Beynimiz ve Biz: İhmal Sendromu / Neglect Syndrome

9 Yorum

Bir restoranda oturuyorsunuz. Yemeğinize henüz başladınız. Karşınızdaki masaya şık bir bayan oturuyor. Siparişini veriyor. Ancak, bayanda bir gariplik hissediyorsunuz. Saçlarının sağ yarısı düzgün bir şekilde taranmışken, sol yarısı değil. Fark ettirmeden bayanın makyajına bakıyorsunuz. Yüzünün sağ yanı makyajlı, sol yanı, sanki sabah yataktan kalktığı andaki gibi. Dudaklarındaki ruju bile aynı. Sağ yarısında sürülü iken, sol yarısında sürülmemiş.

Kısa süre, kendinizi, bir kamera şakasının içinde olduğunuzu düşünüyorsunuz. Çevrenizi kolaçan edip sezdirmeden, bayanın hareketlerini takibe devam ediyorsunuz. Sipariş verdiği yemek geliyor. Yemeğini yiyor, hesabı istiyor. Hesabı ödedikten sonra restorandan ayrılıyor. Garson, tabağı kaldırmadan, son bir göz ucu ile bayanın yemek yediği tabağa bakıyorsunuz. Tabağın sağ tarafındaki yemek yenmişken, sol tarafındaki yemek olduğu gibi duruyor. Bu hastalığın adı: İhmal sendromu (Neglect Syndrome)

İhmal sendromlu hastalar, günlük hayatlarında sol taraflarındaki nesnelere ilgi göstermezler. Hatta bazen, vücutlarının sol taraflarına bile ilgisizdirler. Yukarıda da değinildiği gibi; saçlarının sol tarafını taramazlar, dişlerinin sol tarafını fırçalamazlar. Giyinirlerken, elbisenin sol kolunu giymeden bırakabilirler. Birileri dikkatlerini çekerse farkına varırlar. Bu arada, bu kişilerin, diğer yaşamsal, düşünce ve faaliyetleri ile normal bir yaşamları olduğunu söylemek gerekir.

İhmal sendromlu bir kişiden, bir çiçek resmi çizmesi istendiğinde, çiçeğin sağ yarısını çizer, sol yarısını çizmezler. Söz gelimi bu çiçek bir papatya ise, çizdiği resimde papatyanın sağ yaprakları görülürken sol yaprakları yoktur. Buna karşılık, ihmal sendromlu hasta, resmi tam olarak çizdiğinden emindir.

Bir saat resmi (kadranı) ve üzerindeki sayıları çizmesini istediğinizde, kadranı yani saate ait çemberi çizer. Buna karşılık, saate ait sayıların ya yarısı kadranda gösterilir ya da saat üzerindeki tüm sayılar kadranın sağ tarafına sıkıştırılır, kadranın sol tarafı boş kalır.

Eğer siz, bir kâğıdın üzerine yatay bir çizgi çizer sonra da ihmal sendromlu kişiden, bu çizgiyi, tam ortasından küçük dikey bir çizgi ile ikiye ayırmasını isterseniz, yatay çizginin sağ yarısının ortasına küçük dikey bir çizgi çizer.

Çizgi örneğini genişletelim. Eğer siz, bir A4 kâğıdının üzerini, yatay veya yataya yakın küçük çizgilerle doldurur ve sonra da, ihmal sendromlu kişiden her yatay çizgiyi ortalarından ikiye bölmeleri için çizgiler çizmelerini isterseniz, kâğıdın sadece sağ tarafındaki çizgilerin ortalarına çizilmiş çizgilerle karşılaşırsınız; kâğıdın sol tarafındaki çizgilere dokunulmamıştır.

Peki, beyinde neler oluyor?

Bilindiği üzere beynimiz, iki yarım küreden meydana gelmekte olup, sol yarıküre vücudumuzun sağını, sağ yarıküre de vücudumuzun solunu kontrol etmektedir.

İhmal sendromu, beynimizdeki sağ yarıküredeki zedelenme veya hastalıklar sonucunda oluşur.

Gözümüzde retina denilen yere düşen görüntü, beynimizin arkasında bulunan ve oksipital lob olarak isimlendirilen bölgenin birincil korteks denen yerine gelir. Her ne kadar, oksipital lob, görme işlemlerinin olduğu yer ise de, görmeye dayalı tüm işlemler burada bitmez. Oksipital lobdan, bir grup sinir bağlantıları, beynimizin tepesinde bulunan parietal loba giderken, bir kısmı da temporal lob olarak isimlendirilen ve beynimizin yanında bulunan bölgeye gider. Şimdi de, görmemiz ile ilgili bu kısımların ne işlemler yaptığına bakalım.

Temporal loblar, nesnelerin tanınması, adlandırılması, onlara uygun duygulanımlar verilmesi ile ilgilidir. Parietal loblar ise, dış dünyanın uzamsal yerleşimi, boşlukta yön bulma, hedefe yönelme, nesnelere uzanma, fırlatılan şeyi tutma, nereye koşacağımızı bilme gibi işlemlerde bize yardımcı olur. (Beynimiz ve Biz -6, Capgras Sendromu yazımızda temporal lob ile ilgili “duygulanım” bağlantısından bahsetmiştik)

İşte hastanın ihmal sendromu olarak görmemize sebep olan, kişinin sağ parietal lobunun hasar görmesidir. Bizler, günlük hayatta, gördüğümüz cisimlerin kendisini olduğu gibi gördüğümüzü düşünebiliriz. Ancak, cismin rengi, kenarları, cisim hareket halinde ise hareketi, bizden uzaklığı, konumu gibi durumlar, beynimizin farklı yerleri tarafından değerlendirilir. Beynimiz, bütün bunları bize, tek bir olaymış gibi gösterir. Hâlbuki biraz evvel ifade ettiğimiz gibi, baktığımız şeyle ilgili farklı özelliklerin birleşimidir gördüğümüz. İşte parietal lobun bir görevi de, baktığımız nesnelerin hareket edip etmediğini bize bildirmektir. Buna karşılık temporal lob, o nesnenin hareketini değil, o nesnenin kendisinin tanınmasında yardımcı olur.

İhmal sendromu da, sağ parietal lobun hastalık veya kaza sonucu hasar görmesi ile ortaya çıkar.

İhmal sendromlu kişilere kendi başlarına dolaşmalarına izin verilirse, sol tarafındaki hiçbir nesneye dikkat etmeyeceklerdir. Sol tarafındaki nesnelere çarpacak, sol ayağını yüksek bir kaldırıma vuracaktır. Aslında, ihmal sendromlu kişiler, sol taraflarındaki nesnelerle tamamen ilgisiz değillerdir, birilerinin sol tarafındaki nesneye dikkatini çekene kadar.

Peki bu kişilerin sol yanlarını görme konusunda “kör” olduklarını söyleyebilir miyiz? Hayır. Bu kişiler kör değillerdir. Bir başka deyişle, baktıklarında sağ yarısını görmekte ama sol yarısını görmüyor değillerdir. Sadece dikkatleri, sağ tarafa daha baskındır. Birileri, ihmal sendromlu kişiye sol tarafındaki nesneyi işaret ettiğinde görmediği o nesneyi göreceklerdir. (Söz gelimi, saçının sol tarafını taramadığını anlayacaktır.)

İhmal sendromlu bir kişi için, yukarıdaki deneyle ilgili şu sorulabilir. Saat kadranını çizerken, kadrandaki sayıların sadece sağ tarafındaki sayıları yaptığı resme aktarırken nasıl olur da kadranı belirleyen çemberi tam olarak çizer? Hâlbuki bu mantıkla, yarım bir çember çizmesi ve sayıları da bu yarım çembere yerleştirmesini beklememiz gerekirdi.

Günlük hayatımızda, bir çember çizmeyi otomatik hale getirmiş olabiliriz. Diğer bir deyişle çember çizmek, öğrenilmiş motor bir tepkidir. Bu da bize göstermektedir ki, bir olayı, bir mantık güderek irdelerken aynı olayın bir parçası olan bir parametre, güttüğümüzün dışında bir değişim göstererek bizi yanıltabilir. Olayları, kendi doğasının eksik parametreleri ile, sadece mantık güderek değerlendirmek bizi yanıltacaktır. Bir başka deyişle, sadece mantık yolu izleyerek, doğanın parametrelerinden uzaklaşmış bir düşünce ile gerçeğe ulaşma şansımız olmayacaktır.

İhmal sendromlu kişilere birbirinin aynı olan iki ev resmi gösterdiğimizi, bunlardan soldakinin penceresinden alevler çıkarken çizildiğini varsayalım. Kişilere, bir evin diğerine göre bir farkı olup olmadığı sorulduğunda, “bir fark olmadığını” söylerler. Buna karşılık, “bu evlerden biri sizin olsa hangisini isterdiniz?” diye sorulduğunda, %80’lik bir oranla sağ taraftaki evi istediklerini söylemişlerdir. “Neden sağdaki evi istiyorsunuz?” diye sorulduğunda ise, bir açıklama getirememişlerdir.

Buna dayalı olarak diyebiliriz ki, belli sinir yolları, kişiyi tehlikeden koruyacak şekilde evrimsel bir süreçle gelişmiş olmalıdır. Buna “sezgi” diyebiliriz. Ancak, sezgiyi metafizik anlamda yorumlamıyoruz. Sezgi, beynimizin, yeri geldiğinde bizi koruyucu, yeri geldiğinde çözemediğimiz bir problemi çözülmüş olarak önümüzde aniden bulmak ve birçok durumlar için bize yardımcı bir mekanizma olmalıdır.

Deneyi yapanların aklına, ihmal sendromlu kişiye çizdirdikleri çiçeği, gözlerini kapatarak hayalinden çizmesini istemişlerdir. Acaba, ihmal sendromlu kişi, görerek çizdiği yarım çiçeği, gözlerini kapatarak hayalinden tam olarak mı çizecektir? Hayır, öyle olmamıştır. Gözleri kapalı halde ve hayalinden çizilen çiçeğin, yine sadece sağ tarafının çizildiği görülmüştür. Demek ki, parietal lobdaki bu hasar, sadece gözler faal olduğu zaman değil, gözler kapalı olduğunda da, imgeleme, hayal kurma mekanizmasını da etkimektedir. Kim bilir, belki rüyalarını da…

Kitap okurken zorlanırlar. Eğer, okuduğu kelimeler ikiye bölünebiliyorsa, sağ taraftaki heceyi okurlar. Söz gelimi bir erkek, kadınlar tuvaletinin üzerindeki “women” (kadın) yazısının sadece “men” (erkekler) kısmını algılayıp, erkek tuvaleti olarak içeri girebilir.

Bu arada, şunu da ilave edelim ki; sol parietal lob hasar gördüğünde yukarıdaki olayların tersi gündeme gelmemekte, bir başka deyişle sağ tarafla ilgili bir ilgisizlik olmamaktadır.

İhmal sendromu ve benzerleri, günlük hayatımızdaki nice ilişkilerimizde, düşüncelerimizde, mantıksal çıkarsamalarımızda ve inandıklarımızda yanlışlar yapabileceğimizi, dolayısıyla, aldığımız kararlara ve inanışlarımıza geleneksel olmayan başka düşünceleri de katarak beynimizi daha iyi tanıdıktan sonra, bir kere daha düşünüp öyle karar verebileceğimiz konusunda bir fikir veriyor olabilir mi? Ne dersiniz?

Erol

Kaynaklar:
  • Ramachandran, V.S., Beyindeki Hayaletler, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi (2011)
  • Ornstein, Robert, Sağduyu, Kaknüs Yayınları (2004)
  • Alıcı, Tevfik, Gerçek Bir Yanılsama Bilinç, Metis Bilim (2013)
  • http://klinikpsikiyatri.org/files/journals/1/132.pdf

9 yorum:

  1. Bu ihmal sendromlu kişiler islam emrine göre (islamın sol tarafa bakışı) hareket ediyorlar herhalde. Neden sola böyle antipatikler.

    YanıtlaSil
  2. Hristiyan ya da yahudi olanlar da İslam'ın emrine göre mi hareket ediyor o halde ? Onlara da; "Aslında müslümanlar" diyebilir miyiz ? :)

    YanıtlaSil
  3. Tabii ki her ne kadar bu anlamda ve espriyi de içeren sorular üretmek mümkün olsa da, ihmal sendromu ve daha nice hastalıkların, din ögesiyle bir ilgisi yoktur. İhmal sendromunun sola yönelik dikkat eksikliği, düşüncelerimizden, yetişme şeklimizden, Dünya’yı iyi veya kötü algılayışımızdan, bir kişi veya kişilerle ilgili sempatik veya antipatik duygu durumlarımız, onlara düşman veya onlarla dost olmamızdan dolayı değildir. Beynin yapısı (anatomisi) gereği öyle çalışır. Kişi, hangi dinden olursa olsun veya ister inanan ister inanmayan olsun; beynin, makaledeki yeri aynı şekilde hasar alıp, çevre sinir hücreleri ile bağlantısı kesilen her kişide görmek mümkündür. İhmal sendromlu bir kişinin hangi dinden oluşu ile ilgisi, bir kişinin nezle oluşu ile hangi dine mensup olduğu ilgisi kadardır. Kaldı ki, bu sendrom, dinler henüz ortada yokken dahi, bir kişinin avlanırken, kafasını çarpması ile de ortaya çıkmış ve kişi sola olan bu ilgisizliğini yaşamış ve ömrünü bu şekilde tüketmiş olabilir. Ve hatta bu sendromu, primatlarda (şempanze vb.) de görmek mümkün. Çünkü onlarda da bizim beynimizdeki aynı yapılar var. Dolayısıyla, bu sendromun inanış biçimimizle bir ilgisinin olmadığını da bu vesile belirtmiş olalım.

    YanıtlaSil
  4. Mümkünmü sn. Erol, tüm hastalıklarda az yada çok Din'in etkisi vardır. Ayrıca ben espri yapmadım.

    YanıtlaSil
  5. Sayın Adsız.

    Sadece ve sadece makaledeki konuyu dikkate alarak ve başkaca hiç bir şekilde konuyu başka konulara genişletmeden küçük bir tekrar yapmama izin veriniz. Bunu ifade etmemin sebebi, konuyu, başka konulara dallandırmadan net olarak size makul bir cevap verebilme isteğidir.

    Yukarıdaki makalede adı geçen sendroma sebep olan hasar, beynimizde parietal lob denen yerde meydana geliyor. Kişi, inançlı olsa da olmasa da, bu kısım hasar gördüğünde (ister hastalık, ister kaza) aynı sendrom meydana geldiğine göre, bu sendromun din ile ilgili olmadığını rahatlıkla söylememe izin veriniz.
    İkincisi, "bilinen" dinlerin muhtemel tarihi, bildiğiniz üzere, beş bin seneden daha önce değil. Ancak, parietal lob, insanlarda dinlerden önceki tarihlerde de vardı. Çünkü, aksi halde yani olmamış olsaydı bizler bugün olamazdık. Çünkü, parietal lob, görme ve özellikle görmenin hareketle ilgili kısmının önemli bir parçasıdır. Çünkü, bu kısım olmasaydı, insan, avının hareketini göremez ve avını avlayamazdı. Yani, bu kısım gördüğümüz bir şeyin hareket edip etmediğini bize gösterir. Hatta kurbağalar, yere konmuş bir sineği değil, uçan yani hareket eden bir sineği avlarlar. Yani kurbağalar, dibinde bir sinek olduğu halde onu görmezler. Bir başka deyişle, kurbağalar da parietal loblarındaki görmenin hareket mekanizması sayesinde, avlarını avlarlar. Eğer bu kısım hasarlanırsa, kurbağa avını avlayamaz, açlıktan ölür. Demek ki, hiçbir araştırmaya gerek kalmadan, din olgusundan çok önce yani din ile bir ilgisi olmadığı zamanda da bir kişi başını çarptığında benzer sendromu yaşamıştır. Buna hiç şüphe yok. Nasıl ki bizler, on kuşak evvelki atalarımızın el ve kollarının varlığından eminsek, dinlerden önceki tarihlerde de insanda, yukarıdaki açıklanan ve daha fazla nedene bağlı olarak parietal lobun varlığından emin olduğumuzu söyleyebiliriz.
    Üçüncü olarak. Bildiğiniz üzere gerek primatlarda ve hatta farelerin beyinleri insan beynine yakın olduğu için beyin deneyleri fare beyinleri üzerinde yapılır. Ve tabii ki, yukarıdaki yorumumda şempanzelerdeki beyin yapısı bize daha da benzer olduğunu zaten biliyoruz.. Şempanzenin düşünüp düşünmediği ise konumuza umarım dahil etmezsiniz. Çünkü, konumuz sadece ve sadece parietal. lob, şempanzelerde de mevcut. Bunun anlamı, sağ parietal loblarının ilgili yerleri hasarlandığında, sola olan ilgisizlik onlarda da görülür. Hatta ve hatta, laboratuvar deneylerinde, şempanzelerin beyinlerine (hayvan hakları ihlaline rağmen) bilerek sistemli olarak hasar verilmekte ve hangi hasar ile hangi tepki ve davranışlarındaki değişikliği verdiği incelenmektedir. Diğer bir ifade ile, şempanzelerde de parietal lob hasarlandığında ihmal sendromu olur. Buna göre, şempanzelerde de bu sendrom olduğuna göre, sözlerinizin en azından sadece ve sadece bu konudaki hastalık için din ile ilgili olmadığını sanırım kabul etmek gerekir. Çünkü, şempanzede de bu hastalık olduğuna göre, umarım artık bu sendromun din ile ilgili olmadığına kanaat getirmişsinizdir. Aksi halde şempanzenin ve daha yukarıda da ifade ettiğim gibi kurbağanın da bir din olgusu ile bağlantı kurmak gibi bir anlam çıkar ki, zaten bunu böyle düşünmeyeceğiniz için, en azından ihmal sendromunun din ile hiçbir bir ilgisi olmadığı konusunda sizinle umarım aynı fikirde oluruz.

    YanıtlaSil
  6. Tartışmak istemiyorum.

    YanıtlaSil
  7. Sayın adsız,

    Burada tartışılacak bir konu yok. Sayın Erol dediklerinde tamamen haklı. Biyolojik veya genetik olarak ortaya çıkmış hastalıkların veya beyinsel hasarların din ile (dindar olup olmamakla) uzaktan yakından ilgisi yoktur; ki buradaki ihmal sendromu da tamamen beyin korteksleriyle ilgilidir.

    Ancak şu olabilir: Sizin ihmal diyerek kast ettiğiniz ile buradaki ihmal sendromu aynı şey değil. Anladığım kadarıyla siz diyorsunuz ki, islam dini neden -politik olarak- sağa yakın, yani muhafazakar; ancak sol görüşlü fikirlere yatkın değil? Ve akabinde şunu ekliyorsunuz: Müslüman olan kimseler de niçin sol ağırlıklı fikirleri ele almıyor, onları görmezden geliyor?

    Şayet doğru anlamadıysam bundan sonraki açıklamalarımı okumanıza bile gerek yok. (Ancak doğru anlamadıysam bile sondan bir önceki paragrafa bir göz atmanızda fayda olabilir.)

    Öncelikle, bu fikir, yani dinin ve dindarların sola meyilli olmaması fikri ele alınmalı. Genellikle doğru olmakla birlikte, özellikle günümüzde İhsan Eliaçık'ın fikir önderliğini sürdürdüğü "sosyal islam" anlayışı da var. Kur'an'ın emirlerinin çoğunlukla sosyal adalet üzerine kurulu olduğunu iddia ediyor bu akım ve bunu çeşitli ayetlerle destekliyor. Yani diğer bir deyişle, müslüman olup da ihmal sendromu diye nitelediğiniz -ama aslında ihmal sendromu olmayan- bu yaklaşımı aşmış kimseler de var.

    Peki bu kişiler haklı mıdır? Elbette tartışılır bu konu ama benim fikrim bunun doğru olmadığı yönünde. Çünkü Kur'an'ın ve akabinde şeriatın sağa meyilli olduğu, yani muhafazakar olduğu ve hatta yer yer gerici ve eşitlik karşıtı birçok fikir ve emir barındırdığı bile söylenebilir. Bu bakımdan, müslümanların çoğu da, özellikle Orta Doğu'daki laikliği tam olarak sağlayamamış devletlerdekiler, sol fikrini düşman olarak benimsiyor. Aslında bu biraz da politik ve uluslararası ilişkilerin bir yansıması. Misal, ikinci dünya savaşı sırasında faşist fikirlerin şahlanmasının en önemli sebeplerinden biri, özel sermaye sahibi güçlü kişilerin komünist bir yapılanmadan çekinmesi neticesinde -çünkü zenginlikleri elden gidecektir komünizm yaygınlaşırsa- faşist düşünceleri desteklemesidir. Yani halkın seçimi gibi duran çoğu şey, aslında birtakım farklı güç odaklarının yansıması da olabiliyor.

    Gerek bu blog içerisinde, gerekse de daha nice araştırma konusunda dinin insanları kontrol etmek için yönetici kesimlerce desteklendiği savunulmaktadır. Uzun lafın kısası, bilinçli bir seçimden ziyade, politik bir tavrın yansıması diyebiliriz din için.

    Peki, biri müslüman olmayı ya da olmamayı neye göre seçiyor, bu da tartışılmalı. Bunun en basit ve gerçekçi cevabı, herkes doğduğu toplumdaki dini kabul ediyor. İslam doğru olduğu için islamı kabul etmiş değildir kitlelerdeki bireyler, doğdukları yerde islam olduğu için müslümanlardır. Kuşkusuz, islami gelenekler bireyin karakterini etkilemektedir veya gerek politik gerekse de toplumsal bakış açısını şekillendirmektedir, ama bu o demek değildir ki, bu beyine alınmış bir hasarın sonucudur -veya beyinde bir hasar bırakmaktadır. En nihayetinde insan sosyo-kültürel bir varlıktır ve içinde bulunduğu topluma göre fikirlerini benimser. Ancak bunu biyolojik bir temele oturtmaya çalışmak pek de doğru olmayabilir.

    Son olarak şöyle bir şeyi kastetmiş olabilir misiniz diye düşünüyorum, ama biraz zorlama bir düşünce olabilir bu: İhmal sendromu olan kişiler "sol" tarafı görmüyorlar (Buradaki sol, yön olarak sol). Aynı şekilde islam geleneği de "sol" tarafı (buradaki sol ise siyasi bir seçim olan sosyalist kesim) görmezden geliyorlar. Bu sebeple bir bağlantı kurduysanız şayet, bence pek de geçerli bir bağlantı olmaz bu. En nihayetinde kelime benzerliğinin ötesinde bir ilgileri yoktur bunların.

    Tartışmak istemediğiniz için kısa tuttum ve üstünkörü geçtim konuları ama böyle bir açıklamanın da gerekli olduğunu düşündüğüm için tamamen de sessiz kalamadım.

    YanıtlaSil
  8. güzel bir paylaşım konu mükemmel ama yorumlar pek iç açıcı değil.

    YanıtlaSil
  9. Test uygulanan ihmal sendromlu bir hasta.

    http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=ymKvS0XsM4w

    YanıtlaSil