Omar, Waj, Barry ve Faisal adında dört adam, cihat adına şehirde büyük bir eylem gerçekleştirip ses getirmek, aynı zamanda şehit olmak istemektedirler. Ama ne sabit bir planları, ne de seçtikleri bir hedefleri vardır. Omar ve Waj, kendilerini ispatlamak için Pakistan’daki eğitim kampına giderler. Ancak işler umdukları gibi gitmez ve bir dizi sakarlığın ardından apar topar İngiltere’ye geri dönerler. Bu arada Barry, davaları için ışık gördüğü genç Hassan’ı da ekibe dahil eder. Uzun tartışmalar, sakarlıklar ve başarısızlıkların ardından, katılımın yüksek olacağı kostümlü maratonun eylemleri için bir fırsat olduğunu düşünerek harekete geçerler.
İngiltere’nin dizi sektöründe yapımcılık, yönetmenlik, senaristlik, bestecilik ve oyunculuk (The IT Crowd dizisinden Denholm Reynholm olarak hatırlanabilir) yapan Christopher Morris’in yönettiği Four Lions’ın senaristleri ise Morris ile birlikte Jesse Armstrong, Simon Blackwell ve Sam Bain’den oluşuyor. Bu insanların komedi dizilerinde edindikleri alışkanlıklarını ve tecrübelerini Morris’in yönetmenliğini yaptığı ilk uzun metraj Four Lions’a aktardıkları çok belli. Zira film gerçekten komedinin hakkını veriyor. Ama komedinin konusu bir grup Müslüman intihar bombacısı ve onların gerçekleştirmek üzere olduğu terör eylemi üzerinden ilerleyince ister istemez bazı algılar hassaslaşıyor. Yine de filmin düşülmesi muhtemel çeşitli tuzaklardan başarıyla sıyrılan zeki senaryosu bu eylemlerin mantıksızlığı üzerine sözünü sakınmayıp haklı olarak bu insanların aptallığından dem vurduğu gibi, sıklıkla onları sempatik kılan saflıklarını ön plana çıkararak insanı bir boyuta da geçiyor.
Terör eylemcilerinin aptallıklarının ırkı, dini, milleti olmadığına dair genel bir duruşa sahip film, eleştirelliğini mizahla ustaca şeffaflaştırıyor. Tabii radikal dinci kesime bakışı oldukça cesur ve o yönde bir alınganlığı da haklı olarak fazla umursamıyor. Ekibin en zekisi ve lider konumundaki modern bir Müslüman olan Omar’ın iyi bir işe, huzurlu bir aile ortamına sahip olduğu halde neden böyle bir eyleme ihtiyaç duyduğunun açılımı tam olarak yapılmasa da, özellikle yapılacak eylemin teori ve uygulama aşamalarında yaşanan süzme salaklıklar bile kara mizah dinamiğine hakim. Eylemin ses getirmesi ve ılımlıların radikalleşmesi için cami bombalamayı savunan Barry, interneti havaya uçurma fikrini öne süren Waj, kargaların üzerine bomba bağlayıp onları Yahudilerin yoğun olduğu gökdelenlere uçurmak isteyen Faisal ve intihar bombacılarını rock yıldızları gibi sevdiğinden sonunu düşünmeden onların arasına giren rapçi Hassan’dan oluşan ekiple Omar’ın işi çok zor.
Çok komik esprilerle, güncel politik göndermelerle, absürde varan diyaloglarla, sebep-sonuca dayalı hararetli ve komik tartışmalarla süren film, en çarpıcı eleştiri yöntemlerinden birinin mizah olduğu gerçeğini bir defa daha kanıtlıyor. Sanıldığının aksine İslam’ı değil, İslam’ı kendi politik çıkarları uğruna istedikleri gibi yorumlayanları ve bu sevimli çete gibi milyonlarca saf ve temiz Müslümanı boş vaatlerle kandırıp kötücül amaçları doğrultusunda beyinlerini yıkayanları yeriyor. Bunu yaparken kör göze parmak sokmayıp, doğrudan hedef göstermiyor. Mesela Barry’nin, “kadınlarımız artık bize dikleniyor, enstrüman çalan insanlarımız var, İslam çöküyor” gibi serzenişlerde bulunduğu senaryo seyircinin bunu tersten okuyacağını bilerek hareket ediyor. Bu gibi yobaz çıkışlar ya da mantıksız fikirler Omar’ın mantık duvarına takılıyor. Onun bir terörist olma motivasyonunu ise batı emperyalist kültürü ve onun dayatmalarının şekillendirdiği fikrine dayandıracağız artık.
Waj’in çocuksu saflığı da, adeta bir peygamber gibi gördüğü Omar’ın yönlendirmelerine muhtaç. İçlerindeki tek “beyaz” İngiliz Barry’nin liderlik ihtirası da Omar’ın karşısında saf tutmakta. Davasına kilitlenişinin altyapısı pek iyi oturtulmamış Omar ise kendi öz kardeşinin koyu dindarlığıyla alay edebilecek kadar çağdaş bir Müslüman. İşte filmde aynı dine mensup, ama farklı biçimlerde yorumlanan yaşam tarzlarından hareketle İslama dair ön yargılara yönelik bu komik yaklaşım, altında daha derin anlamlar saklıyor. Omar’ın Waj’a eylemi gerçekleştirirken aklıyla değil kalbiyle hareket etmesi gerekliği üzerine yaptığı kafası karışık konuşma, son dakikaya kadar bu eyleme mantıklı bir kılıf aranması (ama bulunamaması), bu insanların paramparça olmuş bir karga veya koyun aklıyla eş tutulan eylem bilinçleri hep bir şeyler söylüyor aslında.
Özellikle Riz Ahmed, Nigel Lindsay ve Kayvan Novak’ın yıldızlaştığı Four Lions, Riz Ahmed’in hayat verdiği Omar tiplemesi ile (biraz çelişkili de olsa) filmin yoğun komedi atmosferinde ayakları yere basan ve bu sayede dramatik incelik de barındıran bir farklılık taşıyor. Her şeye rağmen Four Lions’a öncelikli olarak komedi gözüyle bakmak gerekiyor. Ama In The Loop’un Oscar adayı olmuş senaristleri Jesse Armstrong ve Simon Blackwell’e ait, muhteviyatında önemli şeyler saklayan zeki ve kaliteli bir komedi bu. Eylem öncesi değişik zamanlarda kaydedilmiş video kayıtları sırasındaki tüm konuşmalar, Faisal’ın 3 yıl boyunca nasıl likit peroksit stokladığını anlattığı sahne, ekibin Hassan ve komşuları Alice’i evde yakaladıkları bölüm, çatıdaki iki keskin nişancının hedefleri üzerine yaptıkları tartışma ve daha pek çok an, kendi gülme efektinizi kendinize yaptıracak kadar eğlenceli. Four Lions, “uzun zamandır iyi bir şeylere gülmedim” diye düşünenleri memnun etmeye talip şahane bir komedi.
0 yorum:
Yorum Gönder