Marquis de Sade: Tanrının ve Dinin Tarihi

8 Yorum
EUGENIE: Ama değişik türde erdem var; örneğin, dindarlık konusunda ne düşünüyorsunuz?

DOLMANCE: Dine inanmayan biri için bu erdem ne ifade edebilir? Peki ya dine kim inanabilir? Haydi, sırasıyla akıl yürütelim Eugenie: İnsanı Yaratıcısına bağlayan ve var olduğu için bu yüce Yaratıcıya duyduğu minnetini ibadet yoluyla ona kanıtlamaya zorlayan anlaşmaya din diyorsunuz değil mi?

EUGENIE: Daha iyi tarif edilemezdi.

DOLMANCE: Pekâlâ! İnsanın, varlığını doğanın karsı konulmaz planlarına borçlu olduğu kanıtlanmışsa eğer; bu yerküre üzerindeki varlığının yerküre kadar eski olduğu kanıtlanmışsa eğer, demek ki insan da, meşe gibi, aslan gibi, bu yerkürenin böğründe bulunan mineraller gibi, yerkürenin varlığının gerekli kıldığı ve kendi varlığını kimseye borçlu olmayan bir üründür; aptallara göre, gördüğümüz her şeyin biricik yaratıcısı ve imalatçısı olan bu Tanrının, insan aklının nec plus ultra (varılabilecek en son nokta)'sından başka bir şey olmadığı, bu aklın kendi işlemlerine yardımcı olacak hiçbir şey bulamadığı anda yarattığı hortlak olduğu kanıtlanmışsa eğer; bu Tanrı'nın varlığının imkânsız olduğu ve her zaman eylem halindeki, her zaman hareket halindeki doğanın, salakların karşılıksız olarak vermekten hoşlandıkları şeye kendiliğinden bağlı olduğu kanıtlanmışsa eğer; bu hareketsiz varlığın var olduğunu varsaysak bile, tek bir gün bile işe yaramadığından ve milyonlarca yüzyıldan beri aşağılık bir atalet içinde bulunduğundan onun tüm varlıkların kesinlikle en gülüncü olacağı kesinse eğer; onun, dinlerin bize tarif ettiği gibi var olduğunu varsaysak bile varlıkların kesinlikle en iğrenci olurdu, çünkü yeryüzünde kötülüğü mümkün kılmıştır, oysaki o her şeye kadirliğiyle bu kötülüğü engelleyebilirdi... Demek istediğim, eğer tüm bunlar kanıtlansaydı, hem de tartışmasız gerçek olarak kanıtlansaydı Eugenie, bu durumda insanı bu aptal, yetersiz, acımasız ve acınası Yaratıcıya bağlayan dindarlığın pek gerekli bir erdem olduğuna inanabilir miydik?

EUGENIE, (Madam de Saint-Ange'a): Gerçekten de, sevgili dostum, Tanrı’nın varlığı bir kuruntudan ibaret kalmaz mı?

MADAM DE SAINT-ANGE: Hem de en sefil kuruntulardan biri, kuşkusuz.

DOLMANCE: Tanrı’ya inanmak için insanın aklını yitirmesi gerekir. Kimilerinin korkularının, kimilerinin zayıflığının meyvesi olan bu iğrenç hortlak, Eugenie, yeryüzünün sisteminde bir ise yaramaz: bu sisteme zarar verir, çünkü onun adil olması gereken istençleri doğa yasalarındaki temel adaletsizliklerle asla bir arada olamaz; onun sürekli olarak iyiliği istemesi gerekir, doğa ise kendi yasalarına hizmet eden kötülüğün karşılığı olarak iyiliği arzulamaktadır; onun sürekli hareket halinde olması gerekir, oysa bu daimi eylemi yasalarından biri kılan doğa onunla ancak daimi karşıtlık ve rekabet halinde olabilir. Ama, buna karşılık, Tanrı ile doğa aynı şeydir denebilir. Bu bir saçmalık değil midir? Yaratılmış olan şey yaratan varlığa eşit olamaz: Saat, saatçi olabilir mi? O halde, diye devam edilir söze, doğa hiçtir. Tanrı her şeydir. Bu da bir başka aptallık! Evrende zorunlu olarak iki şey vardır: yaratıcı fail ve yaratılan birey. Şimdi, yaratıcı fail kimdir? İşte çözülmesi gereken tek güçlük budur, cevaplandırılması gereken tek soru budur. 

Eğer madde bizim bilemediğimiz bileşimlerle davranıyor ve hareket ediyorsa, eğer hareket maddeye içkinse, sonuçta, uzamın engin düzlüklerinde göz alabildiğine uzanan ve tek biçimli, değişmez işleyişi bizde hayranlık ve saygı uyandıran tüm gökkürelerini enerjisi nedeniyle yalnızca o yaratabiliyor, üretebiliyor, koruyabiliyor, sürdürebiliyor ve dengeleyebiliyorsa, bu aktif yeti esas olarak eylem halindeki maddeden başka bir şey olmayan doğanın kendisinde bulunduğuna göre, bu durumda, tüm bunlara yabancı bir fail arama ihtiyacı nereden doğmaktadır? Sizin Tanrı’ya ilişkin kuruntunuz herhangi bir şeyi aydınlatabiliyor mu? Bunu bana kanıtlayamayacağınıza bahse girerim. Maddenin iç yetileri hakkında yanıldığımı varsayalım, önümde en azından bir güçlük vardır. Siz Tanrı’nızı bana sunarak ne yapıyorsunuz? Önüme bir güçlük daha çıkarmış oluyorsunuz. Anlamadığım bir şey yüzünden, daha az anlayacağım bir şeyi kabul etmemi benden nasıl isteyebilirsiniz? Sizin korkutucu Tanrı’nızı Hristiyan dininin dogmaları aracılığıyla mı inceleyeceğim... Kendime böyle mi tarif edeceğim? Bu dogmalar Tanrıyı bana tarif ediyor, bir bakalım...

Bu aşağılık ibadetin Tanrı’sına baktığımda, bir gün bir dünya yaratan, ertesi gün inşa ettiği şeyden pişman olan, tutarsız ve barbar bir varlıktan başka ne görmekteyim ki? İnsanın dilediği alışkanlığa sahip olmasına asla izin vermeyen zayıf bir varlıktan başka nedir ki o? Bu yaratık, kaynağını insandan alsa da ona hâkim olur; ona saldırabilir ve böylelikle ezeli işkenceleri hak edebilir! Ne zayıf bir varlıktır bu Tanrı!

Nasıl oluyor da gördüğümüz her şeyi o yaratabilmişken keyfince bir insan yaratamamıştır? Ama diyeceksiniz bana, böyle yaratılmış olsaydı insanın hiç değeri olur muydu? Bu ne bayağılık, bu ne yaltakçılık! Ve insanın kendi Tanrı’sını hak etme gerekliliği nereden gelir? İnsanı tamamen iyi yaratsaydı asla kötülük yapamazdı ve yalnızca bu durumda eser bir Tanrı’ya layık olurdu.

Bu, insana bir tercih bırakmak yerine onu kışkırtmaktır. Oysa Tanrı, sonsuz önsezisiyle, ortaya çıkacak sonucu gayet iyi biliyordu. Böyle olunca da, bizzat kendisinin oluşturduğu yaratığı zevk için kaybediyor. Ne korkunç bir Tanrı bu! Ne canavar! Bizim kinimize ve dinmek bilmez intikamımıza ondan daha layık bir vicdansız, bir hergele olamaz! Bununla birlikte, bu kadar yüce bir uğraştan pek az memnun kalarak, inancını değiştirsin diye insanı boğar; onu ateşe atar, lanetler. Bu yaptıkları insanı asla değiştirmez. Bu aşağılık Tanrı’dan daha güçlü bir varlık olan Şeytan kendi hükümranlığını daima koruyarak yaratıcısına her zaman meydan okuyabilir. Ezeli Varlık’ın kendine ayırdığı sürüyü bastan çıkararak sefahate sürüklemeyi daima başarır. Bu iblisin bizim üzerimizdeki gücünü kimse alt edemez. Bu durumda, öğretisini yaydığınız korkunç Tanrı sizce ne düşünmektedir? Onun bir oğlu vardır, tek oğul, hangi ilişki sonucu edindiğini bilmiyorum; çünkü insanın düzüşmesi gibi. Tanrı’sının da düzüşmüş olmasını istemiştir o; kendisinin bu önemli parçasını gökyüzünden koparıp almıştır. Bu yüce yaratığın, göksel ışınların üzerinde, melekler kortejinin ortasında, tüm evrenin gözü önünde belireceği belki hayal edilmektedir... Tek sözcük yok; Yeryüzünü kurtarmaya gelmiş Tanrı ’nın, Yahudi bir fahişenin bağrında, bir domuz ahırının ortasında dünyaya geldiği duyurulur! İste ona atfedilen saygın soy sop! Ama onun bu şerefli görevi bizim zararımızı telafi edecek midir? Bir an için pesinden gidelim onun. Ne demektedir? Ne yapmaktadır? Bize hangi yüce görevi iletmektedir? Hangi esrarı açığa çıkaracaktır? Bize hangi dogmayı buyuracaktır? Onun büyüklüğü hangi edimler içinde kendini gösterecektir? 

Gördüğüm ilk şey meçhul bir çocukluktur, bu sokak çocuğunun Kudüs tapınağındaki çapkın rahiplere verdiği hizmetler; sonra, on beş yıllık bir yok oluş, bu sırada bu hinoğluhin, Mısır okulunun tüm hayalleriyle zehirlenecek ve bunları Juda’ya taşıyacaktır. Orada yeniden ortaya çıktığında deliliği bas gösterir ve Tanrı’nın oğlu olduğunu, onun eşiti olduğunu ona söyler; Kutsal Ruh adını verdiği bir diğer hortlağı da bu ittifaka katar ve bu üç kişinin bir olduğunu ileri sürer! Bu gülünç esrarla akılları karıştıran, ciğeri beş para etmez bu herif, bu görüşleri benimsemenin pek matah bir şey olduğunu... Yok saymanın ise tehlikeye yol açacağını ileri sürer. Bu salak, Tanrı olmasına rağmen, bizleri kurtarmak için bir insan evladının bağrında vücut bulduğunu söyler; gerçekleştireceği parlak mucizelerle bir süre sonra evreni ikna edecektir! Gerçekten de, sarhoşlar arasındaki bir yemekte söylenenlere bakılırsa, bu dalavereci suyu şaraba döndürür; bir çölde, çömezlerinin gizlice hazırladıkları nafakalarla anasının gözü birkaç kişiyi besler; arkadaşlarından biri ölü numarası yapar, bizim sahtekâr da onu diriltir; kendini bir dağa taşıtır ve orada, yalnızca iki ya da üç arkadaşının önünde öyle bir hokkabazlık gösterisi düzenler ki günümüzün en kötü hokkabazının bile yüzü kızarırdı. 

Kendisine inanmayan herkesi coşkuyla lanetleyen bu kerata, sözünü dinleyecek olan herkese de cenneti vaat eder. Cahil olduğundan hiçbir şey yazmaz; aptal olduğundan pek az konuşur; zayıflığı nedeniyle de pek az şey yapar; ve sonunda, pek ender olsa da kışkırtıcı söylevleri karşısında sabrı tükenen yüksek görevlilerin canını sıkan şarlatan kendini çarmıha gerdirtir, ama kendisini izleyecek it kopuğu garantilemiştir, onu ne zaman çağırsalar kendini yedirmek için onlara doğru inecektir. İşkence yapılır, sesini çıkarmaz. Babası olan mösyö, bu yüce Tanrı, ki onun oğlu olduğunu söylemeye cesaret etmektedir, ona en ufak yardım eli uzatmaz ve bu namussuz, haytaların bası olmaya bu kadar layıkken zavallı muamelesi görür. 

Yardakçılar bir araya gelip, “Mahvolduk, tüm umutlarımız çöktü. Ani bir şimşek kurtarabilir bizi ancak. İsa’nın etrafındaki muhafızları sarhoş edelim; cesedini aşıralım, dirildiğini yayalım ortalığa; emin bir yol; bu düzenbazlığa inandırabilirsek milleti yeni dinimiz yayılır, genişler; tüm dünyayı ayartır... Uğraşalım!” derler. İşe girişilir, başarılır. Utanmazca gözü pekliği kendine övünç kaynağı yapmamış kaç düzenbaz vardır! Ceset kaldırılır; salaklar, kadınlar, çocuklar, ellerinden geldiğince. Mucize! Diye ağlaşırlar ve bu arada, bunca büyük mucizenin gerçekleşmiş olduğu bu şehirde, bir Tanrı’nın kanına bulanmış bu şehirde kimse bu Tanrı’ya inanmak istemez; tek bir kişi bile inancını değiştirmez. Dahası var; Olay aktarılmayı o kadar az hak eder ki hiçbir tarihçi bundan söz etmez. Bu düzenbazın müritleri çevirdikleri dolaptan yararlanmayı ummaktadırlar ama o an için değil. 

Bu düşünce hâlâ çok önemlidir, düzenbazlıklarının aşikâr örneklerinden yararlanmadan önce yılların geçmesi gerekti; nihayet, tiksindirici doktrinlerinin eğreti yapısını da bunun üzerinde kurdular. Her değişim insanların hoşuna gider. İmparatorların zorbalığından sıkıldıklarında devrim gerekli oluyordu. Bu dalaverecilerin pesinden gidenler de hızla yayılırlar: Tüm hataların tarihi böyledir. Bir süre sonra Venüs ile Mars’ın sunaklarının yerine İsa’nın ve Meryem’inkiler geçmiştir; o düzenbazın yaşamını yayımlarlar; bu yavan, bayağı romana inanacak bir yığın bön bulunur; asla düşünmemiş olduğu yüzlerce şeyi söyletirler ona; gülünç sözlerinden bazıları bir süre sonra onun ahlakının temeli haline gelir ve bu yeni din yoksullara vaaz edildiğinden, merhamet ilk erdem haline gelir. Tuhaf ibadetler kutsama işlemleri adı altında kurumlaşır, bunların en aşağılık ve en iğrenci, suça bulanmış bir rahibin, büyülü birkaç sözcük yardımıyla Tanrı’yı bir ekmeğin içinde geri getirtme gücüne sahip olmasıdır. 

Kuşkunuz olmasın; hak ettiği aşağılayıcı silahlar kullanılsaydı bu iğrenç ibadet daha doğar doğmaz yok edilirdi; ama ona işkence etmek düşünüldüğünden durmadan çoğaldı; oysa kaçınılmaz biçimde yok edilebilirdi. Bugün bile onu gülünç hale sokarsanız yok olur. Becerikli Voltaire asla başka silah kullanmadı ve o tüm yazarlar içinde kendi inancına en fazla taraftar toplamış olmakla övünebilir. İste Eugenie, Tanrı’nın ve dinin tarihi budur; bu masalların hak ettikleri değere bakın ve kendiniz karar verin.

Marquis de Sade
Yatak Odasında Felsefe, Sf. 35-40

8 yorum:

  1. Fikirlerini bu kadar ofansif ama bir o kadar da derli toplu anlatabilen, gelmiş geçmiş en başarılı yazardır belki de Marquis De Sade.Eğip bükmeden, direk ve sivri bir "edebi" dille söyler aktarmak istediklerini.Öyle ki, ahlaka ve erdeme acımasızca saldırır ve bizi çıkardığı yolculukta yalnız kalmaktansa, onunla kalmayı tercih edecek kadar rahatsız ve ürkek hissederiz kendimizi.İşte sırf bu yüzden bile saygıyı hak eder benim gözümde.Kitaptaki bu bölüme gelecek olursak, gerçekten kitapta ahlaksızlığa övgü teması haricinde kitabın içindeki irdelenmesi gereken çok çarpıcı aktarımlardı ve bu görüşlerin aksini ispat etmek oldukça güç.Bunların dışında,cinayete evet ama idama hayır dendiği ve Şövalyenin Dolmance ile son bölümlerdeki soylu-ayak takımı tartışması da ayrıca ele alınabilecek cinstendi.Kitabın dönem dönem hem ülkemizde hem de bazı ülkelerde yasaklanması şaşırılmaması gereken bir durum ama Sade doğruları söylediği için uzun yıllarını zindanlarda geçirmişti, bunu da göz önünde bulundurmalıyız.Paylaşım için çok teşekkürler Hayyam.Saygılar.

    YanıtlaSil
  2. Merhabaar sayın İlhan,

    Kitaptan aktarılacak çok bölüm var aslında; ama bu bloga uygun düştükçe ve zaman buldukça parça parça eklemeyi planlıyorum; çünkü kitaptan yazılı hale geçirmesi birazcık uzun bir iş ama buradaki "tanrının ve dinin tarihi" diye adlandırdığım bölüm ilk olarak aktarılması gereken bölüm gibi geldi bana. Bunun sebebi, hem blogun amacıyla doğrudan ilintili olması hem de Sade'ın diğer görüşlerine kıyasla ahlaksal bakış açısını çok sarsmamasıdır.

    Bildiğiniz gibi, Sade, bilinen erdemi ve iyiliği ve hatta her türlü geleneği eleştiren bir yazardır; kalkıp da -kitaptaki diğer bölümleri kastediyorum- kısa bir bölümle böylesi uç ve sağduyu isteyen bir felsefe metnini buraya aktarmak ilk defa Sade okuyan veya daha gelenekçi ve muhafazakar olan kesimler için ne denli fayda sağlar ve daha da önemlisi ne kadar doğru anlaşılır, bilemiyorum. Bu bakımdan buraya alıntıladığım bu kısmın bile olumsuz sonuçlar doğurabileceğini düşünmüştüm ama sizin gibi kapsamlı düşünen birinden ilk yorumun gelmesi bu görüşümü olumlu anlamda netleştirdi ve temizledi diyebilirim.

    Saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hayyam kardeşim kitap sayfalarını çekip programla direk yazıya çevirebilirsin.

      Sil
    2. Onu ben de düşündüm ama tarayıcısız pek güzel olmuyor. Elimde iyi bir fotoğraf makinesi de olmayınca, çekilen sayfaya OCR taraması yapmak, neredeyse ilgili sayfayı baştan yazmış kadar iş çıkarıyor. Yine de öneriniz için gerçekten teşekkür ederim.

      Sil
    3. elinizde 5MP üstü kamera varsa yeterli telefonla dahi net hatasız çıkarabilirsiniz. https://www.google.com.tr/?gws_rd=cr&ei=EzYyUtO6H8uGswaq8IHQDg#q=abbyy Aklınızda bulunsun. Rica ederim ayrıca.

      Sil
  3. Merhabalar Sayın Hayyam,

    Açıklamanızda belirttiğiniz gibi,blogun temas etmek istediği noktalarla en ilintili olan bölüm bu paragraflarda saklı.Halihazırda, Sade duyarlılığına ulaşmak ise başlı başına bir muamma.Görünen o ki,250 yıl önce türetilmiş bu fikirlere dünya kah utanarak kah saldırarak fakat iştahlı bir merakla yani bir röntgencinin istediğini alıp çekilme eğilimiyle tepki veriyor.Yalnız, yine aynı kitabın bize özellikle okutulan dipnotunda şöyle bir vurgu yapılır;"Büyük fikirler yüzünden ahlakı bozulacak kişiye yazıklar olsun! Felsefi düşünceler içinden yalnızca kötü olanları çekip almayı bilen, ahlakı her şeyle bozulan bu kişilere yazıklar olsun! Bunların ahlakının Seneca ya da Charron okuyarak da bozulmadığını kim ileri sürebilir? Ben asla onlara hitap etmiyorum!" Öyle ki, Sade'ın felsefesinde "kötülüğün ancak ve ancak hazmedilip övülmesiyle insanın özündeki iyiliğe ulaşılabilirdi ve bence bunun da sonuna kadar farkındaydı bu şehvet düşkünü romantik adam.Nietzsche'nin "İyinin ve Kötünün Ötesinde" eserinde üstü kapalı ve Camus'un "Başkaldıran İnsan"ında analiz ve diyalektikle izlerini görebiliriz bu dipsiz görüşün.İnsanlık tarihi boyunca felsefe ve edebiyat üzerinden bu denli ses getirebilecek bir adam gerekiyordu ve insan hayatının sinir uçlarına en hayvani duygulanım halinden, yani cinsellikten dokunacak bir adam.
    Sayın Hayyam, sıklıkla anlaşılamamak veya mesnetsiz eleştirilmek özellikle benim gibi Tanrısızlığa ait görüş bildirenlerde ve ahlakının temelini din üzerinden kurgulamayanlarda bazen insani bir öfke haline dönüşebiliyor.Çıktığınız bu yolda yek vücut olmasa da fikri duruşumuzla sizinle olduğumuzu şahsi olarak belirtmek isterim.Belki bizler görmesek de geleceğe umutla bakmamızı sağlayacak insanların varlığından haberdar olmamız bile memnuniyet verici.
    Tekrar ve Derinden Saygılarımla.

    YanıtlaSil
  4. Tanri boyleyse iyiler cehenneme gidecek demektir...Vay asagilik tanri vayyyy....Ataturkun Kazim Karabekire KURANI TURKCEYE CEVIRTTIRECEGIM VE BOYLECE YUZLERCE YILDIR NE SACMALIKLARA INANDIKLARINI ANLAYACAKLAR demesi bosa degilmis demek ki ama gel bunu Tayyip ve cevresindeki oteki hainlere anlat :)

    YanıtlaSil
  5. peki tanrı yoksa:
    biz kimiz?
    nereden geldik?
    evren nasıl oldu?
    nereye gideceğiz?
    amacımız ne?
    yok olacaksak niçin var olduk?
    neden hayatımı devam ettirme arzusu taşıyorum?
    neden düşünüyorum?
    neden hissediyorum?
    milyarlarca gezegen niçin var oldu?
    evrimleş tik ama nasıl var olduk ?
    eğer ortak atadan geliyorsak o nasıl oluştu?
    protein nasıl var oldu?
    atomlar nasıl oldu?
    .
    .
    .

    YanıtlaSil