İnsan türünün alet yapabilme ve örgütlenebilme yetisi kazandığı zamanın ertesinde yaratıcı düşünebilme, yani “simgeleme / anlamlandırma” yeteneği kazandığı görülür. Simgeleme, yaratıcı düşünme gücünün bir ürünüdür çünkü simgelemeyle kompleks bir duygu ya da düşünce daha kolay ifade edilir. Bu sebeple bazı düşünürler ve yorumcular, sanatın başlangıcını insanın simgeleme yetisi kazandığı dönemlere kadar götürür.
Beyin hacminin gelişimine bağlı olarak kazandığı bu yeti, “dil gelişimi“yle büyük paralellikler taşır. “Dil“deki gelişimin mi beyin gelişimini tetiklediği yoksa tersi durumun mu geçerli olduğu konusudaki tartışmalar bir yana bırakıldığında, hem dildeki hem de beyindeki gelişimin insan türündeki fetişist duygulanımı zaman içinde geliştirdiği kesindir. Fakat tüm evrimsel uyum süreçlerinin-gelişimin temelinde insanın alet yapabilme ve örgütlenebilme özelliği vardır.
İlkel insanın hayatta kalabilme dürtüsünün sonucu olarak onu hayatta tutan nesnelere yönelik geliştirdiği “fetişist” duygulanım, dinsel inanış ve düşüncelerin arkaik yapısını oluşturmaktadır.
M.Ö. 35.000 - 50.000 tarihleri arasındaki üretildiği düşünülen mağara resimleri [her ne kadar tarihleri konusundaki bazı tartışmalar sürse de] bu fetişist duygulanımın bir tür dışa vuruşudur. Doğanın kendisinin, öznel gerçekliğin dışında olarak tasavvur edilip işlenen simgeler, ilkel insan türündeki bu duygunun ne kadar güçlü olduğunun kanıtıdır.
* Fetişizm; -en genel manasıyla- insandaki libidinal yaşam enerjisinin, herhangi bir nesneye ya da o nesnenin bir parçasına karşı oluşturmuş olduğu yoğun bir duygulanımdır.
Duvarlara çizilen av, avcı ve av aletleri resimleri, konsept olarak yaşama / hayatta kalabilme dürtüsünün bir yansımasıdır. Çünkü ilkel tür, ilk olarak sadece onu hayatta tutmaya yarayan nesneleri doğaya işlemiştir, fetiştleştirmiştir. Bu durum, aslında en temel dürtünün ne olduğunu anlamamıza yaradığı kadar, binlerce yıldan beri insanlığın zihninde gezinen “teistik din” kavramının hangi tür bir duygulanımdan ortaya çıktığını kavramamıza da olanak verir.
Fakat burada asıl üzerine durulması gereken konu; “iyi” ve “kötü” kavramlarının da insan zihninde oluşumunun, aynı dürtüsel duygulanımın sonucu olduğudur. “Yararlı” olan ile “yararlı olmayan“, ya da “zararlı olan” davranışlar, bir tür pragmatik tavırla oluşturulmuş ve insan türünün yaşamını maximize eden eylemler kutsanmış, zaman içinde de bir tabu haline gelmiştir.
Fetişist duygulanımın sonucu olarak kutsanan “iyi” ve “kötü” kavramları, aslında ilk dinsel düşünlerin kökenini de oluşturmuştur. Kendisini hayatta tutan nesnelere yönelik fetişist duygulanım taşıyan insan, aynı zamanda da bu fetişist tavırdan “iyi” ve “kötü” eylemler çıkarmış ve bu eylemlere yine kendi dışında, mutlak bir doğruluk atfetmiştir.
Örneğin, ilkel insanın hayatta kalması için avlanması gerekmektedir; bu sebepe de av ve avlanmasına yarayan aleti, onun için bir tür fetişttir. Aynı zamanda da avlanma konusundaki türettiği eylemler ve inanışlar, “iyi” ve “kötü“nün arkaik yapılarıdır ve hepsi ilkel insanın (öznenin) kendi dışında varlaştırılmış ve sembolize edilmiştir.
Bireyin, kendi öznel varlığı dışında yarattığı “iyi” ve “kötü” kavramları, gerçek dünyadan kopuşun en temel sebeplerinden biridir. Bu kopuş, politeizmden monoteizme geçişle birlikte en keskin halini almıştır.
Doğadan böylesine keskin bir kopuşun en genel yapısını teistik dinler oluşturmaktadır. Çünkü teistik inanışlarda insan “iyi”nin ve “kötü”nün kendi yaratısı olduğunu düşünmez; “iyi” olan “Tanrı”, “kötü” olan ise “Şeytan” kavramlarına atfedilir ve bu kavramlarda biçimlendirilir.
“İyi” olarak kutsanan ve tamamen bireyin kendi dışında bir sembolize varlık (tanrı) ile biçimlendirilen eylemlerle birlikte, “kötü” olarak tanımlanan ve yine bireyin kendi dışında bir sembolize varlık (şeytan) ile biçimlendirilen eylemler, teistik dini inanışın en temel özelliklerindendir ve ilkel insanın fetişist duygulanım dönemlerinden kalma (fakat çok daha güçlü) bir kopuştur. İyi olanla ve kötü olanın dualizmi elbette sadece teistik dinlerde gözlemlenmez, fakat teistik inanışın temelinde de bu düalizm yatar.
* Sonuç olarak; (teistik) din ve Tanrı kavramının kökeninde, aslında “iyi” ve “kötü” kavramlarının, öznenin kendi dışında yaratılması, radikal bir düalizmle bütünlenip kutsallaştırılması yatmaktadır.
EK NOT: Fetişizm kavramı, 19.yy’ın sonlarından itibaren daha çok cinsellikle ilgili tanımlamalarda ve teşhislerde kullanılmıştır. Örneğin Alfred Binet tarafından fetişizm “İnsan bedeninin herhangi bir parçasının (organının) karşı cinse tahrik edici gelmesi” olarak tanımlanırken, yine 19. YY filozoflarından Auguste Comte ise fetişizmi “insanlık tarihinin gelişiminde teolojik çağın ilk aşaması olarak” tanımlar. Auguste Comte'a göre insanlık tarihindeki 3 aşama sırasıyla şöyledir;
1 – Teolojik Aşama
2 – Metafizik Aşama
3 – Pozitivist Aşama
Teolojik aşama ise kendi içinde;
a – Fetişizm
b – Politeizm
c – Monoteizm
Ben bu yazıyı ya anlamadım, ya da (eğer anladıysam) sapkın ve saptırıcı buldum. Ne diyor bu yazı?
YanıtlaSilBir de Fahişizm var. Tahişizm, Yahişizm, diyede gideriz.
YanıtlaSil