8 Eylül 2015

Beynimiz ve Biz: Neden Şaşırırız?

ŞAŞKINLIK, ŞAŞIRMAK, HAYRET ETMEK olarak isimlendirilen duygumuz; kızgınlık, öfke, sevinç/mutluluk, tiksinmek, üzüntü gibi doğuştan gelen temel duygularımızdandır. Peki, bunun mekanizması nedir? Neden şaşırırız?

Beynimizin, kendisinde var olan bilgileri işleyerek, ulaştığı sonucun veya elde ettiği kavramın; beklentisinin dışında gerçekleşmesi, çelişmesi (bir problem çözerken, beklediğimizden farklı bir sonuç elde etmemiz) veya karşılaştığı şeyin, beynin kendisinde daha evvel hiç bir şekilde depolanmış şeması veya modelinin olmadığı durumda, gerçek(!) bilgi ile uyum sağlamaya çalışma ve kabullenmenin yarattığı kısa süreli (nadir hallerde uzun süreli) "belirsizlik/kararsızlık" duygusudur. Daha özetle, karşılaştığı gerçekle, beynin bu gerçek için beklediği/umduğu bilginin farklı veya çelişkili olması durumunda yaşanan belirsizliğin neden olduğu duygudur. Tabii ki her nüans veya farklılık bir şaşkınlık yaratır ifadesi doğru olmayacaktır. Gerçek ile, beynin bu gerçeklik için öngördüğü beklentinin belli bir eşik değeri aşması gerekir. Ve bu eşik değerler, bir kişiden diğerine göre değişir. Sonuçta, bir kişi şaşırma davranışı gösteriyorsa, aynı mekanizma çalışıyor demektir.


Eğer, beynin beklentisinin dışında karşılaşılan bu durumun yarattığı belirsizlik, beyindeki mevcut bilgilerle işlenip anlamlandırılamaz, uyum sağlanamaz ve nihayetinde giderilemezse, birincil basamak olarak “endişe”, daha üst düzeyde ise “korku” duygusu devreye girer. Çünkü beyin, çevreye uyum sağlamak için o şeyi anlamlandırmak üzere evrilmiştir. Aksi halde, anlamlandıramadığı o şeyi, o zamana kadar elde ettiği bilgi, yetişme şekli, gelenek görenekler de dahil olmak üzere tehdit olarak algılar. Diğer bir deyişle o gerçeklik, kişi için ya fiziki bir tehdittir, fiziki bir tehdit değilse, bildikleri veya bildiğini sandıkları (gelenekleri, görenekleri, örf ve adetleri ve o zamana kadar edindiği yaşam bilgileri, inanış ve inançları) için bir tehdittir. Bu tehdit sadece bilinçli bilgi için değil, bilinç altı bilgiler için de geçerlidir.

Videoda, gözleri ileri derecede bozuk olan 10 aylık kız çocuğunun, gözlükle beraber ilk defa net gördüğü anın şaşkınlığı görülmektedir. Çünkü beynin net görme mekanizması, bebek doğduğu andan itibaren çalışmamış, beyin bu konudaki beklentisini azaltmaya başlamış, 10 aydır kendisini, net görmemeye (flu görmeye) koşullamaya başlamıştır. Beyinde, yeni durumu işleyip anlamlandıracak şema henüz yoktur veya varsa da eksiktir. Beklentisi bu yöndedir, yeni bir durumu öngörmemektedir.

Fizyolojik olarak değerlendirirsek, beynimizin arkasında bulunan, görmenin oluştuğu oksipital lob denilen yerdeki görme nöronları tembelleşmeye başlamıştır, ani bir değişikliğe hazır değildir. Çocuk, gözlük sayesinde net görmeye başlayınca, beyin, kısa bir süre yeni bilgiyi işlemede kararsız kalır.  Gözlük takıldığı anda yeni bilgileri (net görme) evvelki benzer bilgi ve şemalarla karşılaştırır; yeni duruma adaptasyon için yeni arayışlara girer. Bulamazsa belirsizlik yaşar. Görme nöronlarına yeni sinyaller gider, nöronlardaki oksijen tüketimi artar. Anne ve babanın yüzleri için beyin, eski bulanık şemayı (anne-babanın bulanık yüzlerini), yeni ve net olanlarla değiştirme faaliyetine girer. İşte bu “şaşkınlık anıdır”. Belli bir süre sonra yeni bilginin (net görme) işlenmesi ile beyinde yeni bir bilgi şeması oluşur, belirsizlik giderilir. Bu şema, aynı zamanda, çevreye uyum sağlamada yardımcı olan yeni bir durumu ortaya koymuş yani yeni bilginin faydasını görmüş ve buna bağlı olarak yeni bir beyin çıktısı da sağlamışsa (ebeveynlerini, sadece sesi ve belirsiz silueti ile değil, yüzlerinin net görüntüsü ile de tanımak) şaşkınlık süreci, memnuniyete dönüşerek tamamlanır. Bunu, kapımızın zili çalınıp, kapıyı açtığımızda sevdiğimiz, özlediğimiz bir kişinin, beklemediğimiz bir anda karşımızda gördüğümüz duruma benzetebiliriz. Beynimiz, hazırlıksız yakalanmış, sevdiğimiz kişinin, karşımızda olduğuna dair bilgi ile olmasını beklediğimiz/sandığımız yer bilgisi arasındaki çelişkiyi/belirsizliği, tahminler yaparak giderme çabasına girmiştir. Bizim bilinçli farkındalığımız ile beraber bilinçaltı seviyelerde de, sevdiğimiz kişinin neden ve ne zaman geldiği, aniden gelişinin olumsuz bir nedeninin olup olmadığı, yakın bir yerde bir işi düşüp sadece geçerken mi uğradığı, belli bir süre kalacak mı yoksa hemen mi gideceği ve onlarca soruya cevap aramak için beyin belirsizliği (şaşkınlığı) giderme faaliyetlerine başlamıştır bile.

Belirsizliği biraz daha anlatabilmek için korku duygumuzdan bahsedelim. Karanlıktan korkuyor olmamızın sebebi, karanlık bir ortamdan, beyinde işlenecek bilginin elde edilememesi, içinde bulunulan durumu anlamlandıracak bilginin yokluğu ve/veya eksikliğinden dolayı işlenemeyen bilginin ortaya çıkarttığı "belirsizlik"tir. Belirsizlik, beynin kendisini, neye karşı savunacağı ve neye uyum sağlayacağı konusunda işlevsiz bırakır. İşte, şaşkınlık/hayret anında mimiklerimize yansıyan bu durum, beynimizin (zihnimizin) içinde bulunduğu belirsizliği, çevreye uyum sağlamak için, kendi mevcut bilgisi ile karşılaştırıp, anlamlandırıp giderme çabasının sonucudur. Beyinde yeni durum bilgisini mukayese edecek bilgi veya şema yoksa ve bu yeni bilgi tehdit unsuru değilse, onu kabullenmek için karşılaşılan şemayı beyne yerleştirmeye çalışma sürecidir. (Videodaki çocuğun, anne ve babasına ait net yüz görüntülerinin, bulanık/flu olanlarla değiştirilmesi). Kısa anlatımla, şaşkınlık: beklenilen bilgi ile, ortaya çıkan gerçeklik bilgisi arasındaki çelişki veya farklılığın yarattığı belirsizliği giderme ve dolayısıyla ortama adapte olma sürecidir.

Şaşkınlığın yarattığı belirsizliğin, kısa süre içinde, beyin için bir tehdit olmadığı, aksine fayda sağladığı durumlarda ise bu, sevinme veya mutlu olma duygusu olarak döner. (Videodaki gözlük takılan çocuk). Bu anlamda, şaşma veya şaşırma anındaki kısa süreli belirsizlikte, beynimizde kaygı, korku, cinsellik, saldırganlık vb. duygulardan sorumlu amigdala, mevcut belirsizliğin ortadan kalkması ile de oluşabilecek rahatlama veya sevinç gibi duygu durumu için nucleus accumbens ve nucleus accumbensi tetikleyen dopamin kimyasalı devreye girer. Dopamin, bize mutluluk veren nörotransmitter (sinirsel bilgi ileticisidir).

YETERSİZ UYARIM, ŞAŞKINLIK VE KORKU
Yukarıda söylediklerimizi özetlersek, dış dünyaya ait uyarımlar, beynin beklediği eşik değerin altına düşerse, beyin, işleyecek ve çevreye uyum sağlayacak çıktıları üretemez. Bu, beyinde BELİRSİZLİK yaratır. Çevreden yeterli bilgi alamayan beyin, kendisini nereye konumlandıracağını bilemez ve tehdit altında hisseder. Tehdit altında hissettiği başka bir konum da, ani ortam/çevre değişikliği olup beynin değişen dış uyarımlara, beklenilen hızda uyum sağlayamadığı durumlardır. Bu koşullar altında, bilince ait süreçler beynin ilkel kısmı diğer adıyla limbik sistem/duygusal beyin ve beyin sapı tarafından yönetim altına alınır. Bir başka deyişle, düşünen beyin kısmen devre dışı bırakılır. Gerekçe, ilkel beyin sistemlerinin, düşünen beyne/bilince göre acil durumlarda bilgi işleme hızının daha fazla oluşudur. Böylece beyin, daha doğrusu beynin ilkel kısmı, düşünme hızımıza göre bilincimizden bağımsız olarak daha çabuk karar alıp bireyi, çevreye uyma durumuna sokar. Adrenalin artar, kalp hızlanır; bu, kaslara daha fazla oksijen gönderilmesine dolayısıyla bireyi kaçmaya hazır hale getirir; daha iyi görmek için göz bebekleri büyür vb. Bu değişiklikler ile, birey, bilinci ile değil, arkaik/ilkel sistemleri ile çevreye uymada, mevcut bilgileri işleyip yetersiz bilgiye rağmen hayatta kalmaya çalışır. Çevreye uyum sağlamada, ilkel sistemin işleyeceği bilgi de yetersiz ise, bu defa atalarımızdan bize genlerle geçen bilgileri kullanır. Söz gelimi, tehlikeye karşı birey kendisini anne rahmindeki duruma sokarak hedef küçültür. Korkan çocukların köşeye sinmesi buna bir örnektir. Başka canlılarda da bu, kendisini büyüterek, şişirerek, ayağa kalkarak, kuyruğunu/kanatlarını açarak gövde büyütmesi ile hasmını korkutması veya korkutmaya çalışması şeklinde görülür

Şaşkınlık/şaşırma gibi duygular evrensel olup, doğuştan gelen diğer bir deyişle genlerimizde kodlanmış, atalarımızdan bize aktarılan davranış bilgileridir. İşte bu anlattıklarımızı da, aydınlık ortamdan, ışık değişimlerini yaşayan (tünele giren) bebeklerin olduğu videoyu gösterebiliriz.


Şu da sorulabilir. Neden, şaşkınlık esnasında yüzümüz belli bir ifadeye bürünmektedir? Buna verilecek birincil cevap; kızgınlık, mutluluk, öfke, tiksinti vb. gibi durumlarda yüzümüzün, bu duyguları yansıtacak şekilde neden böyle göründüklerini cevaplamaktan daha farklı olmayacaktır. Buradaki mekanizma, beynimizin şaşırma esnasındaki fizyolojisine bağlı olan nöronların ateşlenmesi ve bununla ilgili kimyasalların yani nörotransmitterlerin (bilgi ileticileri) salgılanması ile, bağlantılı yüz kaslarının kasılmasıdır. Bu durumda, diğer yüz kasları pasif kalmaktadır.

Örnek olarak gülümseme esnasında 17, kaş çatma anında 43 kas kasılmaktadır. Yüzümüzde oluşturulacak yapay yani irademizle bir gülümsemede, doğal gülümsemedeki tüm kaslar harekete geçirilememektedir. Tecrübeli bir göz, doğal gülümseme ile yapayı birbirinden ayırt edebilmektedir.

Aslında yukarıda sorduğumuz "Neden, şaşkınlık esnasında yüzümüz belli bir ifadeye bürünmektedir?" sorusuna verilecek en uygun cevap, her bir duygu durumunu yansıtacak yüz ifadesinin farklı olmasının nedeni "bu farkların zorunlu" olması gerektiğidir. Çünkü, insanların, daha konuşmayı bile bilmediği, vücut dili ve mimiklerle iletişim kurabildiği yüz binlerce yıl evvel şaşkınlığını, öfkesinden ve mutluluğundan nasıl ayırt edip de karşı tarafa kendi ruh halini anlatabilirdi? İşte farkın nedeni budur? Bir başka deyişle, evrimsel süreç, nasıl ki karşı tarafın ruh halini anlayabilmek için empati mekanizmasını oluşturmuşsa, her bir duygumuzu yansıtacak yüz halini de empati mekanizması tarafından anlamlandırılmak üzere çeşitlendirmiştir. Hatta şunu bile söyleyebiliriz, duygu durumlarımız için yüzümüzdeki kasların sağladığı bu haller (mimik) kendimiz için değil, karşımızdaki için evrilmiş olmalı. Çünkü, zaten bildiğimiz kendi ruh halimize ait bilgiyi binlerce yıl evvel, aynanın da olmadığı olsa da her an için kendi yüzümüze bakmadığımız (durgun su yüzeyleri de dahil) durumlar için yani kendimizi kendimize değil, kendimizi, karşımızdakine anlatmanın iletişimsel bir yolu olarak evrildiğini söyleyebiliriz.


Erol

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder