Tanrı ve İnsan

17 Yorum
Bizi bir tanrının yaratıp yaratmadığını belki de hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Sadece içimizden birileri tanrının varlığına, birileri de yokluğuna inanacak. Ama kesin olan bir şey var ki, içimizden birileri tarih boyunca pek çok tanrı yaratmıştır. Öyle kalabalık bir tanrı topluluğu var ki, içlerinden biri gerçek olsaydı bile, bizim tüm insanlık olarak ona isabet etmemiz, bir loto çekilişindeki kadar düşük bir olasılık olurdu herhalde. Peki 21. yüzyıl insanları olarak bizler yeni bir tanrı profili çizseydik, onu nasıl çizerdik? Hepimiz tek bir tanrı imajı yaratma konusunda uzlaşsaydık bile, aynı tanrıyı 7 milyar insanın 7 milyar farklı şekilde betimlemesi şaşırtıcı olur muydu? Kimimiz tanrının adilliğine vurgu yapardık, hatta adil olmak zorunda bırakırdık onu, ama elbette kendi anladığımız adillikle. Doyumsuz doğası öne çıkmış kimileriyse tanrıyı cömert bir varlık olarak hayal edebilirdi. Onlara canlarının istediği her şeyi bağışlamak zorunda olan bir tanrı profili çizerlerdi. Kimileri sevgi ve şefkat ışığı, kimileri hükümran ve korkutucu, kimileri gizemli, kimileriyse arkadaş gibi aramıza katılan bir tanrı betimlemesi yapabilirdi.

Duygulardan arınmış, gerçekçi ve nesnel düşünebilen bir zihin de bir tür tanrı sayılamaz mı? Her türlü gelenekten, ideadan, idealden bağımsız düşünme gücü de tanrısal bir eylem olamaz mı? Bize dinler tarafından anlatılan ve bin yıllardır var olduğuna inanılan tanrı da aynen böyle özgür bir varlık değil midir? Sınırsız güce sahip olan o tanrıyı bağlayan bir yasa, eylemlerini sınırlayıcı bir ahlaki yargı ve denetim var mı? Yoksa tanrısal gücün kendisi mi ahlakı belirliyor? Tanrıya inanan ve gönülden bağlı olan biri: “Böyle bir şeyi tanrıya yakıştıramadım, bunu ondan beklemezdim, bunu yapmaya hakkı yoktu.” ya da “Bunu asla yapamaz, yapmamalı.” diyebilir mi? İnanca göre, tanrıyı bağlayan, sınırlayan hiçbir şey olamaz. Kararlarında ve eylemlerinde tamamen özgürdür. Tıpkı biz insanlardan bazıları gibi… Zaten tanrıya inanan insanlar, dünyadaki olayları tanrıyla ilişkilendirdiklerinde tanrının ne kadar özgür ve tutarsız olduğunu, nasıl kafasına göre takıldığını görebilirsiniz. Tanrının merhametli ve koruyucu olduğunu söylerler, ama 3 yaşında bir çocuğun tecavüze uğrayıp öldürülmesi karşısında böyle bir koruyuculuk göremeyince, ahirette mutlaka adaletin yerini bulacağını, o çocuğa bunu yapanı tanrının cezalandıracağını söylerler. Bunun için sadece biraz beklemek gerekecektir. Kıyamet kopana dek…İş, dünyadaki insan ürünü hukuka geldiğinde ise, sonuçlanması yıllar süren bir davayla ilgili olarak, geciken adalet adalet değildir derler. Sonuçta tanrının avukatlığını yapanlara tanrının çelişkileri bulaşır.

Kadir-i mutlak (mutlak güç, her şeye gücü yeten, her şeyden sorumlu olan) bir tanrıyı savunan insan çoğu zaman zor duruma düşer. Dünyadaki insan kaynaklı kötülüklerde her ne kadar salt insanı suçlayarak ve aslında büyük bir hata yaparak işin içinden çıkabildiklerini düşünseler de, doğa kaynaklı kötülükler konusunda bir hayli sıkıntıya düşerler. Şiddetli bir depremde ya da benzer şekilde yıkıcı diğer doğa olaylarında; çoluk çocuk, yaşlı genç pek çok insanın ölmesini böyle bir tanrıyla ilişkilendirmek, içinden çıkılması zor bir paradokstur. Zihinsel ya da bedensel özürlü doğan bebekler de öyle. Bütün bunların sebebi tanrıysa eğer, ilk akla gelen, onun pek de adil ve merhametli olmadığıdır. Bu çıkmazın en sonunda çaresizliğin kanıtı olan şu sözler dökülür dillerinden: “Tanrının neden böyle yaptığını bizler sınırlı aklımızda bilemeyiz. Onun mutlaka bir bildiği vardır. Bize kötü gibi görünen şeyler aslında belki iyidir. Orada ölen çocuklar yaşasaydı, belki de ileride Hitler gibi birer zalim olacaklardı, bir sürü insan öldüreceklerdi.” gibi fantastik kurgulara yönelerek daha beter batarlar. İnsan kaynaklı kötülüklerde ise insanı suçlamak en kolayıdır. Tanrı savunucularına göre; kötülük yapan insana engel olmayan tanrının bir sorumluğu ya da suçu yoktur bunda. Çünkü tanrı özgür iradeye müdahale etmez. Ama insanı cehennemle korkutmaktan da geri durmaz. Diğer yandan iyiliği seçenlere bir ödülü de vardır. Bunlara rağmen özgür iradeden bahsederler. Korkuyla çarpılmış bir zihinden ne kadar özgür irade çıkabileceğini bilmezler. İnsanların; sırf cehennem korkusundan ya da sırf cennet arzusundan dolayı iyiliği seçmelerinin samimiyetsizlikle ilintisinden habersizdirler.

Tanrı, kendisini çaresizce savunan inançlı insanlara çok şey borçludur. İnançlı insanlar da, tanrıyı öteleyip, tanrının yeryüzündeki hatalarını düzeltmeye çalışan inançsızlara borçlu kalırlar. İnançlılar, doğa olaylarını tanrının bir cezalandırması ya da uyarısı olarak görüp bundan gerekli dersler (tanrıya daha çok ibadet edip sabretmek)çıkarılması gerektiğini söylerken; tanrıyı her işe karıştırmayan ve bunu olağan bir doğa olayı olarak gören bilim adamları da başka türlü dersler çıkarıp, gerekli önlemleri almak gerektiğini söylerler. İronik olan şu ki, bilimi ve bilim adamlarını tanrı düşmanı olarak gören din adamları, genelde onların buluşlarından yararlanmaktan da geri durmamışlardır. Paratoner icat edildiğinde ilk kullanan kurumlar arasında Almanya’daki bazı kiliseler vardır. Bir kısmı ise yıldırımın tanrıdan geldiğine inanmaya ve hâlâ tanrıya güvenmeye devam etmiş; ancak paratoner kullanan kiliselerin zarar görmeyip, kendilerininki zarar gördüğünde kullanmaya mecbur kalmışlardır. Günümüzde İslam dünyasında da benzer bir durum vardır. Batı’nın dinsiz ve ahlaksız olduğunu, tanrının düşmanı olduğunu; kendilerinin ise ahlaklı ve namuslu insanlar olarak tüm dünyaya huzur ve mutluluk getirebileceklerini söylerler. Ancak nedense, kendileri hemen hiçbir şey üretmeyip; o ahlaksız(!) Batı’nın bulduğu ve ürettiği her şeyi satın alıp kullanırlar.

Hep bir tanrı arayışında olanlara, her türlü garip ve saçma olayı (basit bir beyin oyunu olan rüyaları bile) bir şekilde tanrıyla ilişkilendirmeye çalışanlara sormak istediğim esas soru şudur: Bilimi keşfeden insan zihni de bir tür tanrılığa soyunmuş olmaz mı? İnsan doğayla savaşıp büyük ölçüde onu kontrol altına almasaydı, bugün insanlar olarak dünyada hâlâ var olabilir miydik? İlk olarak nasıl var olduğumuzu kesin olarak bilemiyoruz ama, bugünlere gelmemizi biraz da kendimize borçlu değil miyiz acaba? Kendi kendimizin varlık nedeni olamaz mıyız? Doğaya kimi zaman etik dışı da olarak müdahale eden ve doğanın hassas ayarlarıyla oynayan insan da bir tanrı sayılamaz mı? Canlılara genetik müdahale yoluyla ucube diyebileceğimiz canlıların oluşmasını sağlayan insan da, bazen ne yaptığını pek bilmese de tanrısal bir eylem yapmış olmaz mı? Doğayla karanlık oyunlar oynarken, ona verdiği korkunç biyo-kimyasal zararlarla bir canlı türünün popülasyon artışına neden olup bir değerinin yok olması sonucunu doğurduğunda, o canlıların gözünden bakınca insan da bir tanrı sayılamaz mı?

İnsan dışında bütün canlılar doğaya uyumludur, doğaya uyumsuz var olan tek canlı insandır. Var oluş yönüyle doğaya uyum sağlayamayan insan, zekasıyla doğayı kendine uydurmaya, kendisi için yaşanabilir bir yer haline getirmeye mecbur kalmıştır. Sonuçta insanın binlerce yılı, vahşi ve acımasız doğa karşısında var olma savaşıyla geçmiştir. Bugün ise doğayla savaşıp kontrol altına alma çabasını da geride bıraktık, artık doğayı şekillendirmeye başlıyoruz. Kök hücreden organ üretebiliyoruz ve organ nakledebiliyoruz. Genetik bilimindeki gelişmelerle genetiği değiştirilmiş canlılar üretebiliyoruz. Yine genetik sayesinde, özürlü doğacak bir bebeği önceden saptayıp gerekli müdahaleleri yapabiliyoruz. Bütün bunların etik yönü, doğaya ve insana faydası, zararı tartışılabilir. Ancak sonuçta bu güce zekâmızla eriştik. Yine aynı zekâyla bilimdeki yanlış adımları ve etik ihlallerini fark edip doğru yöne dönebiliriz.

Sonuçta bu evreni belki bir tanrı yarattı, fakat onu artık biz şekillendiriyoruz. Tanrı buna engel olmadığına göre, bu durumu pek de sorun etmiyor olmalı.

Cem

17 yorum:

  1. Merhaba. Gerçekten harika bir blog hazırlamışsınız emeğinize sağlık. Konuya gelince, yazarında dediği gibi tanrı var mı yok mu bilinmez ama beynimi kemiren hep bir soru olacak zannedersem. ''Tanrı'mı insanları yarattı yoksa insanlar mı tanrıyı?''

    YanıtlaSil
  2. Sayın Eren Atik merhaba
    Adını hatırlayamadığım Batılı bir bilim adamı (fizikçi): "Yanlış olabilecek yanıtlara inanmaktansa, hep bir şüphe ve belirsizlik içinde kalmayı tercih ederim." demişti. Tabi ki bu biraz cesaret işi. İnsanların çoğu, doğruluğunu yanlışlığını irdelemeden bir şeylere inanma eğilimindedir. İnandıkları zaman, sorun çözülmüş olur. Artık o konu kafalarını meşgul etmez. Şüphecilik ve inanmamak ise devamlı bir zihin faaliyeti gerektirir. Bunun biraz huzursuzluk getirdiği de söylenebilir. Fakat kanımca, benim gibi insanlar için esas huzursuzluk, yanlış olması kuvvetle muhtemel bir şeyleri doğru kabul edip inanmak ve aldatılmış/aldanmış hissini yaşamaktır. Düşünceleriniz için teşekkürler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cem bey hemen hemen aynı düşünceleri paylaşıyoruz aslında. Fakat her insanın, yaratıcıya ve arzuladığı ödüllere kavuşma hayali bilinç altına işlemiş bulaşıcı bir hastalık gibidir. Nesiller boyu böyle devam etmiştir ve muhtemelen böyle de devan edecektir. Düşünceleriniz için ben teşekkür ederim.

      Sil
    2. Sayın Eren Atik,
      Dinlerin vaat ettiği ödüllerden (cennetten ve sonsuz hayattan) insanların teorik olarak da olsa vazgeçmesi zor. Daha önce Sayın Erol'un beyinle ilgili makalelerinden birinde (Yabancı El Sendromu) yaptığım yorumda bunun nedenlerini kendimce anlatmaya çalışmıştım. Burada da çok kısa bir özet geçebilirim. Dine en çok sarılan ve ödül beklentisi en yüksek olan insanlar, dünyada en çok sıkıntıyı ve yokluğu çeken insanlardır. O insanların kimi umutlu, kimi umutsuz biçimde dine sarılması ve yaşarken bir türlü bulamadığı mutluluğu ancak öldükten sonra bulacağına inanması, insanlık olarak, yeryüzünde kurduğumuz ekonomik ve sosyal düzen yüzünden hepimizin bir ayıbıdır aslında. Zenginlerde ise durum biraz farklıdır diye düşünüyorum. Suudi kralının, cennetteki güzellikleri bir an bile aklına getirdiğini sanmıyorum. BU dünyayı kendisi için cennet yapmış zaten. Belki ancak ölürken bir cennete gitmeyi sayıklayabilir. Cennet-cehennem gerçek olsa bile, insan ödülün de, tehdidin de, cezanın da yakın olanıyla (kısa bir zaman sonra yaşayacağı şekilde) ilgilenir. Uzak tehdit, uzak ödül, uzak ceza çoğu insan için hemen hemen hiç yokmuş gibidir. İnsan bir suç işlediğinde hemen cezalandırılmasıyla, bir yıl, 5 yıl, 10 yıl vs. sonra cezalandırılması aynı şey değildir. . İnsanlar cehennemde cezalandırılacaklarına inansalar dahi suç/günah işlemeye devam etmektedirler. İnsanı yakın tehdit korkutur, yakın ödül iştahlandırır. Uzak bir tehdidi ya da ödülü yok sayarak yaşayabilir. Fakat son derece uzak olan ödülü (cenneti) bile umutsuzca bekleyen insan, bu dünyadan ve bu hayattan bütünüyle umudunu kesmiş demektir.
      Saygılarımla...

      Sil
  3. (Hep bir tanrı arayışında olanlara, her türlü garip ve saçma olayı (basit bir beyin oyunu olan rüyaları bile) bir şekilde tanrıyla ilişkilendirmeye çalışanlar) demişsiniz.bizlere bazen 1 yıl gibi bazen bir ömür boyu gibi gelen ve en uzunu bile 2-3 sn süren rüyaları basit bir beyin oyunu görenlerin bu ve buna benzer düşünceleri bilimin görebildiği yönleriyle açıklamaları saçma bence...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Adsız, siz rüyaların bir anlamı ve gizemi olduğuna elbette inanabilirsiniz. Ama sadece inanmış olursunuz. Bilimde bu inancınızı doğrulayacak bir şey bulmanız zor. Bilimsel olarak, rüyaların özel bir anlamı olduğuna dair, hele hele gelecekten haber vermek gibi metafizik bir gizemi olduğuna dair hiçbir bulguya rastlanmadı. Bilimin rüya açıklaması, son derece basit: Gün boyu öğrenilen bilgi ve kavramların beynin farklı bölümlerine kodlanması ve daha eski diğer bilgilerle eşleştirilmesi/ilişkilendirilmesi sırasında meydana gelen bir karışıklıktan ibaret rüyalar. Rüyaların gelecekten haber vermesi inanışı, özel ve gizemli bir anlamı olduğu inanışı bir fanteziden ibarettir. İnsanlar rüyada geleceği görebilselerdi, bu dünya çok daha başka bir dünya olurdu herhalde. Zaman algısıysa elbette duruma göre değişir. Bunda bir gariplik yok. Uyuyan bir insanla uyanık insan arasındaki zaman algısı elbette farklı olacaktır. Dolayısıyla birkaç saniyelik bir rüya uyuyan birinde çok uzun bir zaman etkisi yaratabilir. Hapisteki insanla özgür insanın zaman algısı da bir olmaz. Biri için, zaman çok yavaş geçiyor gibidir, diğeri içinse hızlı. Fakat gerçekte akıp geçen zaman aynıdır.
      Saygılarımla...

      Sil
  4. sayın cem
    (Gün boyu öğrenilen bilgi ve kavramların beynin farklı bölümlerine kodlanması ve daha eski diğer bilgilerle eşleştirilmesi/ilişkilendirilmesi sırasında meydana gelen bir karışıklıktan ibaret rüyalar.)demişsiniz.sizin bu söyleminiz henüz bilimin sınırları içinde yer alamamışsada bir varsayımdan öteye gideceğinide sanmıyorum. Rüyaların işleyişinin açıklanması bilimsel topluluğun genel kabulüne göre varsayımlar düzeyinden öteye pek gidememiş olup, rüyalar halen esrarını korumakta olan bir inceleme alanını oluşturmaktadır.henüz tam olarak açılanamamış bir olguyu oldu bittiye dayandırmanız başlı başına olayın içinden kolayca sıyrılma girişiminden öteye gitmez. (siz rüyaların bir anlamı ve gizemi olduğuna elbette inanabilirsiniz.)demişsiniz ben öyle şey söylediğimi hatırlamıyorum.nerden çıkardınız bunu?ama şunu söyleyebilirim.Yapılan son araştırmalar gösteriyor ki gördüğümüz rüyalar bizlere günlük hayatta karşılaştığımız problemlere çözüm bulmakta yardımcı olabiliyor. Modern uyku kuramlarının uykunun günlük hayatımızın devamı olduğuna vurgu yapan varsayımlarıyla da uyumlu görünen bu durum özellikle de rüyalarımızdaki semboller doğru yorumlandığında belirgin hale geliyor. Uyanıkken zihnimizde tam olarak kuramadığımız bağlantıları rüyalar yardımıyla kurabileceğimize dikkat çeken bilim insanları hayatın içinde yaratıcılığımızın rüyalarımızla şekillenebileceğini düşünüyor.(Hapisteki insanla özgür insanın zaman algısı da bir olmaz)demişsiniz.şöyle bir örnek vereyim 1 yılı 2 sn yaşamış olsak ortalam ömrü 120sn yaşamış olacaktık.matematiksel bir hesaplama yaptığımızda bir insan hayatını rüya görerek geçirmiş olsaydı 15768000 kez yaşayıp ölmüş olacaktı.başka bi deyişle 189216000 sn yaşayacağı bir ömrü 120 sn yaşıyacaktı.doğru zaman aynı zaman ama hız farklı inanın insan bu hıza kavuşursa dünya sizin deyişinizle çok farklı bir dünya olacak evren çok farklı evren olacak.
    saygılarımla...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Adsız, rüyaların, uykuda bilinçaltının dışavurumu olduğunu, çeşitli psikolojik rahatsızlıkları gidermede ipuçları sunabileceğini psikanalizciler söylüyorlar. Ben bu kısmı atlamışım, bunu düzeltir ve hatırlatmanız için teşekkür ederim. Fakat benim rüyalar için yazdıklarım, rüyaya çok özel bir anlam atfetme, bir kerameti olduğuna, gelecekten haber verdiğine inanma konusundaki eleştiriydi, sizin rüya konusunda neye inandığınızı elbette bilmiyorum, sizin rüyaların gizemli olduğuna inandığınız fikrine kapıldım, bu yanlış anlama için özür diler, saygılar sunarım.

      Sil
  5. Cem bey, analizleriniz ve konuya farklı bakış açınız son derece güzel. bildiklerinizi elinizden geldiği kadar paylaşmaya çalışmanızı da taktir ediyorum. Umarım bir gün, cennet arzusuyla dünyayı cehenneme çeviren zihniyetler doğru yolu bulur. Bu arada tanıştığımıza memnun oldum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Sayın Eren Atik, ben de memnun oldum.

      Sil
  6. Yazı fena sayılmaz.

    Tanrı'nın üstüne gider gibi görünsede insanın üstüne fazla gitmiş. Ayrıca insanın Tanrılar yarattığı gibi, insanın insanlarda yarattığı unutulmuş.

    Yaratılan Tanrılar ve İnsanlar üzerine bir yazı daha iyi olurdu.

    YanıtlaSil
  7. Cem bey elinize saglik cok guzel bir blok cok begendim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Orhan Ahmet, teşekkür ederim, fakat bir hususu belirtmeliyim: Ben blog yöneticisi değilim, yönetici Sayın Ömer Hayyam'dır. Ben sadece blogda bir süredir bazı denemeler yazıyorum ve Sayın Hayyam benim yazdıklarımı yayınlıyor. Yine de benim yazıma yorum olarak beğeninizi sunduğunuz için, üstüme alınabilirim sanıyorum, tekrar teşekkür ediyorum, esenlikler diliyorum.

      Sil
    2. Sayın Cem,

      Blogu her ne kadar ben kurmuş olsam da, artık sayın Erol ve siz de blogun benim kadar üreticisisiniz. Burada özellikle aidiyet ilişkisi kurmuyorum nitekim blogda açılan konular kadar yapılan yorumlar da blogun dinamiğini oluşturmakta ve dolayısıyla blog bir bakıma blogdan faydalanan herkesin ortak alanıdır.

      Sil
  8. Tanrı ve hayvan. Ezan okununca köpekler uluyor. Neden acaba? Hoca Allahu Ekber diyor, arkasından köpek uuuuuuuu diyor.

    YanıtlaSil
  9. Merhabalar.Düşüncelerimi buraya paylasmak istedim umarım hoş görürsünüz.
    Bir tasarım varsa, tasarımcıda olmak zorundadır diye düşünüyorum.Başlangıcı oldugu ve bitişi olacagı bilimsel olarak kanıtlanan bir evrende bu başlangıc ve bitişi tasarlayan bir güç olmalı diye düşünüyorum.Tanrının varlıgını reddeden Determinist yasalar dahi neden-sonuç ilkesini önümüze sunarken ben kısıtlı aklımla bu tasarımın nedensiz nasıl olusabılecegını düşünemiyorum.Nedensiz bir tasarım nasıl olabilir bunu anlamakda gerçekden çok zorlanıyorum.

    Aklıma sürekli 'matematiğin varlık sebebi' geliyor. Bu soyut şey evrenin dili ve biz bu dille evreni çözüyoruz.Matematiği insan olgusunun yarattıgı ve gerçeklik değeri tasımayan bir varsayım olarak görmemiz mümkün mü? matematik diliyle evrensel dogrulara keşiflere ulaşıyoruz ve işin garibi bu dil bizi yeni keşiflere sürüklerken bu keşiflerde tanrı varlıgını destekleyen donelere sürüklüyor bizi.Kuantum teorisiyle ontolojik indeterminist bir yaklaşımın oluşması, matematigin bizi tanrının varlıgını bulmak adına bir hamle yaptıgını dusunduttüruyor.
    Evreni ve insanı tesadüflerin tasarladıgını düşündüğümüz bu evrende matematik gibi tüyler ürpertici bir gerçekliği kim tasarladı? Matematik gibi soyut ama gercekliği somut olan bir kavramı evrensel tesadüfler nasıl tasarlayabilmiştir? bu ve bunun gıbı bır kac sey kafamı cok kurcalıyor. Tanrıya inanıyorum ve sürekli her günümü tanrıyı algılayabılmek adına arastırmalar yapıyorum.Öğrendikçe,bildikce ve okudukca cehaletimden utanıyorum.Sordugum sorular sizleri tahrik edici bir dikleşme değil, aksine gercekden cevabını merak ettiğim seylerdir. Umarım sizleri kırmamısımdır. Saygılar...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar sayın Adsız,

      Hemen şunu ifade etmem gerekiyor ki, "tanrı her şeyi tasarladıysa, o halde tanrıyı kim tasarladı?" gibi klişe bir argüman ile karşı çıkılabilir söylediğinize. Elbette ki, tanrının madde-ötesi ve algı-üstü olduğunu ifade edebilir, aşkın bir varlık olduğu için hayal dahi edemeyeceğimiz bir "gerçeklik" barındırdığını söyleyebilirsiniz. Diğer bir deyişle, tanrının bildiğimiz anlamda "gerçek"ten farklı olduğu için tahayyül edilemez bir şekilde var olduğunu öne sürebilirsiniz. Şunu da açıklıkla söyleyeyim, yüzeysel bir yaklaşımda makul bir sav bile olabilir bu. Ancak yukarıdaki gibi ifadelerin aslında bizler için bir anlamı yoktur. Neden mi? Çünkü mantık-ötesi bir gerçeğin var olup olmadığını mantık sınırları içerisinde kalarak gösteremeyiz. Bu sadece bir fantezi, bir masal olabilir.

      Diğer bir deyişle, şayet bildiğimiz tüm mantığın ötesinde, "ele avuca sığmaz" bir varsayım ile yola çıkarsak, aslında hiçbir şey söylememiz oluruz, "bilmiyorum" demenin farklı bir biçimini geliştirmiş oluruz.

      Daha açık bir şekilde ifade edecek olursam: Hiçbir şeyin tasarımcı olmadan var olamayacağını ileri sürüyorsak, o halde tasarımcının da bir tasarımcısı olması gerekir. Sonra tasarımcının tasarımcısının tasarımcısı da... Ve bu böyle sonsuza kadar gider. Bunu bir yerde kesersek, işte bu "nihai tasarımcı" dersek, o halde, ilk başta söylediğimiz "her şeyin bir tasarımcısı olması gerekir" savı bir anlamda anlamsızlaşır, çünkü demek ki her şeyin bir tasarımcısı olması gerekmez. Öyleyse, bu tasarımcısız tasarım neden evrenin kendi olmasın?

      Bunlar bir kenara, evrende "tasarım" diye bir şey de söz konusu değildir. Evren, vardır ve olduğu gibidir. Bizler, insan olarak, gelişmiş beyinlerimizle evreni algılıyoruz. Ancak bu algılayış biçimi, kesinlikle evrimsel yasalar çerçevesinde gelişti. Bu ne demek? Yani, aslında sadece hayatta kalmak ve çoğalmak üzerine yoğunlaşan bir beynimiz var, ancak son birkaç bin yılda "bilim" ve "felsefe" üzerine yoğunlaştık ve bir şeylerin sebebini çözmeye koyulduk. Beynimizin evrene dair bakış açısının evrimsel açıdan daha emekleme devrinde olduğu ifade edilebilir.

      Peki, bu ne anlama gelir? Kabaca, evrene dönüp bakınca bir tasarım görebiliriz, ancak aslında gözlemlerimizi ve araştırmalarımızı ilerlettikçe bir tasarım olmadığını ve fakat halihazırdaki mevcut şartların bizleri var ettiğini ve bu sebeple "uygun ve makul bir tasarım" şeklinde çevreyi algıladığımızı fark ederiz.

      Elbette ki, bir mit olarak "tanrı" fikri bir kenarda duracaktır, nitekim tanrı, "açıklama sunmayan bir açıklama" olarak epey kullanışlıdır. Ancak sizin de samimiyetinizi sezdiğim için, araştırmalarınızı devam ettirmenizi gönülden dilerim.

      Bizlerin, blog olarak, elinde de bir "hakikat" değil, sadece bir "bakış açısı" var. Doğru olanın da bu olduğu kanaatindeyiz.


      Saygılarımla.

      Sil