“Einstein Allah'ın Varlığını İspatladı” İddiası Üzerine

52 Yorum

Son birkaç yıldır internette Albert Einstein'ın Allah'ın varlığını ispat ettiğini gösteren bir video dolaşmaktadır. Bu videodaki efsane hızla yayılmakta ve sanki Einstein küçücük yaşta hocasını mat etmiş, İslamiyet'i doğrulamış gibi gösterilmektedir. Şayet daha önce bu videoya denk gelmediyseniz, altta yazılan açıklamaların sizin için bir anlam kazanabilmesi için öncelikle buraya tıklayarak ilgili videoyu izlemenizi tavsiye ederim.

Şimdi cevabını arayacağımız sorular sırayla şunlar olacaktır;

1. Böyle bir olay gerçekten yaşanmış mıdır? 
2. Olayın gerçek olup olmaması bir kenara hikaye gerçekten mantıklı ve doğru mudur?

1. Böyle bir olay gerçekten yaşanmış mıdır?
Sorguladığımız bu olayın doğru olup olmadığını ispatlamanın yolu, ciddi kaynaklarda böyle bir bilginin olup olmadığına bakmak ve Einstein'in bilinen yaşamıyla buradaki verileri karşılaştırmaktır. Bu bakımdan bu hikayenin 2004 yılında ortaya çıktığı ve daha öncesine dair bir kaynak bulunmadığı görülür. Bununla birlikte 1999'da Einstein'in adı geçmeden aynı hikaye farklı kişi adlarıyla yayınlanmış ve internette dolanmıştır.  Görülen o ki; daha önceden var olan hikayenin dikkat çekmesi ve ilgi görmesi için sonuna Albert Einstein ismi konuvermiş.
 
Elimizde bu hikayenin doğruluğuna dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır, bununla birlikte Einstein "Autobiographical Notes" otobiyografisinde Yahudi olan ailesinin dindar olmamasına rağmen aşırı dindar bir Yahudi çocuk olduğunu ancak bunun 12 yaşında sona erdiğini belirtmiştir. Hikayedeki çocuk ile Einstein'ın bu yazısını karşılaştırdığımızda Einstein'ın tanrı kavramını savunacak nitelikte olmadığını açıkca görebiliriz. Bununla birlikte, yine aynı kitapta yukardaki yazının devamı olarak, bilim kitapları okumaya başladığını ve İncil'deki hikayelerin doğru olmadığı kanaatine vardığını belirtmiştir. Buna göre hikayedeki çocuğun Einstein olduğuna dair bir kanıt bulunmamakla birlikte, Einstein'ın kendisinin daha çocuk yaşta dini kabul etmemeye başladığını da görebiliyoruz.
 
Buraya kadar hikayenin doğru olmadığı aşağı yukarı görülmüştür sanırım. Şimdi biraz da Einstein'ın nasıl bir inanç yapısına sahip olduğuna bakalım.

Einstein asla ilahi olduğu söylenen dinlerdeki kişi kişisel (tek bir varlığı bulunan) bir tanrıya inanmamıştır. Bunu defalarca dile getirmiştir. Einstein Spinoza hayranıydı ve inandığı tanrısallıkta "en fazla panteist" olarak nitelendirilebilir. Bu da her şeyin tanrının aslında daha doğrusu doğanın (evrenin) bir parçasını oluşturduğunu savunan bir fikirdir. İlahi olduğu söylenen dinlerdeki insanları ödüllendiren ya da cezalandıran bir tanrısallık yoktur.
 
Yukarda da belirtiğim gibi "en fazla panteist" olarak nitelendirilebilir. Mantıklı bir yaklaşım sergilersek Einstein'ın agnostik olduğunu da rahatlıkla kabul ederiz. Bununla birlikte kesin olan bir şey var ki, o da Einstein'ın allah dahil hiçbir kişisel tanrıyı kabul etmediğidir.

Tüm bunlar olayın gerçek olmadığına dair yeterli bir kanı oluşturmuş olmalı. Ancak yine de yetmiyor diyorsanız yabancı kaynaklardan bu hikayenin bir şehir efsanesi olduğuna dair kanıtlarıyla birlikte sunulmuş yazıları ekleyeyim buraya.


Tüm bu açıklamalar ve kaynaklar neticesinde hikayenin Einstein ile ilgisi olmadığı, sırf ilahi olduğu söylenen dinleri reklam etme pahasına oluşturulmuş yalan bir kurgudan oluştuğu ortaya çıkmaktadır. Ancak ikinci ve daha önemli sorumuza geçelim;

2. Olayın gerçek olup olmaması bir kenara hikaye gerçekten mantıklı ve doğru mudur?

Hikayeyi sadece doğruluk bakımından inceleyecek olursak şu bilgi karmaşası ile karşı karşıya kalırız;

İlk karşılaştırma sıcaklık (terimsel olarak "ısı" daha doğrudur) ile soğuk arasında yapılmıştır. İlk bakışta bunlar zıt kavramlar gibi durabilir ancak sıcaklık (ısı) bir isimdir ve termal enerjiyi kastetmektedir, soğuk ise bir sıfattır daha doğrusu bir tanımlama, betimlemedir ve normal olarak bir durumu nitelemektedir. Aslına bakılırsa ısının fazla olması sıcak, az olması soğuk demektir. Çünkü ısı terimsel bir anlam taşır, sıcak ve soğuk da ısının ortamda bulunma miktarına göre oluşan ikincil durumdur.

İkinci karşılaştırma karanlık ile ışık arasında yapılmıştır. Burada yine ışık bir terim, isimdir; karanlık ise sıfat, tanımlama, betimleme amaçlı nitelemedir. Yani ışığın ortamda fazla olması aydınlık, az olması karanlık anlamına gelir.

Sonuç olarak iki durumda da bir kavram ile bir durum karşılaştırılmıştır. Ulaşılan sonuç bir anlamda doğrudur ama hikayenin gerisi ile ilgisi olmayan bir mantık içermektedir. Çünkü karanlığın veya aydınlığın ışığa bağlı olması ya da sıcak veya soğuğun ısıya bağlı olması bu kavramların olmadığı anlamına gelmez. Bu kavramların varoluş amacı zaten bir durumu belirtmektir. Ayrıca nicel bir değerinin olmaması onların olmadığı anlamına gelmez. Çünkü zaten somut niteliği olan bir isim değildir bu kavramlar.

Bununla birlikte sanki karanlık ve ışık, ya da soğuk ve ısı (sıcaklık) birbirinin zıttı olarak gösterilmiştir. Ancak tabii ki böyle bir şey yoktur. Hikayenin geri kalan kısmını onaylatabilmek için bir anlamda çarpıtılmış gerçeklerdir bunlar.
 
Bu durumun iyi anlaşılması için şu örnekle daha iyi anlatmaya çalışayım yapılan mantık hatasını;

- Gürültü var mıdır?
- Tabii ki vardır.
- Hayır aslında yoktur. Çünkü fizik yasalarına göre gürültü ses frekansının artması, belli bir desibeli geçmesi demektir. Gürültüyü ölçemeyiz, ancak ortamdaki ses frekansını hesaplayabilriz. Gürültü insanların bu fazla sese verdikleri isimdir.

Eğer böyle bir mantık kullanırsak nicel ve somut varlığı olan kavramlar dışındaki o kavramlara bağlı değişkenlerin yok olduğunu söylemek durumunda kalırız. Ki bu da bizi çok karışık ve aynı zamanda kesin bir materyalist yapıya götürür. Çünkü nicel olarak varlığını ölçemediğimiz, somut olarak gerçekliğini gösteremediğimiz bir kavramı inkar etmek gerekir ve bu sebeple doğaüstü her kavram ilk elemede saf dışı bırakılır.

Şimdi hikayenin son ve can alıcı kısmına geçelim. "Şeytan / kötülük yoktur, şeytan allah sevgisinin eksikliği sonucunda ortaya çıkan bir şeydir."

Burada hikayenin başından beri kurulmaya çalışılan mantık anlamsız bir şekilde çökmüştür. Çünkü yukarıda her kavramın değişkenlik miktarına göre belirlenen ve aslında var olmayan ikincil durumlar gösterilmiştir. Isının yokluğu soğukluk, ışığın yokluğu karanlık demektir ve bu ikincil kavramlar ilk nicel kavramlara bağımlı kılınmıştı. Peki burada hata nerede diyebilirsiniz. Hata şurada;

Karanlık, ışığın yokluğu demekse ışık bizim elimizdeki sabitimiz oluyor. Işık yoksa karanlık olur, ışık varsa aydınlık. Peki şimdiki cümleyi irdelersek neyle karşılaşırız;


Şeytan / kötülük, allah sevgisinin yokluğu demekse 'allah sevgisi' elimizdeki sabitimiz oluyor. Peki bu 'allah sevgisi' ışık veya ısı gibi ölçebileceğimiz, azlığını veya çokluğunu anlayabileceğimiz bir kavram mıdır? Mantıklı davranırsak öyle olmadığını görürüz. Çünkü ısı veya ışık gibi fiziksel olarak ölçülebilen kavramlara karşın 'allah sevgisi' gibi bir şeyi somut olarak ölçmemiz ve değerlendirmemiz bilimsel açıdan mümkün değildir. Dolayısıyla hikayenin başında yapılan onca açıklamanın sonu ile bir ilgisi yok, sadece laf kalabalığı yaratarak ve sözde bilimsel dayanak elde ederek allahın varlığına delil oluşturulmaktadır.

Gelelim bu durumdaki ikinci mantık hatasına;
Bir ortamda ısının çok çok fazla olması da, çok çok az olması da yaşam için iyi değildir. Aynı şekilde bir ortamda ışığın çok çok fazla olması ya da çok çok az olması da yaşam için iyi değildir. Aynı örneklemeyi, asit, baz, tuz ve diğer tüm atom veya elementler için yapabiliriz. Çünkü insanlık için makul olan orta karar bir denklemdir. Oysa allah sevgisinin az olması kötülük, çok olması iyilik getiriyorsa ve bu da bilimsel bir gerçekse, allah sevgisinin çok çok az olması da, çok çok fazla olması da insanlık için zarardır. Oysa bildiğimiz üzere bir müslümanın allaha karşı olan sevgisi ne kadar artarsa o kadar daha iyidir. Ancak ne yazık ki hikayenin üst kısmını doğru kabul edecek olursak ve allah sevgisini de bununla özdeşleştirirsek fazla allah sevgisinin de zararlı olduğunu kabul etmek zorunda kalırız.

Şimdi hemen geçelim üçüncü mantık hatasına;
Hikayenin ilk iki kısmındaki değişkenler bilimsel veriler içermektedir ve şöyle bir argüman öne sürmemiz mümkün görünmemektedir; ışık, karanlığın olmaması demektir ya da sıcaklık soğukluğun olmadığı yerde vardır. Kuşkusuz bunlar anlamsız birer argüman olur. Ancak allah sevgisi ve şeytan arasındaki bağıntıyı değiştirebiliriz;

"Allah sevgisi, şeytanın olmadığı yerde vardır."

Yukardaki cümledeki değişkenlerden (allah sevgisi - şeytan) ikisi de bilimsel olarak ölçülemediği için birbiri yerine geçebilir. Örneğin satanist biri rahatlıkla yukarıdaki cümleyi söyleyebilir. Çünkü o kişiye göre şeytan asıl olandır, allah sevgisi ise şeytanın ortamdaki varlığına ya da yokluğuna göre değişkenlik gösteren ikincil değişkendir. Allah sevgisi veya şeytan gibi kavramların bilimsel verilerden yoksun olması sebebiyle bu kurulan cümle hikayenin başındaki bilime biraz daha yatkın açıklamadan iyice uzaktır ve aslında hiçbir anlam ifade etmemektedir.

Genel olarak bakıldığında hikayede tamamen bir kavram karmaşası olduğu görülür. Çünkü bilimsel çıkarımlardan, bilimsel olmayan bir çıkarıma gidilmeye çalışılmış ve tabii ki sonuç olarak deyim yerindeyse her şey yüze göze bulaşmıştır.

Son olarak hikayenin en mantıksız tarafını belirteyim; hikayenin aslında orijinalinde tanrı sevgisi diye geçmektedir, ancak özellikle "Ha tanrı ha allah, ne fark eder?" düşüncesini haiz tanrı ile allahın farkını tam olarak anlayamayan kimselerce hikaye bu şekilde de internette dolaşmaktadır. Tanrı ile allahın farkı için şu yazıyı okumanızı tavsiye ederim

Gelgelelim bu hikaye her şeyiyle doğru olsaydı ve nihayetinde bir yaratıcının varlığı şüphesiz kabul edilseydi dahi bunun allah olma ihtimali çok çok düşüktür. Çünkü bir yaratıcının var olması o yaratıcının illa ki 'allah' olma zorunluluğuna sahip olması gerektiği anlamına gelmez. Mesela sapık, aptal, deli veya mükemmellikten uzak bir varlık da olabilir bu yaratıcı. Allahın varlığının ispatlanabilmesi için yaratıcının varlığından ziyade, Kur'an'ın doğruluğu da ispatlanmalıdır ki, bu hikaye Kur'an'dan zaten hiç bahsetmemektedir.

Hayyam

52 yorum:

  1. İlk bakışta, Tanrının bütün herşeyi yarattığına göre, kötülüğün de Tanrı tarafından yaratıldığı gibi görünüyor. Oysa bu düşüncenin arkasında netleştirilmesi gereken bir varsayım var: kötülük bir nesne değildir – bir kaya ya da elektrik gibi. Yani, bir kavanoz dolusu kötülük diye bir şey yok! Tersine, kötülük bir vukuattır – mesela, koşmak gibi. Kötülük kendiliğinde var olamaz, aslında iyi bir şeyin eksikliğidir. Örneğin, çukurlar gerçekten vardır, ama ancak başka bir şeyin içinde oluşuyorlar. Toprağın yokluğuna ‘çukur’ diyoruz, oysa topraktan ayrı olarak çukur var olamaz. Aynı biçimde, Tanrı evreni yaratırken, var olan herşeyin iyi olduğu doğrudur. Tanrının yarattığı iyi şeylerin arasında iyi olanı seçme özgürlüğüne sahip olan yaratıklar vardı. Gerçek bir seçeneğin olabilmesi için, Tanrının iyilikten başka bir şeyin olmasına izin vermesi gerekiyordu. Onun için Tanrı özgür iradeye sahip olan meleklere ve insanlara iyiyi ya da iyi olmayanı (yani, kötüyü) seçme olanağını sağladı. İyi olan iki şeyin arasında kötü bir ilişki oluşunca ona kötülük diyoruz, oysa bu böyle olmakla Tanrının yaratması gereken bir ‘şey’ olmuyor.

    Belki ikinci bir örnek burada faydalı olabilir: sıradan bir kişiye “Soğukluk diye bir şey var mı?” diye sorduğumuzda, cevabı büyük olasılıkla ‘evet’ olacak. Ne var ki, bu aslında doğru olmayan bir cevaptır. Soğukluk diye bir şey yok, soğukluk sadece sıcaklığın yokluğudur. Buna benzer olarak, karanlık da var olmayan bir şeydir. Karanlık, ışığın yokluğudur. Aynı bunun gibi, kötülük, iyiliğin yokluğu, daha doğrusu Tanrının yokluğudur. Kötülüğün oluşması için Tanrının onu yaratması gerekli değildi, iyiliğin olmamasına izin vermesi yeterliydi.

    Kutsal Kitap’ın Eyub kısmına bir göz atalım: bölüm 1-2’de Şeytanın Eyub’u yok etmek istediğini okuyoruz. Tanrı buna izin verdi çünkü Şeytana kanıtlamak istedi ki, Eyub Tanrıyı kendisini bereketlediği için değil, ama doğru bir kişi olduğu için sevdi. Tanrı muktedirdir ve eninde sonunda olup biten her şeyi kontrol ediyor. Şeytan da Tanrıdan ‘izin’ almadıkça bir şey yapamaz. Tanrı kötülüğü yaratmadı, ama onun oluşmasına müsaade ediyor. Tanrı kötülüğe müsaade etmeseydi, hem insanlar hem melekler ona gönül razılığıyla değil, ancak zorunlu olarak hizmet ederlerdi. Tanrı, öyle ‘programlandıkları’ için onun istediğini yerine getiren ‘robotlar’ istemedi. Ama kötülüğün oluşmasına izin verdi, öyle ki, gerçekten özgür bir iradeye sahip olabilelim ve ona hizmet edip etmemeye karar verebilecek durumda olalım.

    Aslında bu sorulara tümüyle anlayabileceğimiz son bir cevap yoktur. Sınırlı insanlar olarak, sınırsız olan Tanrıyı asla anlayamayacağız (Romalılar 11:33-34). Bazen Tanrının bir şeyi neden yaptığını anladığımızı sanıyoruz, oysa sonra ilk önce düşündüğümüz sebepten başka bir sebeple yapıldığını anlıyoruz. Tanrı herşeyi sonsuz bir bakış açısından görüyor, bizse herşeyi dünyasal bir bakış açısından görüyoruz. Tanrı neden mi Adem ve Havva’yı günah işleyeyip bütün insanlığa kötülük, ölüm ve acılar getireceklerini bilerek yeryüzüne getirdi? Neden mi bizi yaratıp, orada mükemmel ve acı çekmeden yaşamak üzere gökte brakmadı? Verebileceğim en iyi cevap şudur: Tanrı, özgür iradeye sahip olmayan bir robot ırkı yaratmak istemedi. Tanrıya tapıp tapmama seçeneğimiz olsun diye, Tanrı bize kötü olma olanağı sağlamak zorundaydı. Hiç bir zaman acı çekmek ve kötülüğü görmek zorunda kalmasak, cennetin ne kadar harika olacağını gerçekten bileceğiz mi? Tanrı kötülüğü yaratmadı ama onun olmasına izin verdi. Ona izin vermeseydi, ona özgür irademizle değil de, mecburiyet olarak tapacaktık.

    YanıtlaSil
  2. Sanırım bu yazı tamamen kopyala yapıştır. Çünkü bu konuda zaten açıklamaya çalıştığım noktaları atlamış ve görmezden gelerek aynı şeyleri tekrar ileri sürmüş.

    Alıntı yapılan site de Hristiyanlık ile ilgili bir site sanırım ve yazı içerisinde de Kutsal Kitap'tan olan alıntılar yine Hristiyanlık baz alınarak ileri sürülmüş iddialar.

    Normalde yazıda elbetteki bir çok mantık hatası var ancak zaten kopyala yapıştır olduğu için, verilecek uzun cevapların hiç okunmayacağını düşünüyorum. Bu sebeple biraz da zaman kaybı olacağı kanısındayım.

    Eğer konuyu okur da ona göre bir cevap verirseniz memnun olurum.

    YanıtlaSil
  3. Ilk yapilan yorumu okudum, ortalik cok karismis gorunuyor. Acizane duzeltmeye calisalim...

    Oncelikle, aciklanmaya calisilan yorumun, "Albert Einstein hikayesi ve mantikla baglantisi" kismi hakkinda sunu soylemek istiyorum; evet hikaye yasanmissa da, yasanmamissa da kanitlanmaya calisilan durum Allah'in varligidir, denenmisdir ve kendilerince basarili da olmuslardir, maksat insanlarin maneviyatlarinda "Tanri" inancini olusturmaktir. Bilimsel bi bakisla bakmak, hikayenin sahihligini arastirmak, kaynaginin guvenilirligini olcmek her ne kadar onemliyse de, buradaki durum Allah'in var oldugu gercegini ortaya koymaktir.

    Herseyi, butun bilimsel gerceklikleri ve degiskenleri bir kenara birakalim ve sadece bu duruma fokuslanalim; evet mesele inancla alakalidir. Dolayisiyla metafiziksel ve soyut bir kavramdir, netlige kavusmasi ve anlasilmasi icin mantik ile veya istatistiki arastirmalarla veya fizik kanunlariyla aciklanmamasi gerekmektedir.
    Bununla alakali olarak asagidaki ayeti kerimeyi ornek verebiliriz:
    "Şayet kullarım, sana Benden sordularsa, gerçekten Ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla "IMAN" etsinler ki, doğru yola gidebilsinler." (Bakarah 186-Ayet meali; Elmalili Hamdi Yazir)
    Ayette de bahsedildigi gibi, Allah'in varligi konusu tamamen inanmakla alakalidir.
    ...

    YanıtlaSil
  4. Devam...


    Hikayeyi ve yapilan yorumlari inceledigimizde goruyoruz ki, unutulan tek birsey var bu durum (Tanri konsepti) Hristyan veya Yahudi perspektifinden aciklanmaya calisiliyor. Fakat biz Muslumanlarla Hristyan veya Yahudilerin "Tanri" -bizim tabirimizle "Allah"- konseptimiz oldukca farklidir. Soz konusu olan Ehl-i kitap yani hristyanlar ve yahudiler, kendilerine uyarici olmak maksadiyla gelen peygamberlerini oldurmus ve kendilerine inen kitaplarini ise tahrip etmislerdir. Dolayisiyla saglikli bi Tanri inanislari zaten yoktur. Tanri'nin varligi seytanin yoklugunda ortaya cikan bir varlik degildir.
    Islami prensiplerde Allah: Mutlak guc ve yegane Yaraticidir tek Ilahtir, Yaratan Yoneten O'dur.
    Iblis, seytanlar, cinler ve melekler Allah'in yalnizca biz insanlar gibi kullaridirlar. Melekler nurdan ve sadece Allahin emirlerine uymak icin yaratilmis varliklardir seytan ve cinler ise atesten ve yine Allah'a bizler gibi kulluk etmeleri sebebiyle yaratilmislardir.

    (bkz-Sure Zariyat Ayet no:56)
    "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım."
    (Hurafelerde gecen; Seytan da bir melekti sozunun dogrulukla alakasi yoktur, Seytan cinlerdendir, ve atesten yaratilmistir. Cok fazla ibadet etmesi sebebiyle meleklerden bile ustun konuma gelmis fakat Allah'in Hz. Adem'e secde emrine uymadigi icin kafirlerden olmus ve cennetten de kovulmustur.)

    Seytanin atesten yaratildigi icin buyukluk taslamasi ve Allah'a karsi gelisi ve cenetten kovulusuyla alakali olarak da ozellikle Araf suresi 12. ayeti okumanizi ve yine Bakarah 30-38, Araf 19-24, Isra 61-65, Kehf 50 surelerini okumanizi, ayetlerin aciklamalari icin de Elmalili Hamdi Yazir'in tefsirinden faydalanmanizi tavsiye ederim.

    Hikayeye gelince tekrar, biz muslumanlar bu hikayeye ancak tefekkur gozluguyle bakip diger ilahi dinlere mensup olan veya herhangi bir dine mensup olmayan insanlarin icinde bulunduklari "Tanri var midir yok mudur" karmasasini nasil acizlikle cozmeye calistiklarini gorup uzerinde dusunebiliriz ancak..

    Eger soz konusu olan mesele gercekten Allah'in var olup olmadigini ogrenmek ve inanmaksa, ilk goz atilacak yer yukarida da bahsettigim gibi Kur-an'i Kerimdir ve Islami dini ogretilerdir. Fakat mesele, hikayeyi mantikla iliskilendirmek ise, yaptiginiz yorumun yalnizca "salt mantik" ile ilgili olan kismina katiliyorum.

    Allah'in var olup olmadigini cozmek aslinda, insanin bedeninde bulunan herhangi bir uzvu incelemesi, kan dolasimiyla alakali biraz tefekkur bile edip bulabilmesi kadar kolaydir.:) Sahsi olarak benim fikrim sudur ki; Ben eger varsam, nefes aliyor ve yasiyorsam Allah muhakkak var olmalidir... Uzerinde biraz dusunulurse ne demek istedigim cok rahat anlasilacaktir. :)

    "...Ve “Rabbim, benim ilmimi artır.” de."(Sure Ta-Ha, Ayet 114)

    Allah ilmimizi artirsin.

    YanıtlaSil
  5. Mevzu einstein in böyle bir dialog içinde olmuş olup olmaması, araf suresiymiş bakaraymış ne alakası var bu yazılanlarla.
    Bilim ile uğraşan bir insanın inançlara bakışı ceteris paribustur. Aksi takdirde yaptığı bilim değildir.

    YanıtlaSil
  6. Einstein'in Yahudi bir ailede doğduğu göz önüne alınarak aşağıdaki sözleri incelenebilir:

    "Dinsel görüşlerim hakkında okuduklarınız elbette bir yalandı, düzenli olarak tekrar edilmekte olan bir yalan. İnsan suretinde bir Tanrıya inanmam ve bunu hiçbir zaman inkar etmedim, aksine bunu açık bir şekilde ifade ettim. Eğer içimde dinsel olarak tanımlanabilecek bir his varsa, bu dünyanın yapısı karşısındaki sınırsız hayranlığımdır, elbette bilimimizin açıklayabildiği kadarına."

    " Ben içten inanan bir inançsızım. Bu biraz yeni bir tür inançtır."

    Tanrı'nın insan suretinde olması Musevilik inancına dairdir. Sanıyorum İncil'de de geçiyor benzer bir tanım. Einstein'ın bu hadisi inkar etmesi döneminin kiliselerinden de büyük tepki almasına neden olmuştur.

    Einstein'ın panteist olduğuna dair görüşler de vardır. Ancak panteistlerin doğaüstü herhangi bir tanrıya inanmadıklarını da eklemek gerekir.

    İşte tüm bu nedenlerle, Einstein'ın Tanrıyı ispatlama gibi bir çaba içerisine girdiğini düşünmek gülünç geliyor bana. Eminim onun gibi bir dahinin inancı desteklemesi kilisenin eline büyük koz verirdi. Yine de geçmişten bugüne büyük dahilerin (engizisyon dönemi hariç) tanrıyı cidden desteklediklerini sanmıyorum.

    YanıtlaSil
  7. Adsiz icin...

    Alaka kurmakta sorun yasayan biriyseniz, tabiki alaka kuramazsiniz, zor olur bu sizin icin anliyorum...

    Benim yazdiklarim esasinda, biraz uzerinde fikir yurutup hikayedeki meselenin odaklanildigi anatema hakkinda (Allah bilinci) dogruluk ve gerceklik arayisi icerisinde olanlarin kavrayabilecegi seylerdi...
    (Bakin dikkatinizi cekiyorum! Arayis icerisinde olmak sarttir anlayabilmek icin...)

    Ayetler hakkinda da biraz saygili olmaya davet ediyorum, onlar Allah kelamidir. Bazen bizler anlamiyor, anlayamiyor olabiliriz ama bu bizde saygisizlik yapabilme cureti ve 'yok su ayetiymis yok bu suresiymis' turunden basit kullanimlari yapabilme hakki tanimaz. Insanlarin inanclarina ve hele de Allah kelamina saygi duymak zorundayiz...

    YanıtlaSil
  8. Bilim icin de sergilenilen bu tavir da aslinda batinin bilime tapmasi ve bilimi tek inanis sistemi haline getirmesinden kaynaklanmaktadir..
    Yoksa;
    "ben bilim yapiyorum, bilimle inancin veya ilah kavraminin ne baglantisi var, ben sadece bilime ve bilimin kanitladigina inanirim, tek gerceklik bilimdir, ve bilimle gecerliligi denenmis ve kanitlanmis kavramlardan baska hicbir seyin ne varligina ne de gcerliligine inanirim" gibi bir dusunce yapisi ancak batinin son donemlerde turettigi ve neredeyse din olgusunun sahip oldugu bir gerceklik yuklemeye calisdigi positivist akimin one surebilecegi aslinda bi takim kismi gercekliklerle batinin kendini oyalamaya calismasindan baska birsey degildir. Bu da aslinda batinin, dinin sahip oldugu ilahi otoriteyi yikmak istemesindendir.

    Bi anlamda da; Din olgusu ve bu olguyu hayata gecirmek zor gelmis, gerek "insani istekler" gerekse "siyasi" veya "otoriteyi kaybetmek" ile alakali sebeplerden dolayi (tarihte bunun ornekleri fazlasiyla yer almaktadir, idari birimlerin dinle ayrilmalarinin sebepleri incelendiginde bu cok rahat gorulecektir) bati bilime ve bilimin bu derece "USTUN GERCEK" oldugu kanaatine inanmayi istemis ve coktan uygulamaya gecmistir ve diger dunya devletlerini ve toplumlarini da etkilemeye calismis, bu fikri empoze etmistir.

    Din dedigimiz olgu ise hayatin her alanini kapsayan bir olgudur. Bilimin dinle ne alakasi var diyenler, sig dusunenlerdir, at gozlugu takip sadece burnunun ucunu gorenler, kendilerine etrafi gorup inceleyebilme firsati vermeyenlerdir...

    Dinsiz bilim, bilimsiz Din olmaz!...

    YanıtlaSil
  9. Sayın İrem;

    "buradaki durum Allah'in var oldugu gercegini ortaya koymaktir." demişsiniz. Ee ben o kadar açıklamayı boşuna mı yaptım? Buradaki durum bırakın allahı, herhangi bir yaratıcının varlığını bile ortaya koymaktan uzaktır.

    Bununla birlikte aslında hikaye, yaratıcının varlığı öncülüne dayanır. Yani "bir yaratıcı vardır ve eğer bizler onun sevgisinden uzaklaşırsak kötülükler olur hayatımızda" önermesi bu hikayenin ana fikridir. Dolayısıyla tanrı için varlık veya yokluk bakımından bir fikir ileri sürmez bu hikaye; "kötülük problemi" adlı felsefi probleme teistik bir bakış açısıyla mantıksallık kazandırmaya çalışır, ki başarısız olur.

    Diğer dinler için "saglikli bi Tanri inanislari zaten yoktur" demişsiniz ve bunu temellendirmeye çalışmışsınız. Ancak yanıldığınız nokta Kur'an'ın da aşağı yukarı aynı evrelerden geçtiğidir. Bu başlıkta ( http://tanrivarmi.blogspot.com/2010/08/kuran-nasil-degisti.html ) bu konuya değinen bir yazı vardır.

    Bununla birlikte İncil zaten tanrı kelamı olarak kendini ileri sürmemektedir. İsa'nın yaşayışını ortaya koyan havarilerin yazdığı ve tanrının oğlunun kutsal hayatını gösteren, insanların da nasıl olması gerektiğini anlatan bir kitaptır. Yani Hristiyanlık'ta modamod uygulamadan ziyade "genel mantığın kavranması" İslamiyet'e oranla daha fazladır.

    "Tanri'nin varligi seytanin yoklugunda ortaya cikan bir varlik degildir." Bu ifadeniz benim durumu daha iyi anlatabilmek adına sunduğum anti-tez idi. Orijinal videodaki "devil" kelimesi, hem şeytan hem de kötülük olarak çevrilebilir dilimize. Bu bir karmaşa yaratabilir. Bu bakımdan konuya biraz daha geniş açıdan bakılmalı bence. Söz konusu ayetler de cismi bir şeytanı kastettiği için bunu tekrar "kötülük" kapsamında değerlendirmenizi öneriyorum.

    YanıtlaSil
  10. "Ayetler hakkinda da biraz saygili olmaya davet ediyorum, onlar Allah kelamidir." demişsiniz. Ben genel olarak saygılı olarak davranmaya çalışıyorum ancak bu saygı allah kelamı olduğu için değildir, sadece insanların kutsallarına -ki o kutsal aslında her ne kadar anlamsız olsa dahi- nasıl bağlandıklarını ve duygusal bağ kurduklarını bildiğimdendir.

    Ancak bir de olaya şöyle bakın; bizlere göre o sözler kutsal değil, tamamen yalan ve dolan. Siz ise bu yalan dolana saygı göstermemizi bekliyorsunuz. Sizce ne kadar saygı gösterilmeli bu durumda?

    Veya şöyle diyeyim; sizin saçma bulduğunuz bir şeye, sırf başka birisi değer veriyor diye ne kadar saygılı olabilirsiniz? Mesela biri çok eşliliği savunuyor ve bunun kutsal bir hak olduğunu düşünüyorsa, siz buna ne kadar saygılı olurdunuz?

    İşte bizler için de Kur'an ahlaki çöküntü içerisinde bir kaynaktır ve eğer samimi bir sorgulama ve eleştiri yapacaksak, saygı kılıfı içerisinde -göreceli dahi olsa- gerçekleri göz ardı edemeyiz.

    Bilim için aslında ilk iddianız doğrudur bir nebze. Orta Çağ'ın kilise baskısı sonrasında özellikle metaryalist düşünce yapısına sahip bilimsel atılım bir anlamda intikam alır gibi gerçeklik zannımızı deney ve gözlem kıskacına aldı. Ancak artık bugün kuantum fiziğinin de ortaya çıkmasıyla bilim bu katılığından ödün vermiş ve çok daha tarafsız bir şekilde bir şeyleri araştırmaya başlamış durumdadır.

    Ancak unutmayın ki size verdiğim bu hak sadece metninizin başı için geçerlidir. Bilime karşı bu bilenmişliğiniz oldukça geçersizdir. Çünkü bilim bakış açısını daraltmış olsa dahi her zaman emin adımlar atmış ve dinle savaşmaktan uzak durmuştur.

    Dinin öne sürdüğü iddiaların, bilimsel araştırmalar ile birer birer aslında doğru olmayan iddialar olduğu ortaya çıkınca din bilime karşı kin beslemeye başlamıştır. Gerek dünyanın evrenin merkezinde olmadığı, gerek güneşin dünyanın değil; dünyanın güneşin etrafında döndüğü, gerekse de topraktan bir anda değil de; evrimsel süreçlerle değişip gelişmemizin ortaya çıkması, bilimin dine saldırdığı fikrini doğurdu. Oysa bilimin yaptığı şey eldeki verilerle tatmin edici bir açıklama bulmaktır.

    Son olarak şunu da belirteyim; dinin ileri sürdüğü tanrı fikri kesinliği olmayan bir hipotezden ibarettir. Sizler görünmeyen, bilinmeyen, mantıksal sınırların üstünde, anlaşılamayan ama gücünün her şeye yettiğini bildiğiniz, iyilik dolu bilge bir varlık fikrini pekala ileri sürebilirsiniz. Ancak kimse bu fikri kabul etmek durumunda değildir, çünkü bu fikri destekleyecek yeterli veri yoktur. Kur'an veya herhangi bir dini kitabın varlığı hiçbir şeyi ispatlamaz, ki gelgelelim Kur'an'ı inceleyerek okursanız Kur'an'ın vasat bir kitap olduğunu da görürsünüz.

    Dolayısıyla dinin kesinliği ortaya konulmadan bilim ile boy ölçüşebilmesi şu an için mümkün değildir. Ancak din orta çağdaki gibi baskı rejimi uygularsa "dinsiz bilim, bilimsiz din olmaz" sözünüz geçerli olur. Din şu an için bilimin yanına bile yaklaşamaz.

    Saygılarımla.

    YanıtlaSil
  11. Videodaki savlardan biri, sıcaklık ve soğukluk kavramları üzerine temellendirilmiştir. Ana yazıda, bu kavramlar modellenerek, bir açıklama getirilmeye çalışılmaktadır. Amacım, ana yazıdaki savlara destek getirmek veya karşı sav oluşturmak şeklinde değil, sıcaklık ve ısı kavramı üzerindeki bir iki düşüncemi paylaşmaktır. Yazıda açıklama yapılırken, ısı ve sıcaklık kavramları birbirine eş tutulmuş; biri diğerinin yerine kullanılmıştır. Eğer, sadece ve sadece bir kavramı (videodaki sıcaklık ve soğukluk kavramı) açıklamak adına bu farklı kavramlar birbirinin yerine bir argüman olarak kullanılmış ise, bu kelimeden sonra yazdıklarımı lütfen yazmamış kabul ediniz. Çünkü, böyle bir durumda, kullanılan argümandan (nesne, kavram, olay vb.) ziyade, anlatılmak istenilen ana tema önemlidir. Diğer bir ifade ile yazıda “sıcaklık” yerine “ısı” demek o kadar önemli olmayacak, buna karşılık ben, makale sahibinin esas anlatmak istediğini kaçırmış, ayrıntıya takılıp, ağaca bakıp ormanı görememiş konumunda olmuş olacağım. Şimdiden bağışlayınız.

    Diğer taraftan, sıcaklık ve ısı, anlatılmak istenilen modelde etkin değişkenler olarak görülüyorsa, ısı ve sıcaklığın farklı kavramlar olduğunu söylemek, sanırım, bunca yazışmalardan sonra, sıkıntı yaratmaz.

    Günlük dilde, ısı ve sıcaklığı, birini diğerinin yerine kullanılırken, aslında birbirine bağımlı ama farklı kavramlar olduğunu pek düşünmeyiz. Sayısal değerlere girmeden ısı ve sıcaklık kavramlarının farklılıklarını birkaç örnekle ifade etmeye çalışmak isterim.

    Bir odada yaktığım bir kibritin sıcaklığı, odadaki kalorifer radyatörünün sıcaklığından daha fazla olduğu halde, odayı kibritin ısısı değil, radyatörün ısısı ısıtır. Bu küçük örnek ile ısı ve sıcaklığın farklı kavramlar olduğunu göstermeye başlamak sanırım uygun olur.

    Yazıya devam etmeden önce, ısı enerjisi denen olayın; katı, sıvı veya gazların içindeki moleküllerin titreşmesini ve birbirleri ile çarpışmasını kastettiğimizi ifade edelim. Isı arttıkça, moleküllerin titreşmesi de artacaktır. (Kinetik enerji)

    Deneylerle ısı ve sıcaklık kavram farklarını biraz daha irdeleyelim.

    Bir deneyde, bir birine eşdeğer iki cam kap alalım. Cam kaplardan birini yarısına kadar, diğerini de ağzına kadar su ile dolduralım. Her iki kaptaki suyun sıcaklığı varsayalım ki 20 derece santigrat olsun. Bizden istenen, her iki kaptaki suyun sıcaklığını 1 derece santigrat arttırmak olsun. Yani her bir kaptaki suyun sıcaklığını 21 derece santigrata çıkartmamız isteniyor. Isıtmak için, cam kapların altına özdeş ısı veren (belli sürede aynı miktar ısı veren) birer ısıtıcı koyalım. Isıtma esnasında yarısı dolu olan kaptaki su 21 derece santigrata geldiği halde, diğerinin henüz istenilen dereceye gelmediğini görürüz. Yani, ağzına kadar dolu kaptaki suyun istenilen dereceye gelmesi için hala ısıtmak gerekmektedir. Deney sonunda yaptığımız ölçümde, her iki kaptaki suyun sıcaklığını 1 derece santigrat yükseltmek için, tam dolu olan kaptaki suya, diğerine göre iki kat fazla ısı verdiğimizi görürüz. Tabii ki bu arada, ısının bir miktarının cam kaplar tarafından emilmediğini (absorbe olmadığını) varsayıyoruz. (Gerçek anlamda bu tür deneyler için, kalorimetre kapları kullanılır) Buradan çıkacak sonuç, kütle miktarının bu deney için önemli olduğudur. Yani, eğer bir formül yazacak olsaydık, sıcaklık (t) ile beraber kütle miktarını (m) bu formüle koymamız gerekirdi diye düşünebiliriz.

    YanıtlaSil
  12. (Devam)

    Bir başka deney daha yapalım. Bu deneyde de, yine yukarıdaki kaplara, eşit miktarda olacak şekilde iki farklı sıvı koyalım. Yani, kaplardan birine su, diğerine alkol koyalım. Yine, hem suyun hem de alkolün sıcaklığını 20 derece santigrattan 21 derece santigrata çıkartmak için ısıtalım. Tabii ki, yine her bir kabı eşit ısı veren ısıtıcılarla ısıttığımızı varsayıyoruz. Görülecektir ki, her iki sıvı da eşit miktarda olduğu halde, alkol 21 derece santigrata geldiği anda, su henüz istenilen sıcaklık derecesinde değildir ve biraz daha ısıtmak gerekmektedir. Buradan da anlıyoruz ki, alkolün sıcaklığını sadece ve sadece 1 derece santigrat yükseltmek için harcanan ısı miktarı, suyun sıcaklığını 1 derece santigrat yükseltmek için harcanandan daha azdır. (Yine, deneyimizi alkol ve suyun buharlaşma ve benzeri istenmeyen etkileri kaldırdığımız bir ortamda, kalorimetre kabında yaptığımızı düşünmekte yarar var) Bu da, her iki maddenin birbirine göre farklı yapısından kaynaklanan ve özgül ısı veya ısınma ısısı denen faktöre bağlıdır. Biraz kaba bir lisanla söylemek gerekirse, aynı ısı miktarı, bir maddenin moleküllerini daha kolay titreştirmeye başlarken, farklı diğer maddeyi aynı miktarda titreştirmek için biraz zorlanacaktır. Bu deneyle de maddenin farklı yapısından kaynaklanan ve yukarıda da söylediğimiz gibi ısınma ısısı veya özgül ısı (c ) denilen bir değişkeni daha formülümüze katmak gerektiğini düşünebiliriz.

    Her iki deneyle ilgili denklemi Q=mct şeklinde yazarsam kavramları biraz daha iyi gösterebilirim sanırım. Denklemde görülmektedir ki, kütle miktarı olan m, ilgili maddenin ısınma ısısı olan c ile ve sıcaklığı temsil eden t ile çarpılıyor. Görülüyor ki sıcaklık yani t’nin de içinde bulunduğu 3 ayrı kavram birbiri ile çarpılıyor ve sonucunda Q ile gösterilen ısı elde ediliyor. Olayı bir de denklem boyutuyla göstermemin sebebi sıcaklık yani t nin ve ısı yani Q nun anlatılmak istenen olay içindeki yerlerini göstermek içindi. Bir anlamda sıcaklık, ısının nedeni olmaktadır. Tabii ki, haklı bir ikaz gelmeden t’nin aslında sıcaklık farkı (Δt) olması gerektiğini hemen ifade edeyim. Diğer taraftan, sıcaklık ile ısının birimlerinin de farklı olması bu kavramların birbirine bağlı ama farklı kavramlar olduğunu göstermesi açısından önemli bir etkendir. Formüle bakıp diyebiliriz ki, deneye kattığımız farklı maddelerin miktarları aynı olsa bile, biz, her birinin sıcaklığını sadece ve sadece 1 derece santigrat yükseltmek istesek, her bir madde için farklı miktarda ısı tüketmemiz (veya sistemden ısı almamız) gerekirdi.

    Ve son cümle olarak, videoda ifade edilen kavram, ısı değil, sıcaklık olmalıdır.

    Kavram kargaşası yaratmadığım düşüncesiyle.

    Saygılarımla.

    Not: Derece işaretini yazamadığım için, "derece santigrat" ifadesini yinelemek durumunda kaldım.

    YanıtlaSil
  13. Allahin yarattigi insanlarin allahi tam olarak cozumleyebilmesi mumkun olmadigi icin tabii ki insanlarin kavram karmasalarina dusmesi pek dogaldir. Bazi insanlar kendilerini Zeki ve arastirmaci olarak gordukleri icin allahi allahin onlara verdikleri beyinle sorgulamaya calisirlar ki kimse bir sonuca varamaz. Cunku allah zaten size kendini ispatlamak isteseydi bu ol demesine bagliydi. Zaten allahin istedigide insanlarin dusunerek onu anlamasiydi. Gorulmeyen ve dunya uzerinde hic bir sekilde var olmayan bir kavrami dunyada olan kavramlarla izah etmek zaten tam bir saflik bicimidir. İnsanlar dogduklarini hatirlamazlar, onlar hep bir yastan sonrasini hatirlayabildikleri icin hep hayatta yasiyormus gibi hissederler, hic yok olduklari zamani hatirlamadiklari icin , hic yok olmayacaklarini sanarlar. Oysa durum boyle degildir. Allahi dusunmek guzeldir. Arastirmaci olmaksa muhtesemdir... Ama sunu bilin. Gercekten zeki olan bir insan arastirdikca allaha yakinlasandir. Cunku arastirdikca kendi acZiyetinin farkina varandir. Yazinizda yaZdiginiz kavramlar birbirine karismis olabilir. Ama o kavramlari yaratanda allahtir. Siz isigin azligina goremiyor olabilirsiniz, ama Bu allahin orda olmadigi anlamina gelmeZ

    YanıtlaSil
  14. Sayın Ozan,

    Bugün Olympos tanrılarından zeusa inanmıyorsunuz değil mi? Bunun sebebi aklınızla o tanrıların olmadığı sonucuna varmanızdır ve bunu aptallık olarak görmüyorsunuzdur büyük ihtimalle.

    Oysa yazınızda ancak zeki olan araştırmacıların allaha ulaşacağını; yani aptal olanların ulaşamayacağını söylemişsiniz. Ben bunun zeka ile bağlantılı olduğunu düşünmüyorum.

    Sizler nasıl zeusu reddediyor ve ona inanmıyorsanız -ve bunda bir aptallık görmüyorsanız- bizler de aynı şekilde allahı reddediyor ve ona inanmıyoruz. Arada bir fark yok.

    Şimdi diyeceksiniz ki, çok-tanrıcılık ilkeldir, oysa allah inancı daha modern. Ancak yanılıyorsunuz. Şöyle ki, nasıl ki Olympos dağının bilimsel ve felsefi birikimler ile tanrılara ait olmadığını anlayabiliyorsak, allahın kitabı olan Kur'an'ın da yine felsefi ve bilimsel birikimler ile vasat altı bir kitap olduğu, dolayısıyla allahın olmadığı sonucuna ulaşabiliriz.

    Gelgelelim, kastettiğiniz allah değil de genel olarak bir yaratıcı ise zaten bir agnostik olarak din dışı bir tanrının olup olmadığını bilemeyeceğimizi savunuyorum. Dolayısıyla kesinlikçi bir tavırla tanrı var demek yine doğru değildir benim görüşüme göre.

    YanıtlaSil
  15. HAYYAM Sana sadece birkaç ayet okutacağım.. Bu ayetler 500 lü yıllarda yazılmış ve senin dünkü kıytırık filozofların keşif diye bulmuş bunları.. ŞİMDİ OKU BUNLARI VE YOK DAHA NELER 500 lü YILLARDA BUNLAR BİLİNİYOR MUYDU DE!!! VE BANA TEKRAR İNANMADIĞINI SÖYLE! VE BANA TEKRAR KURAN IN VASAT BİR KİTAP OLDUĞUNU SÖYLE!!!

    Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi... Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti... (Fussilet Suresi, 11-12)
    BU AYETTE GEÇEN 7 GÖK OLAYINI BANA AÇIKLAR MISIN! SENİN BİLİM ADAMLARIN DAHA DÜN KEŞFETTİ ATMOSFERİN 7 KATMANINI

    Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneş'e ve Ay'a boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O'dur. (Zümer Suresi, 5)
    BU AYETTE gece ve gündüzün oluşumu için Dünya'nın hareketi, kavuğun sarılmasında olduğu gibi, "yuvarlak bir cismi sarıp örtmek" anlamına gelen "tekvir" fiilinden türemiş "yukevviru" kelimesi ile tarif edilmektedir. Bu kelime Dünya'nın küresel şeklinin yanı sıra, Güneş'in etrafındaki hareketini de en doğru olarak ifade etmektedir.

    BANA BİR DAHA SÖYLER MİSİN HAYYAM! KURAN BANA VASAT BİR KİTAP DER MİSİN!!

    O MİTOLOJİK KİTAPLARI SONUNA KADAR OKUYUP SAVUNUYORSUNUZ!! BEN DE OKUYORUM NEDEN Mİ!! GERÇEK BİLGİYE ULAŞMAK İÇİN! EĞER OBJEKTİF ŞEKİLDE KENDİNİZİ KANDIRMADAN BİR SONUCA VARMAK İSTİYORSANIZ BU SADECE KARŞIT KİTAPLAR OKUYARAK OLMAZ!! BUNA BENZER DAHA NE AYETLER VAR!! BANA BU AYETLERİ 500 lü yıllarda YAZILAN BU BİLİMSEL AYETLERİN AÇIKLAMASINI YAPIN!! O MİTOLOJİSİNİ SAVUNDUĞUNUZ ADAMLAR DÜNYA YUVARLAK DEDİĞİNDE BİRBİRİNİ ASARKEN 500 lü YILLARDA İSLAMİYET İLE YAŞAYANLAR İLİM ÖĞRENİYORDU! KURAN İLİMDİR! HERŞEY MADDEDİR!! BUNLARIN HEPSİNİN AÇIKLAMASI VAR! KİMSE KIZMASIN BANA AMA AHİRET DE MADDESELDİR! ÖĞRENMEK İSTEYEN YA ARAŞTIRSIN YADA BANA ULAŞSIN KONUŞALIM.. Adm Göktuğ ÖZEL facebooktan da bulabilirsiniz..

    KİMSE KURANI OKUMADAN GELİP DE VASAT DEMESİN OKUSUN DA AĞZI KAYSIN! VASATMIŞ! SENİN VASAT DEDİĞİN KİTAPTA YENİ BULUNAN BİLİMSEL BİLGİLER YER ALIYOR Kİ DAHA ÇÖZÜLEMEMİŞ BİRÇOK ŞİFRESİ VAR! ÇOK VASATSA OKU DA O ŞİFRELERİ ÇÖZ BAKALIM ÇOK EVRİMLEŞMİŞ MAYMUN SENİ!

    YanıtlaSil
  16. EĞER KURAN IN DİLİNİN ÇOK BASİT OLDUĞUNDAN ŞİKAYETÇİYSEN (hani yok göğe yöneldi ay ve güneşe boyun eğdirdi falan diye) ONU DA ŞÖYLE AÇIKLAYAYIM SANA!

    Düşün ki bundan 200 sene önce.. evet çok değil sadece 200 sene önce, cep telefonunun icat olacağını birine anlatsaydın ve deseydin ki: Bak ikimizde birer kutu olacak ve kilometrelerce uzaktan birbirimizin sesini duyup konusacağız.
    sana hadi lannnn!! derlerdi.. Neden? çünkü anlamazlar.. Anlayamazlar.. inanamazlar.. Ki sen tutmuş daha dün keşfedilen hatta sırrını hala çözemediğimiz atmosferden ve dünyanın şekil veya coğrafyasından bahsedeceksin.. hemde hikayeci bir dille anlatmadan :) Kim anlar? Kim dinler? e=mc2 desen anlayacaklarmıydı?? sen şu an anlayabiliyor musun? :) Demekki Kuran ın dilinin bile bir sebebi varmış.. O zamanki şartlarda o insanlara kolay anlatabilmek için bu şekilde vahyedilmiş. Kİ ŞİMDİKİ BEYNİYLE BİLE ANLAYAMAYANLAR VAR! BAKIN NE KADAR İLERİ GÖRÜŞLÜ VAHYEDİLMİŞ :)

    YanıtlaSil
  17. Bu ateşli tavrınıza bir anlam veremedim. Neyse, açıklamaları okursunuz belki diye ekleyeyim:

    Yedikat gök meselesi için: http://tanrivarmi.blogspot.com/2010/03/kuranda-gokyuzu.html

    Diğer mucize iddiaları için: http://www.mucizeyalanlari.com/

    Kur'an'ı okudum birçok dini ve genel olarak din felsefesini de araştırıyorum. Kur'an açık bir şekilde vasat. Bu siteyi, birçok yazıyı Kur'an'ı hiç okumadan, sırf inanmadığım için yalan yanlış bilgilerle yazdığımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.

    YanıtlaSil
  18. Göktuğ Özel'e Yanıt:

    1-Arkadaşım bir defa Allah hakkında (Bu konuda ayet bile var, bilmem bilirmisin) insandan örnek verme. Müslümansın ama müşrikliğinin farkında değilsin. İnsan başka Allah başka.
    2-İnsan anlamaz diye Allah'ın saçmalaması doğrumu? İnsan saçma diye allah'ın saçma olması doğrumu? Allah insan'a göremi davranmalı, gerçeğe göremi?
    3-Kur'an bugün anlaşılmıyorsa, bu insanın suçumudur, Allah'ın suçumu?
    4-Kur'an nasıl bir kitaptan önce, Kur'an kitapmı? Bu tartışılmalı.

    YanıtlaSil
  19. Yahudi veya hristiyan tanrılkarının isnan sıfatında olduğu söylenerek, müslümanlar tarafından, rab ve yehova saptırılmış ve küçültülmüş olarak lanse edilmektedir. Lakin ortada enteresan bir çeliştki vardır, insanların ürettiği 99 sıfatın Allah'a atfedilmesi, rahim, kadir, hakim, hak vs. Bu sıfatların sürekli zikredilerek şifa aranması da. Müslüman düşünenlerin,, Tanrıyı insanlaştırması değil midir? Neden dinleri partizan bir mantıkla savunurlar anlamış değilim? Her ne hikmetse her din diğerlerini karalıyor.

    Tarihi dikkatle incelerseniz ve parçaları birleştirirseniz, hiç bir dinin bir öncekinden bağımsız olmadığını göreceksiniz.

    YanıtlaSil
  20. Diğer karalamaları geçtim de ben şunu anlamış değilim. Diğer Din'leri Din görmeyip kafirlik (Dinsiz/Allahsız/İmansız) görmek. Ve bu yüzden bir insanın boğazını kesmek.

    YanıtlaSil
  21. Peki yokluğun sebebi nedir?

    YanıtlaSil
  22. daha komik bir şey var arkadaş ısı ile sıcaklığı aynı anlamda kullanmış sıcaklık(ısı) şeklinde, bunun yanında günlük hayatımızda sıcaklık kelimesi sıcak sıfatından türetilerek kullanılan bir isim'dir. Dolayısıyla sıcak kavramı ısının çok olması soğuk kavramıda ısının az olması anlamında kullanılmasıdır.Yani basit anlamda sıcak-soğunun zıttıdır. Halen hava durumlarında bugün İstanbul'un ısısı 20 c0 diye sunum yapan sunucular olduğunu düşünürsek yukarıda felsefe yapan arkadaş basit bir ısı*sıcaklık ayrımını yapamamaktadır. Bunun yanında fizik anlamındaki ikinci yanlışta gürültü tanımında yapılmıştır. Gürültü ses enerjisinin dolayısı ile şiddetinin dB cinsinden artmasıdır. Yukarıdaki cümlede ise "..... ses frekansının artmasıdır..." şu anda ilköğretim 8. öğrencileri bile bu ayrımı yapabilmektedir.Ki sesin frekansının artmsı incelmesi yani pes olmasıdır. Yani yukarıdaki bilgilerin çoğu felsefe adına bilimsel dayanaklarının gazete güvenirliliğinde olduğu bir yazıdır. Bir bilim insanı olarak bana göre inanırlılığı ve güvenirliliği "0" aslında yorum yapmaya bile değmezdi ama yukarıda sayfalarca fıkıh bilgisinin haricinde ufacık bir dikkat ve yanlış yazının anlamsızlığını ve komikliğini açıklamaktadır.

    YanıtlaSil
  23. düzeltme ses frekansınının artmasını pes olarak yazmışım tiz olacaktı ..

    YanıtlaSil
  24. Evet, sıcaklık ve ısı arasındaki ayrımı net çizememişim. Aynı şekilde gürültü hakkındaki örneklemem de kabaca olmuş. Bunun sebebi -ki yanlış hatırlamıyorsam, çünkü yıllar önce yazdığım bir yazı- yazıyı tek seferde yazmış olmam ve yazının ilk kısmı olan, "Böyle bir olay gerçekten yaşanmış mıdır?" bölümü için fazla araştırma yapmış olmamdır. Diğer bir deyişle, dikkatsizlik ve özensizlik söz konusu.

    Gelgelelim, terim bazında ufak hatalara düşülmüş olsa dahi, söylemek istediğimi aktarabildiğimi düşünüyorum. Bu yazı, "Einstein Tanrı'yı İspatladı" şeklindeki hem yalan hem de mantıksız bir videoya açıklama amacıyla yazılmıştır. Şayet burada sözde Einstein'ın tanrıyı ispatlama yöntemi üzerinde değil de (ki eminim isterseniz orada çok daha fazla hata bulursunuz) benim hatam üzerime yoğunlaşmanız ve bunun neticesinde yazının anlamsız ve komik olduğunu belirtmeniz kanaatimce art niyetlicedir.

    Bir örnekle durumu iyice netleştireyim: Güneşin, dünyanın çevresinde döndüğünü iddia eden birine karşılık, dünyanın güneş çevresinde döndüğünü ve bu dönüşü 360 günde tamamladığını söyleyen birini düşünün. Elbette verilen bilgi hatalıdır, çünkü 360 gün değil -kabaca- 365 gün 6 saatte dünya güneş çevresinde dönmektedir. Ve yine düşünün; biri gelip sadece dünyanın güneş çevresinde döndüğünü iddia edenin 360 günlük eksik bilgilendirmesi sebebiyle ciddiye alınmaması gerektiğini söyleyip, ilk iddianın -güneşin dünya çevresinde döndüğü iddiasının- üzerine hiç durmuyor.

    İşte buradaki durum da budur.

    YanıtlaSil
  25. Be müslüman, masaya ekmek gelmiş karnını doyurmaya baksana, gidip düzmü yamukmu kesildiğine bakacağına.

    1)

    çok üşüyorum, soğukluk -40 derece.

    çok ısıyorum, sıcaklık 40 derece.

    2)
    çok soğuyorum, soğukluk -40 derece.

    çok sıcayorum, sıcaklık 40 derece.

    Isı kelimesi normal bir kelime değil. Isıyı sıcaklığa eşleştiren TDK. Bu yanılgıyı herkese yaşatan TDK.

    Isınma türeyince uyum sağlamıyor. Hal böyle olunca Isı ile sıcak anlamdaş oluyor. Isılık da sıcaklıkta aynı anlama çıkıyor. Yada çıkarılmasına yol açılıyor. Vs. vs.

    Komik olan TDK, komik olan dil, yazanın ne kusuru var.

    Şu TDK yada günümüz dilleri temelli eleştirileri bırakın.

    Yok de bağlacı, yok ayrı yazılır, yok şöyle işaret.

    Müslüman zaten bişey bulamaz, gider harfe noktaya virgüle takar. Oradanda bizim ateist aptal olur çıkar ya ben ona yanıyorum.

    Hayyam ne ciddiye alıyon böyle eleştirileri. Hiç cevap bile verme. Adam belli ki kasti gıcıklık yapıyor. Bu tür eleştiriler kalitesiz seviyesiz ciddiyetsiz kişilerin işi. Akılsız mantıksız düşüncesiz cahil kişilerin işi.

    Müslüman oturup tartışmamak lazım, onu hiç ciddiye almamak lazım. Oturup karşına alınca şeyi kalkıyo afedersiniz.

    YanıtlaSil
  26. Sayfa 1

    DOĞRU MODEL SEÇİMİ
    Eğer, bir şeyi açıklamak için, başka bir şeyi (modeli, sistemi, süreci, konfigürasyonu veya her ne ise) kullanıyorsak, yani analoji, benzetme, öykünme vb. bir yaklaşım gösteriyorsak, öncelikle, benzetmesinden faydalanacağımız şeyin doğru anlaşılması ve buna bağlı olarak da doğru seçilmesi gerekir. Benzetme olarak ele alınan şey, daha en baştan yanlış anlaşılmış ise, bu şeyden faydalanıp, anlatılacak yeni şey de (model, sistem, süreç vb.) kendi içinde birçok tutarsızlıkları ortaya koyar. Böyle bir durumda, anlatılmak istenen şey, değil yeni bir kavramı ortaya koymak aksine kargaşa yaratır.
    Kaldı ki, yukarıdaki videoda örnek olarak gösterilen ve bir şeyi ispatlamak için aracı olarak kullanılan kavramları, günümüzün bilgisi çerçevesinde revize etmezsek, bu kavramlar daha da karışır gider.

    IŞIK, KARANLIĞIN ALTERNATİFİ MİDİR?
    Önce, ışık ve karanlık olgusu ile işe başlayalım.
    Hayatında hiç radyo görmemiş bir kişiye FM kanalından yayın alan bir radyo verelim. Ancak öyle ki, bu radyo, 90.0 ile 95.0 Mhertz arasında yayınları alabiliyor olsun. (Birimin ne olduğu önemli değil). Bu kişi, radyo dalgaları hakkında hiçbir teknolojik bilgisi olmazsa, bu radyonun, sadece ve sadece bu dalga boyları arasında yayın yapılacağını düşünür ve bunun dışında başka bir dalgadan yayın yapılacağı aklına gelmez. Artık, bundan böyle tüm dünyasını, bu kanallar arasında sıkıştırır. Ancak araştıran bir kişi neyi bilmektedir? Şunu bilmektedir. Kişinin bildiği dalga boylarının dışında da yayın yapan istasyonların olduğunu. Böylece, radyosuyla sadece 90.0 ile 95.0 arasında yayın alan kişi, varsayalım ki, bu kanallar arasındaki istasyonlar, sadece ve sadece halk müziği çalıyorsa, radyonun sadece halk müziği çalan bir aygıt olarak görme konusunda bir şartlanma olacaktır. Ondan, FM kanalının tanımı yapılması istense, sadece bildikleri ile tanımı yapacaktır. Araştıran ve bilen bir kişi ise, başka FM kanalları vasıtasıyla batı müziği, sanat müziği, klasik müzik, caz ve ne varsa diğer müzik türleri hakkında da bilgi sahibi olacaktır.

    YanıtlaSil
  27. Sayfa 2

    İşitilebilir ses ile ilgili bir örnek vereyim. Bilindiği üzere, kulağımız, saniyede 20 ile 20.000 defa titreşen cisimlerin seslerini algılayacak şekilde organize olmuştur. Bunun dışındaki sesleri duymayız. Şimdi şöyle düşünelim. Bundan iki yüzyıl evvel, henüz bu tür şeylerden uzak olduğumuz bir zamanda, karanlıkta uçarak ve bir yere çarpmadan yolunu bulan bir yarasanın, bu işi nasıl yaptığı, yolunu nasıl bulduğu konusunda ne düşünürdük? Kaç kişinin aklına, aslında bizim işitme sınırlarımız dışında bir frekansla bir ses gönderip, bu sesin yansımasına göre yolunu bulduğunu düşünürdü? Böyle durumlarda, eğer ben duymuyorsam, o da (yarasa) duymuyor olmalıdır diye düşünür, bu işte bir iş var (mucize) olarak düşünürdük. Yine benzer şekilde, köpekler de, bizim duymadığımız sesleri, bildiğimiz üzere duymaktadır. Peki, o zaman, şunu sormak gerekir, eğer biz duymuyorsak, başka canlılar da mı duymayacaktır? Buna bakarak, bizim duyduğumuzun dışında başka bir frekansta bir sesin olmadığı kanaatine mi varacağız?
    Başka bir örnek verelim. Bildiğimiz üzere, insanın koku alma duyusu vardır. Peki, bizim duyduğumuz kokunun dışında, biz insanların duyamadığı başka kokular yok mudur? Biz, duyamıyoruz diye, evreni, kendi koku duyumuzun duydukları ile sınırlayıp, başkaca kokuların olmadığını mı düşünmeliyiz. Peki, bu durumda köpekler için ne demeli? Bizim duymadığımızı onlar duydukları için, bir takım işlerde bu maksatla kullanılmıyorlar mı?
    Gelelim ışığa, yine bilindiği üzere gördüğümüz ışık belli frekans ve dalga boylar arasında ise biz bu ışığı görebiliriz. En düşük frekans ve dalga boylu olan mor renkten başlamak üzere en yüksek olan kırmızıya kadar olan ışığı görürüz. Bunun dışında ışık yok mudur? Bitmiş midir? O zaman da şunu soralım, benim görmemin bittiği yerde, bir yılan hala görmeye devam eder. Peki, bu nasıl olur? Çünkü o benim sınırlarımın dışında kalan “kızıl ötesi” ışığı da görebilmektedir. Çünkü, yılanın gözleri, retinası bize göre daha donanımlıdır. Avlarını (tarla farelerini), gece zamanı, avının vücudundan çıkan sıcaklık vasıtasıyla avını avlar.
    Şu halde ben insan olarak kendi algılama sınırlarımı, evrenin sınırları olarak ortaya koyarsam, diğer bir ifade ile, kendimi evrenin merkezine koyup da benim algımın dışında başka bir şeyi mucize olarak görürsem, çıkarsamalarım, ayağı yere basmayan felsefeden öteye gitmez.

    YanıtlaSil
  28. Sayfa 3

    Şöyle bir itiraz gelebilir. Güzel ama, yılanın avının vücudundan çıkan sıcaklık ışık mıdır? Evet ışıktır. Açıklamaya çalışalım.
    Eğer, küçük bir araştırma yaparsak veya lise bilgimizi tazelersek, gördüğümüz ışığın alt frekansının 400 nm ve dalga boyunun da 670 Thz olduğunu (birimlerin ne olduğunu bir kenara bırakarak) bunun da mor renge denk geldiğini, üst sınırın da 700 nm ve 480 Thz olduğunu bunun da kırmızı renge denk geldiğini biliriz. Ortalama bir insan gözü, bunun dışındaki ışığı seçemez yani göremez. Peki bunun dışında başka frekans ve dalga boylu ışık yok mudur? Elbette ki vardır. Biz göremiyoruz diye, evrenin değişkenlerini neden kendimize göre sınırlandıralım ki? İşte, bizim en son gördüğümüz, görme sınırımızda olan kırmızı renkten sonra göremediğimiz ama buna karşılık yılanın gördüğü ışık, bizim gördüğümüz kırmızı rengin hemen yanında yer alan kızıl ötesi olan ışıktır. Yani yılan, bizim görmediğimiz ışığı hala görmektedir. Peki, bizim göremediğimiz ama yılanın gördüğü bu ışığa hala “ışık” diyebilir miyiz? Elbette ki diyebiliriz. Zaten o da ışıktır. Bizim gördüğümüz ışıktan tek farkı, dalga boyu, frekansı ve buna bağlı olarak, ışığın enerjisidir. Karakteristik olarak, gördüğümüz ışıktan hiçbir farkı yoktur. İşte onun içindir ki, bunların hepsine “ışık” denir. Sadece, bizler hangi ışıktan bahsettiğimizi anlamak için, gündelik hayatta, gözlerimizle doğrudan (herhangi bir araç kullanmadan) gördüğümüz ışık için görünür ışık diye ayırım yaparız.
    Birkaç örnek verelim. Ordudaki gece görüş gözlükleri de, çıplak gözle göremediğimiz ışığı, frekans ve dalga boyunu düzenleyerek gözümüzün görebileceği frekans ve dalga boyuna çevirir. Şu halde gece görüş gözlüğünün henüz düzenleme yapmadan önceki de ışıktır, düzenleme yapıp görünür hale getirmiş olanı da ışıktır. Bir apartmanda oturuyorsak, katları çıktığımızda, vücut ısımızı algılayıp da, kendiliğinden yanan ampuller yakan da ışıktır. (Vücudumuzdan çıkan ısıyı kastediyorum).
    Hatta, küçük video kameramız varsa, karanlık bir ortamda kameranın gece görüş kısmını ayarladığımızda, kameranın kendisinden çıkıp, sonra cisimlere çarparak, kameranın ekranında görünmesini sağlayan da ışıktır. Ancak bizler, çıplak gözle baktığımızda kameradan çıkan veya bu ışığın cisimlere çarptıktan sonra bize yansıyan kısmını ışığı göremeyiz. Görsek de göremesek de bu ışıktır.

    YanıtlaSil
  29. Sayfa 4

    Söz gelimi, oturduğumuz yerde bize çarpan radyo dalgaları da ışıktır. Uçaklar tepemizden geçerken, havaalanına inerken veya diğer uçakları tararken gönderdikleri radar dalgaları da ışıktır ve bizim haberimiz olmadan, oturduğumuz yerde bize, vücudumuza çarpmaktadır. Bildiğimiz üzere, gözlemevleri, başka yıldızlardan gelen x ışınlarını incelerek, yıldızın karakteristik özelliklerini ortaya koymaktadırlar. Peki, yıldızlardan gelen bu x ışını sadece gözlemevine mi odaklanarak yol almaktadır? Elbette ki hayır. İster gece olsun, ister gündüz, sokağa çıktığımız an veya pencereden başımızı çıkarttığımız anda bu ışınlar (ışık) vücudumuza zayıf da olsa çarpmaktadır. Evimizde, yemek ısıtmak için kullandığımız fırında kullanılan mikrodalga da ışıktır. Karanlık olarak nitelediğimiz bir odada otururken, bize çarpan radyo dalgaları, baz istasyonlarından çıkan ve karanlık odamıza giren telefon için kullanılanlar da ışıktır.
    Günlük hayatın içindeki bir insan, aynısıyla, kendisine, sadece halk müziği dinleyecek şekilde kısıtlanmış FM radyo verilmiş ve diğer müzik türlerinden haberdar olmayan kişiler gibi sadece görünür ışığı bilir. Diğerlerini bilmez. Bilse de başka bir şey zanneder ve evrensel bilgisini bu zeminde kurgular. İşte, yukarıdaki videoda, anlatılmak istenen konuya yardımcı olmak üzere ele alınan ışık- ısı-sıcaklık soğukluk gibi kavramlar, dar kavramlar olarak ele alınmıştır. Hele Einstein, inancı olmuş olsaydı bile, örneklemelerdeki tutarsızlığı görür, videodaki sava referans olsun diyebu örnekleri ele hiç almazdı.
    O halde diyebiliriz ki, gözümüz görmediği halde, görme sınırlarımızın dışında kalan bu ışık, görme sınırlarımızın hemen dibinden itibaren frekans, dalga boyu ve dolayısıyla enerjilerini değiştirerek varlıklarını devam ettirmektedir. Yani, çıplak gözle karanlık dediğimiz bir anda onlar hep vardır. Tabii ki bizler, bu ışıklara, kullandığımız alana veya özelliklerine göre farklı adlar vermekteyiz. Radyo dalgası, x ışını, mikro dalga, görünen ışık vb.
    Işıkta olduğu gibi, bir yarasanın mikro dalga düzeyindeki sesini de, mevcut aletlerimizle algılayıp, daha sonra bu sesi, insan kulağının duyabileceği sese çevirebileceğimizi de aynı şekilde düşünebiliriz.

    Peki, bunca anlatıma ne gerek vardı? Eğer bu anlamda bakarsak, evrenin karanlık diye nitelediğimiz hiçbir yeri ışıksız değildir. Uzayın karanlık olarak addettiğimiz her yeri, yukarıda bahsettiğimiz ve ışık denen olguyu meydana getiren partiküllerle, (parçacıklarla) doludur.

    YanıtlaSil
  30. Sayfa 5

    Hatta bir adım daha giderek, evrenin Büyük Patlamadan (Big Bangten) kalma artık sıcaklığını da artık evrenin boşluğunda görebiliyoruz. Big Bangin kendisine her şeye rağmen teori desek de, bu artık sıcaklığın kendisi teori değil, bizatihi fiziksel bir gerçekliktir. Yani o da bir ışıktır.
    Bu bilgi çerçevesinde, baktığımızda tekrarlayacağımız şey karanlık diye bir kavram söz konusu değildir. Karanlık, insanın fizyolojik yapısının sınırlarından kaynaklanan ve kendi yaşam alanına, sınırlarına ve zihninin o anki yeterliliğine göre anlamlandırmasıdır.
    Kapkaranlık bir ortamda değil önümüzü, elimizi kolumuzu göremeden ilerlerken, elimize tutuşturulan bir gece görüş gözlüğü ile etrafımızı birden görüyor olmamıza ne isim verilirdi? Etrafımızı görmemize yardımcı olan gece görüş gözlüğünden bihaber olduğumuz bir zamanda ve çevremizi göremiyorken, gece görüş gözlüğünün gördüğü ışık yok muydu? Elbette ki vardı. Aynısıyla, bizler duyamadığımız halde yarasaların çıkarttıkları seslerin olması gibi. Şu halde öncelikle karanlık denen şey, benim fizyolojik olarak algı sınırlarımın dışında kalan benim algısızlığımdır. O halde, benim algısızlığım (algı yokluğum), o şeyin yani ışığın yokluğu anlamına gelmez. Çünkü, o frekanstaki ışığı algılayamıyorum demek, gözümde retinamda o ışığı algılayacak reseptörlerim yok demektir. Işığın yokluğu demek değildir. Eğer, gözümde, renkleri algılayan renk algılayıcılar olmasaydı, renk dene bir kavram olmayacak mıydı? Renk görmeyen hayvanları bir düşünelim.

    BİR DENEY
    Şöyle bir deney yapalım. Kendimizi bir an, astronot giysisi içinde uzayda ve uzay gemisinin dışında olduğumuzu düşünelim. Aynı zamanda, Dünya’nın gece tarafında olduğumuzu, yani Güneş ışınlarının, Dünya tarafından kesildiğini düşünelim. Böyle bir durumda, yüzümüzü yıldızlara doğru çevirelim. (Sırtımızı Dünya’ya ve dolayısıyla Güneş’e doğru). Bu pozisyonumuzu hiç bozmayalım. Şu halde, Güneş ışınları Dünya tarafından engellendiği için, hemen yanımızdan yani bir metre ötemizden Güneş ışığının geçmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Şimdi, yüzümüzün yönünü yıldızlardan hiç ayırmadan, Dünya, yavaş yavaş benimle Güneş arasından çekilse, biraz evvel hemen yakınımdan ışık geçmez iken, yeni durumda Güneşin ışığı geçiyor olacak mıdır? Elbette ki olacaktır. Peki, ben, elimi kolumu hiç oynatmadan (elimi, kolumu, omuzlarımı, gözümün görme alanının dışında kalacak şekilde durduğumda), sadece ve sadece yıldızlardan birine gözümü sabitlemiş halde bakarken, yanımdan geçen güneş ışığın farkına varır mıyım?

    YanıtlaSil
  31. Sayfa 6

    Hayır varamam. Yanımdan geçen ışığın nasıl olur da farkına varamam? Çünkü, ışığı görebilmem için ya kaynağına bakıyor olmam ya da bu ışığın kırıldığı veya yansıdığı bir cisme bakıyor olmam gerekir. Ben, sırtım Güneşe dönüp gözümü sabitlediğim bir yıldıza bakarken, astronot elbisemden, kaskımdan ve benden kaynaklanan yansıtıcı tüm ortamı izole edersem, yanımdan geçen ışığı göremem. Etrafım hala karanlıktır. Olsa olsa, sırtıma vuran Güneş ışığının sıcaklığını hissederek bir karara ulaşırım. Eğer bu sıcaklık da izole edilirse, hiçbir şey göremem. İşte onun içindir ki, Ay ortamındaki resimlere baktığımızda, Ay’ın gündüz tarafında, Güneşten yansıyan ışık vasıtasıyla Ay zeminini gördüğümüz halde, ay ufkundan yukarı baktığımız halde, karanlık görünür. Çünkü, Ay’ın atmosferi olmadığı için, ışık yansımaz. Halbuki, bizim deneyimimizde karanlık olarak gördüğümüz yerde dahi Güneş ışığı mevcuttur ve yanımdan geçip gittiği halde, baktığım alan benim için zifiri karanlıktır (yıldızlar haricinde). Şu halde, “karanlık” içinde dahi görünen ışık vardır ama biz onu algılayamayız. Demek ki, karanlık diye iddia ettiğimiz bir ortamda dahi görünür ışık olabilir.

    Şu halde, en başta, Büyük Patlamadan kalan artık dâhil olmak üzere bildiğimiz ışığın tüm dalga boyları ve frekansları ile uzay, bizim eski usulde anladığımız ölçüde karanlık değildir. Hiçbir şey olmasa, bugün uzayın nötrino denen parçacıklarla nasıl yoğun bombardıman edildiğini artık biliyoruz. Eğer uzay, gerçekten karanlık olsaydı, bunca ışık yılı uzaklıktaki yıldızları nasıl görebilirdik. Yani, karanlık uzay dediğimiz ortam bile milyonlarca yıldızlara ait ışıklarla dolu

    Yazının bir yerinde “Eğer her şeyi yaratan Allah ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Allah yaratmış olur ve çalışmalarımızda uyguladığımız 'kesinleştirme' prensibine göre de Allah şeytandır.” İfadesi geçmektedir. Buradaki, “kesinleştirme” prensibi nedir? Yazıda ne derece bir odak noktası oluşturmaktadır? Bir bütünlük oluşturması açısından, yazıyı, ortaya koyduğu varsayımlarıyla beraber sorgulamak gerekir. Yazıda bu ifade ile ne demek istemiş, itiraf ediyorum ki ben bilmiyorum. Bu kesinleştirme prensibine göre, Allah, yarattığından dolayı şeytan oluyorsa, ben de icat ettiğim radyodan dolayı radyo olurum gibi bir mantığa sevk ediyor. Demek istediğim, bir savı ortaya koymak için, en azından klasik mantık çerçevesinde önermeler, terimler, bağlamlar arası tutarlılık olmalıdır. Yani, videoyu seyreden ve videodaki savları aynen kabul eden kişiye “Yahu, videodaki savları doğru kabul edip, videodaki çıkarsamaları da kabul ettiğine göre, videoda, sava destek olarak ortaya konan “kesinleştirme prensibi” nedir? diye sorsak o kişi ne cevap verirdi acaba? Eğer, bir cevap veremiyorsa, videoyu, zaten fikrini destekleyen ama peşin hükümle izliyor demektir.

    YanıtlaSil
  32. Sayfa 7

    ESKİYE AİT ALGIMIZ VE ALIŞKANLIKLARIMIZ, BİZLERİ BİLİMDE DE YANILTIR
    Yine videoda, öğrencinin söyleminin bir yerinde “Bütün maddelerin bu seviyede reaksiyon verme özellikleri bozulur ve değişir.” İfadesi kullanılmıştır. (tercüme hatası da olabilir) Küçük bir ayrıntı gibi görünse de, aslında bu savı ortaya koyan kişi, insanı merkeze alan ve evreni sadece kendi yaptıkları (ev, araba, tren) kadar görür ve daha ötesini düşünmez ve sorgulamaz. Çünkü evreni, sadece kendi yapabildiklerine benzeterek modelleyen bir kişi, “Kör Saatçi” deki William Paley’in saati kavramı gibi dar bir bakış açısına sahip olur. Evrende “bozulmak” diye bir olay söz konusu değildir. Çünkü bozulan bir sistem, tamir edilmezse artık çalışmaz demektir. Evrende, reaksiyonu bozan da yok tamir eden de. Her ne kadar, kendi lisanımızda “bozulmak” kelimesinden esinlenerek kimyada “bozunmak” kelimesini kullanıyor olmamız bile, bu kelimeyi kimyaya yakıştıranların dahi, terminolojiyi belirlerken alışkanlıklarının esaretini yani tutuculuğunu göstermektedir. Tabii ki burada ki bozunmak, var olan bir kimyasal bileşiğin, değişen dış ve iç etkenlere bağlı olarak başka ve yine çalışır sisteme geçme aşaması olarak söylemek gerekir. Evrende hiçbir şey bozulmaz, aksi halde çöp yığınından geçilmezdi. (Evren için çöp yığın ne demekse). Bırakın “bozulur kelimesini kullanmayı, evrendeki hiçbir düzen bozulmaz düşüncesinin kendisi bile yanlıştır, hiç bir bir anlam taşımaz. Bu Blogda, başka bir başlığın altında yorum yapan kişilerden birinin kullandığı “bozuk uzay” tabirini okuyunca yüzümde bir tebessüm oluşmuştu. Diyorum ya, evren, kendi bilgi dağarcığımız kadar yorumlayıp bu yorumlardan kesin ve nihai sonuçlar çıkarmak kadar bizi yanıltan haller yoktur.

    KARANLIK, IŞIĞIN YOKLUĞU MUDUR?
    Evet, bunca yazıdan sonra soralım. Karanlık, ışığın yokluğu mudur? O zaman soruya soruyla cevap verelim. Hangi ışığın yokluğu, karanlıktır? Eğer, insanların görünen ışık bandındaki ışığı (mordan kırmızıya kadar olan renk tayfı) evrenden bir an için silinse karanlık mı olacaktır? Eğer, mutlak karanlıktan bahsediyor olsak herkes ve her canlı için geçerli olmalı, öyle değil mi? Ama böyle bir durumda dahi, yani görünen ışık bandının yok olması ile, yılan (belli türleri) hala görüyor olacaktır. O zaman, benim için karanlık iken onun için karanlık değildir. Buna ne demeli? Peki, böyle bir durumda, yani etraf zifiri karanlık iken ben, gece görüş gözlüğü alsam ve görünen ışık olmasa bile yine görüyor olacağım. Çıplak göz için karanlık olurken, araç kullandığımda (gerece görüş gözlüğü ile) tekrar görüyor olacağım.

    YanıtlaSil
  33. Sayfa 8

    Halbuki görünen ışığı tüm evrenden kaldırmıştık. Ve birileri bana, karanlık, senin gece görüş gözlüğünün de görmediği kısımdır dese, ben de diğer tayfları görecek şekilde teknoloji kullansam, bunun sonu nereye varır? Kaldı ki, enerjinin korunumu prensibine göre bu ışık bantlarını ortadan kaldıramam. Bunları kaldırmak demek, evreni yok saymak demektir.

    KARANLIK ÇALIŞILAMAZ MI?
    Videoda öğrenci şunları demektedir.
    “Korkarım gene yanılıyorsunuz efendim. Çünkü karanlık da yoktur. hayatta/gerçekte karanlık, ışığın yokluğudur. Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız. Gerçekte, biz Newton'un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz. Ama karanlığı ölçemeyiz “
    Bir şeyin kendi başına mutlak bir tanımı yoktur. Bir şeyi tanımlamak istediğimiz zaman, o şeyi, diğerlerinden farklı kılan kavramları, mutlaka, o tanımın içine katarız ki, tanımlamaya çalıştığımız şey, tanıma kattığımız diğer kavramlar arasındaki sıyrılsın ve farklılığını göstersin.
    Eğer bir şey ile ilgili hiçbir şey ölçemiyorsak bu iki nedenle olur. Birincisi, o şey ile hiç ama hiçbir bilgi yoktur. Ne yaparsak yapalım, o şeye ait bir bilgi elde edemediğimizdendir. İkincisi, o şey ile ilgili gözlem, deney yetersizliği, o şeyi ölçmek için teknolojimizin yetersiz olması ve düşünce sistemimizin şimdilik kaydıyla olgunlaşmamış olmasıdır.
    İkinciden başlayalım, bilimsel tarih sahnesinden biliyoruz ki, neleri bilmiyor iken bilir hale geldik. O halde, bir şeyi ikinci nedene bağlı olarak ölçemiyorsak, gün gelecek ölçülecek demektir. Şimdi de birinci hali yorumlayalım. Ne yaparsak yapalım hiç ama hiç ölçemeyeceğimiz bir şey olacağını düşünmek demek, aslında öyle bir şeyin olmadığı ile eş anlamlıdır. Burada, Sayın Hayyam’ın çok güzel bir örnek olarak bloğa koyduğu “Garajımdaki Ejder” makalesindeki içerik buraya çok uygun düşecektir.

    YanıtlaSil
  34. Sayfa 9

    Karanlığı ölçmek için delil mi istiyorsunuz? Hani demiştik ya, bir şey kendi başına mutlak anlamda tanımı yapılamaz, başka kavramlar bu tanıma girmeli diye. İşte o zaman, buna güzel bir örnek olarak “kara delik” kavramını ortaya koyabiliriz. Peki, kara delik ile ilgili ne ölçüm yapılabilir ki diye sorulabilir. Karadeliğin yanından geçen ışığın eğilmesine bağlı olarak, kara delik ile ilgili kütle çekim değerlerini ölçü olarak göremez miyiz? Kara deliğin boyutlarını yine çevre değişkenlere bağlı olarak belirlemiyorlar mı? Kara deliğin çekim ufkundan itibaren atomların hangi durumda bulunabileceğini hesaplayamıyorlar mı?(ölçmüyorlar mı?) Hatta ve hatta, ölçülemediği ifade edilen karanlığın yani bu kara deliklerin bırakın ölçmeyi, giderek tek tip olmaktan öte farklı tiplerde olduğu bile ifade ediliyor. Hani karanlık ölçülemezdi? Sanırım, artık sizler de bu kavram üzerine birçok bilgilerinizi, konuya ilave etmişsinizdir bile. Artık rahatlıkla diyebiliriz ki (aslında karanlık diye bir şey yok ama, hadi yine de var dersek) karanlık da ölçülebilir.
    Şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz ki, ışık, karanlığın alternatifi değildir.
    SONUÇ:
    Videoda, bir savı, öğrencinin ağzından, hele bir de bunu Einstein olarak göstererek bir savı ispatlamak adına alınan referanslara bakarak, bu referanslar yanlış tanımlanmıştır diyebiliriz. Yanlış referansa bağlı savlar da elbette ki, yanlış çıkarsamalara neden olacaktır. Videoda verilen örnekler doğru değildir.

    YanıtlaSil
  35. Videonun, telif hakları nedeniyle kaldırılmış olması ilginç.

    YanıtlaSil
  36. öğrencinin (ismi Einstein olmuş olmamış önemli değil) ispatlamaya çalıştığı Allah'ın varlığı değil kötülük için Şeytana gerek duyulmadığıdır. Bu sebeple verilen örnekler mükemmel bir şekilde uygundur.
    Bir kamp ateşi düşünün ateşe ne kadar yakın iseniz o kadar aydınlık ve sıcak hissedersiniz. Ateşten uzaklaştıkça daha soğuk ve karanlık hissedersiniz.
    Burada hissetme tabirini kullanıyor olmama takacak kafası kalınlar olabilir. Isı ve ışık şiddeti fiziksel olarak ölçülebilir olsalar da bizim algılamamız içinde bulunduğumuz durum göre çok farklı olabilir.
    Örneğin 0 derecede 1 saat bekleyen kişi 23 derecedeki odaya girdiğinde burası ne güzel sıcacık derken 50 derece sıcakta 1 saat bekleyen biri aynı odaya girdiğinde burası ne güzel soğukmuş der.
    1000 wattlık ampulle aydınlatılan bir odada kitap okuyan biri 100 wattlık aydıntlatmaya sahip odaya geçtiğinde burası da amma karanlıkmış derken 10 wattlık odada kitap okuyan kişi 100 wattlık aydınlatmanın olduğu odaya geçtiğinde burası da amma aydınlıkmış reaksiyonu verir. (odanın boyutlarının ve ışık kaynağına uzaklığın sabit kaldığını varsayarak)
    Anlayacağınız aslında sadece ısı kaynağı ve ışık kaynağı vardır. Sizin bu kaynaklara ilişkin konumunuza göre de oluşan bir algılamanız. Bu algıyı tasvir edebilmek için de insanların kullandığı terimler sıcak-soğuk, aydınlık-karanlık.
    Bu durumda İyi-kötü terimlerine de aynı mantıkla yaklaşılmalıdır. Ortada bir sevgi kaynağı vardır. Siz bu sevgi kaynağına ne kadar yakınsanız (içinizde ne kadar yakın hissediyorsanız)o kadar iyi, sevgi kaynağından uzaklaştıkça da kötü olursunuz yada hissedersiniz.
    Bu sevgi kaynağına vereceğiniz isim ise herkesin inancı doğrultusunda değişebilir. Bu kimseyi ilgilendirmez.

    Zaten kişileştirilmiş bir yaratıcı inancını savunan Müslümanlık, Hıristiyanlık, Yahudilik dinleri Şeytanın varlığını kabul ettiğinden yukarıdaki prof öğrenci diyaloğu neticesi ortaya çıkan şeytan yoktur sonucunu kabul etmeleri mümkün değildir.
    Bu diyaloğu referans gösterip bak Allah var işte ispatı demek salaklığın daniskasıdır. Aynı şekilde bu diyaloğu referans gösterip şeytan yoktur işte ispatı demekte salaklıktır. İspatlanan ve zaten ispatlanmak istenen kötülük için illa şeytana gerek olmadığıdır.

    Fakat önemli olan anlatılan hikayedeki referansların doğru tanımlandığı ve bu referanslardan yola çıkılarak varılan kötülük için şeytana ihtiyaç yoktur çıkarsamasının doğruluğunun kaçınılmaz oluşudur.

    Yani özetle ısı kaynağına yaklaşırsan sıcaklarsın uzaklaşırsan soğursun, ışık kaynağına yaklaşırsan aydınlanırsın uzaklaşırsan kararırsın, sevgi kaynağına yaklaşırsan iyi olursun uzaklaşırsan kötü olursun. Bu kadar basit.

    YanıtlaSil
  37. Sayın Hayyam ;
    "Gelelim bu durumdaki ikinci mantık hatasına;
    Bir ortamda ısının çok çok fazla olması da, çok çok az olması da yaşam için iyi değildir. Aynı şekilde bir ortamda ışığın çok çok fazla olması ya da çok çok az olması da yaşam için iyi değildir. Aynı örneklemeyi, asit, baz, tuz ve diğer tüm atom veya elementler için yapabiliriz. Çünkü insanlık için makul olan orta karar bir denklemdir...." demişsiniz.
    Orta karar her canlı için en sağlıklı olanı ise, bütün hayvanların zeka düzeyi üç aşağı beş yukarı aynı ise, oysa insan zekası ile hayvan zekası/aklı arasında uçurumlar var ise, evrim acaba neden orta karar davranmamış ?
    Milyonlarca yıllık evrim sonucu, rastlantısal hücre bölünmeleri ve birleşmeleri ile insan oluştuysa, büyük sayılar kanununa göre, canlıların akıl/zeka düzeyleri birbirine yakın olması gerekmez miydi ?
    Neden bir maymun bizim yarı aklımız kadar düşünemiyor ?
    Bu uçurumun sebebi ne olabilir sizce ?
    Evrim neden diğer hayvanlara acımazsızlık etmiş ?
    Diğer canlılardan farklı ve özel olarak konmuş olmayalım yeryüzüne!...
    Bu konudaki fikrinizi alabilir miyim ?
    Saygılar...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Bilal,

      Benim bahsettiğim ortalama değerler fikrini ya siz yanlış algılamışsınız, ya da ben tam anlatamamışım. Temel olarak, organik bir yapının ortaya çıkması için gerekli olan kriterler vardır; ancak bu kriterlerin arası sandığınız kadar dar bir alan değildir; dolayısıyla organik her yapı eş değerde olmak durumunda değildir. Çünkü bu canlı olarak varolabilme aralığı, zeka düzeyinden tutun da fiziksel her türlü özelliğe değin (fenotip ve genotip olarak) farklı birçok çeşit türü barındırabilecek bir alandır. Gelgelelim, evrim mekanizmasına göre, örneğin, bakteriler ile insanlar bir anda ortaya çıkmamışlardır. Yani tüm canlı türleri bir anda tüm çeşitliliğiyle dünya yüzeyinde varlıklarını göstermemiş, evrimsel süreçle basitten karmaşığa doğru yol almışlardır (Ancak bu noktada belirtmem gerekir ki, her zaman basitten karmaşığa doğru bir evrim olmak zorunda da değildir).

      Bu açıdan düşünülürse, insanların özel olarak yeryüzüne konmuş canlılar olmadığını, kendi türümüzün de evrimsel mekanizmanın bir ürünü olduğunu ve zeka farklılıklarının doğa yasaları çerçevesinde zaten olması gereken olduğunu görebiliriz. Daha ayrıntılı ve net bir şekilde bu konulara eğilmek ve bu konular hakkında ilgi sahibi olmak için çeşitli 'akademik' kaynakları incelemeniz gerekmektedir; zannımca benim gibi insanlarla gireceğiniz fikir alışverişi sizi doyurmayacaktır.

      Saygılarımla.

      Sil
  38. Dunyadaki Tum egitim egitim kitaplarinda (mitolojik olanlar da dahil) insanoglu nun taa ilk gunden beri ( darwine gore ortak ata , dinlere gore hz.Adem ) insanoglunun daga,tasa,ota,havaya,gunese,aya vs. Taptigini yazmaktadir.yani insanoglu inanc kavramini dogustan kazanmistir yazar.insanin dogustan gelen bir olguyu hem bilimsellige,kitaplara,bilim adamlarina inanipta sonradan varolmus gibi reddetmesi bilimselligide yikar bilime inanan ve Allahi yom saya zihniyetinde kendi icerisinde celitigini gosterir.evren yoktan varedilmistir denir...etrafiniza bir bakin herseyin en kucuk yapi tasi atomdur degilmi..onun dahi parcalari var ve hicbiri ne gozle ne de olaganustu teknolojiyle gorunmuyor..hersey atomdan olusmus oyle degilmi?Allaha inanin demiyorum zaten kuran-i kerimde siz kafirlerin kalbinde perde var yazar bosuna ugrasmayin yazar ugrasmakta istemiyorum.ben sadece muslumanlar arasindaki dinsizlerin sadece muslumanliga saldirmalarini hos karsilamiyorum ve saygisizliklarini.neyse...

    YanıtlaSil
  39. İnsanlığın tanrı (kimilerine göre allah) tanımına bakarsak, bu kavramın neden insanlıkla varolduğunu anlayabiliriz!

    "* Yalnizlik hisseden insanin kendisini her an duyup dinleyen, gucuyle kuvvetiyle sahip cikan hayal arkadasi.

    * İnsan egosunun bittiği yerde başlayandır; ki bununla bağıntılı olmasa da tanrı egoisttir. İnsanın eksiğidir. İnsan ve doğanın bölümünden kalan artık sayıdır. İnsanın insanda bulamadığını kendi dışında aramasıdır. Her insan fetişisttir; ki bununla da bağıntılı olmasa da tanrı fetişdir.

    * Dindeki bir ve tek; o, cezalandirici veya odullendirici. Gucsuz insanlarin korktuklari zaman sigindiklari parametre. Siginacak birşeye ihtiyac duymayanlar onun varligina da inanmazlar zaten."
    (Alıntı Ekşi Sözlük)

    Tanrının neden insanlıkla varolduğunu anlamak zor olmasa gerek? Aklının almadığını kendinin dışında aramak da yine insana özgü olsa gerek. Bunu hayvan veya bitkilerden beklemek pek akılcı olmazdı! Erick Von Daniken de anlayamadığından insanlığın yarattığı pek çok şeyi uzaylılara yüklemişti! Anlayıp kavramaktan yoksun olduklarını tanrıya yükleyenler gibi! Mayalar 20'li sayı sistemi kullanıyorlardı, Maya veya Aztek'lerin astronomide geri olduklarını kim söyleyebilir? Eski Mısır islam'dan önce vardı ve modern dünyanın sonradan kabul ettiği pek çok şeyi biliyorlardı. Kuran onların bildiklerine sonradan değinmiştir, o zaman eski mısır medeniyetinin öğretileri kuran'dan ileri midir?

    YanıtlaSil
  40. Bütün gelişmeler, ilerlemeler, keşifler, buluşlar, icadlar, yenilemeler hep Din'lerden olmayanlara aittir. Kıskanıyorlar ya da korkuyorlar ki böyle uydurmalar, hikayeler yazıyorlar.

    YanıtlaSil
  41. Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de acele verseydi, elbette onların hepsi helak olurdu. Fakat bize kavuşmayı ummayanları [ahireti, dirilmeyi inkâr edenleri] biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.) [Yunus 11] bu ayette ve bunun gibi birkaç ayette daha şerrin ALLAH tarafından yaratıldığıaçık bir şekilde belirtilmiştir. yani islamın bakış açısı bu videodaki çocuktan çok ince bir yorum farkı ile hocaya yakındır. evet kötülüğü tanrı yaratmıştır, ancak iyi ve kötü islam felsefesi açısından kullar için mevcuttur ALLAH için değil, İslam açısından tanrı zıtların ve hadlerin yok olduğu varlıktır. çünkü o bunları yaratır takdir edersinizki dünyadaki en basit kavramı bile bir yurdum insanı değil. bir lider bir bilim adamı ya da bir din adamı yani üst bir erk üretir. kısacası islam açısından tanrı kavramlara tabi değildir onları var edendir. Şimdi siz değerli arkadaşlarımdan müslüman olanlardan ricam Dininizi öğrenmek için biraz daha zaman ayırın, diğer inançsız arkadaşlardan da ricam neyi savunduklarına dikkat etsinler Einstein inansa ne olur inanmasa ne olur. sanki o gerçekten tanrıyı kabul etse sizde tanrıya inanacakmışsınız gibi duruyorsunuz. ayrıca einstein ne bir filozof ne teolog bu sebeple ne din ne de tanrı hakkında söyleyeceği hiç bir şeyin benim açımdan ehemmiyeti yoktur. Selamlar

    YanıtlaSil
  42. Einstein Allah'ın Varlığını İspatladı : Einstein Allah'ın Varlığını Sepetledi.

    İspat > Sepet.

    YanıtlaSil
  43. yani ben bir kuvvetin olduğuna inanıyorum.yani bir kuvvet olmadan fizikten bahsedilmez.zaten diyer alternatifler önce fiziğin varlığından alternatif olabişmişlerdir.yannii bir bilim diyebilmemiz için önce düşünebilen bir beynimizin fiziksel olarak var olması gerekir.zaten fizikte ilk kanun bir kuvvetin olması mutlak ve ollmazsa olmayanıdır.yani kuvvet vardır.Bir bilgisayarı biz insanlar gibi bir kuvvetin (düşünce kuvveti)icat edip hafızasını sınrlıyabiliyorsak..!!başka kuvvetlerinde bizi sınırlayabileceği kaçınılmazdır.şimdi burada tanrı veya allah gibi deyimilen kelimeleri bir araya toplarsak yine üstün bir kuvveten bahsetmiş oluruz.Düşünebilen insanlar olarak (meraklıyız ya) arkololojinin buluntularına göre en eski insan kafatası 2 milyon yıl öncesine ait olduğu ve (dna )testlerine göre insan olduğu bilimsel olrak kabul görmüştür.Belki modern insanlar olarak akıllı yaratıklar olmayabiliriz.amma ırk olarak insandık..bizim inanacağımız enyakın bilim araştırmalarına inanmamız gerekiyor.Atalarımızda bir merakla nerden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi hep sormuşlardırki ve biz ve aklımızda bir yaratıcı oluşturduk.Kimilerinin aklı almadı ama mutlaka var olması gereken bir yaratıcı.İşte o gündür bu gündür !!yaratıcı var olması gerekiyordu.Dinler başladı insanın göremediği taraf.ve butaraftan çıkarcı akllı ve aciz insanları sömürmeye başlayan işte! güneşin(mısır tanrıları) oğluyum veya rüzgarın torunuyum veya tanrıyla konuştum hatta el sıkıştım diyenlerbile vardı.Daha sonra bu felsefe gelişti baktılar insanlar zavallı bütün sahtekarların adı önce tanrının adıyla anılmaya başladı.yani yaratıcıyla birebir muhabbet etmişler !!gibi..cc leyin hatta muhammet ve sonnrası hz oldu.vede onu gören ve onunla birebir konuşanlarda sahhap oldular ve sahhaplara cennetin kapıları sonsuzadek açıldı(torpile bak hele) ve sahhapların ardından gelenlerde torpilliydi cennete gireceklerdi ama birazzaman kaybolduğundan dolayı 8 ci cennetete deyilde 7 ci cennete girecekler. (8 ile 7 dinin arasında mevzu başka) yani 8 e göre 7 ninin hurileri az. anlacanız.işte bu vuku kademe kademe gidiyor.işte 6 cıda huriler birazdaha azalıyor 5.cide daha az felan yani.ve hatta 8 .cide kevser şarabı var hemde ırmaktan.bedeva.nedersiniz???? .şimdikten için şaraptan en azından tecrübeli varın.sonra kafayı bulup diyer hurilere saldırmayıın haaa.valla güme gidersiniz..yanarsınız cehennemde.

    YanıtlaSil
  44. Özellikle ateistlerin, 'peki Allah'ı kim yarattı' sorusuna fizik ve matematik bilimi ışığında, aşağıdaki açıklamamın yararlı olacağını düşünüyorum.

    Lavoisier’in kütlenin ve enerjinin korunumu olan, ‘Hiçbir şey yoktan varolmaz, vardanda yok olmaz’ yasasından yararlanarak yüce yaratıcıyı (Allah) bulabiliriz. Yasanın ‘Hiçbir şey yoktan var olmaz’ prensibini şu şekilde söyleyebiliriz. ‘Hiçbirşey olmayandan var olmaz’ ya da ‘Yani herşey var olandan olur’. Öyleyse, 'var olan evren var olan bir yaratıcıdan olmuştur'. Evrene (E) ve Yaratıcıya da (Y) dersek,

    E küçüktür Y dir.(Burada Y'nin büyüklüğü, ilim ve kudret bakımındandır.) . Fakat yasa gereği Y ‘de, varolan bir Y1 tarafından olacaktır. Y1 ise, Y2 tarafından, Y2 ise, Y3 tarafından,................Yn ise, Y(sonsuz) tarafından olacaktır. Burada her bir Y tektir. Y lerin yanındaki 1,2,3,....n....(sonsuz) ise, herbirinin ilim ve kudret gücüdür. Y(sonsuz) demek, tek ve ilmi ve kudreti sonsuz olan Yüce yaratıcı Allah’tır. Bu öyle büyük bir ilim ve kudrettirki, Yüce Allah kendi zatını dahi kendi varedebilme becerisine sahiptir. Nitekim Kur’anı Kerim’de, ‘O’nun varlığı kendindendir’ ayetiyle de bu sabittir. İlmi ve kudreti sonsuz olan Yüce Yaratıcı, artık arada varsaydığımız, Y, Y1, Y2,Y3.......Yn lere gerek duymadan, yasalarıyla birlikte Evreni yaratmıştır . Zaten Y, Y1, Y2, Y3........Yn var olduklarını düşünsek bile, Y(sonsuzun) yanında onlarda birer yaratık olmuş olurlar. Melekler ,cinler gibi.
    Saygılar
    Salih Kırcalar

    YanıtlaSil
  45. Kuantum Mekaniği, Genel Relativite Teorisinin somut bir sonucudur. Bilindiği gibi Genel Relativite Teorisinde,
    'Büyük kütleli uzay cisimlerindeki saatler, küçük kütleli uzay cisimlerindeki saatlere göre geri kalırlar.' (Gravitasyon alanlarındaki farktan dolayı) .
    Buna göre, jüpiterdeki bir saat, dünyadaki bir saate göre geri kalacaktır. Dünyadaki bir saat, ay'daki bir saate göre geri kalacaktır.
    Ay'daki bir saat ise, küçük bir meteordaki saate göre geri kalacaktır.' Bunun doğruluğu bugüne kadar çeşitli deneylerle kanıtlanmıştır.
    Genel Relativite Teorisi'nin sonucudur. Teori burada sonlandırıldığı için, bilim insanları bu sonucu, (kütle -zaman) ilişkisini, soyut olarak algılamışlardır.

    Oysa, zamanı etkileyen bu uzay kütleleri, kendileride zamandan somut olarak etkileneceklerdir. Bunu daha iyi anlayabilmemiz için ,Genel
    Relativite Teorisini şöyle devam ettirebiliriz.
    'Küçük bir meteordaki saat, Alfa taneciğindeki bir saate göre geri kalır. Alfa taneciğindeki bir saat, Beta taneciğindeki bir saate göre geri kalır.
    Beta taneciğindeki bir saat, x ışınındaki bir saate göre geri kalır. X ışınındaki bir saat, Gamma ışınındaki bir saate göre geri kalır.

    Büyük kütleli uzay cisimlerinin ömürleri, yani kütleden enerjiye, enerjiden kütleye dönüşme süreleri çok uzundur. Bunu gözlemlememiz çok zordur. Çünkü, web sitemden (www.timeflow.org) görüleceği üzere, 1 kg kütlenin uzaydaki ömrü 9.10^16 s ye, yani 2,851,927,903.26 yıldır.
    Fakat, çok küçük kütlelere sahip, uzaydaki serbest parçaçıklarda bu, periodlar olarak gözlemlenmekte , kütleden enerjiye, enerjiden kütleye
    dönüşümler okadar kısa zamanlarda olmaktadır. Bu durum Kuantum Mekaniğini doğurmaktadır. (Dalga-Tanecik ikilemi) Bu, Genel Relativite Teorisinin kaçınılmaz somut bir sonucudur. Fizikçi Richard Feynman 'Fizik Yasaları Üzerine' adlı kitabında Kuantum Mekaniği ile ilgili olarak
    talebelerine, 'Buna karşın, kuantum mekaniğini kimsenin anlamadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Küçük parçacıklar farklı davranırlar dalga-tanecik ikilemi olarak. Eğer yapabilirseniz, kendinize sürekli 'ama bu nasıl olabilir?' diye sormayın, çünkü çabanız boşunadır. Şimdiye kadar
    hiç kimsenin kurtulamadığı bir çıkmaz sokağa girersiniz. Bunun neden böyle olabildiğini hiç kimse bilmiyor. Buna kuantum mekaniksel bir davranış biçimi diyebiliriz.' S/151. Demektedir. Halbuki bu, dalga ve tanecik ikileminin nedeni, yukarıda bahsemiş olduğum üzere, Kuantum Teorisi, Genel Relativite Teorisinin somut bir sonucudur. Bu durum Einstein'in 'Tanrı zar atmaz' sözünü doğrulamaktadır.

    Konu,web sitemde geniş olarak açıklanmıştır. Web sitem, Moskova Devlet Üniversitesi'ndeki, Zamanın Doğasını Araştırma Enstitüsü'nün
    web sitesi olan, 'www.chronos.msu.ru/old/rweblinks.html' mevcuttur. Ayrıca, Fransız Bilim İnsanı, Jean De Climont'un 2012 yılı yayını olan, 'The Worldwide List of dissident Scientists' adlı eserindeki 'K' indeksinde, 'http://editionsassailly.com/liste_diss_alpha/climont%20full%20list%20K%20htm.htm' makalelerim ve web sitem yeralmaktadır.

    Saygılarımla
    Salih Kırcalar

    YanıtlaSil
  46. Bence videonun dogru olmadığı zaten açıktı. Videoda Tanrıyı bir ışık gibi göstermiştir fakat her dinde anlatıldığına göre Tanrı yoktan var olmuştur. Işık yoktan var oldu mu ? Işıktan önce karanlık vardı , sabah olur güneş doğar ve ışık gelir akşam ise karanlık ama aslında herkesin atladığı bir nokta var. Karanlık tek evrensel ve sonsuzdur. Bir kaynağı yoktur yada var olmak için bir şeye ihtiyaç duymaz. Doğru ışık bize hayat verir fakat bizler insanız. Işık hayat karanlık ölüm. Bence Einstein bunu bilecek kadar zeki bir insandı. Bilim zaten uzun zaman önce Tanrının varlığını kanıtladı. Sadece biz bunu anlayamadık. Işığın kaynağı bulunduğunda , evren keşfedilmeye başlandığında sonuçlar ap açık ortadaydı. Karanlık sonsuzdur ve yaratılmamıştır karanlık her zaman vardı.

    YanıtlaSil
  47. Allah'ın varlığını bilim ile asla kanıtlayamayız çünkü Allah kendini bizden gizlemiştir.Biz yaradılmışlar olarak sınırlıyız.Evren veya Evrenler asla kendiliğinden oluşamaz herşeyi tetikleyecek bir şeyin olması gerekir.Evren veya Evrenler hiçlikten nasıl ortaya çıkıyor? Karanlık enerji,Karanlık madde vs bunlar mi Evreni yarattı?Peki siz Allah yok diyorsunuz bu Evren nasıl ortaya çıktı?Kuran'ı gerçek mana ile okursanız içinde çağımızda yeni keşfedilen birçok bilimsel bilgiyi bulacaksınız insanın kan pıhtısından yaratıldığı insanın bir su içinde geliştiği Evrenin büyük bir patlama ile ortaya çıktığı ve sürekli genişlediği daha sayamayacağımız binlerce şey.Kuran'ı halkı ile okuyana kanıt çoktur ancak bilim ile Allah'ı asla bulamayız.Çünkü biliminde yaratıcısı Allah'tır.Bizim sınırlı aklımız Allah'ın sınırsız aklı ile asla mücadele edemez.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ölümleri bahsetsene. neden oluyo. hastalık, cinayet…...


      dinde olmayanı (tanrı) var, olanida (ölüm) yok yutturmayı beceriyosunuz.


      yaşamı bol bol konuşurken/överken, ölüm yok sizde.


      ölüm sorularına cevabınız yok, ama imanınız var. hiç olası değil.

      Sil
  48. Doğruyu ölene kadar bilmemekle beraber ben size şu soruyu soruyorum bir yaratıcı olmadan nasıl var olduk ve bu yasalar (fizik,Biyoloji) kendiliğinden mi çıktı, en ufak bi düzensizlik var mı her şey tesadüf mü başka evrenler olamaz mı, çok tanrılı bir şey olsa düzen ve denge olur muydu , madem her şey tanrı olmadan ortaya çıktı o zaman amacımız ne, ölünce her şey bitecekse neden yaşıyoruz , o zaman herkes intihar etsin, bide en çok bilime önem veren din neden islam, bizden kötü bir şey de istemiyor aksine sürekli düşünmemizi iyilik yapmamızı öğütlüyo ve ZORLAMADA yok sana özgür irade verilmiş, sana zorla bişi yaptıran yok ve araştırırsanız en affedici din dir, ayrıca allah yoksa bu ruhumuzun da olmaması ve her şeyin tesadüf olmasıdır bunca şeyin tesadüflüğü nü açıklayın hep allah var mı yok mu diye tartışıyoruz sonuçta dimi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bi de ben İlkokula gidiyorum bazı bilgileri kendim araştırıp öğrendim ör/ısı sıcaklık farkı öz ısı ışık ve ses / bazı yerlerde ufak yanlışların vardı ısı sıcaklık değil bi de zaten yukarıdaki cevaplarıda okudum ve karanlığın olmadığını düşünüyorum o ortamı karanlık düşündüren algımızın ve yeteneklerimizin sınırları e madem öyle biz allahın var olmadığını nasıl söyleyebiliriz (lütfen yukarıdaki ve buna cvp verin)

      Sil
    2. Bi de bir şeyin soğukluğunu nasıl ölçebiliriz

      Sil