Altay Öktem: Allah Beni Sağ Ele Geçirmese

Yorum Yok
Kendimi ıskaladım. Uzun zamandır şöyle ağız tadıyla seyredemedim odamın uçsuz bucaksız duvarlarını. Posterdeki kıza âşık olup da sabaha kadar şarabın dibine vurmayı özledim. Pencereden bakarken, camın hangi tarafının içerisi, hangi tarafının dışarısı olduğunu karıştırmayı özledim. Çok özleyince, kendimi tutamayıp annemin odasına dalmayı, onu nedensiz öpmeyi özledim.

“Özledim” demek doğru değil aslında. “Nedensiz öpmek” de doğru değil. Adım gibi biliyorum bunları. Çünkü “özlemek” yanlış bir kavram. Özleyen, kendini özler yalnızca. Bir başkasını özlediğini iddia etmek, hayatı yanıltmaktır. Zamanı kışkırtmak ve asla geri dönemeyeceğini bildiğin günlerin ıstırabını yok saymak için kendine yalan yanlış bir duygu uydurmaktır. Özlemek ahlaksızlıktır.

Annen dâhil, herkesi nedensiz öpersin zaten. O yüzden bu kavram da yanlış. Nedenli öpmek diye bir şey yoktur ki nedensizi olsun. Her öpüş nedensizdir. Dudağın travmasıdır. Ölümden önceki son aşamadır. Çünkü bütün ölüseviciler ve kanun koyucular bilir ki, ölmeden hemen önce boşluğu öper insan. Karşılıksız ve tek taraflı öper. Çünkü boşluk, asla farkına varmaz öpüldüğünün.

Cennet anaların ayağı altındadır diye kandırırlardı bizi küçükken. Belki de o yüzden, kendimle her karşılaşmamda gidip annemi öptüm. Gereksiz yere, anlamsızca öptüm. Oysa anne de bir çeşit boşluktur aslında. Öpüldüğünü fark etmez. Ve kimi öperse öpsün, ölüme bir adım daha yaklaşır insan. Anne dâhil, hiç kimsenin ayağının altında cennetin izine rastlanmayacağını da bütün ölü kesiciler bilir. Otopsi, yanılmama sanatıdır. Gördüğünü keser, kestiğini görür insan. Göz görmüyorsa gönül katlanmaz. Çünkü yoktur gönül falan!

Aslında vardır da, yalnızca eski Türk sanat Musikisi’nde ve eski Türk filmlerinde vardır, o kadar. Bir tek otopsi raporunda “Maktulün vücudundaki gönül ortadan ikiye ayrıldı, sol parçadaki doku tahlil edilmek üzere çıkartıldı,” yazmaz. “Anne olduğu tespit edilen şahsın ayağının altındaki çöl kaldırıldı, hurma ağaçlarından numune alındı, rastlanan birkaç huri neşterin ucuyla dürtüklendi,” de yazmaz otopsi raporunda. Çünkü cennet, yanılgıdır. Yanılsamadır bir bakıma. Cehennemse burasıdır. Tam durduğumuz, ayağımızı bastığımız yer. Kızıltepe’de öldürtülen, Malatya’da dövdürtülen çocuklardan söz etmiyorum. İstanbul’un ortasına dikilecek burgulu kulelerden de söz etmiyorum, yanlış anlaşılmasın. Güncel gelişmeler, daha doğrusu güncel gerilemeler çok fazla ırgalamıyor beni. Zaten çocuk dövmek geleneğimizin bir parçası. O kadınlar kendi çocuklarını da aynı şekilde dövüyorlar ve “töremizdir” diye sahip çıkılıyor bu işkenceye. Genlerini bilmem ama geleneği bozuk bu toplumun.

Kuleler içinse, söyleyecek bir tek sözüm bile yok. Kule dikmek, tedavisi olmayan bir patolojidir. Erkek olduğunu kanıtlamaya çalışan latent (gizli) eşcinsellerin yaptığı bir şovdur yalnızca. Gerdek gecesinde patlattığı zarı dünyaya ilan etmek için kanlı çarşafı sopaya takıp evinin damına asan insan, büyüyüp de iktidarı ele geçirirse, toplumun zarını patlattığını kanıtlamak için şehrin tam ortasına gökdelen diker. Dikkatli bakarsanız, gökdelenin tepesindeki mumuş kanını görürsünüz. Dikkatli bakarsanız, o kuleyi dikenlerin önlerinden sarkan pörsümüş et parçasını da görürsünüz. Demek ki, “Düşmez kalkmaz bir Allah” şeklindeki deyim de yanlışmış. Kule dikicilerinki de düşmezmiş, kalkmazmış aynı zamanda.

O yüzden kimseyi öpmüyorum nice zamandır. Kendimi ıskalıyorum. Bile bile ıskalıyorum. Dayakları, kuleleri çoktan kanıksadım zaten. O yüzden tatara titiri… toplumsal bilinç… kitlesel duyarlık… ulusal kalkışma… falan deyip durmuyorum gazetelerin köşe yazıcıları gibi.

Sadece dua ediyorum. Geceleri kapanıyorum kendi içime; umarım annem aniden uyanıp da onu nedensiz öptüğümü fark etmemiştir diye dua ediyorum. Ve korkuyorum. Günün birinde Allah beni sağ ele geçirir diye!

Altay Öktem

0 yorum:

Yorum Gönder