BEYNİMİZDE, ESKİDEN OLUŞTURDUĞUMUZ ŞABLON BİLGİYLE EŞLEŞMEYEN HER YENİ BİLGİ, YENİ BİR VAROLUŞ; "TEHDİT" OLARAK ALGILANIR.
Birey, dünyaya geldikten itibaren korunmaya muhtaçtır. Sosyal bir varlık olarak, kendi türümüzün oluşturduğu topluluk içinde yaşamaya ihtiyaç duyarız.
Başlangıçta, ebeveynleri vasıtasıyla, sonra yetişme, yetiştirilme biçimine bağlı olarak kendisini korumaya, varlığını sürdürmeye çalışır. Birey, kendisinin bilmesi gerekip de bilmediklerinden, belirsizliklerden kurtulmak ister. Bilmek, denetlemek, yönetmekle; belirsizliklerden kurtulduğunu hissedecek, en azından tehdit unsurlarının ortadan kalktığını/ötelendiğini rasyonalize edene kadar uzun veya kısa vadeli bir uğraş verecektir.
Bununla beraber, ebeveynlerimizin bize miras bıraktığı genetik özellikler, bu özelliklerin çevreden gelen etkilerle işlenmesi, düşünce ve davranış tarzımız, kendimizi algılayışımız kendimize ait bir benlik algısı yaratır. Benlik algısı dediğimiz değerler arasında özsaygımız, özgüvenimiz, girişimciliğimiz, iletişim gücümüz, dünyayı algılayışımız ve birçok faktör gösterilebilir. Fiziksel varoluşumuz, kaygılarımız, korkularımız, sevinçlerimiz, toplum içindeki statümüzle ilişkilerimizi, nihayetinde, sahip olduklarımızla varlığımızı sürdürmeye çalışırız.
Bütün bu çabalar, beynimizde şablonlar -nöronal ağlar-oluşturur. İlk etapta bu şablonlar, karşılaştığı yeni bilgiyi işleyecek kapasiteye, anlamlandıracak düzeye diğer bir deyişle yeni bilgiyi işleyecek nöronal bağlantılara sahip değildir. Bu durumda, beyin iki şeyden birini yapar. Ya, zamanla, yeni nöronal ağlar (sinirler arası bağlantılar) kurarak, yeni bilgiyi veya değişikliği önce kanıksar, sonra kabul eder ya da var olan nöronal ağları koruyarak (aynı duygusal düşünce sistemimizi devam ettirerek) yeni bilgiyi "tehdit" olarak algılar. Tehdit olarak algıladığında, bu defa beynin (bireyin) önceliği, yeni şeyi "kendisine benzetmektir".
Birey, referansları kendi benlik algısı (değerleri) olmak üzere, farklılıkları, sahip olduğu değerlere benzeterek, kendisi için tehdit unsuru olduğunu düşündüklerini ortadan kaldırmak (kendisine benzetmek), uzaklaştırmak, ötelenmesini sağlamak ister. Bu farklılıklar, karşısındakinin düşüncesi, gelenek-görenek, örf-adet, din olabileceği gibi; olay, eşya hatta mevcut tehditleri kaldırarak (yol, köprü, barınak vb. yaparak) kendisini daha güvenli hissetmek üzere yeniden düzenlediği “çevre” bile olabilir.
Bu çabanın yakıtı, uzun zamanda elde ettiği değerleri, inançları; bireyin kolay kazanmadığı, onlar için uzun mücadele verdiği var olma öncülleridir. Sadece, zaman zaman stratejisi gereği, taviz verir görünüp, yine kendi benlik algısına hizmet eden davranışlarda bulunabilir.
Bireyin amacı, çevresindekileri (düşünce, bilgi, olay, mekan, davranış vb.) kendisine benzetme çabası ile diğer bireylerden gelebilecek tehditleri ortadan kaldırarak kendi fiziksel ve psikolojik güvenliğini sağlama çabasıdır. Bunun için de kendi algılama biçimine benzettiklerini (bireyleri, olayları, eşya veya çevreyi) yöneterek, kendi güvenliğini (tehditleri) denetlenebilir, yönetilebilir kılmak ister
Böylece, kendi düşünce sisteminde olanların sayısını çoğaltarak ve kendi benzerlerini yaratarak (örf-adet, gelenek-görenek, din, takım tutma, aynı siyasi görüş, aynı okuldan mezun olma, aynı ekolü/dünya görüşünü benimseme vb. ) hem kendi düşüncelerinde olan grubu korumayı hem de çoğaltılmış ve kendisine benzer bu grubun içinde "güvende" olmayı amaçlar. Kendisine benzetemediği zamanda ise tek yol, onu yıpratmak, çökertmek, dışlamak, nötr hale getirmek, ondan kurtulmaktır; yapabiliyorsa yok etmektir.
Erol
Bu yazı kesinlikle şu anda içinde bulunduğum duyguyu yansıtıyor.
YanıtlaSilÖğrenmek adına çıktığım yolda geldiğim noktada; aile bireylerinden hayatta kalan tek kişi olan annem başta olmak üzere, eş dost akraba olanların çoğu bu değişimimi onaylamıyor. Çoğunluk haklıdır prensibinden hareketle, beni kendilerine benzetme eğilimi içindeler.
Çok yobaz veya muhafazakar bir aile içinde büyümediğim halde, yazıda bahsi geçen nedenlerden ötürü ben empati kurabiliyorum ancak aynı davranışı annemde bile göremiyor olmak beni şaşırtıyor.
Halbuki babam hayatta olsaydı, onunla aynı fikirleri paylaşacağımıza ve aynı dili konuşacağımıza eminim. Zira onun da aynı süreci yaşadığını az da olsa hatırlıyorum.
Kalabalıklar içinde yalnız olmak duygusu gerçekten ağır, ama çıktığım yoldan geri dönmek ve eski düşüncelerle başbaşa kalmak çok daha ağır.