Sansür ve Devlet

3 Yorum
Bu makalede sansürün bir toplumu nasıl etkilediği ve olmadığı -ya da devletin yetki alanı içinde olmadığı- düşünüldüğünde ne gibi sonuçlar doğuracağı sorgulanmıştır. Dünyadan sansür örnekleri verilmiş ve yönetimlerin sansürü bir araç olarak nasıl kullandıklarından kısaca bahsedilmiştir. Yönetimlerin kendilerine evrensel ya da toplumsal ahlak kurallarını belirleme görevi atfetmeleri sonucu yasaklanmış eserler veya kendi meşruiyetlerini sağlamak amacıyla şeffaflıklarını ortaya koyabilecek kapasitedeki eleştirileri nasıl bertaraf ettikleri, tarihsel ve güncel örnekler ışığında incelenmiştir. Sansür olmadığı takdirde toplumların nasıl şekilleneceği merak konusu olmuş ve araştırma sorusu haline getirilmiştir. Araştırma sorusu yeterince net ve daha önce işlenmiş -cevaplanmış- bir konu olmadığından literatür taramasında ‘sansür tarihi’ veya ‘basında sansür’ gibi başlıklar çerçevesinde kavramsallaştırılmaya gidilmiştir. Literatür taraması ve rasyonalite ışığında, araştırma sonucu, muhtemel hipotezler ortaya çıkmıştır. Ampirik bir inceleme mümkün olamayacağı için, akıl yürüterek ve tarihsel örnekleri inceleyerek rasyonel çıkarımlar yapılmaya çalışılmıştır. Araştırma süresince, sansürün önemi vurgulanmış ve yanlış ellere geçtiğinde nasıl bir silah haline gelebileceğinden bahsedilmiştir. Yine araştırma sorusu ışığında, sansür olmasaydı, yani toplumların üzerine doğrultulmuş bir silah olmasaydı, sanat eserleri, politik eleştiriler, mizah ve basın-yayın organlarının tutumu ne kadar değişikliğe uğrardı, ya da demokrasi kavramı toplumlarda daha mı farklı yeşerirdi, bunun gibi sorular irdelenmiştir.

Sansür Uygulamasının Ortadan Kalkması ya da Devlet Tekelinden Çıkarılması, Bir Toplumu Sosyolojik Açıdan Nasıl Etkileyecektir?
Geçtiğimiz günlerde, özel bir kanalda akşam haberlerini izlerken sansür uygulamasının kendi içinde ne kadar tutarsızlaşabileceğini gözler önüne seren bir örnekle karşılaştım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından görevlendirilen Eskişehir valisinin kullandığı ‘adi’ ve ‘şerefsiz’ kelimeleri, devletin denetim mekanizmalarından biri olan RTÜK tarafından ceza alınmaması için sansürlendi. Bu olayın ardından aklıma bir soru geldi, sansür diye bir şey olmasaydı ne olurdu? Veya bu sansür uygulaması, devletin tekelinde olmasaydı, farklılıklara daha güzel yanıt verebilir miydi?

Kavramsal olarak baktığımızda, ‘sansür’ -en basit tanımıyla- toplumun algısının devlet tarafından kontrol edilmesidir. Hükümetler ve onların sansür anlayışları değişebilir ancak bütünsel olarak insanlar tarafından yaratılan devletin, insanları kontrol etme geleneği her seferinde farklı bir kostümle gelmiş ve bu gelenek özünde hiç değişmemiştir.

Bir televizyon dizisi, sinema, yiyecek-içecek-giyim reklamı, etkinlik ya da kitap bağlamında konuya baktığımızda, yüzlerce sansür örneğiyle karşılaşabiliriz. Burada üzerinde durulması gereken düşünce, devletin tesiri altında sansürlenen şeylerin, gerçekten içinde yaşayan vatandaşlar için kötü olup olmadığı ve devletin her zaman mutlak doğruyu düşünen insanlar tarafından yönetilen bir oluşum olup olmadığıdır. Septiklerin gözünden bu uygulamaya bakmaya kalkarsak, insanların çeşitli görüntülerden, seslerden ve yazılardan mahrum bırakılması, devletin bir şeyler sakladığına ya da insanların bazı konularda bilgi edinmesinin engellenmesine işarettir. İnsanlar gerçekten de kendilerine neyin yanlış neyin doğru olduğunu söyleyecek mekanizmalara ihtiyaç duyarlar mı? Buradan da görüyoruz ki devletin yöneticileri, farklılıkları ve tercihleri dikkate almak yerine, evrensel veya bölgesel olduğunu öne sürdükleri bir ahlak kuramına göre hareket ederek, insanların algılarını kontrol altında tutmakta ve onların, istenilen özelliklerde bireyler olmasını arzu etmektedirler.

Düşünelim ki, bir anda sansür kavramı ortadan kalksın ya da devlet tarafından kontrolü mümkün olmasın. İnsanların tek tip bireyler olmaya yönlendirilmesi veya distopya romanlarındaki gibi algılarının belli kişilerin istek ve çıkarlarına göre programlanması hiçbir şekilde mümkün olmasın. Gerçekten o zaman ‘kötü, ahlaksız, olumsuz’ gibi önleme sıfatları olur muydu? Bir toplumun gerçek yapısı, sansür gibi müdahaleler olmadan otonom şekilde ortaya konulduğunda, bahsedilen toplumun sosyolojik yapısı nasıl olurdu?

‘Propagandanın amacı, bir grup insana, bir başka grup insanın, insan olduğunu unutturmaktır.’ Aldous Huxley’in bu sözüne bakarak şunu düşünebiliriz: Sansür de bir çeşit propagandadır. İnsanlara neyin yanlış olduğunu söylemeyi kendine görev edinen kimseler, başkalarının doğrularını kendi yanlışlarından daha küçük gördükleri için, kendi doğrularını başkalarının da doğruları yapmak isterler. Mutlak bir doğrunun olmadığını da işin içine katarsak, yazının başına dönüp aynı argümana bakmak gerekiyor: Sansür diye bir şey olmasaydı ya da bu uygulama devletin kontrolünde olmasaydı, mevcut toplumun sosyolojik yapısı nasıl bir değişikliğe uğrardı? Bilgiye ulaşmak ya da doğru bilginin ne olduğuna karar vermek tamamen bireylerin elinde olur muydu?

“Hokkamı dilenci çanağı, kalemimi dilenci değneği yapmayacağım. Aç kalsam dahi besleme ve ısmarlama gazeteciliği benimsemeyeceğim.”

Osmanlı döneminde gazetecilere uygulanan en ilginç sansür uygulamalarından birisi, gazeteciyi susturmak için, onu önemli devlet memurluklarına getirmektir. Girişte gazetecilik ahlakıyla ilgili sözüne yer verdiğim Namık Kemal hükümeti eleştiren yazılar yazdığı için bu ‘ceza’ya maruz kalmıştır. Bunun üzerine Namık Kemal, zararlı görüldüğü için sürülen ve bu şekilde ceza alan gazeteciler için, devletin çıkarlarına aykırı yazılar yazıp zararlı görülen kişilerin nasıl olup da devlet memurluğuna atandığını sormuştur. Magosa’ya sürülürken de, bir kişinin fikirlerinin ancak yeni fikirlerle yer değiştirebileceğini, baskı ve şiddet uygulayarak fikirlerin yok olmayacağını yazmıştır.

Fransa imparatoru I. Napolyon, basının dizginlerini elinden kaçırırsa, üç aydan fazla iktidarda kalamayacağını söylemiştir. Bu söylem sansürün neden önemli olduğunu ve neden uygulandığını bir yönetici açısından net bir biçimde anlatmaktadır. [1]

Yunan Yarımadası’nda köleliğe karşı olan Akhilleos’un, Euripides’in, Aristophanes’in kitapları sakıncalı görülmüş ve meydanlarda yakılmıştı. Aynı dönemde Bergama ve İskenderiye Kütüphanelerinde bulunan kitaplar toplatılmış, meydanlarda yakılarak yok edilmiştir. M.Ö. 220’li yıllarda Çin kralı Şih-Huang, halkın bilinçlenmesini engellemek amacıyla bilginlere baskı uyguluyor ve kitaplarını yasaklıyordu; var olan kitapları toplatarak meydanlarda yaktırıyordu. Yaktırılan kitaplar arasında Filozof Konfiçyüs’un kitapları da bulunuyordu. Roma İmparatoru Augustus, İmparatorun ve Kilise’nin düşüncesine aykırı gelen kitapları (Kütüphane ve kişilerde bulunan) toplatarak meydanlarda yaktırdı. Piskopos Theophilius’un öncülüğünde (M.S.391) İskenderiye’deki “Aeropeum” kütüphanesinde bulunan (o dönem İskenderiye Kütüphanelerinden 900.000 kitap bulunmaktadır.) kitaplar içinde felsefe, fizik, matematik gibi bilimsel içerikli kitaplar yaktırıldı. [2]

Dünyada sansürün uygulama alanları ya da uygulanış biçimi açısından birçok farklı nokta görebiliriz ancak uygulanış nedeni konusunda her zaman mutabık olacağımız bir nokta varsa, o da, güçlünün, gücünü denetim altına almasıdır.

İşin politik yanından şimdilik sıyrılıp ahlaki boyutunu değerlendirdiğimizde, sansürün uygulanma alanı -nasıl ki ulusal çıkar kavramı, aslında hükümetin çıkarıysa- genellikle o anda gücü ve denetleme mekanizmasını elinde bulunduranların inisiyatifindedir. Örneğin şiddet içeren klip, film, dizi gibi yapımlara sansür uygulanmazken pornografik içeriklere sansür uygulanması. Bahsedilen örneği geçtiğimiz günlerde yaşanan bir gelişmeyle, Evan Rachel Wood’un son filmindeki erotik içeriklerin sansürlenmesi ancak şiddet sahnelerine dokunulmamasına karşı yaptığı ‘kadın cinselliğinden korkan bir toplumun semptomu’ değerlendirmesiyle temellendirebiliriz. [3]

Yaşadığım ülke olan Türkiye’nin hükümeti de basın sansürü konusunda oldukça despot eğilimler göstermiştir. Kültür-sanat ve politik eleştiri bir yana, insanların bilgi edinme hakkını engelleyecek şekilde ‘tedbirler’ alınması Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11/05/2013 tarihinde meydana gelen patlamanın ardından ayyuka çıkmıştır. Reyhanlı Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebinin kabulüyle, basına yayın yapma yasağı getirilmiştir. CMK 153. Madde ve diğer maddeler gereğince, yazılı ve görsel basında ya da internette bu olayla ilgili yayın yapmak yasaklanmıştır. [4]

Reyhanlı olayı başlı başına Türkiye’de basın özgürlüğü ve bilgi edinme hakkını sorgulamaya yetecek bir olaydır. Olaydan sonra Redhack adlı internet korsanlarının Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığı’na ait gizli raporları yayınlaması, saldırının önceden bilindiğinin ortaya çıkması ve 11 Mayıs günü ilçede bulunan 73 adet MOBESE kamerasının çalışmıyor olması insanlarda şüphe uyandırmıştır. Basın yasağı nedeniyle bu olayın gazete manşetlerine yansımaması ve dolayısıyla yeterince insana ulaşamaması, hükümetin, içinde bulunduğumuz çağın ve yönetim şeklinin aksine, hiç de şeffaf olmadığını ve kendine ‘sorgulanamazlık’ atfedebileceğini göstermiştir. Olayın insanî boyutuna da bakacak olursak, bu yasak yüzünden yakınlarının başına bir şey gelip gelmediğinden emin olamayan, haber alamayan insanlar da vardır.

Gramsci’ye bu noktada değinmekte fayda var. ‘Zor Araçları’nı elinde tutan grubun, belli bir süre geçtikten sonra, hegemonya ile ‘Rıza Araçları’na da sahip olmaya başladığını ve kendine, insanların haber alma hakkını dahi kısıtlayabilecek kadar güç atfettiğini söyleyebiliriz. Marksist bir bakışla da konuyu desteklemek gerekirse, haber alma, şeffaflık, bilgi gibi kavramlar tamamen önemsizleşmeye başlar ve artık yalnızca yönetenlerin yönetilenleri kontrol altında tutma gayesi ve yönetilenlerin kendilerini sistemin bir parçası gibi hissetmesi için ‘servis edilmiş’ kavramlar haline gelir.

Sansürün politik boyutunun hiyerarşik bir çizgiyle aşağı doğru indiğini söyleyebiliriz. Örneğin üniversitelerde bildiri dağıtmanın yasak olması yahut etkinlik afişi, duyuru, ilan yapıştırırken belirli bir otoriteden izin alınması ya da ilkokullarda, liselerde belirli konuların, davranışların tabu olarak görülmesi, insanların tek bir fikir etrafında kümelendirilmesi, devletin diğer fikirlere ve kendi kontrolünde olmayan ‘diğer her şeye’ karşı bir sansürüdür.

New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ-Comittee to Protect Journalists)’nin raporuna göre, dünyada tutuklu gazetecilerin en fazla olduğu ülke 49 gazeteci ile Türkiye (2013 itibarıyla 65 gazeteciye yükselmiştir). İkinci sırada 45 gazeteciyle İran, üçüncü sırada da 32 gazeteciyle Çin geliyor. [5]

Bu bilgiye bakarak, tutuklu gazeteciler, hükümetler ve şeffaflık açısından durumu değerlendirdiğimizde tutuklu gazeteci sayısıyla hükümetin otoriterleşmesi arasında bir ilişkiden bahsetmek ve buna yönelik hipotezler geliştirmek mümkündür.
  • Bir hükümet otoriterleştikçe, tutuklu gazeteci sayısı artar.
  • İfade özgürlüğü sansüre uğradıkça, otoriterleşmeden söz etmek mümkündür.
Araştırma sorusunun ampirik bir yolla test edilme imkanı olmadığından, akıl yürüterek bu konuyla ilgili bugüne kadar yazılmış kaynaklar, yaşanmış olaylar, gözlemler ve rasyonalite ışığında muhtemel hipotezler üretmek mümkündür. Sansürün etkilerinin ve uygulamalarının neler olduğu, ne sonuçlar doğurduğu, neleri engellediği yıllardır tartışılmaktadır. Bir kazanım sağlayıp sağlamadığı meçhul olan sansür için -toplum çerçevesinde-, kesin olan bir şey varsa o da her topluma çok şey kaybettirdiğidir.
Aycan

Dipnotlar:
[1] M. Nuri İnuğur, “Basın ve Yayın Tarihi”, s.95, 2008, İstanbul
[2] Bu bilgiler H. Nedim Şahhüseyinoğlu’nun ‘Dünden Bugüne Sansür’ adlı makalesinden alınmıştır.
[3] Radikal.com.tr, Hayat, 28/11/2013, 13.04
[4] Vatan Gazetesi, 12/05/2013 Tarihli sayı.
[5] Radikal Gazetesi, 11/12/2012 Tarihli sayı.

Kaynakça
  • Bayzan, Şahin. "Türkiye ve dünyada Internet yasakları ve sansür kavramı ile zararlı içeriğe karşı yaptırım ve uygulamalara genel bir bakış." (scholar.google.com)
  • Censorship in Argentina, R. Dwight Wilhelm, International Social Science Review (jstore.org)
  • ÇAKIR, Hamza. "TARİHİMİZİN İLK MİZAH DERGİSİ DİYOJEN’İN KAPATMA CEZALARINA YİNE MİZAHİ YOLDAN GÖSTERDİĞİ TEPKİLER." (scholar.google.com)
  • İnuğur, M. Nuri. “Basın ve Yayın Tarihi”, 2008, İstanbul
  • Köse, Güven, ve Kerem Özen. "Internet’te Sansür Üzerine Bir Değerlendirme." (scholar.google.com)
  • Şahhüseyinoğlu, H. Nedim. ‘‘Dünden Bugüne Sansür’’
  • http://www.gazetevatan.com
  • http://www.ntvmsnbc.com
  • http://www.radikal.com.tr
  • http://www.t24.com.tr

3 yorum:

  1. Güncel ve son derece bilimsel bir yazı olmuş. Keyifle okudum, tebrik ederim.

    YanıtlaSil
  2. Haramisi, soyguncusu
    Uğursuzu, vurguncusu
    Cellat ruhlusu, soysuzu
    Nazır, sadrazam olmuştur

    Fırsatî sen bu semti bilmezsin
    Eyleme gel bizimle yok yere ceng
    Sana kaç kere dedim anlamadın
    Sözde mazmûn gerekir â pezeveng

    Millete; erbâbı mansıptan biri, eşek demiş!
    Reddedilmez böyle bir söz, amma ki pek can sıkar...
    Olsa da millet eşek, eşek diyen bilmez mi ki:
    Sadrazamlarla vâliler de milletten çıkar...

    Vakt-i, istibdatta söz söylemek memnu idi;
    Ağlatırtırdı ağzını açsan hükümet ananı!

    Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
    Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
    Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
    Kürsî-i liyakat pezevenk, puşt olanındır!

    Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler‚
    Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler.
    Hayâdan eser yoktur‚ beyhude bütün sözler.
    Nafile inat etme hemen salla başını‚
    Uslu otur‚ hoş geçin‚ zıkkımlan maaşını

    İslam imiş devlete pâ-bend-i terakki
    Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı

    Müslümanlar zemane yatlı oldu
    Helal yenmez haram kıymetli oldu
    Okuyan Kur'ana kulak tutulmaz
    Şeytanlar semirdi kuvvetli oldu

    Yalan dolan yazıp çizen
    Kudretliye övgü düzen
    Dün dinsizim diye gezen
    Bugün Müslüman olmuştur

    Seyredüben gelir karadenizi
    Kanları yok, sarı sarı benizi
    Övün etmiş kara etli domuzu
    Dinleri var, bizim dine benzemez.

    İrili ufaklı insan piç oldu
    Onlar doğdu geçinmesi güç oldu
    Altı Arap atı şahbaz nic'oldu
    Mamur sandım yalan dünya çürümüş

    Tahammül mülkünü yıktın Hulagu Han mısın kafir?
    Aman dünyayı yaktın ateş-i suzan mısın kafir ?

    Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm
    Dolaştım mülk-i İslâm’ı bütün viraneler gördüm

    Besmele gûseyleyen şeytan gibi
    Korkuyorsun höt dese bir ecnebi
    Padişahım öyle alçaksın kî
    Izzet-i nefsin Arap izzet gibi.

    Gâvur İzmir'de sokaklar dardır,
    Bir selâm tavrı ile can koruruz.
    Şöyle dursun atlarla araba!
    Yolda eşeklere biz hasdururuz.

    Ey bana tıynet-î Adem'de saman var mı diyen,
    Bir daha etme bana gel bu sual-î hamı
    Balçığında saman olsaydı eğer insanoğlunun
    Çatlayıp da yarık olmazdı ananın a..............ı

    Vergi miktarını ol mertebe artırmalı kim
    Sahib-î servet olanlar da züğürt kalmalıdır.
    Yalnız fahişeler vergisi haksızlık olur,
    Evlilerden de s..............e rüsum almalıdır.

    Kabe'den maksadın varmaktır yara,
    Kör gibi tapınma, kara duvara,
    Hızır'ı ararsan kendinde ara,
    Bulamadım gibi rezalet etme.

    Pâdişah hem zâlim, hem deli' dedik,
    İhtilâle kıyam etmeli dedik;
    Şeytan ne dediyse, biz 'beli' dedik;
    Çalıştık fitnenin intibahına.

    Tükürün, milleti alçakça vuran darbelere
    Tükürün, onlara alkış dağıtan kahpelere...
    Tükürün, ehli salibin o hayasız yüzüne,
    Tükürün, onların asla güvenilmez sözüne...

    Şâir olup kişi söz söylemeğe ey Emrî
    Bizdeki tab gerek sencileyin gûl olmaz
    Dâd-ı Hak’tır bu sühan her kişinin Bâkî-vâr
    Tarz-ı eş-cârı pesendîde vü makbûl olmaz
    Yürü var bulduğun ağaca kaşınma miskîn
    Sen anun’çün götünü yırtar isen ol olmaz Bâkî Kıt’a 11

    Şular ki âdemîdir halk içinde yiyip içip
    Nihâni yerde tekâzâ gelirse def eyler
    Bu şimdi şâ'ir olanlar bir iki üç bed-baht
    Nihâni yerde yiyip halk içinde sıçarlar Necâtî Ktı
    Devr-i hürriyetdeyiz şimdi, değişti kaide.
    Söyletirler evvela, sonra s….......ler ananı!

    YanıtlaSil
  3. Devlet : Halktan yeyip, halka sıçmak.

    YanıtlaSil