Tarih Öncesinden Günümüze Din

21 Yorum
İnsanoğlunun doyumsuz bir egosu olduğu bilinir. Evren'deki gerçekliğin belki milyarda birine bile yaklaşamadık henüz. Ancak yine de gerçekliğin keşfettiğimiz kadarı bile bize bir tatminsizlik ve keyifsizlik verdi. Bu da bizi gerçekliğin dışında türlü arayışlara yöneltti. Yaşamın en başlarında, günümüze kıyasla ancak çok küçük bir kısmı keşfedilen gerçeklik bile canını sıktı insanın. Bu gerçekliğin içinde kaçınılmaz olarak ölüm vardı, gerçeklerin en can sıkıcısı, en umutsuzluğa düşüreni, en dehşetlisi.

İnsan olduğumuz için diğer tüm canlılardan çok daha yüksek bir bilinç ve farkındalığa sahiptik. Yani yaşamın ve ölümün farkındaydık. Sevdiklerimizden ölenler hayatımızda büyük bir boşluk yaratıyordu. Çünkü ölen hiç kimse, gerçek dünyaya geri gelmiyordu. Bu durum, ölenin yok olduğu gibi bir düşüncenin dehşetli gerçekliğiyle karşı karşıya bıraktı insanı. Aynı kaçınılmaz ve dehşetli sonun bizi de bir yerlerde beklediğini biliyorduk. Umutsuzca kendi yarattığımız tanrılara sarıldık sonra. Biz vardık madem, ve bu dünya vardı, öyleyse bizi ve dünyayı var eden bir veya birden fazla yaratıcı güç olmalıydı bir yerlerde. Öyle ya, yapayalnız ve kendi kendimize var olmuş olamazdık bu koca dünyada. Mutlaka bizi yaratan ve gözleyen yaratıcı güçler olmalıydı bir yerlerde. Doğayı gözlemliyorduk ilkel bilincimizle. Kudurmuş bir şekilde esen fırtına bir tanrı olmalıydı ve bize öfkelenmişti bir nedenden ötürü. Şiddetiyle bizi cezalandırıyordu. Aynı şey, gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımlar için, depremler ve volkanik patlamalar için de geçerliydi. Ulaşamadığımız, durduramadığımız, kontrol edemediğimiz, anlamsız bir şekilde bize saldırıp duran her şey birer tanrıydı. Saldırıları anlamsız görünüyordu ama biz parlak zekamızla(!) o saldırılara anlam yükleyebiliyorduk. Deprem oluyorsa, yeraltı tanrısı bizim bir kabahatimize kızmış olmalıydı, onu sakinleştirmenin ve ondan özür dilemenin bir yolu olarak ona ve diğer tanrılara kurban sunmayı keşfettik. Bazen bizim için kıymetli bir eşya, bazen bir hayvan ve bazen de ürkünç bir şekilde insan kurban ettik öfkeli tanrılara. Yeter ki bize saldırıp durmasınlar, suçlarımız bağışlasınlar diye. Ama şaşırtıcı olan şuydu ki, o öfkeli doğa'l tanrılar, bizim kendilerine sunduğumuz kurbanlarla, armağanlarla pek de ilgileniyor gibi görünmüyorlardı. Amaçsız ve tuhaf biçimde sonu gelmez saldırılarına devam ediyorlardı.

Yaşam bu tanrıların işiyse, ölüm de onların işi olmalıydı. Belli bir süre yeryüzünde yaşayıp sonra ölmemizi istiyorlardı. Ölen geri gelmiyordu. Bu kesin bir gerçekti. Öyleyse, ölünce neden başka bir yere gidiyor olmasınlardı ki? Ölenlerin iyi bir yere (cennet) gitmeleri ve gittikleri yerde sonsuz ve mutlu bir hayat yaşaması için pazarlık yaptık tanrılarla. Onlara sunduğumuz kurbanları, armağanları ve çeşitli tapınma ritüellerini sistematik birer dinsel ayine dönüştürdük. İşte bu düşünce ve eylemlerle kendi elimizle dinler ve tahtları sarsılmaz tanrılar yarattık. Bundaki en büyük iki amacımız, yaşarken tanrıların gazabından korunmak, öldükten sonra iyi bir yere gidip sonsuz hayata kavuşmaktı. Ne yazık ki birinci amacımızda binlerce yıl boyunca hep hüsrana uğradık. Biz kendimizi korumak için bir şey yapmadıkça, tanrılar gazaplarından ve yıkımlarından asla vazgeçmiyorlardı. İkinci amacımızın (cennet) sonucunu, binlerce yıl geçtiği halde test etme imkanı bulamadık. Ölene ne oluyordu, hiçbirimiz bilmiyorduk. Bilebildiğimiz tek şey, maddi varlığının (beden) toprağın altında çürüyor olmasıydı. Ama ya tinsel (ruhsal/bilişsel) varlığı? Ona ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemedik.

Sonraları bu kadar çok din ve tanrının fazla kalabalık olduğunu düşünen birileri günümüzden beş bin yıl kadar önce, bu tanrılar arasında iyi bir elemenin yapılması gerektiğine karar verdiler. Tezleri mantıklıydı, bütün evrenin düzenine ve ahengine bakınca, birden fazla mimarın işi olamazdı bu uyum, bunun bir tek mimarı olmalıydı. Ve insanoğlu tek tanrı ile tanıştı. Her şeyin sorumlusu, her şeyi yaratan ama kendisi yaratılmamış olan yegane, biricik tanrı. Fakat bu tek tanrı, insana hiç rahat vermiyordu. Ondan devamlı kendisine tapınmasını istiyordu. Anlamlı-anlamsız pek çok yasak koymuştu insana. Yasakları çiğnediğinde ise, onu ateş kuyularının içinde sonsuza dek yakmakla tehdit ediyordu. Bu korkunçtu, bir korku evreni yaratıyordu içimizde. Eğer insan o tek tanrının koyduğu yasalara uyarsa, onu cennete gönderecekti. Cennet... En büyük zaafımızdı, Var olduğumuz andan itibaren en büyük hayalimiz, en büyük tutkumuzdu. Neler yapılmazdı ki oraya gidebilmek için. "Öl!" de ölelim, "Öldür!" de, öldürelim; yeter ki bizi cennetine al, diyorduk tanrıya.

Tek tanrının yaverleri, tanrıdan aldıkları ilhamla, bize cennete gidebilmemiz için bol bol ölmek ve öldürmek şerefini bağışladılar. Kendi soyumuza düşman olduk, öldük, öldürdük. Çünkü kendi soyumuzdan birileri tanrının düşmanlarıydı. Tanrı, kendisine inanmayan herkesi düşman ilan ediyordu. Ve tanrı, düşmanlarından nefret ediyordu. Onların ölmesini istiyordu ama nedense kendisi öldürmeyip, bizi kiralık katil olarak kullanıyordu. Tanrıya göre onları öldürmek bizim için bir şerefti ve bize bu şerefi lütfediyordu. Biz onları öldürdükçe tanrı bizimle dost olacak ve bizi cennetine alacaktı. Bir cennet için yapmadığımız rezillik kalmadı. Öyle çirkin bir pazarlıkla, kendi soyumuzun kanıyla kirlettik ellerimizi.

İlginç bir şey daha vardı, bu tanrı kadınlardan hiç hoşlanmıyordu. Bizi doğurup büyüten annelerimize karşı bitmek bilmez bir kini vardı. Çünkü kadın şeytanın en yakın arkadaşıydı ona göre. Şeytan demişken, şeytan tanrının en büyük düşmanıydı. Her şeyi ve kendisini de yaratan tanrıyı gözüyle görüp bildiği halde ona kafa tutacak kadar delicesine cesurdu. Şeytanın cesaretini kıskandık çoğu kez. Biz hiç görmediğimiz ve bilmediğimiz tanrıya sonsuz bir korku ve sadakatle bağlıyken; şeytan, gözüyle gördüğü ve bildiği halde ondan hiç korkmuyordu. Ne cesurdu şeytan aaahhh! Şaşırtıcı olansa, bizim güzel bir kadına arzuyla bakmamızı bile yasaklayan tanrı, şeytanın, canının istediği her şeyi yapmasına izin veriyordu. Şeytan olmak ne güzeldi kim bilir! Ne büyük özgürlüktü o! Bizim payımıza düşense, şeytanın bu sonsuz cesaretini ve özgürlüğünü içten içe kıskanmak, ama bir görev olarak ondan nefret etmek ve sürekli onu lanetlemekti.

Dinimiz için, tanrımız için, onun adını herkese duyurabilmek için hunharca kan döktüğümüz vahşet çağlarından sonra, modern zamanlar geldi. Bilim gelişti, minicik beyinleri olan minicik insanlar, koskoca tanrıdan daha fazla şey biliyordu artık. Tanrının tahtı sallanmaya başladı. Tanrı, yarattığı evreni nasıl yarattığını bile bize doğru dürüst açıklayamazken; onun yarattığı(!) küçücük insancıklar, evrenin nasıl var olduğunu gerçekçi biçimde açıklamaya başlamışlardı. Küçücük insancıkların keşfettiği bilim bize, tanrının binlerce yıl önce kutsal kitaplarda bize verdiği bilgilerin hatalı olduğunu gösteriyordu. Ne ilginçti, tanrı her şeyi yaratıyor; ama yaratma süreciyle ilgili yanlış bilgiler veriyordu bize. Bu işte bir tuhaflık olmalıydı, belki de o kutsal kitaplar aracılığıyla tanrı bizimle eğleniyor, kafa buluyordu, kim bilir!

Modern zamanlarda biz tanrıdan ve cennetten artık büyük ölçüde vazgeçsek de, eski alışkanlığımız olan kıyımdan ve kan dökmekten hiç vazgeçmedik. Bölge savaşları, dünya savaşları çıkardık, milyonlarca insanın birbirini boğazlamasını tiyatro seyreder gibi seyrettik. Bizimle birlikte, tahtı epey sallanmış tanrı da seyrediyordu. Sarsılan imajını ve sallanan tahtını düzeltmek ve korumak için küçücük olsun bir müdahalede bulunmuyordu. Milyonlarca insanın vahşice öldürülüşünü seyrediyordu. Üstelik öldürülenler arasında onun fanatikleri de vardı. Yine de, kendisine katıksız inananlar da dahil, zulme ve katliama uğrayan hiç kimseye sahip çıkmıyordu tanrı. Sessizce seyrediyordu kıyımları.

Artık yeni bir din gerekiyordu bizlere. Öldükten sonra bizlere bir cennet vaat eden değil, dünyayı cennetmiş gibi yaşamamızı sağlayacak; birbirimizi kalleşçe öldürmemizi değil; kardeşçe sevmemizi ve kucaklaşmamızı sağlayacak; birbirimizin malını cihat/ganimet adıyla yağmalamamızı değil; elimizde olanı olmayanla paylaşmamızı sağlayacak; kadınları seks kölesi gibi görmemizi değil, bizim gibi birer insan olduklarını anlamamızı, sevgi ve saygı duymamızı sağlayacak; farklı düşünenleri bir tehdit ve düşman gibi değil, bir renklilik ve zenginlik olarak görmemizi sağlayacak yepyeni bir din gerekiyordu bizlere.

Cem

21 yorum:

  1. Sayın Cem,

    Yazıyı görünce, Sayın Hayyam'ın yeni bir makalesi olarak düşündüm. Yazıyı okuyup da adınızı görünce önce şaşırdım, sonra da çok sevindim. Hoş geldiniz. Yazınızın, tanımlayamadığım bir şekilde, insanı kucaklayan bir tarafı bir sıcaklığı var. Evvelki yorumlarınız da öyle. Ellerinize, zihninize, yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Sayın Erol, yorumunuz için çok teşekkür ederim. Yazımı beğendiğinize gerçekten sevindim.Yazma konusunda beni cesaretlendiriyorsunuz. Ben bu blogdan çok faydalandım, çok şey öğrendim siz ve Hayyam gibi değerli insanlar sayesinde. Artık ben de elimden geldiğince bloğa katkı yapmak istiyorum. Bu ilk yazım oldu, umuyorum devamı gelecek. Tekrar teşekkürler...

    YanıtlaSil
  3. Sayın Cem;
    Yazınızda:
    “...Kudurmuş bir şekilde esen fırtına bir tanrı olmalıydı ve bize öfkelenmişti bir nedenden ötürü. Şiddetiyle bizi cezalandırıyordu. Aynı şey, gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımlar için, depremler ve volkanik patlamalar için de geçerliydi. Ulaşamadığımız, durduramadığımız, kontrol edemediğimiz, anlamsız bir şekilde bize saldırıp duran her şey birer tanrıydı. Saldırıları anlamsız görünüyordu ama biz parlak zekamızla(!) o saldırılara anlam yükleyebiliyorduk. Deprem oluyorsa, yeraltı tanrısı bizim bir kabahatimize kızmış olmalıydı...” demişsiniz.

    Bunlar sizin kurgunuz mu, sizin iddianız mı, bu söylediklerinize bir kanıtınız var mı ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Bilal, öncelikle yorumunuz, eleştirileriniz ve sorularınız için teşekkür ederim. Sizinle tekrar yazışıyor olmak benim için bir zevk. Tarih öncesine ait arkeolojik bulgular bize o dönem insanlarının çok tanrılı dinlere inandığını gösteriyor. Gidip öyle bir kazı görmüş değilim elbet, ancak basın-yayından öğrenebildiğimiz kadarıyla, tarih öncesi toplumlarda tek tanrı izlerine rastlanmıyor. Büyük ölçüde paganist (doğaya tapım) inançların hakim olduğu yorumları yapılıyor arkeologlar tarafından. Aynı şey, tarihi devirler (yazının bulunuşundan itibaren) için de geçerli. Benim yaşadığım yerde MÖ 1180-700 yılları arasında Kral'ın, Bereket tanrısına armağanlar sunduğunu tasvir eden bir kaya kabartması ve altında o dönemin diliyle yazılmış bir antik yazı var. Anadolu'nun pek çok yerinde bu tip heykeller, kabartmalar ve yazıtlar vardır. Eski Mısır, Eski Yunan ve Mezopotamya için de aynı şeyler söylenebilir rahatlıkla. Tanrı-Krallar, aslan başlı kral, kanatlı at, gök tanrısı, yer tanrısı, yağmur (bereket) tanrısı, Eski Mısır'da güneş tanrısı (ra/bulmacalarda çok çıkar), Eski Yunan'da aşk tanrısı (eros), savaş tanrısı (ares/enyalios), ay tanrıçası(bendis), fırtına tanrısı (thyphon), ırmak tanrısı (asopos) vs. Saymakla bitmez. Yani çok tanrılı din, tarihin ve tarih öncesi dönemlerin bir gerçeğidir. Ancak aslı önemli olan, tek tanrılı dinlerin tarihi 5 bin yıldan geriye götürülemiyor. Kur'an'da (aynı zamanda Tevrat ve İncil'de) adı geçen ilk insanlar Adem ve Havva ile ilgili kıssalar, masalsı bir anlatımdan başka bir şey sunmuyor. Nerede, ne zaman ve nasıl yaşadıklarına dair hiçbir bilgi verilmiyor. Arkeologlar ve tarihçiler de böyle bir ize (ilk insan) rastlayabilmiş değiller. Daha da önemlisi kutsal kitaplarda ve hadislerde verilen bilgiler insanlık tarihini aşağı yukarı 6-7 bin yılla sınırlıyor. Daha önce insan yaşamının olmadığı gibi bir ima var. Oysa 70 bin yıllık, 150 bin yıllık insan kafatasları bulunuyor araştırmacılar tarafından.

      Sil
  4. “Sonraları bu kadar çok din ve tanrının fazla kalabalık olduğunu düşünen birileri günümüzden beş bin yıl kadar önce, bu tanrılar arasında iyi bir elemenin yapılması gerektiğine karar verdiler. Tezleri mantıklıydı, bütün evrenin düzenine ve ahengine bakınca, birden fazla mimarın işi olamazdı bu uyum, bunun bir tek mimarı olmalıydı. Ve insanoğlu tek tanrı ile tanıştı. Her şeyin sorumlusu, her şeyi yaratan ama kendisi yaratılmamış olan yegane, biricik tanrı. Fakat bu tek tanrı, insana hiç rahat vermiyordu. Ondan devamlı kendisine tapınmasını istiyordu. Anlamlı-anlamsız pek çok yasak koymuştu insana. Yasakları çiğnediğinde ise, onu ateş kuyularının içinde sonsuza dek yakmakla tehdit ediyordu. Bu korkunçtu, bir korku evreni yaratıyordu içimizde. Eğer insan o tek tanrının koyduğu yasalara uyarsa, onu cennete gönderecekti. Cennet... En büyük zaafımızdı, Var olduğumuz andan itibaren en büyük hayalimiz, en büyük tutkumuzdu. Neler yapılmazdı ki oraya gidebilmek için. "Öl!" de ölelim, "Öldür!" de, öldürelim; yeter ki bizi cennetine al, diyorduk tanrıya.”

    demişsiniz :

    Tanrı her zaman tek olmuştur. Çoğaldığında , peygamberler aracılığıyla teke düşürülmüştür.
    Bir süre sonra insanlar yine putlarını çoğaltmış, uyarıcıyla yine tek tanrıya dönmüşlerdir.
    Günümüzde de her türlü puta tapıcılık geçerlidir.
    Bir ülkenin kurtacısısı, bir futbol takımı, bir sanatçı, bir şeyh...ve benzerleri, fun'ları tarafından tapınılan putlardır.

    Tanrının şu anlamsız yasaklarına örnekler verebilir misin ?
    Ancak vereceğin örnek, ya kendine , ya başkasına, ya doğaya zararlı OLMAMALI.

    “Yeterki bizi cennetine al, öldür de öldürelim” hangi kutsal kitapta yazıyor ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Bilal, Tanrı'nın anlamsız yasaklarına daha sonra geleceğim. Ancak şu konuyu öncelikle belirtmem gerekiyor.
      “Yeterki bizi cennetine al, öldür de öldürelim” hangi kutsal kitapta yazıyor ? demişsiniz. Bizzat Kur'an'da yazıyor. Savaşla ilgili ayetlerde. "Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, ÖLDÜRÜLÜRLER ve ÖLÜRLER. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.(Tevbe sûresi 111.ayet-Diyanet İşleri Meali). Bu konuyla ilgili başka söze gerek yok sanırım. Anlamsız yasak konusuna gelince: Kadının saçının açık olmasının yasaklanmasının bir anlamını söyleyebilir misiniz? Bilimsel-ahlaki-sosyolojik olarak kadınlara başı açık olmanın kesin olarak yasaklanmasının ve başörtüsü emrinin gerekçesini söyleyebilir misiniz? Başörtüsünün kadınlarda özellikle sıcak havalarda saçların aşırı yağlanıp kirlenmesinden ötürü saçlı deri yaralarına neden olduğunu söylüyor doktorlar. Demek ki bu konuda vakalarla karşılaşmışlar. Ahlaki olarak savunabilirsiniz belki, başı açık kadına erkeklerin daha çok baktığını, başı kapalı olana bakmadığını iddia edebilirsiniz. Ama bilinen bir gerçektir ki, erkekler, dikkat çekene bakarlar, umumun tarzından farklı giyinen kadın mutlaka dikkat çeker. Ayrıca hiçbir erkek, normal ölçülerde giyinmiş bir kadına, sırf saçları açık diye şehvet nazarıyla bakamaz, saçtan tahrik olamaz. Sırf saçtan tahrik olabiliyorsa da o onun, doyurulamamış ve tavan yapmış libidosundan kaynaklanıyor olmalıdır, sıradan normal erkeklerden farklıdır.

      Sil
    2. Bir düzeltme: Büyük harfle yazdığım: "Öldürülürler" değil, "öldürürler" olacaktı. Hızlı yazdığım için gözümden kaçmış.

      Sil
    3. Sen de demişsin bak: Savaşla ilgili ayetlerde öldürmek farzdır.
      Bugün ülkemiz bir başka güç tarafından işgal edilse, tüm müslümanların can ve mallarıyla cihad yapacağına eminim.
      Suriye de , Mısır'da ne oluyor bugün, öldürmesinler mi , teslim mi olsunlar ? Üstelik Allah BU HALDE ödül vaadediyor. Barış halinde bir insan öldüren, tüm insanlığı öldürmüş gibidir.

      Başörtü şartı sokağa çıkarken geçerlidir ve müslüman kadın içindir.
      Müslüman kadın kocası için, evinde süslenir.
      Sokağa çıkarken değil.
      Bunun anlayabileceğinizi sanmıyorum.
      Erkek erkeğe evliliği normal görebilen birinden, bu durumu anlayabilmesini beklemiyorum.

      Sil
    4. Sayın Bilal
      Tevbe 111:
      Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.

      Bu ayette nerede savaş sırasında öldürmekten bahsediyor? Ayete semantik olarak bakarsanız, müslümanların dünyevi varlıklarının, cennet karşılığında hiç bir öneminin olmadığı anlatılıyor ki bu da Sayın Cem'in anlattığıyla aynı paralelde. Ne alakası var savaşla?

      "Bugün ülkemiz bir başka güç tarafından işgal edilse, tüm müslümanların can ve mallarıyla cihad yapacağına eminim."
      Geçti bitti o devirler. Bu kafa 1400 yıl öncesi kafası. Hala aynı kafayla yaşıyorsunuz. Ne yapsın senin ülkeni işgal edip? Zaten tüm kaynaklarını satın almış. Satanlar kim? Müslüman geçinenler... Tüm müslümanlar cihad yapacakmış peh peh peh. Yakında adamlar götümüzdeki donu bile satacaklar siz hala işgal ederlerse cihad yaparız deyin. Din böyle uyutuyor işte insanı.

      "Müslüman kadın kocası için, evinde süslenir."
      Size mi soracak kadın kim için süsleneceğini? Kimin için süslenmek isterse onun için süslenir size ne? Kime ne? Siz açık kadın görünce tahrik oluyorsunuz, aklınıza sapıkça düşünceler geliyor diye kadın kapanmak zorunda mı? Bu nasıl bir zihniyet, nasıl bir mantık? Gidin önce tedavi olun ondan sonra gelin eşcinsel evliliğini konuşalım.




      Sil
    5. Sayın Bilal, savaşla ilgili ayette, günümüzdeki gibi bir İslam ülkesinin kafirler tarafından işgaline karşı savaşmayı teşvik eden bir durum yok. Allah yolunda, Allah'ın dinini yaymak için savaşma teşvik ediliyor. Yani dinin savaş yoluyla yayılması öngörülüyor ki zaten öyle olmuştur. İslam; peygamber, dört halife ve emevi döneminde savaşla yayılmıştır. Daha sonra gelen Abbasiler ise nispeten yumuşak bir siyaset uygulamışlardır. Allah'ın dinini yaymak için bulabildiği çözüm savaş. Ben; beni yaratandan, yarattığı diğer insanları öldürmemi emretmesini beklemezdim. Sırf ona inanmıyorlar diye onlara düşman olmasını da beklemezdim. Gerçekten bir yaratıcı varsa eğer; kendisine inananları dost, inanmayanları düşman kabul edecek kadar sığ ve insansı bir varlık olamaz. Bu durumda, Orta Doğu demokrasilerinde, kendisini sevmeyenleri ve ona oy vermeyenleri düşman belleyen ve asla onlara tahammül edemeyen bir devlet başkanından ne farkı kalır yaratıcının? Her şeyi yoktan var etme gücüne sahip bir yaratıcı, bu kadar sığ düşünce ve duyguların esiri olamaz. Bir yaratıcıyı var saysak bile, bazı şüpheli durumlardan dolayı sırf kendisine inanmadığım için bana düşman olacak ve sonsuza kadar işkence edecek bir yaratıcıyı benim aklım almıyor. Ayrıca o dönem insanlarından inanmayanları düşünüyorum (Ebu Cehil, Ebu Leheb vs.), bir insan Allah'a (gerçek bir tanrıysa ve söyledikleri doğruysa) ve onun peygamberine inanmamakla ne kazanabilir ki? Ölümlü bir hayatta dilediği gibi (ancak o da sınırsız değil, toplum normlarının ve geleneklerin izin verdiği ölçüde) yaşayıp sonra ölüp yok olacak. Oysa diğer yanda ölüm sonrasında sonsuz ve mutlu bir hayat vaat ediliyor. İnsan bunun gerçek olduğuna inanabilse, bundan neden kaçsın? Aynı şey günümüzün ateist ve dinsizleri için de ve benim için de geçerli. Gerçek olduğuna inanabilsek, biz salak mıyız ki sonsuz saadeti kaçıralım? Öleceğimizi ve sonra yok olacağımızı düşünmek, bir cennette sonsuz bir hayat yaşama fikriyle kıyaslanınca ne kadar cezbedici olabilir ki? Eğer gerçek bir tanrı ve gerçek bir din olsaydı ve bu gerçekliğini insanlara doğru dürüst anlatabilseydi, emin olun inanmayan hiç kimse kalmazdı. İnanmayan insan ne kazanır? Bazı dinsel yasaklardan bağımsız bir hayat ve sonrasında yok oluş...İnanmayan insanın dünyada dilediği gibi yaşayabileceği düşüncesi bile bir aldatmacadır. İnanan inanmayan hiç kimse, dünyada tam olarak canının istediği gibi yaşayamaz. Hepimizi bağlayan kanunlar, kurallar, kültür ve gelenekler vardır. O halde gerçek bir dine inanmamak için insanın gerçekten aptal olması gerekir. Çünkü bu inançsızlık ona hemen hemen hiçbir şey kazandırmıyor. Ama işte gel gör ki, dinin gerçekliği hep şüpheli.
      İdealize ettiğiniz müslüman kadın nasıl bir şeydir? Sırf kocası için evde süslenip dışarıda sade ve kapalı olan kadınların diğer müslüman kadınlara göre yüzdesi nedir? Bu ideal ve yaygın olansa eğer, tesettürün neden modası var? Bildiğim kadarıyla modada amaç güzel görünmektir. Tesettürde modaya uyan kadın, kime güzel görünüyor acaba?
      Beni neden kategorize ediyorsunuz ve erkek erkeğe evliliği normal saydığımı neye dayanarak iddia ediyorsunuz? Eşcinsel ilişkiyi asla normal bulmam, doğaya aykırı olduğunu düşünürüm ve bundan iğrenirim. Ama birileri bunu tercih ederse de onlara engel olma hakkını kendimde görmem. Şimdi bu normal görmek mi oluyor?

      Sil
  5. Tanrı, kendisine inanmayanların, bu dünyada ölmesini, ya da öldürmemizi istemiyor.
    Onların, inanmadıklarından dolayı cezası bu dünyada değil.

    Kadının, şeytanın en yakın arkadaşı olduğu bilgisini nerden aldınız ?
    Kadın bizde “ANA” dır. Cinsel meta olarak pazarlaması BATI'da yapılıyor.

    Tanrı, yarattığı evreni, nasıl yarattığına dair, ayrıntılı bilimsel açıklamayı, hiçbir zaman, hiçbir kutsal kitapta yapmamıştır. Kutsal kitaplar, fen bilgisi kitabı değildir...

    Yeni bir dinden bahsetmişsin, peygamberini söyle, sana yeni dinini söyleyeyim. (Şaka)

    Selamlar...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Bilal, "Bundan sonra müşrikleri nerede bulursanız, öldürün" ayeti var. Ben-i Kureyza katliamıyla ilgili olarak: "Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını esir alıyordunuz" ayeti var.Bunlar benim yorumlarım değil, bizzat Kur'an'ın emirleri. Ben- i Kureyza katliamını bizzat İslami kaynaklardan okursanız, İslam'ın ve İslam peygamberinin ne kadar barışçı(!) olduğunu görebilirsiniz. Esirlerin kafa kesme işlemlerinin ikindi vaktine kadar sürdüğünden ve kadınlarına ve çocuklarına bu vahşet izletilerek, çığlık çığlığa bağırıp feryat ettiklerini, peygamberin de hemen oraya yakın bir yere çadır kurup kafa kesme işlemini seyrettiğini, Hz.Ali'nin kafa kesmekten yorulduğunu İslam kaynakları haber verir. Kafa kesme işlemi bitince de kadınların ve çocukların paylaşılmasına geçilir. En güzel kadın da peygambere verilir. Ben demiyorum bunları, pek çok müslümanın mübarek insan saydığı İslam tarihçileri diyor. İslam'da kadına olumsuz bakışla ilgili olarak; kadınlarla ilgili ayet ve hadisleri okumanızı öneririm. Bir iki tane ben yazabilirim isterseniz. Kadınları dövmeye izin veren ayet. Sadist bir adama böyle bir izin verildiğini düşünün, ne facialar olur, hatta olmaktadır. Peygamberin, mirac sonrasında: Cehennemin çoğunluğunu kadınların oluşturduğunu gördüğünü söyleyen hadisini okuyunuz. Sonrasında cehennemde o kadınlara nasıl işkenceler yapıldığını tasvir eden bölümleri okuyunuz. Sado-mazo filmler çeken yönetmenlerin hayal gücünü bile aşacak işkenceler bulabilirsiniz.
      Benim yazıdaki yeni bir din konusuna gelince: O bir ironiydi, var olan dinlerin çarpıklığına işaret etmekti amacım, değilse semavi ve dogmatik bir din ihtiyacında değilim, öyle bir dinden daha yeni kurtuldum zaten. Ama insan olarak illa ki din benzeri kutsallarımız olacaksa da, orada yazdığım gibi, insana sevgi-saygı (hümanizm), demokrasi, insan hakları, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya ideali, doğaya/hayvanlara sevgi-saygı gibi değerleri kutsallaştırabiliriz. Bunda bir sorun yok. Bunlar, geleceğimiz ve selametimiz için dinlerden daha faydalı olur kanaatindeyim.

      Sil
    2. "Tanrı, yarattığı evreni, nasıl yarattığına dair, ayrıntılı bilimsel açıklamayı, hiçbir zaman, hiçbir kutsal kitapta yapmamıştır. Kutsal kitaplar, fen bilgisi kitabı değildir..." demişsiniz. Atomlardan galaksilere kadar her yarattığını ayrıntısıyla açıklamasına gerek yoktu zaten. Ama koskoca galaksileri gökler ve yer diye iki basit kümede anlatırsa, bunların yaratılma sırasını da farklı ayetlerde karıştırırsa, daha da önemlisi "Ol" dedim oldu gibi bir belirsizlik içinde anlatırsa, elbette insanın kafasında şüpheler oluşur. En azından şunu dese yeterdi benim için. Orada bir gaz ve toz bulutu yarattım, iyice sıkıştırıp yoğunlaştırdım sonra da patlattım ve evren oluştu. Bunda öyle çok fazla bir ayrıntı var mı sizce? Sayın Bilal, saygılar selamlar sunuyorum, tekrar görüşmek üzere...

      Sil
    3. "Ben-i Kureyza katliamını" hangi kaynaktan okudun bilmiyorum da, Erdoğan Aydın gibi taraflı insanların kitaplarına bakılacak olursa, tüm müslümanlar katil zaten...

      Sadist bir adam müslüman değildir.
      Biz kadınlarımıza hafiften kızarız, dövmeyiz, döver gibi yaparız.
      Bunu da pek anlayabileceğinizi sanmıyorum.
      Kadına bakış açımızda, hiç ortak küme yok gibi adeta.
      Sizin kadınlarınız "özgür", bizim kadınlarımız "ana".
      Yaradılışa uygun davranmak huzur verir.
      Hiçbir müslüman kadın zorla, o sizin nefret ettiğiniz yaşam tarzına uymuyor.
      Günümüzde avrupalı kadın ya tek başına bir çocuk sahibi oluyor (baba belli değil tabii) ya da tasmayla köpek gezdiriyor. Özgür kadın ya.
      Bu anlayışa kalsak, toplumlar çok yaşlanır ve erkekler de birbiriyle evlenir, her durumda KAOS olur.

      Sil
    4. Sayın Bilal, Ben-i Kureyza katliamında anlatılan sahneler, İslam tarihçilerinin anlatımıdır. Erdoğan Aydın da (Ben ondan okumadım) onlardan alıntı yapmış olabilir. Araştırdığınızda anlattığım o sahneleri İslam tarihçilerinin betimlemeleriyle bulabilirsiniz. "Sizin kadınlarınız..." gibi ifadelerle yaptığınız genelleme doğru bir şey değil. Siz dindarlar ve karşınızda biz dinsizler şeklinde saflaşmış iki cemaat değiliz. Her insan bir bireydir, benim kadınla, aileyle ilgili ne düşündüğümü, bu konuda neler tasvip edip etmediğimi nerden biliyorsunuz? Benim çevremdeki kadınların sizin kast ettiğiniz ve aslında aşağıladığınız şekilde "özgür" kadın olduklarını nerden biliyorsunuz? Sizin dininize inanmayan kadının ahlaken düşük olacağı sonucuna nasıl vardınız? Erkeklerin birbiriyle evlenme konusunu yeniden açmışsınız. Bilal Bey, sizin dininizden yüzyıllardır hiç haberi olmayan insan toplulukları vardı dünyada. Onlarda eşcinselliğin arttığını mı düşünüyorsunuz? Eşcinselliğin artmasına karşı tek çare İslam ahlakı mıdır sizce? İnsanlar dinsiz olunca eşcinsellik artmaz Sayın Bilal, bunun dinden ahlaktan çok başka nedenleri vardır çünkü. Kaldı ki İslam ülkelerinde de eşcinsel ilişkiler vardır ama baskıdan dolayı kendilerini gizlerler. Demek ki İslam ahlakı ve baskı, eşcinsel eğilimi yok etmiyor, sadece gizli yapılmasına yol açıyor. Bir kadının dinsiz olunca "özgür" yani aslında sizin dolaylı olarak kastettiğiniz şekilde ahlaksız olacağını mı düşünüyorsunuz? Bir kadının ya da bir erkeğin ahlaklı olmasını sağlayan; heteroseksüel bireyler olmasını sağlayan şey din midir sizce? Yoksa bizim doğamızda var olan ve doğuştan gelen özellikler midir? Ben "özgür" kadınların savunucusu filan değilim ama sizin, tipik bir müslüman bakış açısıyla, müslüman olmayan Avrupalı kadınları fahişe gibi görmeniz hoşuma gitmedi. Sizin kültürlü bir insan olduğunuzdan eminim, bu nedenle sizinle tartışmaktan keyif alıyorum. Ama bu son yazdıklarınız ve bakış açınız beni şaşırttı.

      Sil
  6. Bulunan 70 bin yıllık kafataslarının insan olduğuna dair bilimsel kanıt var mı ?
    Yoksa, bu evrimi doğrulayabilmek için kurgu olmasın ?
    9.000 yıl öncesine ait insan yerleşimlerini bizzat ben gördüm, Konya Çatalhöyükte. Ve adamlar tuzluk ! bile yapmışlar. Demekki tuzu aynen bizim gibi işleyebiliyorlardı. Tabi tuzluk sahiden onlara aitse, arkeologlar bizi yanıltmıyorlarsa...(taştandı tuzluk, aynen taş devri çizgi filmindeki gibi) Bu, beyin olarak bizden farkları olmadığını gösterir.)
    Her doğa olayına bir tanrı uydurmak pek mantıklı gelmiyor bana.
    Sel oldu, ekinler zarara uğradı, tanrılar kızdı masalını, tuzluk yapacak, tuzu işleyecek kadar teknoloji üreten insanlara yutturabileceklerini sanmıyorum.
    Bu antik hikayeler, batının, hıristiyan dünyanın, bizlere 16-17. yüzyıllardan sonra yutturdukları yalanlar. Kendimizin tarih kurgusu olacak elbet birgün, genç kuşaklardan umutluyum.
    Çok tanrılı dinler günümüzde de var.
    İyilik tanrısı / kötülük tanrısı ve ana tanrı demiş örneğin zerdüştler.
    Kirişnamurti idi galiba birisi.
    Yani günümüzde de bu tip insanlar var ve tanrılarına kurban kesiyorlar.
    Müslümanlar tek tanrıları için kurban keser, başka niyetle keserse, o kurban olmaz zaten ve toplumsal dayanışma amaçlıdır. Tıpkı İbrahim peygamberin yaptığı gibi, bu gelenek aynen günümüze kadar gelmiştir.
    İbrahim peygamber de herhalde bir 5 bin yıl öncesidir.
    Yani demem o ki, tek tanrı inancı ilk insandan beri var, çok tanrı inancı da yine ilk çağlardan beri ve günümüzde de var.
    Benim itirazım, ota b.ka tanrı denilmesine.
    Zaten toplumlar o hale gelince uyarıcı gelmiş.
    Eski insanları o kadar da aşağılamayalım.
    Aramızda zeka/zihin farkı yok.
    Fark sadece bilgi birikimi ve teknolojidir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Bilal, tuzluk örneğinde dediklerinizin doğru olduğuna inanıyorum. Uzak geçmişte bazı dönemlerde ve bazı yerlerde bilim ve teknik yönünden bizi şaşırtacak ilerlemeler olmuş olabilir. Ama onların tuzluk yapacak ve tuzu işleyecek kadar teknoloji üretebilmeleri, doğaya politeist inançlara sahip olmadıklarını göstermez. Akıl dışı bir şeylere inanmak ya da inanmamak zekayla ilgili değildir. Günümüzde de bilgisayar kullanan, hatta yazılım alanında çok ileri gitmiş hindular da ineğin kutsal olduğuna inanıyor. Dünyada bugün profesör düzeyinde koskoca bilim adamları ne saçma sapan şeylere inanıyor...İnanç zekayla ilgili bir şey değil bana göre. Tek tanrıyı unutup, çok tanrıcılığa yönelen toplumlara uyarıcı geldiğini söylüyorsunuz ancak bunun için bir kanıtınız var mı? Örneğin Amerika yerlilerine (Mayalar, İnkalar, Aztekler) gönderilmiş bir uyarıcı var mı bildiğiniz? Tarihte böyle bir kayıt var mı? Ya da kutsal kitaplarda o kıtayla ve orada yaşayan insanlarla ilgili azıcık olsun bilgi var mı? Amerika keşfedilene kadar orada yaşayan insanlardan hiç kimsenin haberi yoktu. Araplarda kız çocuklarını diri diri gömmek, bir peygamber göndermeyi gerekli kılacak bir sapkınlık ölçüsüyle, inandıkları tanrılara insan kurban eden Azteklere neden bir peygamber gönderilmemiş. Şimdi diyeceksiniz ki, gönderilmediğini nerden biliyorsun, 124 bin peygamber gönderilmiştir insanlığa. Oralara da mutlaka peygamber gitmiştir, diyebilirsiniz. Ancak, neden tarihte böyle bir kayıt yok ve neden kutsal kitaplarda bu konuda bir bilgi yok? Daha Avustralya yerlilerini, Orta Asya'yı ve Uzak Doğu'yu saymadım bile. Oralarda da peygamber yok. Yoksa peygamberlik sadece bir Orta Doğu mesleği midir?

      Sil
  7. "...En azından şunu dese yeterdi benim için. Orada bir gaz ve toz bulutu yarattım, iyice sıkıştırıp yoğunlaştırdım sonra da patlattım ve evren oluştu. Bunda öyle çok fazla bir ayrıntı var mı sizce?..." demişsiniz :

    Şu cümleyi, 1400 yıl önce kursaydı, o zamanki insanlar ne anlayacaktı, anlayabilecek miydi ?
    Vahiy, asra uygun gelir.
    Tevrat, Kuran'a göre birazcık daha ilkeldir örneğin.
    Bugün vahiy geldiğini hayal et.
    O zaman işte senin dediğin gibi açıklamalar olur.
    Ancak yine de e=mc2 olmayacaktır.
    Bin yıl sonra bile keşfedemeyeceğimiz bir şeyin bilgisini tanrı bize gönderir mi sence ?
    Üstelik, vahiy, o zamanda ve o zamanın şartlarında, peygamberin yaşadığı toplum yapısına uygun gönderilmiştir.
    Kuasarlardan, kara deliklerden bahsetmesi mi gerekiyordu ?
    Bugün tanrı bize kara deliklerin tüm yapısını açıklasa, sanki biz, bu teknolojik düzeyimizle algılayıp, gidip gözlem yapabilecek miyiz ?
    Kutsal kitaplar, o an, yaşanan toplumsal olaylardaki , iyi ve kötü durumları açıklamak için vardır.
    İyi bir şey 5 bin yıl önceki insan için nasılsa, günümüzde de bu kavram değişmez.
    Cinsellik, hukuk, ticaret, savaş benzeri toplumsal olayların, iyisi kötüsü o gün farklı, bugün farklı değildir.
    Dün iyi olup da, bugün kötü olan birşey var mıdır sence ?
    Kölelik deme, çünkü bugün de kölelik var.
    Tanımı farklı sadece.
    Seks köleliği var örneğin, binlerce yıl önce de olduğu gibi...
    Kutsal kitaplarda akla aykırı bir şey bulamazsın.
    Bakış açımız ve yorum farkımız var.
    O da tanrı inancının olup olmamasına bağlı.
    Şu savımı anlayabilir misin acaba :
    "Kadın ne kadar açılırsa, erkek o kadar kapanır."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Bilal, kutsal denen bir kitapta, insanlığın bilim yoluyla adım adım keşfettiği bilgileri vermenin elbette bir anlamı yok. Zaten benim esas takıldığım da bu değil. Ancak bilimle çelişmiyor olmalıydı en azından. "Andolsun ki biz yere en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara da atış taneleri yaptık ve onlara çılgın ateş (cehennem) azâbı hazırladık." (Mülk sûresi 5.ayet, Hasan Basri Çantay meali) Meteor düşmesini böyle anlatıyor Kur'an. Şeytanlara atış taneleri. Peygamber bir gün güneş battığı sırada Ebu Zerr'e: "Yâ Eba Zerr, biliyor musun güneş batınca nereye gider? Muhakkak ki güneş, arşın altında secde etmeye gider. Secde için izin ister, izin verilir. Fakat secde etmesine izin verilmeyeceği gün yakındır. O zaman kendisine şöyle denir: Geldiğin yere dön, battığın yerden doğ. O da battığı yerden doğacaktır." Bunu söyleyen peygamber. Güneş batınca bir yere gittiğini sanıyor. Yani kuasarlardan, kara deliklerden bahsetmesine gerek yoktu. Güneş batınca bir yere gitmediğini, o sırada dünyanın diğer yarısını aydınlatmakta olduğunu bilse yeterdi...

      Sil
    2. "Kadın ne kadar açılırsa, erkek o kadar kapanır." İlginç bir söz. Bu konu hakkında düşüneceğim...

      Sil
  8. Cem bey selamlar yorumlarinizi ve yazinizi sonuna kadar takip ettim sizinle ayni fikirdeyim ama icimdeki arafta kalmislik hissi beni cok sarsiyor siz bu durumu yasadiniz mi bilmem ama kisaca bu bakis acisiyla hayat felsefeniz hakkinda bir yorum yaparmisiniz belkide tam ikna olmama yardimci olur.selamlar saygilar

    YanıtlaSil