İnançlıların En Yaygın 15 Yanılgısı

23 Yorum
1) Tanrı kavramının “ilk sebep” problemini çözdüğünü zannetmek
Tanrı’nın, nedenler zincirinin sonsuzluğu problemini çözdüğünü zannetmek çok yaygın bir yanılgıdır. İlk şey evrenin ortaya çıkışıysa, evrenin sebebi Tanrı’dır demenin nedenler zincirini bitirdiği zannedilir. Halbuki, bu noktada sorulabilecek “Peki Tanrı’nın sebebi nedir?” sorusu çok yerinde bir sorudur. Bu soruya, şartlanmış bir şekilde, “Tanrı’nın sebebi yoktur” veya “Tanrı kendi kendisinin sebebidir” derler.

Fakat bu bir açıklama değildir. Çünkü eğer bir şey sebepsiz olabiliyorsa, ya da kendi kendisinin sebebi olabiliyorsa, o zaman bu kişi evrene niye sebep aramaktadır? Belki sebepsiz olan, veya kendi kendisinin sebebi olan şey, evrenin kendisidir. Eğer evrene bir sebep aranması gerekiyorsa, Tanrı’ya neden bir sebep aranması gerekmediğini açıklaması gerekir bu argümanı sunan kişinin. Aslında biraz objektif baksa, Tanrı açıklamasının evrendeki nedenler zinciri sorununa bir çözüm getirmediğini, yapay bir açıklama olduğunu ve aslında bir şey açıklamadığını görecektir. Bu argüman mantıksal olarak çelişkilidir ve ciddi felsefi tartışmalarda kullanılmaz. Fakat günlük hayatta karsılaştığınız ortalama bir inançlının en çok başvurduğu argümanlardan biridir.

2) “Tanrı bilinmezdir” demek, ama Tanrı hakkında yorum yapmak
Bunu da genellikle ateistlerin Tanrı kavramının yarattığı mantıksal sorunlarla ilgili soruları üzerine söylerler. Derler ki, bu sorular Tanrı için sorulamaz. Bu sorular insanin sınırlı algılama ve düşünme eyleminin ürünüdür. Tanrı’yı bağlamaz. Tanrı bunların tümünün üstündedir ve bizim onu tam olarak anlamamız mümkün değildir. Biz sadece onu bir şeylere benzeterek kısmen anlayabiliriz derler.

Bu açıklama bu şekliyle fena değilmiş gibi görünür ama aslında çok temel ve her şeyi çökerten bir eksiği vardır. O da Tanrı’nın gerçekten varolup olmadığı, ne olduğu ve nasıl olduğu bilinmeden bu açıklamanın yapılamayacak olmasıdır. Yani bu açıklamayı yapan kişi, Tanrı’nın hem varolduğundan hem de niteliklerinin neler olduğundan emin olmalıdır ki Tanrı hakkında bize o bilgileri versin. Yani bunları söyleyebilmesi için, bir kişinin zaten baştan Tanrı’yı görüp bilmesi ve algılaması gerekmektedir. Ve daha önemlisi Tanrı’nın bilinebilir olması gerekmektedir. Fakat kişi zaten Tanrı’yı açıklarken bilinemez diye açıkladığı için kendi içinde bir çelişkiye düşmektedir. Yani aslında “Ben bilinemez bir şeyi biliyorum” demiş olmaktadır.

Hiç kimsenin, Tanrı’nın nasıl olduğunu, neye benzediğini ve varolup varolmadığını bilmeden, Tanrı’yla ilgili herhangi bir söylev vermesi mümkün değildir. Tanrı’nın nasıl olduğunu (veya nasıl olmadığını) açıklayan inançlıların, bu bilgiye nasıl ulaştıklarını da açıklamaları gerekmektedir. Bu bilgi bu kişilere malum mu olmaktadır? Yoksa onlar da başkalarından (din alimleri) mı duymaktadır? eğer ikincisiyse, o zaman bu alimler bu bilgilere nasıl ulaşmaktadır?

3) “Evrenin sebebi” ile “Tanrı”yı aynı şey zannetmek
Bu da inançlıların bir başka yanılgısı. Tanrı’nın neden varolduğuna dair kanıt getirirken, bir şeyi kanıtlamaya en çok yaklaştıkları nokta (ki burada da bir şey kanıtlayamazlar ama o ayrı konu), evrenin bir sebebi olması gerektiğidir. Fakat farz edelim ki bu kanıtlanmış olsun ve evrenin bir sebebi olması gerektiği ortaya çıksın. Bu yine de bu sebep Tanrı’dır demekle aynı şey değildir. İnançlı zihin her nedense sebebini bilmediğimiz bir şeyi ortaya çıkardığında Tanrı’yı kanıtladığını düşünür. İnançlının zihninde Tanrı bilinmeyen her şey için cevaptır. İsin garibi, kanıt bile gerektirmeyen bir cevaptır. Bir şeyin sebebi bilinmiyorsa, bu, o şeyin sebebinin göksel dinlerin Tanrı’sı olduğunun kanıtıdır.

Bu nasıl bir mantıktır siz düşünün. Her şeyden önce, eğer evrenin sebebi üzerine spekülasyon yapacaksak, Tanrı fikri kadar popüler olmayan pek çok açıklama da akla gelir. Bunlarla fazla karşılaşılmaması, bunların mantıksal açıdan Tanrı fikri ile eşdeğer olmamaları, hatta ondan daha mantıklı olmamaları anlamına gelmez. Nitekim Evrenin sebebi deyince, bu sebebin zeki ve amaç sahibi bir sebep olması bile gerekmez. Eğer aranan sadece bir sebepse, bu sanal bir parçacık veya boşlukta simetri kırılımına sebep olan bir kuantum dalgalanması bile olabilir.

4) Evrenin ardında zeka görmek ve bu zekayı Tanrı zannetmek
Bu yanılgı iki başlığa ayrılabilir aslında. Biri evrenin ardında zeka görmek, diğeri ise bu zekayı Tanrı zannetmek. Evrenin ardında zeka olup olmadığı ve evrenin bir tasarım ürünü olup olmadığı ile ilgili olarak daha önce çok yazdık. Evrende yapılan objektif gözlemler, aslında ardında zeka olduğuna değil, tam tersi her şeyin kör bir şekilde işlediğine işaret eder. Evrenin neden tasarım urunu olmadığına ve evrenin ardında neden zeka olmadığına dair olarak daha önce yazdığımız iki yazıya link veriyorum: Zeki tasarım, Doğa ve tasarım. Evrenin ardında zeka olduğunu düşünmek zihinsel bir şartlanmanın ürünüdür. Sebebini merak eden bu iki yazıyı okumalıdır.

Fakat farz edelim ki evrenin ardında zeka var. Bu yine de bu zekanın Tanrı olduğu anlamına gelmez. Bu zeka, bir uygarlığın kolektif zekası olabilir, veya insanlığın günümüzdeki uygarlığını yaratan zekanın çok uzak gelecekte alacağı biçim olabilir. (Örneğin, belki de insanlık çok uzak gelecekte öyle bir düzeye ulaşacak ki, zamanda geri gidip evreni yaratacak). Ya da başka bir şey olabilir. Bu spekülasyonlara mantıksız deyip kenara atmadan önce, Tanrı ve göksel dinlerin masallarının ne derece mantıklı olduğunu bir düşünün. Gökte bir yerlerde yaşayan ve koca evreni insanlar için yaratıp, bir de cennet ve cehennem yaratan, insanları günah işlemeye eğilimli yaratıp, sonra işliyorlar diye cezalandıran, kendi varlığını çok açıkça göstermeyip, sonra da inanmıyorlar diye suçlayan bir sadist hükümdar fikri mi daha mantıklıdır, yoksa yukarıdaki spekülasyonlarda dile getirilen zeka türleri mi?

Hem zaten, evrenin ardında zeka olduğu anlaşılsa bile, bu cevaptan çok soru yaratır. O zaman o zekanın kökeni, nasıl ortaya çıktığı, vs. açıklanmalıdır.

5) Cevapları bilmek zorunda olduğumuzu ve cevapların her zaman bilinebileceğini zannetmek
Evrenin kökeni ve hayatin anlamıyla ilgili temel soruların cevaplandırılmasını mümkün ve zorunlu görür inançlı. Bu soruların cevaplandırılabilmesi elbette güzel olurdu ama bu bir temennidir sadece. Bu temenniyi gerçek zannetmek ve gerçekten de bu soruların doğru cevaplarına uygarlığımızın bugünkü düzeyinde eksiksiz ve tartışmasız ulaşılabileceğini zannetmek ve daha ilginci, bu cevaba zaten sahip olunduğunu zannetmek başka bir yanılgıdır. Bilinçli insanin, bu tur temel konularda bilinmeyenlerle yasamayı öğrenmesi gerekmektedir. Yoksa doğru cevap diye uydurma bazı cevaplarla kendini kandıracaktır.

6) Yokluğu varlıktan öncelikli görmek ve varlığın ille de yokluktan çıkması gerektiğini zannetmek
İnançlı yokluğu temel durum görür ve varlığın ondan çıkması gerektiğini düşünür. Bu önyargıya dinlerdeki yoktan yaratma/yaratılma fikri yol açmaktadır. Halbuki, prensip olarak yokluğun daha temel ve daha öncelikli durum kabul edilmesinin bir zorunluluğu yoktur. Varlık da tek başına yokluk kadar temel bir durumdur, daha doğrusu bu ikisi iç içedir ve yokluk olmadan varlık, varlık olmadan ise yokluk anlaşılamaz.

7) Tanrı deyince ne kastettiğini bildiğini zannetmek
İnançlılar, Tanrı deyince ne kastettiklerini bildiklerini zannederler. Halbuki Tanrı kavramı, ilk ortaya çıktığından beri, ne anlama geldiği belirsiz, bulanık, çelişkili ve anlaşılmaz bir kavramdır. Tanrı için söylenen şeyler birbiriyle çelişir ve bir kısmi da mantığa aykırıdır. Fakat bu durumu açıklamak için inançlılar bizim algı kapasitemizin ve zihinsel yeteneklerimizin Tanrı’yı anlamaya yetmeyeceğini söylerler. Tabi bunu dediklerinde de yukarıda bahsettiğimiz 2 numaralı yanılgıya düşmüş olurlar.

8) Tanrı’nın varlığının kanıtlanabileceğini zannetmek
Her insanin içinde az ya da çok bilimsel kaygılar vardır, ve bu yüzden inançlılar Tanrı’nın varlığının kanıtlanabileceğini düşünmek isterler. Daha doğrusu, varlığını kanıtlayarak inandıklarını düşünmek isterler. Halbuki, konuyla biraz yakından ilgilenen herkes, ki buna teologlar da (hatta özellikle onlar) dahil, doğaüstü olduğu, tam anlaşılmaz olduğu ve algı alanımızın dışında olduğu söylenen metafizik bir kavramın varlığının kanıtlanamayacağını görür.

9) Tanrı’nın varolduğunu kanıtlamanın, dinlerin ilahi olduğunu kanıtlamakla aynı anlama geleceğini zannetmek
Bu da çok yaygın bir yanılgı inançlılar arasında. Bu iki fikir arasında bir uçurum var normalde. (Evrene sebep olan bir güç tanımlayıp buna Tanrı demekle, bu Tanrı’nın dinlerin bahsettiği Tanrı olduğu ve bizlere kitaplar, peygamberler gönderdiğini düşünmek arasında). Ama her nedense bu eksiklik gözlerine çok fazla batmaz inançlıların. Bu sorunu fark ettiklerinde, deist oluyorlar zaten.

10) Bir inancın popülerliğinin doğruluğunu gösterdiğini zannetmek
İnançlılar, farkında olmasalar da, aslında topluma uydukları için inanırlar. Toplumda yaygın olan bir fikirden şüphe etmemek insan psikolojisinin yarattığı bir yanılgıdır. İnsanların çoğunun Tanrı’ya inanmasını, bu inancın doğruluğuna bir kanıt gibi görmeleri çok ilginç bir yanılgı örneğidir inançlılarda.

11) Gerçekten kafa yorarak ve bilinçli bir şekilde inandıklarını zannetmek
Bu da yukarıdaki maddeyle ilişkili bir yanılgıdır. Din ve inanç konuları düşünüldüğünde ilk anda akla gelen birkaç nokta üzerine çok az da olsa kafa yormuş olmayı, bu konuları incelemiş olmak ve bilerek, araştırarak, bilinçli şekilde inanmak zannederler. Halbuki, toplumdan hazır aldıkları inançları devam ettirmektedirler. Gerçek sorgulama daha yoğun bir çabayı ve her şeyden önce daha derin bir araştırmayı gerektirir.

12) Ateist olmak için Tanrı’nın varolmadığının kanıtlanması gerektiğini zannetmek
İnançlılar, ateistlerin bir iddia ile gelmediğini, asıl iddia sahibi tarafın kendileri olduğunu bir türlü anlayamazlar. Pek çok inançlı, ısrarla, ateistlerden ateist iddialara kanıt ister. Tanrı’nın varolmadığını kanıtlamalarını talep ederler örneğin ateistlerden. Halbuki, ateist açısından konu farklıdır. Ateist için iddia sahibi taraf karşı taraftır ve inançlının inancını kanıtlaması gerekir. Eğer inançlı, inancını kanıtlayamazsa, iddiasına inanmanın bir anlamı kalmaz. Ateist karşı tarafı çürütmek zorunda değildir. Sadece karşı tarafın iddiasının desteksiz olduğunu göstermesi yeterlidir ateistin. Bir ateist için, inançlının “Tanrı’nın varolmadığını kanıtla” demesi, “Noel babanın varolmadığını kanıtla” demekten farksızdır. Ateist, kanıtlama yükümlülüğünün kendisinde değil, karşı tarafta olduğunu görür. Birisi eğer Noel babanın varolduğunu iddia ediyorsa, bu iddiasını kanıtlamak onun görevidir. Kimse bütün ömrünü olmayan şeylerin olmadığını kanıtlamaya uğraşarak geçiremez. Bir şeyin olduğu iddia ediliyorsa, iddia sahibinin bunu kanıtlaması gereklidir. Kanıtlayamadığı takdirde, fikrinin Noel baba masalından, veya 7 başlı ejderhanın varolduğu iddiasından farkı kalmaz.

13) Kuran’da mucize olabileceğini zannetmek
Bu da çok safça bir düşüncedir. Her nedense bütün dünyada sadece kendilerinin bu mucizelere tanık olduğunu görmezler. Kuran’da gerçekten mucize olsa, bunun insanlığın dikkatinden kaçmayacağını, dünya üzerinde çeşitli konulara kafa yoran çok zeki insanlar olduğunu ve bu kişilerin kolay kolay kül yutmayacağını bir türlü anlayamazlar. Her nasılsa, kurandaki bu mucizelerin dikkatlerden kaçtığını ve ancak kendileri bahsederse insanların göreceğini zannederler. Örneğin yabancı uzmanlar arasında da kuranı veya diğer dinlerin kutsal metinlerini okuyup inceleyen uzmanlar olabileceğini ve bu kitaplarda olağanüstü bir durum olsa, bunun bugüne dek keşfedilmeden kalamayacağını bir türlü göremezler. Bu bence Müslüman inançlıların en saf yanılgılarından biridir.

14) Kuran’ın gerçekten elle tutulur ve kendi içinde tutarlı bir kitap olduğunu zannetmek
Bu ise, inandığı kitabi okumamaktan ve bilmemekten kaynaklanır. Zannederler ki, kuran iyi bir kitaptır da, inanmayanlar sadece delil eksikliğinden inanmaz. Halbuki kuran ilkel bir kitaptır. Elle tutulur yani yoktur. Kendileri objektif bir gözle okusalar, hatta bırakın objektif gözü, açıp okusalar, pek çok saçmalığı ve ilkelliği kendileri de göreceklerdir. Fakat çoğu inançlı elbette bunun bilincinde değildir.

15) Evrim teorisinin inanıp inanmama kategorisinde bir şey olduğunu zannetmek
Son olarak, pek çok inançlı, evrim teorisini de dinlerde olduğu gibi inanıp inanmama kategorisinde değerlendirirler. Meselenin, delil, gözlem, bilimsel doğrulama yöntemleri, vs. gibi yönlerini görmezler. Bu da bilimi ve bilimin yöntemini bilmemekten kaynaklanır. Bilmezler ki, bilimde teoriler tercihe göre kabul veya red edilmez, bilimde karşıt görüşlüleri bile ikna edecek düzeyde somut kanıt ortaya çıkmadan bir fikir benimsenmez. Dolayısıyla evrim teorisi gibi bilimin yerleşik teorilerinden birinin konuyla gerçekten teknik düzeyde ilgilenen hemen hemen herkesi ikna edecek düzeyde delili vardır. İnançlılar bunu bilmezler ve bu yanılgıları da yukarıdaki tüm yanılgılarda olduğu gibi, şartlanma ve bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.


[PDF Formatında Oku / İndir]

23 yorum:

  1. Sorgulamak anlamaya çalışmak hiçbir şekilde eleştiriye uğramamalı bence. İnanan da inanmayan da bu süreci yaşamış olmalı. Saygı duyuyorum ama katılmıyorum. Şöyle ki; bütün değerlendirmelerimiz, bugünkü algı kapasitemiz ve bilgi dağarcığımızla ilgili. Yani bir işleme kapasitemiz ve işleme malzememiz var. Hiçbirşey bilmeyen aciz bir çocukken bu halimize geldik. Çeşitli evrelerden geçtik. Eregenken herşeyi bidiğimizi, anne babamızın hiçbirşey bilmediğini ya da herşeyi yanlış bildiğini sanmadık mı? Daha sonra ben birşey bilmiyormuşum ya da ne az şey biliyormuşum demedik mi? Herhangi bir konuda derin yanılgılar yaşayıp, sonra aydınlanıp hatamızı görmedik mi? Sürekli bir değişim içindde değil miyiz hayatta. Hangi dönem, hangi an en doğru, en bilge anımız? Bir sonraki? Yoksa ondan sonraki mi? Belki de asla ulaşamayacığımız bir nokta var ve sınırlı ömür ve bedenle hiç varamayacağımız bir nokta orası.Duyularımızın sınırları olduğu muhakkak. Bazı sesleri duyamıyor, bazı büyüklükleri göremiyoruz. Gördüklerimizden bazılarını hatırlayabiliyoruz. Aklımızın da sınırları var elbet... Herşeyi yaratan, herşeyden yüce ve herşeyden evvel bir güç varsa, bizim hayalimiz de bile bunu algılamak canlandırmak mümkün değil. Kapasitesi belli, sınırlı bir algı ve bilgi düzeyiyle bizden (evren bazında dünyayı, ve koca dünyada bir insanı kastederek)bu kadar büyük bir yapıyı hakkıyla anlayıp kavramamız imkansız ...Akıl mukayese yorum için gerek ama yeterli değil. Dinde kanaat akıl kadar önemli. Ben inananım. Allah a şükür inanmayı seçtim. Bu sorgulamalardan sonra tabi...

    YanıtlaSil
  2. Dediklerinize katılıyorum. Yani, akıl her şeyi bilemez, sınırları vardır. Ancak bir tanrıya inanma, hele hele bir dinin spesifik bir tanrısı olan allaha inanma kısmına katılmıyorum. Çünkü inanç mefhumu toplum tarafından, daha doğrusu gelişim evrelerimizde kazandığımız bir mefhumdur. Daha açık konuşmak gerekirse, Nepal'de ineğin kutsal olduğuna inananlar ile allahın yüce yaratıcı olduğuna inananlar, temelde, toplum tarafından yoğrulmuş bir kanaat içerisindedirler. Bu bakımdan, inançlar akıl-ötesi bir varlığın yansıması değil, kültürel birer eğilimdirler.

    Hal böyle olunca da, evet, akıl sınırlıdır; ama inanç asla yeterli değildir, hele ki bu kadar kutsal ve gayb olduğu düşünülen bir konuda.

    YanıtlaSil
  3. çok iyi ve mantıklı düşünceler

    YanıtlaSil
  4. teizm, herhangi bir felsefi soruya cevap verme gayesindeki bir düşünce biçimi değildir. Ateizm, yalnızca, Tanrı'nın varlığını reddetmek demektir.Reddetmeyi 1. sıraya koyan bir yapı bilimselliği içinde barındıramaz kanısındayım

    YanıtlaSil
  5. Teizm gibi doğa-ötesi (bilim-ötesi) bir varlığı kabul etmeyi birinci sıraya bir disiplin yerine, ateizm gibi bilim sınırları içinde kalarak tanrıyı reddetmeyi ilk sıraya koyan bir disiplini yeğ tutarım.

    YanıtlaSil
  6. Tanrının Varlığının veya yokluğunun ispatlanması başlığı altında yaptığım yorum tam da üstteki yazının birinci maddesiyle alakalı olduğu için aynen buraya kopyalıyorum...

    Her cisim sonludur (mutenahın)
    Alem cisimdir.
    Öyleyse: Alem de sonludur.

    Sonlu olan her cismin gücü de sonludur.
    Öyleyse: Alemin de gücü sonludur.

    Gücü sonlu olan ezeli olamaz.
    Öyleyse: Alem ezeli değildir.

    Ezeli olmayan muhdestir.(sonradan olan)
    Alem ezeli değildir.
    Öyleyse: Alem muhdestir.

    Her muhdesin bir ihdas edeni vardır.
    Alem muhdestir.
    Öyleyse: Alemi ihdas eden bir güç vardır.

    Bu önermelerden sonra akla şu soru gelebilir; alemi ihdas eden gücü ihdas eden bir güç neden olmasın? Bu böylece sonsuza kadar gider. Buna teselsül denir. Teselsülün batıl olduğu çeşitli delillerle kanıtlanır. Bu delilleri burada sıralamak uzun sürere. İnternet ortamında ulaşmak kolaydır. Mademki teselsül batıldır, alemi ihdas eden güç var olmak için başka bir güce ihtiyaç duymamalıdır. Yani ezeli olmalıdır. Ezeli olan zorunlu olarak ebedi olur. İşte bu ezeli ve ebedi olan güç nedir? Buna tarihte çeşitli isimler verilmiştir. İlk muharrik, mutlak akıl, tesadüf gibi… hıristiyanlar üç adet olduğunu söylüyorlar. Yahudiler bir tanedir diyorlar ama yalnız kendilerinin ilahı olduğunu söylüyorlar ve kendileri gibi faşist bir zihniyeti var. Biz müslümanlar ise bu ezeli ve ebedi güce Allah diyoruz. Daha doğrusu bu ezeli ve ebedi güç bize kendisini bu isimle tanıtıyor… Biz bu gücün hem nicelik hem de nitelik olarak tek olduğunu söylüyoruz. Hatta bunun zorunlu olduğunu düşünüyoruz…

    YanıtlaSil
  7. Yaptığınız alıntı konuyla ilintili ama yeterli değil. Zira evrenin bir yaratıcısı olmak zorunda olduğu ve onun da evren dışı kriterlere göre değerlendirilmesi gerektiği fikri varsayımsaldır, mantıklı bir geçerliliği yoktur.

    Diğer bir deyişle, evet, bir ilk sebep olarak tanrı olabilir. Ancak bu, mutlaka olması gerektiği anlamına da gelmez. Çünkü evrenin kendi kendisinin sebebi olma ihtimali de vardır ve bu ihtimal bir yaratıcı olması gerektiği ihtimalinden hiç de az değil; hatta daha olasıdır. Dolayısıyla ilk sebebin tanrı olması gerektiği fikri bir kanıt sayılamaz.

    YanıtlaSil
  8. evrenin kendi kendisinin sebebi olma ihtimalini mantıklı delillerle anlatabilirmisiniz?

    YanıtlaSil
  9. Evrenin oluşumu için Büyük Patlama teorisini kabul edersek; yani tüm evrenin sıfır(a yakın) hacim sonsuz kütlenin patlamasından oluştuğunu kabul edersek; ilk sebebimiz patlamanın kendisi olur.

    Ama burada akla şu soru gelir: Sıfır hacim ve sonsuz kütle olan o şey nedir ve niye patlamıştır?

    Öncelikle şunu bilmeliyiz: Nedensellik dediğimiz şey bildiğimiz dünyada geçerlidir. Oysa atom-altı dünyada nedensellik yoktur. Diğer bir deyişle, bildiğimiz anlamda her A durumunda B oluyorsa, atom-altı dünyada her A durumunda B olmaz. B durumu için gerekli bir ön-duruma da gerek yoktur (Daha ayrıntılı bilgi için kuantum fiziğini incelemek gerek).

    İşte ilk baştaki bu sıfır hacim sonsuz kütle atom-altı parçacık olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla kuantum fiziğinin geçerli olduğu ortamda nedensellik aranmaz. Burada patlama için yeter ve gerek olan şey kütleçekim kuvveti olabilir. Bugün Higgs Bozonu olarak Cern araştırmaları kapsamında gündeme gelen şey de temel olarak budur: Yokluktan varlığa geçişi sağlayan güç (Ki bu güç yine materyalistik bir güçtür, tanrıyla ilişkili değildir).

    Şu an için kimse o ilk noktanın ne olduğunu neden patladığını kesin bir biçimde söyleyemez. Ancak yukarıda çok kısaca bahsettiğim durum veya buna benzer bir durum varsa, evren kendi kendisinin sebebi olur ve tanrıya ihtiyaç kalmaz. Yukarıda söylediklerimin sizin için mantıklı delil olması için mutlaka kuantum fiziğini ve evrenin oluşmasına dair ön bilgileri haiz olmanız gerekmektedir; çünkü bu bilgiler sağduyuya aykırı bilgilerdir. Fazla teoriklerdir.

    İşte bunun gibi açıklamalar evrenin kendi kendisinin sebebi olabileceği ihtimalini bizlere düşündürmektedir. Ama bizler böyle bir ihtimal var diye tanrıyı reddetmiyoruz (Bizler dediğim, agnostikler). Sizlerden beklediğim de, ilk nedenin tanrı olma ihtimali var diye tanrının varlığına kesinlik biçmemenizdir.

    YanıtlaSil
  10. sağduyuya aykırı, Fazla teorik bilgilerle hakikate ulaşılabilir mi orası ayrı konu...

    Hayyam dedi ki: "Ama burada akla şu soru gelir: Sıfır hacim ve sonsuz kütle olan o şey nedir ve niye patlamıştır?"

    şimdi gerçekten ilk akla gelen soru bu mudur? yoksa "Sıfır hacim ve sonsuz kütle olan o şey nedir ve nasıl oluşmuştur? demek mi lazım?

    nedensellik hadis varlıklar için kaçınılmazdır. yukarıda verilen önermeler ve ulaşulan sonuç iyi irdelenirse nedenselliğin inkar edilemez bir hakikat olduğu anlaşılır. evrendeki her olayın bir sebebi ve sonucu var ise ki öyledir, evrenin bizzat kendi varlığının sebebi neden olmasın? olmalıdır zira varlık ancak böyle açıklanabilir. yukarıdaki önermede "teselsül" kavramından bahsettik. eğer bu kavramla ilgili yeterli bilgiye sahip olunabilirse, ulaşılan sonucun hiç te yabana atılamayacağını göreceksiniz. allahın varlığının delilleri bu gibi bir çok yöntemle bin yıllardır ortaya konmuştur. hem bu önermeler ve varılan sonuçlar tamamıyle din mensubu insanlar tarafından ortaya konmamıştır... gerekirse delilleriyle buraya aktarılabilir lakin çok uzun olur...

    YanıtlaSil
  11. Bir Tanrı düşünün ki; oyunun sonunda kazanamayanları sadece yeni bir hayata almayarak cezalandırabilecekken, yani sonsuz bir yokoluş seçeneği varken, bunu yapmayarak kaybedenleri cehennemde sonsuz ateşe atıyor, ve acı çekmelerini istiyor. Sebebi ne? Onun istediklerini yapmamış olmak. Bu hikayeden ortaya ne çıkıyor? Koskoca evreni yaratabilecek bir güç sadist biri, çünkü insanlara bu oyuna dahil olmak ister misin diye sormadan zorla oyuna sokuyor ve oyunu kaybedenleri ateşe atarak bundan zevk alıyor. Ateşe atılan kötü, ateşe atan ise sözde iyi bir varlık oluyor. Burdan da ortaya bu soru çıkıyor. Kötülük yapan birine ceza olarak eziyet eden biri iyi biri midir kötü biri mi?

    YanıtlaSil
  12. nedensellik hadis varlıklar için geçerli de niye yaratıcı için geçerli değil ? bu kuralı kim koyuyor ?

    her cisim olan sonludur önermesi ile başta yanlış yapmışsınız buna kanıtınız nedir ? evrenin sonsuz olmadığına deliliniz nedir ? eğer evren kendi kendine olmuyorsa allah nasıl olabiliyor ? cisim için geçerli olmayan şey ne ? nerden biliyorsunuz cisim olan evren sonludur ?

    YanıtlaSil
  13. DÜNYA'NIN ÂKIBETİ GÜNEŞ'E YOLCULUK...

    Bilimsel verilere göre Güneş'in ve dünyanın kaçınılmaz kaderi....

    Güneş'ten bir milyon üçyüz üç bin defa küçük olan; çapı yaklaşık 12.500 kilometrelik Dünya üzerinde yaşıyoruz. Güneş'ten şu andaki uza...klığımız yaklaşık 150 milyon kilometre.

    Çevresinde saatte 108.000 kilometrelik hızla dönmekte olduğumuz Güneş'in şu anda yüzeyinden yükselen alevler 800 bin kilometreye kadar ulaşmakta. Güneş'in yüzey ısısı da son tespitlere göre 6000 santigrat derece!.. Yani, bir diğer anlatım tarzı ile, 60 tane Dünya'yı üst üste dizip Güneş'in yüzeyine oturtursanız, Güneş'in yüzeyinden yükselen alevlerin boyunu bunların hepsini içine almış olarak görürsünüz.

    Güneş'in yüzey harareti olarak verilen 6000 derece ne demektir?..

    Şöyle bir misalle o derece hararetin ne olduğunu anlatmaya çalışalım.

    Dünya üzerinde ısıya en dayanıklı maden bildiğimiz kadarıyla "kadmiyum"dur. 6000 derecede sıvı hâle dönüşür. Yani, şayet Dünya ve üzerinde bulunanların tamamı "kadmiyum" madeninden meydana gelmiş bir kütle olsaydı, 6000 derecelik hararette sıvı hâle gelecek idi. Ve de akabinde buhar olup gidecekti!..

    Bir an, Hz. Muhammed (aleyhisselâm)'ın şu işaretine kulak verelim:

    "Dünya'nız, içindekilerle beraber cehenneme atıldığı zaman, bir su damlası gibi buharlaşıp yok olacaktır!"

    Evet, şu anda, Dünya'dan 1.303.000 defa büyük olup, merkezinde sıcaklık 15 milyon derece olan Güneş. Şu an ki hâli itibarıyla, hayat vesilemiz olan Güneş. Güneş nereden nereye geldi ve nereye gidiyor?..

    Modern kurama göre Güneş Sistemi belirli bir biçime sahip olmayan bir gaz kütlesiydi. Gerçek bir Güneş ve nükleer enerji yoktu. Mevcut gaz bulutu hidrojenden ibaretti. Yani suyun ana maddesinin üçte ikisi.

    Zaman geçtikçe bu gaz kütlesi biçim almaya başladı ve sıcaklıkta belirgin bir artış ortaya çıktı. Buna rağmen henüz Güneş ortalarda belirginleşmemişti. Daha sonra gaz bulutu sıkışmasını sürdürdü. Çekimin etkisi altında kalan en yoğun kısım merkezi oluşturmaya başladı. İşte bu, merkezde toplanıp ışınım yaymaya başlayan kısım Güneş cevheri idi.

    YanıtlaSil
  14. Güneş'in parlaklığı arttıkça gaz bulutunun homojenliği kaybolmaya başladı ve sıkışma iç kısımlarda devam etti. Bu, çevredeki maddeleri toparlayarak gezegenleri oluşturmaya başladı. Çevrede oluşan proto gezegenlerin boyutları büyüyüp kütleleri arttıkça çekim güçleri de yükseldi. Çevrelerindeki maddelerden ve bulutsulardan daha fazla madde toplamaya başladılar.

    Güneş bulutsusu sıkıştıkça gezegenler daha fazla madde soğurdu. Bu arada Güneş'teki ışınım da artıyordu. Güneş Sistemi hâlâ belirgin bir hâl almamıştı. Ana proto gezegenler gitgide büyüyor ve kendilerinde oluşan yüksek çekim güçleri ile daha fazla maddeyi kendilerine çekiyordu. Böylece proto gezegen sayısı iyice azalıp merkez büyümeye, belirgin bir hâl almaya başlıyordu. Bu arada Güneş de artık termonükleer tepkimelere girmeye başlamıştı. Uzun bir proto gezegen oluşumu devresinden sonra Güneş Sistemi bugünkü hâlini aldı ve Güneş şu andaki durgun düzeye girdi.

    Her yıldızın kendi kaderi, ya da bir diğer ifade ile akış çizgisi gereği doğumu, gençliği, büyümesi, olgun hâle gelişi ve ölümü söz konusudur.

    Güneş de bir yıldız olarak bugünkü hâlinden sonraki devresinde, hidrojenini yakarak helyuma dönüşecek ve yapısı değişmeye başlayacaktır. Çekirdek sıkışacak, yüzey büyük ölçüde genişlemeye başlayacaktır. Güneş artık bir kızıl yıldıza dönmeye başlamıştır!.. Hacmi genişlemeye başlamış ve enerjideki toplam artış dolayısıyla yakın gezegenleri yok etmeye yönelmiştir!..

    Çekirdek sıcaklığının daha da artması ile Güneş, helyumunu yakmaya başlamış hem sıcaklıkta hem de boyutta son derece büyük artışlar meydana gelmiştir.

    Güneş'in artan hacmi ve ısısı Dünya'yı yutmuş ve Dünya yok olmuştur!..

    Güneş artık durgunluğunu tamamıyla yitirmiş, Dünya'dan 400 milyon defa daha büyük yanar bir kütle hâline gelmiştir. Böyle bir şeyi tasavvur ve tahayyül son derece güçtür.

    Güneş'in içindeki çeşitli tepkimeler çekirdek ısısını daha da artırmıştır ki, bu yüzden artık sistem içindeki yıldızların bildiğimiz şekilde varlıklarını devam ettirme imkânı büyük ölçüde yitirilmiştir.

    Güneş içindeki nükleer enerjinin tümü kullanıldıktan sonra, Güneş birden bire büzülmeye başlayacak ve bir "cüce yıldız" durumuna gelecektir. Ancak buna rağmen bir süre daha parlamasını sürdürebilecektir.

    Evet... İşte son bilimsel verilere göre Güneş'in kaderi.

    YanıtlaSil
  15. Ve biz hâlâ ötelerde bir cehennem arıyoruz!!!

    Allah kullarına acı çektirmek istemez, Fakat kullar buna talip olur bence. Cehennemin güneş olduğu ve hepimizin uğrayacağı bir yer diye geçiyor hadislerde. İyi işler yapanlar ve sistemi anlayıp burnunun dikine gitmeyenler oraya düşmekten Allahın yardımıyla kurtulacak. Kötü işler yapanlarıda Allah yüz üstü bırakacak.

    Bence bir sistem var. evrenin ve hayatın varolması bir sistem dahilinde işlemesi söz konusu. Bu sistemin nasıl işlediğini tam olarak bilebilseydik sınav özelliği kalmazdı yaşamın. Sınavın amacı iyiliğimi seçeceğiz kötülüğümü . Yaratıcının bir parçası olduğumuzu bilip haddimizi bilecekmiyiz yoksa şeytana uyup ruhumuza işkence kapısının anahtarını mı sunacağız. sınavın amacı bu bence. Ve bu öyle bir sınav ki, İyi ile kötü hiç tereddüt kalmaksızın birbiriyle ayrılacak ve cehenneme ise bu sınavı kaybeden ve nankörlüğü seçen kişiler gidecek. Allah eğer kullarının kötülüğünü isteseydi bu kadar peygamber ve bu kadar çok uyarı göndermezdi. Öyle bişey ki, Allah sınav sorularının bütün cevaplarını vermiş ama insanoğlu sınıfta kalmakta o kadar ısrarcı ki...

    YanıtlaSil
  16. Sayın HSN,

    Başka bir kaynaktan yazıyı kopyalayıp buraya koymuşsunuz ama hemen birkaç soru sormak istiyorum:

    1. Güneş patlayıp Dünya'yı yok edinceye dek herhangi bir gök cisminin Dünya'ya çarpıp yok etmeyeceğinden nasıl emin olabiliyorsunuz? Diğer bir deyişle, Dünya, -Kur'an'dan çıkardığınız yoruma göre- Güneş'in yok olması neticesinde sona erecekse, gök taşlarından korkmamamız mı gerekir? Veya perspektifi genişletirsek, insan ırkının sonunun nükleer bir felaket veya salgın bir hastalık ile gelmeyeceğini garanti edebilir miyiz?

    2. Güneş yaklaşık olarak 2-3 milyar yıl sonra sönmeye ve yok olmaya başlayacak ve dolayısıyla Dünya için öngörülen kıyamet senaryosu da 2-3 milyar yıl sonra gerçekleşmiş olacak.

    2-3 milyar yıl boyunca başka gezegenlere gidecek teknolojiyi bulamayacağımızdan nasıl emin olabilirsiniz? Söylenişte kolay gelen 2-3 milyar yıl neredeyse Dünya'da canlılığın oluşmaya başladığı zamandan bu yana geçen süreye eş değerdir. Yazılı tarih bile ortalama olarak 5 bin yıllıktır ve bilimin doğrusal artışı düşünülürse, hayal dahi edemeyeceğimiz teknolojik bir gelecek bizleri bekliyor olabilir.

    Aslında çok daha derinlere inilerek veya öne sürdüğünüz teorinin ne kadar ciddiye alınabilecek bir teori olduğunu çok daha çeşitli biçimlerde göstererek, aslında bu şekilde bir yaklaşımın bizlere somut bir gerçeklik sunmadığı, yani bir çeşit 'inanç'ın yansıması olduğu gösterilebilir.

    Demek istediğim, insanların gelecekte salgın bir hastalıkla yok olacağı öngörüsü ile 2-3 milyar yıl boyunca aynı gezegende yaşayıp en nihayetinde de Güneş'in patlaması ile yok olacağını öngörmek eşit derecede geçerlidir. Sadece bir kehanet olabilir bu söylediğiniz ve bizlere gerçek hiçbir veri sunmuş olmaz. (Güneş'in eninde sonunda yok olacağı gerçeğini kastetmiyorum; bunu zaten bilim açıklıyor. Ancak bilimin açıkladığı bu şeyi Kur'an'daki belli belirsiz bir ayetle ilişkilendirmek ve nesnel bir sonuca ulaşmış gibi yapmayı kastediyorum)

    YanıtlaSil
  17. hsn ağzın çok bozuk. O ağzı görünce yazılarını okumadım.

    YanıtlaSil
  18. Sayın hayyam
    Öncelikle başka bir yerden yazıyı kopyalayıp buraya yazmam bir eksiklik ve suç değil sonuçta bu bir bilgidir. Kendi cümlelerimlede anlatabilirdim, ama bu kadar açık olmazdı o yüzden aynen olduğu gibi ekledim. Ama son yorum bana aitti. Anladığım kadarıyla bir analiz yapmış oldum.

    Bu konu bilimsel bir gerçektir . Güneşin ve dünyanın kaderi budur. Güneş şu an ısı ve ışık saçabilmesi için içindeki helyumunu tüketiyor . Aynen bir aracın yol aldığında kullandığı yakıt gibi ve bu yakıt er yada geç bitecek. Bu son bilimsel verilere dayanıyor tabiiki.

    1.Güneş patlayıp Dünya'yı yok edinceye dek herhangi bir gök cisminin Dünya'ya çarpıp yok etmeyeceğinden nasıl emin olabiliyorsunuz? Demişsiniz,

    Bunu bilemeyiz tabiiki, Dünyaya göktaşı çarpabilir hatta insanların büyük bir çoğunluğu bu sebepten ölebilir. Fakat hesap günü bütün insanların dünya üzerinde israfil adlı meleyin sura üflemesi olayı ile toplanacağını biliyoruz. Bu da dünyanın göktaşı çarpsa bile bu sebepten yok olamayacağını gösteriyor bizce. Salgın hastalık konusuna gelirsek bende heran dünya çapında etkili olacak salgın hastalıkların olabileceğini düşünüyorum, Ama bu insan ırkını yok edecek derecede olamaz islam dinine göre , Bugüne kadar gelen ve bu günden kıyamete kadar sürecek bir işleyiş var bu işleyiş bu şekilde bozulamaz.

    2. Güneşin yaklaşık olarak 5 milyar yıl yetecek hidrojeninin olduğu düşünülüyor . Ancak bu kıyamet olayı nasıl olacak onu bilemiyoruz. onun bilgisi yalnızca Allahtadır. Ama şunu söyleyebiliriz. Bütün insanlar öldükten sonra yani kıyamet dediğimiz olay gerçekleştikten sonra ( ki bu olay illa güneş sönmeye yüz tuttuğunda olacak diye bir şey söz konusu değildir) İnsanlar için zaman kavramı bitmiş, Dünyadaki yaşamlarına göre başka bir boyuta geçmiş oluyor. Rüya boyutuna. Bu aşamada 100 milyar yıl bile geçse bu zamanın rüya boyutundaki ruhlar için bir önemi yoktur. Çünkü bildiğimiz zaman kavramı artık yok olacaktır. Dolayısıyla her insanın kıyameti onun ölümüdür diyebiliriz. Nasılki uykudayken geçen zamanın farkına varmıyorsak öldükten sonrada geçen zamanın farkına varmamamız olağandır. O yüzden büyük kıyamet 100 yıl sonrada olabilir 1000 yıl sonrada olabilir . Sonra şartlar oluşunca insanlar tekrar diriltilebilir.

    3.yukardada söylediğim gibi, Dünyanın şu anki durumuna baktığımızda , 3 5 milyar yıllık bir zamanının kaldığını pek sanmıyorum. Ve bu kadar tüketici bir dünyada ve bozuk bir sistemde teknolojininde çok fazla gelişeceğinide sanmıyorum dediğiniz kadar.

    4. Ciddiye alın yada almayın ben sadece düşüncelerimi paylaştım. Ve ben inançlı biriyim tabiki inancımı yansıtacak söylediklerim. Neyi yansıtmasını bekliyorsunuz ki. Aslında iyi bir bakışla bakabilirseniz bu çok açık ve somut bir gerçek olarak görünüyor bence. Ayrıca bu olayı bakın sizin Muhammed dediğiniz kişi nasıl açıklıyor.


    CEHENNEM ne yapıyor şimdi?..

    Kendi kendini yiyor!..

    Hayır, espri yapmıyorum!.. Gerçeği anlatıyorum!.. Buyurun önce bu olayı Hz. Rasûlü Ekrem'in ağzından mecazî şekilde açıklanan ifadesini okuyalım:

    Ebu Hureyre (radıyallâhu anh) anlatıyor:

    Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) buyurdu:

    − Cehennem Rabbine şikâyette bulunarak: "Yâ Rabbi kısımlarım birbirini yedi!.." dedi! Bunun üzerine Allâh ona iki nefes vermesi için izin verdi. İşte bulduğunuz şiddetli soğuk (kışın) cehennemin ZEMHERİR'inden; bulduğunuz yakıcı sıcak da onun SEMUM'undandır!..

    1400 yıl öncesinin şartları içinde ancak bu kadar dile getirilebilir böylesine muazzam bir gerçek!..

    Tekrar ediyorum dünya güneşin sönmesi ile son bulacak diye bir şey yok yukardaki yazıda. Gerektiği gibi açıklayabilmişimdir umarım... Ayrıca kurandaki bir ayette yok yukardaki yazıda.

    YanıtlaSil
  19. Sayın Adsız . Lütfen yazdıklarımı okumayın. Bu bakış açısı ve bu ön yargıyla zaten okusanız bile size hiç birşey katmaz. Çünkü anlamazsınız. Saygılar....

    YanıtlaSil
  20. Sayın HSN,

    Yazıyı başka kaynaktan buraya aktarmanız elbette suç değildir ve benim bunu belirtmem de bir yergi amacı taşımıyordu. Sadece soracağım sorularla direkt olarak sizi sorumluluk altında bırakmak istemedim. Bu yazı üzerine sorulması gereken şeyleri sormuş olmaktı amacım.

    Sorularıma verdiğiniz cevaplar ise açıkçası beni tatmin etmedi. En nihayetinde bir bilinmezliğe -daha doğrusu çeşitli ihtimallere- gelip konuyu bağlamışsınız ama yine de Gayb'ın Hak tarafından bilineceği minvalinde bir yorumda bulunmuşsunuz. Sizin gibi inançlı biri için bu belirsizlik bir şeyleri ifade etse de, ne yazık ki bizim penceremizden bakınca bir sonuca ulaştırmıyor.

    Saygılarımla... Esen kalın.

    YanıtlaSil
  21. Teşekkürler ince düşünceniz için...Zaten söylediklerimle kimseyi etkilemek ve tatmin etmek değil amacım. Amaç bilgi paylaşımı yanlış veya doğru...Fırsat buldukça düşüncelerimi paylaşmaya devam etmeyi düşünüyorum. Bir engelle karşılaşmasam tabii ki...
    Sizde esen kalın...

    YanıtlaSil
  22. Tanrı’nın bulunabileceğini zannetmek.

    YanıtlaSil
  23. allah var demek iman
    allah yok demek küfür

    küfür/kafir vs : sövgü, örtü, bi şeyi örtmek, inkar etmek, inancı inkar etme, inanç zıttı, inanç reddi, inançsızlık, saldırı, acımasız, zalim, canavar

    örtü ve ateizm:

    bi şeyin örtülmesiyle “allah yok” ifadesinin ortaya çıkışı

    örtü ve deizm, örtü ve agnostisizm…..

    not:iman ve küfürün her anlamıyla çalışmanız tavsiye edilir

    YanıtlaSil