Evrendeki ince ayar kavramı, kozmologlar, fizikçiler, filozoflar tarafından uzun süredir gündemde tutulan ve tartışılan bir konudur. Bu yaklaşıma göre, dünyanın, yaşamın, özelikle de bilinçli canlıların oluşabilmesi için bazı temel fiziksel değerlerin çok dar sınırlar içinde kalması gerekmektedir. Bu değerlerin şimdikinden çok az farklı olması durumunda bile, canlılığın ortaya çıkmasının mümkün olamayacağını öne sürülmektedir. Bu konuyu yorumlayan teist filozoflar ve kozmologlara göre, evren canlılığın ve insan bilincinin ortaya çıkmasını sağlamak için bu derece ince ayarlanmıştır ve bu durum bir yaratıcının varlığının kanıtıdır. Teist olmayan filozof ve kozmologların bir kısmı ise multivers teorisini ortaya atmışlardır, bu teoriye göre, gerçekte tek bir evren değil, sınırsız sayıda çok evren vardır. Bu evrenlerin her birinde temel fiziksel değerler farklıdır. Bizim varolduğumuz evrendeki temel fiziksel değerler canlı oluşumuna izin vermektedir, bu nedenle biz bu evrende varoluyoruz, diğer evrenlerin çok büyük kısmında bildiğimiz anlamda canlılık yoktur. Olasılık yasalarının bir sonucu olarak çok sayıda evren içinden bir tanesinde canlılık oluşabilmesi şaşırtıcı değildir. Multivers teorisi uzun uzun tartışılmaya değer olmakla birlikte, bu yazıda üzerinde durulmayacak, evrenimizin gerçekte varolan tek evren olduğu varsayımına göre yorum yapılacaktır.
1. Çekim kuvveti, elektromanyetik kuvvetten 1039 kere daha zayıftır. Eğer çok az daha kuvvetli olsaydı, evren uzun zaman önce kendi üzerine çökmüş olacaktı, çok az daha zayıf olsaydı yıldızların yoğunluğu çok az olacak ve yıldızlar yakıtlarını hızlı tüketeceklerdi., her iki durumda da yaşam ortaya çıkmayacaktı.2. Zayıf nükleer kuvvet, çekimden 1028 kere daha güçlüdür. Bu kuvvet biraz daha az olsaydı, evrendeki bütün hidrojen, helyuma dönüşürdü, yaşam mümkün olmazdı.3. Güçlü nükleer kuvvetin yüzde 2 az olması durumunda proton ve dolayısıyla atom oluşamazdı, yüzde 2 fazla olması durumunda ise oluşan maddenin tamamı hidrojen olacaktı, helyum ve döteryum oluşmayacaktı, bu durum yıldızların fiziğini çok değiştirecek ve çok muhtemelen yaşam ortaya çıkmayacaktı4. Elektron/proton kütle oranı 1/1836’ dır. Bu oranın çok az büyük ya da küçük olması durumunda karbon elementinin diğer elementlerle bağlar kurması mümkün olmayacak ve yaşam kimyası oluşmayacaktı.
İnce ayar kavramını değerlendirirken, ilk olarak içinde bulunduğumuz evrenin gerçekten de sınırsız sayıda olasılık içinden seçildiğini varsayarak başlayacağım. Bu durumda içinde bulunduğumuz evrenin ortaya çıkmasının gerçekten de çok küçük ve rastlantısallıkla açıklanamayacak kadar düşük bir olasılık olduğu söylenebilir. Ancak olaya başka bir açıdan bakalım, varsayalım ki temel fiziksel değerler biraz değişti, bu durumda canlılık ve insan bilinci ortaya çıkmadı, gene de elimizde şöyle veya böyle bir evren var. Bu evrenin de ortaya çıkma olasılığı inanılmayacak kadar düşüktür, fiziksel değerleri her değiştirişimizde, birbirine benzemeyen ve sınırsız olasılıklar içinden ortaya çıkma ihtimali çok az olan farklı farklı evrenlerle karşılaşırız, eğer bir mucize söz konusu ise, bu bütün evrenler için aynı şekilde geçerlidir.
Bizim evrenimizde özel olduğunu düşündüğümüz, farklılık oluşturduğunu sandığımız şey bilinçli canlı olarak insanın varlığıdır, ancak bu durumun evrenimizi tüm diğer evrenlerden farklı kılması, insan düşüncesinden bağımsız bir olgu değildir, kendi ön yargımızdır. Bu düşünce tarzı antropik yanılgı olarak adlandırılmaktadır ve bu olgu evrenin bilinçli olarak tasarlandığının kanıtı olamaz, insan düşüncesinden bağımsız bir kanıtlama gerekir. İnce ayar üzerinde konuşurken gerçekleşmiş bir olay üzerine konuşuyoruz, bu durum olasılık hesaplarını çok güçleştirir ve yanılgıya çok açıktır. Evrenin boyutlarını düşünürsek antropik yanılgının daha da belirginleştiğini görürüz: Milyarlarca galaksideki, milyarlarca yıldızdan, kıyıda köşede kalmış bir tanesinin küçük bir gezegeninde, yaklaşık 4 milyar yıllık bir süre sonunda, insan denilen bir bilinçli bir canlı ortaya çıkmış ve biz evrenin oluşumunun temel amacının bu canlıyı ortaya çıkarmak olduğunu öne sürüyoruz, doğru olma olasılığı çok zayıf bir iddia.
Varsayalım ki bir nükleer savaş oldu ve dünyadaki canlı yaşam ve hatta dünyanın kendisi ortadan kalktı, evrenin bütünü bundan nasıl etkilenecek? Çok olasıdır ki, hemen hemen hiç etkilenmeyecek ve evren varlığını sürdürecek (çevremizdeki varlığın sadece bir hayal olduğu ve biz ortadan kalkınca ortadan kalkacağı görüşünün doğru olmadığını, maddenin düşüncemizden bağımsız varolan, gerçek bir nesne olduğunu kabul ediyoruz). Görüldüğü gibi evrenin bizim varlığımıza bir ihtiyacı yok, insanlık tümüyle yok olsa bile evrenin tümü için bu dağ boyutundaki bir kum yığınındaki tek bir tanenin ortadan kalkması kadar önemsiz olacaktır.
Analojiler bazen insanı yanıltır, soyut bir kavramı açıklarken somut bir örnek verirken çok dikkatli olmak gerekir, kolaylıkla yanıltıcı bir örnek verilebilir. Ancak gene de yukarıda anlatılanları daha iyi açıklamak için somut bir örnek vereceğim: Bir kiremitin yüksek bir yerden bırakıldığını düşünün, kiremit kırılarak çok sayıda küçük parçaya ayrılacaktır. Tekrar tekrar atıldığında oluşan kırık parçaların sayısı ve şekli her zaman diğerlerinden farklı olacaktır, kırık parçaların herhangi bir özel dağılımının tekrar oluşma ihtimali neredeyse sıfıra yakındır, her bir durumda oluşan şeklin ortaya çıkmasının bir mucize olduğunu söyleyebiliriz, ancak bunun bir anlamı yoktur, bu durum doğal süreçlerle oluşmuş, rastlantısal bir durumdur.
Şimdi örneğimizi biraz daha derinleştirelim, varsayalım ki kırılan kiremitin çok sayıda parçasının içinden, adeta toz tanesine benzeyen, çok küçük birinde, ancak mikroskopla görülebilen, insan yüzüne çok benzeyen bir şekil olsun, biz çok şaşırıyoruz ve iddia ediyoruz ki, kiremiti atan kişi bu insana benzeyen toz tanesini ortaya çıkarmak için, kiremitin tüm kırılma sürecine etkiyen kuvvetleri programlamıştır, işte bu Antropik yanılgıdır, buradaki kiremitin kırılması sürecinin amacının bu şekli ortaya çıkarmak olduğunu söylemek insan düşüncesine dayalı önyargıdan ibaret olup, somut bir gerçeklik değildir.
Doğadaki temel fiziksel değerlerin ilk kez ortaya çıkışı ve birbirleriyle bağlantıları, bilimsel açıdan aydınlatılmış ve kesinleşmiş konular olmaktan çok uzaktır. Fizik biliminin ilerlemesiyle, büyük birleşik kuram çalışmalarının sonuçlandırılıp, fiziksel sabitlerin birbirine yakın olarak bağlı olduğu, biri değişince diğerinin de değişmek zorunda olduğu sonuçlarına varılması olasıdır. Evrenin oluşumunun en erken anlarında oluşan kuvvetlerin etkileşerek, sonuçta hızlı bir şekilde dengeye ulaştığı ve temel fiziksel değerleri zorunlu olarak oluşturduğu, zaten başka fiziksel değerlerin ortaya çıkmasının mümkün olmadığı konusunda fikirler geliştirilmektedir. Bu konuların fizik biliminin 21. yüzyıldaki gelişimiyle cevaplanabileceği umulmaktadır .
Dünyanın evrenin bütününe göre kapladığı yer adeta okyanusta bir su molekülü gibidir. Evrenin yaşı 1 yıl olarak düşünüldüğünde, bilinçli insanın dünya üzerinde ortaya çıkış zamanı 31 Aralık saat 23.59 civarına uymaktadır. Bu değerler evrenin tek amacı olan bir canlı ve onun ortaya çıktığı gezegen için çok çok küçültücü değerlerdir. Bu olgular göz önüne alındığında, evrenin temel fiziksel değerlerinin insan bilincini ortaya çıkarmak için özellikle ayarlanmasının oldukça olasılık dışı olduğu rahatlıkla görülebilir.
Eldeki verilerle, bilimsel yönteme uygun olarak çıkarılabilecek tek mantıklı sonuç şudur: Şu an için bilinemeyen mekanizmalarla, temel fiziksel değerlerin oluşturduğu dengeler evrenin ilk anlarında ortaya çıktı, zaman içinde giderek galaksiler, yıldızlar ve gezegenler oluştu, bu süreçte dünyanın ortaya çıkması yaklaşık 10 milyar yılı buldu, dünya üzerinde yaşamın ortaya çıkması da yaklaşık 1 milyar yıl süre aldı, bundan sonraki 3 milyar yıl boyunca yaşam formları biyolojik evrim sonucu giderek çeşitlendi, gelişti ve bu çok uzun sürecin sonunda diğer canlıların yanısıra, adına insan denilen, bilinçli bir canlı ortaya çıktı; yani, evrendeki fiziksel sabitlerin insan ortaya çıksın diye şu anki değerlerini aldığını gösteren bir veri yoktur, çok büyük olasılıkla, insanın ortaya çıkması varolan fiziksel değerler üzerinden gelişen bir evrende çok uzun sürede ortaya çıkan bir adaptasyonun sonucudur.
Peki, yüce bir yaratıcı bu sürecin neresinde?
Uzun yıllar önce de söylendiği gibi: “O varsayıma gerek duymadım.”
her sey sans işte rastgele oldu... büyük patlamının olması, ortamın soğuması galaksilerin olması, güneş sisteminin, dünyanın güneşe uzaklığının, yaşama uygun hale gelmesi, ilk amino asitin protein in olması, ve birbirni koyalayarak çoğalmaları bilinçli insana kadar ulaşan canlılığın olması hepsi sanş ratgele...bence bu kadar mucizevi şansın bir araya gelerek insan ırkını oluşturması ayrı bir şans ve bu kadar şans inanmaktansa bir yaraticiya inanmak çok daha mantıklı.. burada yazanları okudukça imanım kuvvetleniyor..tşk ederim... akıl ile din çelişmez birbirini destekler...
YanıtlaSilBu sanslardansa bilimsel olarak tartisilmasi, arastirilmasi ve ispatlanmasi mumkun olmayan bir yaratici olmasi olasiligi size daha yuksek geliyor sanirim.
SilBurada yazanların imanı güçlendirmesi için, yazılanları pek de anlamamış olmak gerekiyor gibi geliyor bana.
YanıtlaSil14 milyar yıl içerisinde sürekli bir deneme yanılma sürecinin işlediği çok çok geniş bir evrende canlılar için uygun bir gezegenin oluşması ve canlılığın ortaya çıkması salt bir tesadüf değil; zorunlu bir tesadüftür.
Şöyle düşünün: Elinizde bir zar var. İlk atışta 6 gelme ihtimali 1/6 iken, siz bu zarı defalarca atarsanız 6 gelme ihtimali yükselir ve eninde sonunda o atışların birinde 6 gelir.
Diğer bir deyişle, ihtimallerin sürekli denendiği bir ortamda, belirli bir ihtimalin gelme olasılığı artar.
Gelgelelim, burada söz konusu olan belirli bir ihtimal de değil. Bizler, yani canlılar, önceden belirlenmiş bir ihtimal de değiliz. Varlığını sürdürebilme şansına sahip olmak yeterli. Diğer bir deyişle, bildiğimiz canlı formundan başka formlar da meydana gelmiş olabilir evrenin bir köşesinde. Her şey, bilimsel süreçlerin neticesinde meydana geliyor.
Tanrı kavramı, tüm bu engin bilgi denizinden oldukça sığ ve dayanaksızdır. Şöyle ki, tanrı nedir? Aklımızın alamayacağı bir şeyse, onu nasıl tanımlayabiliriz? Tanımlayamıyorsak onu nasıl tanıyabiliriz? Madde-ötesi bir şey olduğunu söylemek kolay, düşünmek zordur; dolayısıyla, tanrı nasıl var olmuştur? Hep vardı demek bu sorudan kaçmaktır. Açıklayamıyorsak, varlığına nasıl inanabiliriz?
Bu ve benzeri birçok soru sorulabilir. Önemli olan 14 milyar yıl gibi bir süreyi, sonsuza yakın büyüklükte bir evreni hayal etmeye çalışmak. Evrenin bu şaşırtıcılığını sindirebilirseniz, tanrı açıklamasının çok gülünç ve vasat olduğunu fark edebilirsiniz.
evet hadi büyük patlama olsun (10 üzeri - 39) saniye olmadı baştan -40 olmadı -41 olmadı -43 eyvah eyvah eksik oldu dön geriye:) büyük patlama anın dahi böyle bir tesadüfle olması ondan sonra yasamın oluşması için oluşan bir sürü olasılıksız kombinasyonu saymıyorum...(10üzerikentral*kentral*kentral *.........*kentral) artık neyse kendiliğnden olduğuna inanmak mantklı geliyorsa sizlere bir sey diyemem. Aksine yapılan her türlü bilimsel tespit kainatın ne kadar muazzam ve yaratıldığını ve yaratıcının kusursuzluğunu bizlere ispatlamıyor mu? Sonuçta büyük patlamanın olması ve ona insanlığın oluşumuna kadar çeşitli yön vermeler yaratıcı sayesinde olmuyor mu? herseyi sonsuz olasılıklı zorunlu tesadüf( artık nasıl zorunlu oluyorsa yoksa bir el mi değiyor da zorunlu oluyor :S)bilemiyorum bağlamak benim mantığımın ucunda bile geçmiyor. 14 milyar yıl bize göre uzun bir süre olabilir ama kusursuz bir yapının adım adım oluşmasında ve uzay zaman boylamında hiç birseydir. Bu konuda beni aşağılayabilirsiniz de nasıl anlamazsın diye..
YanıtlaSilMadde ötesi olan birseyi bugün bilimsel verilerle ispat edemiyorsak veya onu düşleyemiyosak bu onun olmadığı anlamına gelmez bizim eksikliğimizdir.. sonuçta bilim bugünkü geldiği nokta belki bundan binlerce yıl sonraki insanlar için ilkel kalacak... sizn deyiminizle madde nasıl var oldu evet enerji hep vardı yok da edilemez ama enerji hep vardı ama Allah hep olamaz çünkü onu siz ilkel insanlar gibi henüz bilimsel olarak kanıtlayamadınız(bilimsel olarak belki de ispatlayamayız orasını Allah bilir)... biraz tuhaf olmuyor mu...
Belki de sizin tanrınız şans.. sonuçta bugünkü bilim birçok şeyi ispatlayamıyor. bir çok konu tez hipotez tahmin neyse...aşamasında.. deliler var ama ispatlayamıyoruz... birçok şeyin olduğuna tahmin yürüterek İNANIYORSUNUZ... Sonuçta inanmak hedefe ulaşmanın bir basamağıdır. Bugün kü insanlığın geldiği nokta ile İSPATLAYAMADIĞINIZ ALGILAYAMADIKLARINIZA İNANMAK utanılacak inkar edilecek birsey değildir. Aksine hedefe ulaşmak için bize vuralacak bir kamçı olmalıdır. yoksa sizler bilimin mantığından uzak dar bir doğmatizmadan ileri gidemezsiniz.. İnanmak hedefe ulaşmak için en büyük motivasyon kaynağıdır.
İNANMAK VEYA İNANMAMAK işte bütün mesele burada :P
Tanrinin var olma ihtimalinin de olasılık hesabını yapabilir misiniz lütfen?
SilHesaplamalarınızda hatalısınız. Birincisi muazzam bir yapı yok ortada. Hiç olmazsa yorum yazdığınız bu başlığı okuyun.
YanıtlaSilİkincisi, birikimli bir ilerleme var. Bir yap-boz gibi düşünün. Tüm parçaları bir anda oluştu demiyoruz zaten; uyumlu parçalar adım adım denenerek bütünü meydana getirdi.
Gelelim madde-ötesi kavrama ilişkin dediğinize. Madde-ötesini ispat edemiyoruz, bu bizim eksiğimiz diyorsunuz. Bu yaklaşım hatalıdır. Varlığını ispatlayamadığımız bir şeyin var ya da yok olduğunu bilemeyiz. Bilememek olduğu anlamına gelmez. Olmadığı anlamına da gelmez ancak bilimde belli varsayımlar vardır: Mesela tek boynuzlu atların olmadığını da ispatlayamayız, ancak tek boynuzlu at yoktur diyebiliriz. Çünkü bilimsel birikimler böyle bir şeyin olduğunu desteklemiyor ve dolayısıyla yok diyebiliyoruz.
Diğer bir deyişle, tümevarım yöntemini kullanıyoruz yokluğu irdelerken. Diğer türlü, ben allahtan güçlü 3 yaratıcının olduğunu iddia ederim ve siz de bunun yanlış olduğunu ispatlayamazsınız. Ya da eşyaların aslında ruhları olduğunu iddia ederim ve siz bunun da aksini ispat edemezsiniz. Zaten mutlak ispat aramamak lazım, yeterli kanı oluşturacak ispat kafi olmalıdır.
Bizim bir tanrımız yok, şans da bir tanrı değildir. Bir şeyin tanrı olabilmesi için bilinçli bir şekilde yaratım işleminde bulunması gerek.
Bilim her şeyi açıklamıyor, büyük ihtimalle de açıklayamayacak. Ancak bu açıklayamadığı şeyleri kabul etmemiz gerektiği anlamına da gelmeyecek. Onlar bilinmezler olarak kalacak. Dolayısıyla, insanların hayatlarını bu bilinmeze göre ayarlaması, örneğin tanrının iradesine göre ayarlaması saçmadır. Çünkü bilmiyoruz.
İnanmak saçmadır. Bundan binlerce yıl evvel zeusa da inandırlar, putlara da inandılar. Bir bilinmeze inanmak kolaydır; ancak bir gerçekliği ifade etmez bu inanç.
Her neyse, son cümlenizle çok da ciddi bir yaklaşımınızın olmadığını görüyorum zaten. Boş verin, gidin inanın siz istediğiniz şeye. Bizler, bilmediğimiz şeylere inanmayarak doğru olanı yaptığımızı varsaymaya devam edeceğiz.
İyi akşamlar.
Evrende mükemmel bir uyumdan ziyade mükemmel bir uyumsuzluk vardır. Eğer bir uyum olsaydı bırakalım yaşamı gezegen ve yıldızlar dahi oluşamazdı. Bunu şu şekilde açıklayabilirim. Büyük patlamadan sonra kütle çekiminin etkisiyle serbest halde bulunan toz ve gaz bulutu bir araya gelmeye daha sonra da sıkışmaya başladı. ( Hatta fazla miktarda maddenin toplanması sonucu oluşan kütleler kendi içine çökerek kara delikleri oluşturmaktadır. ) Düzensizlik de tam bu anda, kütle çekimi sayesinde gezegen ve yıldızlar oluşurken kendini gösterdi. Eğer Büyük Patlama sonucunda tüm parçacıklar birbirlerinden eşit uzaklıkta dağılsaydı ki bu tam bir düzen ortamı oluştururdu her bir parçacığın çekim kuvveti diğerini sıfırlardı ve parçacılar birleşmeden öylece kalakalırdı.
YanıtlaSilDiyeceğim o ki en azından bu olay kutsal kitaplarda geçenle örtüşmez. Ayrıca bu tezin bir hikayesi, bir inanılabilirliği, bir neden-sonuç ilişkisi olmasına rağmen kutsal kitaplar her zaman yaptığı gibi ortaya bir şey atmış, bunu yalanlamayı yasaklayıp kendisi de açıklamaktan çekinmiştir.
Biz insanlar efsanelere, hikayelere, söylentilere inanmayı severiz. Sorgulamaya üşendiğimizden belki de bilemiyorum. Ancak bilim gerçekleri yavaş yavaş ayaklarımızın önüne sererken gözlerimizi kapatıp hiçbir temeli olmayan anlamsız kuramlara olan inancımızı yitirmememiz sadece cahilliğimizden ileri gelebilir.
Tesadüf eseri insan dünyaya geliyor ölüyor aynı kişi tesadüf eseri tekrar niye dünyaya gelmiyor. Pekala gelebilir. Gelemezmi?
YanıtlaSilGüzel yazı bende birşey diyeceğim bilimkurgu gibi biraz belkide sınırlı güce sahip bir varlık bu evrende zeki bir yaşam formunun oluşması biçiminde ayarladı bir amaç için birşeyleri keşfetmek için :D
YanıtlaSilBunun filmi yapılır :D