri olmuş oluruz zaten.
Bu durumda, bu soru, gencin fikirlerini haklı çıkaran hiçbir yan taşımıyor. Çünkü o genç de veya başka bir çok müslüman da, Hindistan'da doğsa veya Avrupa'da doğsa, farklı yetiştirilme tarzına sahip olsa müslüman olacaklar mıydı sizce? Daha da önemlisi, kendileri olmuş olacaklar mıydı?
Açıkçası, elbette ki kimliğimizi sosyo-kültürel çevremiz ve genetiğimiz etkiliyor. Bunun olması, bizleri makine yapmaz. Belki de tam terine, "kendi"miz yapar. Çünkü çevre ve genetik bize sınırları "genişletilebilir" bir kişilik alanı çizer. O alan içerisinde durabileceğimiz noktayı da bir noktaya kadar belirleme şansına sahibiz. Misal, bu blogu açmayabilirdim de ve bu, benim kimliğimi değiştirmezdi. Gene ateist olacaktım, ancak böyle bir işi gerçekleştirmeyecektim. Diğer bir deyişle, en basit haliyle, bu blogu açma kararım tamamen materyalistik sebep-sonuç ilişkisinin zorunlu sonucu değildir. Hayatımıza şöyle veya böyle, beynimizin ve çevremizin o anki etkilerine göre tepki veriyoruz. Bunu "makine" olarak düşünemeyiz, zira canlılığın zaten temel doğası bu tepkiye dayalı. Sinir uçlarımızından tutun da vücudumunuzun tüm işleyişi bu "tepki"lerden ibaret.
SilÖte yandan, ruh denilen mefhumun var olduğunu düşünecek olsak bile, ruhun bizim "tepki" sürecinden farklı ve bağımsız nasıl çalışacağını da açıklamak gerekir. Diğer bir deyişle, ruhun kendine ait bir kişiliği mi var? Şayet varsa, o halde o kişilik nasıl şekilleniyor? Çevre ve genetik ile şekillenmiyorsa, o zaman allah mı o ruhu şekillendiriyor? Allah bir ruhu şekillendiriyor ve dolayısıyla özgür irade sahibi kılıyorsa, o ruhun seçimlerinin sorumlusu kim? Diğer bir deyişle, ruh, neden A eylemi yerine B eylemini seçiyor? Bu seçimin kaynağı allah ise, öyleyse seçimin sorumlusu da allahtır. Hayır, şayet seçim ruhun özgür iradesi ise, öyleyse bunun işleme dinamiği yine çevresel ve genetik faktörlerin etkisinde midir? Bu durumda, en başa dönmüş olmaz mıyız?
Görüldüğü gibi, birçok metafizik öneri, aslında materyalistik yansımanın mistik biçimde ifade edilmesinden ibarettir. Bir yere varmaz, bir anlam ifade etmez. Muğlak ifadelerden başka bir şey sunmaz. Ruh nedir, tanrı nedir, melek nedir gibi sorular, derine inildikçe manasızlaşır. Bir yerden sonra "insan aklının ötesinde" olduğu savına sanılır. Videodaki genç "karmaşıklık" tezini nasıl sevmiyorsa, beynin çalışma mekanizmasının karmaşık olmasının bir cevap olmadığını kabul etmiyorsa, aynı şekilde metafizik savların "insan aklının ötesinde" olmasını da bizler kabul edemeyiz.
Saygılarımla.
Merhaba sayın Hayyam.
SilVideoyu burada paylaşan adsız benim ve karışıklık olduğu konusunda size hak veriyorum, bundan böyle adımı kullanarak giriş yapacağım.
Erol Bey'in bilimsel yaklaşımından sonra sizin yapmış olduğunuz düşünsel yaklaşımla beraber aydınlandığımı ve konuyu tamamiyle kavradığımı belirtmek isterim. Ayrıca ilginiz için teşekkür ederim. Bu blogdaki ulaşılabilirlik ve samimiyet sizin takipçiniz olmamda büyük rol oynuyor.
Paylaşımlarınızın sürmesini temenni ediyorum. İyi günler dilerim.