28 Ekim 2015

Işık Ergüden: Yazma Duyguları

Yazmak, kovalamacadır: Yazma anından yazamamaya geçişin gerilimini taşıyan ruhsal sürükleniş, hem de sözcüğün, sesin büyülü ve gerçeküstü çağrışımlarla insanı emişi, içine çekişidir. Tek bir sese indirgeninceye dek ufalanan sözcüklerin çekim gücü öyle bir dolambaç yaratır ki, burada sürüklenmek şaşkınlık verici bir paralanmayı, yara bere içinde kalmayı göze almak demektir. Dolambacın sonu, güçlü merkezkaç akımlarınca belirsizleştirildiğinden ne bir izlek, ne bir konu: Belirgin hiçbir şey yok.

Önbelirlenimsizdir yazmak. Başlangıç itkisi derinlerden, alt-katmanlardan sıyırtan ve yaşantı yüzeylerine değdikçe kırılan, silik bir duygu; günler, aylar boyu süren yazma süreci ağrılı, bunalımlı bir yolculuk. Uykudan kaldırıp not aldırtan bir doğum sancısı taşınır yol boyunca ve her adım bir belirsizliği tamamlamaya yönelir: Yazının art-ülkesini. Burası ilintisiz, kopuk motiflerin, aykırı imgelerin, uyumsuz renk ve seslerin üst üste yığıldığı ve bu birikinti çevrintisinde görülmez bağların kurulduğu bir alandır. Kendisi ve öteki olabilen yazar, buraya sığan yaşam kesiklerini birbirine eklemleyip durur.

Düşünülen ve tasarlananla kâğıda dökülen arasındaki uzaklık: Yazma bunalımı. Yazara, yaşamı izlettirip kurgulattıran, yaşamla kendi arasına koyduğu uzaklıktır. Yaşarken, izlediklerinin ağırlığı altında acı çeker yazar ve gözlemci olmaktan kurtulmak için seçtiği yazma eylemi ile daha sancılı bir uzaklığın boşluğuna yuvarlanır bu kez. Kâğıtta biçimlenen ses ve sözcükler birden devinim kazanır, kımıldamaya başlarlar... Düşünülenle yazılanın aynılaşamayacağını bile bile, seslerin ve sözcüklerin ardında girişilen bu engelli koşuda gerçekleşecek olan güzellik değil, yazarın varoluşudur; güzel olan, eylemin kendisidir.

Düşünülenle yazılan arasındaki göreceliğin ilk çıkarımı beğenmemek olduğundan, gerçek bir isyancıdır yazar: Sözcüklerin otoritesine başkaldırır. Onların sıradüzenini bozup, arzuladığı düzensizlikte kurgulamak ister metnini. Oysa her fırsatta yazının gözeneklerinden akıp gider, kıvamsızdır sözcükler. Bu yüzden yinelendikçe, beğeninin kaygan sınırlarında eriyen bir eylemdir yazmak: Hep bir sonrakine iten, önceki yazılandan kopuş arzusu. Oysa kopamamaktır yazarın yazgısı. Yazdıklarınca kuşatılmıştır: Aktığı ırmağın kılcal damarlarını görür; aynı renkler, aynı sesler uzak bir boyutta, geniş aralıklar ve kesintilerle, kopukluklarla yinelenir. Yazma eyleminin ikinci duygusudur sıkıntı.

Üçüncüsü, en ürküncüdür: Nefret. Yazmanın yinelenen niteliği, yazar için tuzaktır artık. Sözcüklerin ve seslerin kapanı işlemeye başlar: Bebeğin gövdesinin bilincine varması gibi adlandırdıkça bütünleşilir. Yazar ve yazan, karşılıklı mallıklanma sanısına kapılırlar: Olağanüstü bir köleliktir bu. Her şey sıfırlanır; metne bakış, insanın kendi eli ya da kolu karşısındaki ilgisiz tavra dönüşür, etkisiz bir varoluş yaşanır, hiçbir değer yargısı ortaya konamaz. Anlamsızlık, çok-olabilirlik karşısında yazar, hızla ölçüt yitimi yaşar: Meme yabancıdır, bulanık bir bilinçle yaklaşır sözcüklere; her ses ürkütücü bir sonsuzluk ve mutlaklıkla durmaktadır karşısında. Sözcük isyancısı, nefretle kaçar sözcüklerden, dokunamaz. Yan yana getirdiği, dizdiği, eklediği, kırdığı sesler törpüye gelmez evrensel bir ölçütle meydan okumaktadırlar yazara. Kendi yaratısının rastlantısallığını kutsamasını, önünde secdeye kapanmasını isterler ondan.

Edilgen bir isyancıdır artık yazar. Beğenmez, küçümser ama aynı zamanda umarsızca tükenir: Dokunamaz sözcüklere. Bir kez daha okumaya bile katlandırtmayan bir nefretle zamanın ve başkasının gözünün tanıklığına terk edilir yazılan her şey. Yazdıkları, geçmiş zamandaki kendisidir.
Yazarı zenginleştiren, elenmiş bir duyarlılık kazandıran bu duygusal gerilimleridir: Deneysel yaşantıların yorgun delisidir yazar; her gün yeniden başkaldıracak denli yürekli... "Varlık ile hiçlik" arasında kurulu yazı salıncağında sallandıkça, kendini gerçekleştiren her insan gibi, parça parça intihar eder o da...

Yazmak; ses ve söz bağlamlarının yeniden kurulduğu, sonsuz olasılıklı bu oyun, alfabenin yüzlerce yıllık sınırlanmışlığıyla alay etmektir.

Onca yazılanın ardından hâlâ yeni sözcük bağlantıları kuruluyorsa, bu, yazı buzdağının tüm kaçak sözcüklerinin, yasadışılığının, düşünülenle yazılan arasındaki o gözemli boşluğa sıkışmışlığı sayesindedir. Çünkü; YAZMAK, YAZAMAMAKTIR.

Işık Ergüden,
Temmuz 1989

1 yorum: