12 Ekim 2015

Beynimiz ve Biz: Rekabet ve Bencillik


REKABET VE BENCİLLİK; atalarımızdan genler vasıtasıyla gelir. Daha açık bir söylemle, doğuştandır. İçinde bulunduğumuz kültür vasıtasıyla, yine içinde yaşadığımız topluluktan optimum düzeydeki "çıkarlarımız" için gerek eğitim gerekse edimsel davranışlarımızla, bu davranışları (bencillik, rekabet vb.) yönetmeyi öğreniriz.

Rekabet ve bencillik kavramlarını, gündelik hayatta, davranışlarımızı engelleyen "kötü", ilişkileri bozucu birer davranış gibi düşünsek de, aslında onları, farkında olmadan günlük normal hayatımızda da kullanmaktayız. Söz gelimi, fikirlerimizin doğruluğunu karşı tarafa savunurken, bizi bu tartışmadan haklı çıkartmaya çalışan güdü "rekabettir". Keza, benlik algısı dediğimiz ve kendimizi tüm davranışlarımızla tanımlamaya çalıştığımız algının varlığını sağlayan da "bencilliktir". Diğer bir deyişle, kendi benlik algımızı korumak, başkasına karşı savunmak, hakkımız olduğuna inandıklarımıza sahip çıkmak; rekabet-bencillik gibi duygu/güdülerin bizdeki motivasyonel etkileridir. Eğer beynimizde rekabet ve bencillik dediğimiz bu davranış yapıları olmasaydı, gerek bireysel gerekse grup olarak varlığın devamı mümkün olmazdı.

Genellikle, bizlerde bulunan duygu, güdü ve benzeri davranış kalıplarımızı, günümüz için düşünür ve bu davranışlarımızı eleştiririz. Halbuki bugünkü bu davranışlarımızın, bundan milyonlarca yıl evvel, bugünkü doğa şartlarının ve toplum anlayışının, yaşam biçimlerinin olmadığı zamanlardaki varlığımızın nedeni olduğunu, bugün hala varsak, beynimizin bu yapısından kaynaklandığını pek düşünmeyiz. Söz gelimi rekabet, bundan on binlerce yıl ve daha da önce yakın mahallerde yaşamış grupların dağılmadan bir arada kalmasına neden olmuş olabilir. Rekabet, bireysel olduğu kadar, grup olarak da o grubun değerlerini başka gruplara göre savunarak ve üstün görerek kendi değerlerini ve dolayısıyla kendi gruplarını koruma duygusu olarak ortaya çıkmıştır. Bu davranış, sadece insanlara mahsus değildir. Gruplar halinde yaşayan primatların (maymun vb.) kendi alanlarını korumak için diğer gruplarla rekabet ettiğini, savaştığını hatta diğer grubun fertlerini öldürdüklerini biliyoruz.

Bu arada, "motivasyon" kelimesini gündelik hayatta "fayda" sağlayan, itici güç içeren davranışlar için kullanırız. Halbuki motivasyon kelimesinin anlamı "movere" kelimesinden gelip "harekete geçirici" demektir. Bunun da anlamı, varsayalım, bir kişiye zarar vermek -örnek olarak "dövmek"- için harekete geçiren beyin fonksiyonlarından olan bu itici güç de "motivasyondur". Çünkü, beyin kimyasalları, stres hormonları -adrenalin, kortizol- eylem için kişiyi harekete geçirmiştir (motive etmiştir).

FREUD'un ifadesiyle bu davranışlar İD'in bir işlevidir. ("Süperego" ve "id"in savaşımı sonunda ortaya "ego" çıkar, diğer adıyla "ben").

Diğer taraftan nörobilimsel olarak baktığımızda bu davranışların sebebi, DUYGUSAL BEYİN olarak tanımlayacağımız LİMBİK SİSTEMin bir parçası olan ve beynimizin her iki yarım küresinde, beyin tabanına yakın bulunan AMİGDALA olarak isimlendirilen bölümlerin işlevidir. Rekabet ve bencillik için amigdalanın bu işlevine; şakaklarımızın biraz üzerine ve beynimizin biraz derinlerine denk gelen İNSULA ve ayrıca yine gözlerimizin hizasında ve beynin önündeki iki oluşum olan NUCLEUS ACCUMBENS eşlik eder.

Daha açık söylemek gerekirse, bahsi geçen beyin bölümleri yoksa, rekabet, kıskançlık vb. davranışlar da yoktur. Rekabet ve bencillik davranışlarının üreteci olan bu merkezlerin olmaması demek, bireyin kendi varlığını savunamaz hale gelmesi demektir ki bu da kendi türünün sonu anlamına gelir.

Yukarıda da ifade edildiği gibi, bencillik, rekabet vb. davranışlarımızın merkezlerinin olmadığını varsaydığımız bir kişi, düşünebildiği halde, bu davranış biçimlerinin ne demek olduğunu algılayamaz, anlayamaz. Doğuştan görmeyen bir kişiye ışık kavramını anlatmak gibidir. Bunun anlamı, rekabet ve bencillik gibi davranış biçimleri beynimizin içine bizzat gömülü (işlenmiş/programlanmış) olarak doğarız demektir. Sonradan, çevremiz vasıtasıyla öğrenilerek, kazanılmazlar; düşüncemizin bir eseri değildir. Ancak, yukarıda da ifade edildiği gibi, çevrenin durumuna ve bireyin içinde yaşadığı toplumun tutarlılığına bağlı olarak ya baskılanır ve yönetilebilir hale gelir ya da daha fazla açığa çıkabilir. Bunun anlamı, doğuştan gelen bir potansiyel davranışın, kültür ve çevre tarafından işlenip, biçimlendiğidir.

Aslında, bu biçimlenmeye bağlı olarak; bencillik ve rekabet gibi kavramların ortaya çıkışına bakarak, bu tür davranış biçimlerinin doğuştan gelmediği, çevre tarafından "öğrenme" sonucu ortaya çıktığını düşünürüz. Bir başka deyişle, daha evvel rekabet ve benzeri davranış içinde bulunmayan, böyle bir davranışı sergilemeyen bir kişinin, iş dünyasına girdiğinde ve aldığı haz nedeniyle rekabet algısının bu kişide ortaya çıkmasını, rekabetin, bencilliğin vb. öğrenildiği için varolduğunu yani doğuştan gelmediğini düşündürür. Bu bir yanılgıdır. (Başka bir yazıda bu tür argümanların, çevre koşulları ile değil, aynısıyla "duygular" gibi doğuştan geldiğini, daha detaylı olarak aktarmaya çalışırız).

Bencillik ve rakabet gibi davranışları "kötü" birer davranış olarak algılamamızın, anlamlandırmamızın nedeni, zaten beynimizde varolan bu davranışları, kişinin yönetemediği, başkalarının güvenlik ve benlik alanlarını etkilediği, tehdit ettiği (zarar verdiği) durumlar içindir. Eğer, kültürel olarak (yetişme, yetiştirilme/eğitim) bu duygularımızı yönetemez hale gelirsek, bu defa, toplum tarafından dışlanma riski doğar.

Tabii ki, kıskançlık, rekabet, bencillik gibi kavramların çevre tarafından (eğitim, yetişme, yetiştirilme vb.) aynı derecede baskılanabileceği, yönetilebilir hale geleceğini söylemek doğru değildir. Çünkü, bu davranışların eğitime rağmen ne derece baskın veya ne derece yönetilebilir olacağı yine bu davranış programlarının genlerle gelen işlevsel baskınlığına bağlıdır. Aynı eğitimi alan iki kişinin, birinde etkili olan bir eğitim, diğerinde beklenen performansı göstermeyebilir. Bu, bir bakıma, bir kişiye iyi gelen penisilin ilacının bir başkasına alerji yapması hatta öldürmesi gibidir. Zaten bu farklılıklar bizi diğerimizden ayıran davranış ve düşünme biçimine iter. Ve biz buna KİŞİLİK diyoruz. Aksi halde hepimiz tek kalıptan çıkmış robotlar olurduk.

Özetlersek, genlerimizle gelen bu işlevlerin geçmiş bin hatta milyon yıllarda atalarımız için bir işe yaramış olmalı. Belli ki, bunun nedeni, o zamanki atalarımızın var olması ve varlığının devamı hatta bizlerin bugünkü varoluş nedeni, gerekli bir fonksiyon ve evrimsel sürecin bir parçası olarak ortaya çıkmış olduğudur.. 


Günümüzde, düşünen bir beyne sahip olduğumuz halde, hala bu savaşlar, kavgalar, anlaşmazlıkların nedeni evrimsel sürecin bugünkü izleri olabilir mi? Thomas Hobbes bunun cevabını yazının başında da belirttiğimiz üzere çok yıllar önce vermiş. 

Peki bu bir kader mi? Kavgasız ve savaşsız bir dünya için ortak çıkarlarımızı gözeten bilinçli düşüncelerimiz, evrimin neden olduğu bu güdünün  üstesinden gelene kadar, çok uzun yıllar, bu böyle devam edecek gibi görünüyor. Aslında bu savaşlar, düşüncelerimizin, kendi benlik algımızla savaşımından, hala evrimsel sürecin bizi düşüncelerimize rağmen kontrol eden argümanlarının eseridir. Çünkü bu argümanlar, bizi başkalarından farklı kılarak bu savaşa ve anlaşmazlıklara iten gelenek, görenek, örf, adet, din gibi kavramların korunmasına dolayısıyla bu olguları savunmaya itmektedir. Bu da,  "irademize rağmen" daha barışçıl bir dünya için bilinçli düşünmemize engel olmakta, düşünce biçimimize, bilincimizden bağımsız olarak "egemen" olmaktadır. Daha açık söylemek gerekirse, evrimsel süreç, hala günümüzde de irademize hakim olup bizi yönlendirir görünmektedir.

Yazımızı, bazı düşünürlerin sözleri ile bitirelim.
İyi ahlak için iyi yasalar gereklidir. Yasalar da iyi ahlak olmadan korunamaz.
Niccolo Machiavelli

Herkes ahlaklı olmayınca, hiç kimse tümüyle ahlaklı olamaz.
Herbert Spencer

Devletler kanunla değil, ahlakla daha iyi yönetilir.
Sokrates
Erol

2 yorum:

  1. https://m.youtube.com/watch?v=RPMMdqQ31fU

    bu yapilan arastirmada insanlarda sadece rekabet ve bencillik degil yardimseverlik ve adalet duygusununda dogustan oldugunu gosteriyorlar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız Sayın Bertie Botts.

      Daha da özet bir deyişle, bugün, adına ahlak dediğimiz ve kültürel olarak çeşitlendirdiğimiz, başkalarıyla olan ilişkilerimizin tümünün "kökeni" doğuştan gelir. Bir başka deyişle, bu kök bilgileri sağlayan ve üzerine ilişkilerimizi bina ettiğimiz "temel" doğuştan gelir. Daha da açık bir deyişle, sonradan davranışlarımızı oluşturacak bilgilerin toplandığı nöronal bağlantılar hazır bir şekilde doğarız. Bunun anlamı, doğduğumuz anda beynimizin içinde (nöral bağlantılarda), "kök" bilgi olarak "iyi" ve "kötü" davranış bilgilerinin varlığının mevcut olduğunu söylemek demektir. Daha sonra, yetişme şeklimize bağlı olarak bu türden bilgiler, aileden başlamak üzere, çevre ve kültürel etkilenme ile bazıları bastırılır, bazıları güdük kalır bazıları da olabildiğince açığa çıkartılır. Sonradan oluşan bu davranış ve hatta düşüncelerin tümüne "ahlak" diyoruz. Elbette ki doğuştan gelen bu bilgilerin bir önceki kaynağı olarak da genleri göstermek gerekir. Yani, ahlaka ait ilkel bilgiler atalarımızdan bizlere, genler vasıtasıyla taşınıyor demektir. Ve bu tür bilgilerin daha dar anlamına ait olanları hayvanlarda da vardır. Bunun anlamı, daha dar anlamdaki "ahlak" hayvanlarda da vardır demektir.

      Katkınız ve ilginiz için teşekkür ederim.

      Sil