Toplum dediğimizde aklımıza, birlikte yaşayan insan sürülerinin tasviri çizilir. Oysa soyut isimler çoğu zaman beynimizde olduğundan çok daha farklı işlevlere sahiptir. İnanların ürün değiş tokuşu yapmaları gerekir ve bunun için de ekonomiye ihtiyaçları vardır. Ayrıca birbirlerini anlamak için bir de dile ihtiyaçları vardır. Ticari ilişkilerden ve iletişimden kaynaklanan sorunlar belirli kuralları gerektirir. Bu kuralları çiğnemeye karşı yaptırımlar için yasalar ve kanunlara ihtiyacımız vardır. Böylece toplum, bireylerin oluşturduğu bir kalabalık olarak değil; karmaşık ilişkiler bütünü olarak tasvirlenir.
Toplumsal yapının çökmemesi ve sürdürülebilmesi için çeşitli görüşler öne sürülmüştür. Bu anlayışı öne çıkaran klasik analiz Thomas Hobbes’a aittir. Hobbes, bireylerin yapaylıkla alakalı olmayan bir “doğa durumu” sonucu toplum oluşturdukları varsayımından başlar. Doğada herkes herkese karşı savaş halindedir ve “insan hayatı yalnız, yoksul, kötü ve kısa sürer”. İnsanlığın bu durumdan kurtulması için iki görüş öne sürülmüştür. İlki; insanların bir araya gelerek ortak bir politika dahilinde yaşamalarıdır. Bu konudaki görüşünü şöyle yorumlamıştır;
“Sanki insanlar, Doğa durumundan vazgeçerek topluma girdiklerinde, biri dışında hepsinin yasaların kısıtlamaları altında olmasında anlaşıyorlar; bu biri ise artan gücü, cezadan muaf ahlaksızlıklarıyla Doğa durumunun tüm özgürlüğünü hala muhafaza edebiliyor. Bu, insanların kokarcaların veya tilkilerin kendilerine verebilecekleri kötülüklerden sakınmaya çalıştıkları halde aslanlar tarafından yenilmekten memnun olacak kadar aptal olduklarını düşünmektir.”
Hobbes’un ileri sürdüğü diğer görüş ise; onları yönetebilecek konumdaki bir egemene baş eğmeleridir. John Locke, bu konuya dair yorumunu şu şekilde açıklamıştır;
“Herkesin herkese karşı savaş halinde olduğu basit doğa durumunda… Bir ahit yapılırsa, bu ahit herhangi bir makul şüphe halinde geçersizdir… Çünkü ilk önce ifa eden taraf diğer tarafın daha sonra ifa edeceğinden emin olamaz; sözlerin bağları insanların hırsına, tamahına, öfkesine ve diğer tutkularına gem vuramayacak kadar zayıftır… Dolayısıyla, ilk önce ifa eden, kendini düşmanın ellerine bırakmakla kalır.”
Hobbes’un öne sürdüğü doğa durumunda hiçbir karşılıklı güven blunmadığı için, asgari bir toplum ilişkisinin kurulması ve sürdürülmesi olanaksız kalacaktır. Denildiği gibi “sözlü vaat sözde kalır” ama Hobbes’un toplumunda “yazılı vaat bile sözde kalır”.Şu anki toplumumuza baktığımızda ise, bizlerin Hobbes’un bahsettiği kadar vahşi ve güvenilmez bir yer olmadığını gözlemliyoruz. İnsanın doğasında var olan “kendi çıkarını düşünme” nasıl bu denli bastırılmıştır?
Kır kurtlarına baktığımızda, kendi çıkarı adına hareket edip sürü arkadaşına ölümcül bir saldırıda bulunan kurtların, olaydan diğerlerinin haberi olduğu taktirde sürüden atılarak dışlandıklarını gözlemleyebiliriz. Çünkü sürü halinde yaşamak onların avantajınadır ve buna dahil olmayanlar tehlike olarak görülür. İşte bizim dayanışmamız da aynı bu düşünceyle gelişim göstermektedir. Zamanla, vahşi bir toplumdan dayanışmacı bir topluma geçmemizin sebebi, işbirlikçi bir evrimin gerçekleşmesidir. Darwin de bu konuya dikkat çekmiştir;
“Unutulmamalıdır ki yüksek bir ahlak standardı her bir bireysel insana ve çocuklarına aynı kabilenin diğer insanları karşısında çok az yarar sağlamasına ve hiç yarar sağlamamasına rağmen, iyi donanımlı insanların sayısındaki artış ve ahlaki standartlarındaki ilerleme bir kabileye diğeri karşısında kesinlikle önemli bir avantaj sağlar. Bir kabile büyük sayıda vatansever, cesur sadık, duygudaş ve birbirine bağlı üyelere sahipse onla birbirlerine yardım etmeye, ortak iyi için kendilerini feda etmeye hazır olacaklardır; bu kabile hiç kuşku yok ki diğer kabilelere göre daha başarılı olacak ve onları yenecektir. Bu doğal seçilimdir.”
Darwin’in bu sözleri, uzun süredir savunduğu görüşleriyle çelişiyor gibi göründüğünden, birçok kez tartışma konusu olmuştur. Oysa ortada hiçbir tutarsızlık yoktur; savaşta en saldırgan ve savaşçı olanların hayatta kaldığını öne süren teori, genlerin hayatta kalmaya yönelik yatkınlığını öne süren bir eğilimdir. Daha önceleri hayatta kalmanın yolu bu savaşçı kişilik olsa da değişen zaman ve ortamarla ilgili yeni şartlar dayanışmayı ve işbirliğini gerektiriyorsa, bu durumda en kötüler elenerek gelişim devam edecektir.
O halde neden hala toplumumuzda işbirlikçi olmayanlar mevcut? Doğal seçilim, insanları bu şekilde eleyerek ilerliyorsa neden hala kendi çıkarını düşünenler var?
İnsanlığın bu güne gelmesinde aktif rol oynamış olan evrimsel süreçler, tek bir formda düşünülemez; tek bir karakteristik özelliğe sahip olamayacak kadar karmaşık bir beyin ve milyonlarca dış faktöre sahibiz. Bu nedenledir ki, insanların işbirliği kurması gereken yerde bir araya gelmişler, fakat olması gereken bir zaman diliminde kendi çıkarlarını düşünerek diğerinden bir adım ileri geçmişlerdir. Bu şekilde işleyen “kısasa kısas” sistemi hepimizi bir arada tutabildiği gibi bunu asırlarca sürdürmeyi başarmıştır.
Neviens Nobody
0 yorum:
Yorum Gönder