Unutmak ve Hatırlamak -1

Yorum Yok
 Unutmayı Unutmak

Unutmanın kendisi unutulduğunda, her şey hatırlanacaktır. Geriye hatırlanmayacak tek bir şey kalacaktır: "Unutmak". Unutmak hatırlanmadığı için her şey hatırlanamamış olacaktır. Kişi, sürekli olarak tek bir şeyi hatırlamak isteyecektir: Nasıl unuttuğunu. Ancak o aşamada esasen bir unutma içinde olacaktır. Tek bir şey dışında her şeyi hatırladığını sanan bu kişi, hatırlamaya çalıştığı şeyin unutmak olduğunu hatırlayınca, aslında "unutmak" eylemini unutmadığını fark edecektir. Çünkü "unutma"yı unutmuştur.

Hatırlamayı Hatırlamak

Paradoksun bu diğer kanadının daha karanlık olduğunu söylemek gerekir. Elimizin içinde her şeyi bilen bir varlık olsun. Bu varlığın bir şeyleri hatırlaması söz konusu mudur? Neyi hatırlayacaktır? Her şeyi bilmek, hiçbir şeyi unutmamak anlamına mı gelir? Eğer öyleyse bir şeyi bilmek, onun hatırda olması demek olmalıdır. Hatırlamak bilinenin yüzeye çıkması ise, öğrenilmiş hatta edinilmiş olsa dahi hatırlandığı ana dek hiçbir şey bilinmiyordur denilebilir mi? Küçük bir girişten sonra kafalar karıştığına göre, bu kısmı biraz açalım.

Neredeyse hiçbir insan, hayatının 91. gününün öğleden sonra saat 16:28’i gösteren noktasında dünyada tam olarak nerede bulunduğunu ve ne yaptığını dış bir destek olmaksızın hatırlayamayacaktır. Buna karşın “ilk yaşımızda hangi şehirde olduğumuz” gibi yüzeysel bir bilgiyi genellikle bir şekilde bilir ve anımsarız. Bu çok makro bir bilgi olmakla birlikte bilgide detaya inildikçe hatırlamanın güçleşmesi beyinde uzun süreli belleğin verileri depolama üslubuyla ilişkilidir. Bilgiyi işlemleme kuramı kabullerine göre, beyinde yeni bilgiler daima eskileriyle etkileşime sokularak kaydedilir ve işleme alınır. Şöyle ki, bir dağ bisikletinin efor sürüşü tekniklerini öğrenebilmeniz için bisiklet kavramına dair temel pedal prensiplerini biliyor olmanız gereklidir. Bir dağ bisikletine bindiğiniz anda bu bilgiler belleğin ana basamaklarından olan işlemsel / işlevsel bellekten (working memory) seçilerek ön plana çıkacak ve aktive olacaktır. Bu aktivasyon, içlerinde elektrokimyasal veri iletimleri gerçekleşen nöronların kolonal halde işbirliğiyle çalışması ve çok alanlı bir etkileşimle olmaktadır (Beyinde yaklaşık olarak yüz milyar sinir hücresi bulunmakta ve her bir sinir hücresi ~15.000 başka sinir hücresine ağ formunda bağlı haldedir).

Bisiklet sürmeyi biliyoruz. On yıldır bir kez dahi bisiklete binmemiş olalım. Ancak çocukluğumuzda çokça sürdük ve pratiğimiz var. Şimdi ise bir dağ bisikletine, hem de ilk kez olmak üzere bineceğiz. Hemen bisiklet dinamiğine ilişkin (elbette çocukluk bisikletimize ilişkin bilgiler) omuriliğimizde kayıtlı motor hareketleri yüzeye çıkaracaktır. Dağ bisikletine ilişkin tek bilgimiz, deneyimlediğimiz küçük bisiklet mekanizması ve ona ilişkin kurallardır. Ancak bu kuralları bile uzun zamandır kullanmamıştık. Peki o ana dek temel pedal prensiplerini “hatırlamıyorduk” diyebilir miyiz? Örneğin üç sene önce bir ağustos akşamı limonata içerken de bisiklet sürmeyi biliyor muyduk? Kritik nokta şu: Gün yüzüne çıkamadığı müddetçe bir bilginin değeri nedir? Körelerek tamamıyla yitirilen sayısız bilginin de varlığı dikkate alınırsa, hiç hatırlanmayacak olan bir şeyin bellekte varlığı ne ile tanımlanmalıdır? “İnsan hatıralardan ibarettir.” aforizmasına akla geliyor. Akla geliyor mu dedim?

Başka bir örnek daha. Elli yıl boyunca oyuncaklarını bir kez dahi görmemiş ve yarım asır sonra odasını toplarken yatağın altındaki oyuncaklarını bulmuş birini düşünelim. Oyuncakları arasında da turuncu bir araba görmüş olsun. Bu kişi, hayatının geride kalan elli yılı boyunca bu arabayı görmemiş, üzerine tek bir şey düşünmemiş, arabayı ona anımsatacak hiçbir dil bağlamı içinde bulunmamış olsun. Şimdi o gün öyle bir şey oluyor ki, yatağının altından çıkardığı turuncu oyuncak arabası, onu tam elli yıl öncesine ışınlayan bir tüpe sokuyor adeta. O oyuncağı nasıl oynadığını, o yaşlarını ve diğer oyuncakları arasında onu ne kadar çok sevdiğini yoğun bir şekilde anımsayabilir. Elli yıldır üzeri bir defa bile açılmamış bir anılar demeti, yaşlı bir zihni tüm canlılığıyla kuşatabilir. İşte özünde beyinde tetiklenen bu şiddetli anı çağırma impulslarının (itkilerin) sebebi amigdaladır. Beynin her iki yarıküresinde bulunan, ismini bademden alan ve badem biçiminde fakat biraz daha büyükçe bir beyin bölgesi olan amigdala, tehlike, öfke, şiddet, coşku, korku gibi kuvvetli hormonal dönüşümlerin denetimini sağlayan ve duygudurum kayıtlarına ilişkin anılar dahi oluşturabilme potansiyeline sahiptir. Özellikle ağır fiziksel veya psikolojik travmalarla birlikte kayıtlı olayları hatırlama eyleminin önemli bir bölümü amigdala aktivasyonları sayesinde gerçekleşmektedir. Şimdi bu kısa bilgilerden sonra sorumuza geri dönebiliriz. Bu yaşlı kişi oyuncağını bütünüyle unutmuş muydu? O yatağın altına bakmasa belki de turuncu arabası onun için asla var olmayacaktı. Çünkü bu tarz öznel anılar kolay kolay başkaları tarafından hatırlatılamazlar. Doğrudan zihne düşemeyeceği gibi, birinin ona “senin turuncu bir araban vardı” gibi bir tümceyi  yöneltmesi çok zor olacaktır. Yıllar içinde defalarca oyuncak arabalar görmek, hatta turuncu olanlarını görmek dahi bu anıyı ortaya çıkarmayabilir. İyi düşünün, hepimizde belleğimizin derin kuyularına çoktan gömülmüş olan sayısız nesne, kişi ve olay bulunduğunu fark edeceksinizdir. 

Ontolojik tartışmaların önemli bir kısmının temelinde, algılanan obje veya kavram algılanmadıkça, o objenin süje için var olmadığı görüşü yatmaktadır. Buna göre bir şekilde bilgisine erişemediğim bir dağ, benim için hiç var olmamıştır. Hatırlanmayan şeyler hatırlanana kadar var olmazlar diyeceksek, yazının en başına dönmenin vakti geldi de geçiyor belki de: Tanrı-lar.

Her türlü konuda her şeyi bilen, bildiğini bildiren, bilmediği hiçbir şey olmadığı ve hatta ‘bilmek’ eyleminin başlangıcını dahi bildiğini iddia eden tanrılarımız. Basit bir çıkarım sonucunda bu her şeyi bilen tanrının, varoluş kavramı öncesini dahi bilmek zorunda olduğu, varoluşun geleceği ve dahası biteceği noktayı da bilmesi gerektiği ortaya çıkacaktır. Bu kadar devasa bilişler içinde süzülen bu tanrı yığını için sorgulamaya değer bir şey var. Tanrı bir şeyi hatırlayabilir mi? Hatırlamak unutmuş olmayı şart koşan bir eylemse, tanrı bir şeyi hatırlamak için önce onu unutmak zorundadır. Tanrının unutacağı bir nesne, kavram veya olay nereye gidecektir? İşte bu soruların içinde düğümlenen an: Hiçbir şeyi unutmuyor olmak, hiçbir şeyi bilmiyor olmaktır. Bilinen, doğası gereği unutulmak (en azından detaylarını kaybetmek) zorundadır. Bu konuda genellikle tanrısal mertebedeki bilme ve bilişin, insanın pozitivist mekanik bilişi üzerinden açıklanamayacağı ; tanrının bilime, biyolojiye veya nörolojiye sığmayacağı söylenegelir. Ama ne hikmetse tüm mucizeler bir hatırlatma-dır. Tanrı sürekli olarak insanlara insan anatomisi çerçevesinde hatırlatılır ve bu, materyalist evrene bağımlı bir hatırlatmadır. Savunulan şey bu denli kutsal, bu denli olağanüstü ve materyalötesi olarak betimlenirken onunla bağ kurma yollarının (fiziksel eylemlerin sevap-günahlara denk gelmesi, fiziksel eylemlerle yapılan ibadetler, fiziksel bir enerji olan ses ile dua etme, kalp gözü veya erme sanılan ancak aslında beyin zarında düşünce itkileri ve impulslardan ibaret olan ‘kendini tanrıya adama’ vb.) tamamı gayet de materyalist dünyayı açıklayan, ancak bu düzlemin inceleme aracı olan gerçekliklerdir. Varoluşumuz gereği veya değil, kaçınılmaz veya tercihen; eğer kutsal olan materyal yöntemle açıklanıyorsa o bir materyaldir. Kutsal olan her şekilde materyaldir çünkü bizzat dil, ve onu oluşturan ses fiziksel bir olgudur. Moleküller havada salınır ve titreşirler. Tanrı, özünde sesle övülür. Tanrının hatırlanarak yad edilmesi, zikredilmesi, bu seslerden beyindeki eylem tasarılarına kadar ezelden beri materyal olmuştur. İşte tanrı fikri. İnsanın fizikötesinde olduğunu iddia ettiği şeyi fizikle açıklama gayretinin bitmek bilmez çilesi. İman eden bir kimse, kutsal olan ile kurduğu her ilişkide bu işlemlerin hammaddelerini aklına getirebilirse en azından fizik tanrısını memnun edebilecektir. Bu arada yine aklına getirmek mı dedik?

Öyle ki sapiens sapiens, kendisini tanrının yatağı altında unuttuğu fakat bu kez sonsuza dek bulamayacağı turuncu oyuncak arabası olarak düşlediği anda gerçek tanrıyı hatırlayabilecektir.

Buranuna
Bu yazı, Buranuna'nın blogda yayımlanan ilk yazısıdır. Kendisine hoş geldin diyor, birlikte daha nice ve uzun çalışmalar diliyoruz.

0 yorum:

Yorum Gönder