Beynimiz ve Biz: Kadındaki Çekicilik / Bel-Kalça Oranı

2 Yorum

Bilirsiniz, ülkemiz televizyon kanallarında, sayısı giderek azalmakla beraber “evlenme programları” devam ediyor. Karşı cinsler, belli bir konuşmadan sonra, eğer birbirlerini izdivaç için uygun bulmamışlarsa şu tabiri kullanırlar: “elektrik alamadım”. Elbette ki kişiler arasında gidip gelen elektronların diğer bir ifadeyle bir elektrik akımının söz konusu olmadığını biliyoruz. Karşı cinslerin, birbirlerini etkilediği veya etkilemediği dolayısıyla “elektrik aldım” veya “elektrik alamadım” şeklindeki benzetme/metaforlarla tanımlamaya çalıştığı şey ne olabilir? Kişiler birbirlerini henüz on-on beş dakika gördüğü halde, karşı tarafın kişiliğine dair bir bilgiyi, kendi kişiliğine uygun olup olmadığını, bu kadar kısa zamanda elde etmesine yardımcı olan bu mekanizmanın kökeni nedir? Yoksa, kişiler, bir tür beğeni kalıplarını, evlenme programına gelirken kafalarında beraber getiriyor olabilirler mi? Bu tür kalıplar, çocukluğumuzdan itibaren yaşadıklarımızla şekillenen, irademizin de etkisiyle beynimize nakşettiğimiz şemalar veya önyargılar mı? Yoksa, bundan da öte bir şey mi? Bu etkide rol alan faktörlerin hepsini değil ama bir tanesini bu yazımızla paylaşalım.

KADINDAKİ ÇEKİCİLİK
Kadınlarda, geçmiş dönemlerdeki fiziksel çekicilik ile, günümüzdeki arasında bir fark var mı? Kadındaki bu çekicilik kavramı kültürden kültüre değişir mi?

Günlük hayatımızın içinde olup bir şekilde etkilendiğimiz, ancak içinde bulunduğumuz kültür (gelenek, görenek vb.) nedeniyle yeterince açık konuşamasak da, karşı cinsimiz için hissettiklerimiz ile ilgili iç sesimiz (beyin şemalarımız) pek de suskun değildir.

İnsanların ve çoğunlukla erkeklerin eğlence dünyaları için yapılan organizasyonlar, aslında bir yerde araştırmacılara, araştırdıkları konu için malzeme yaratmaktadır. 

Kadınlardaki çekiciliğinin, zaman içindeki değişimini görmek için araştırmacılar, Playboy dergilerinin orta sayfalarındaki kadın vücutlarını ve 1920’den 1980’e kadar Miss America güzellik yarışmasında dereceye giren kadınların vücut ölçülerindeki değişmeleri incelemişlerdir. İncelemeler, kadınların ölçülerinde bir değişme olduğunu göstermiştir. Bu değişme, daha toplu ve kilolu kadın profilinden, günümüze doğru, daha zayıf (az kilolu) ve daha uzun kadın profiline doğru kaymıştır. Ancak, değişmeyen bir şey ayan beyan ortadadır. Kadınlardaki bel-kalça oranı.

Beslenme kaynaklarının kıt olduğu ülkelerde, toplumun az bir kesimini oluşturan kilolu (şişman) kadınlar sağlık ve varlık statüsünü temsil ederek öne çıksalar da, yeterli besin kaynaklarının olduğu ABD ve Avrupa ülkelerinde, ince bir vücuda sahip olmak sağlık ve varlık göstergesi olarak görülmektedir.

Acaba, erkekler için, kadındaki bel kalça oranından etkilenmek, sadece ABD ve Avrupa ülkeleri için mi geçerlidir? Kadınlardaki bel-kalça oranındaki çekicilik, Ülkemiz ve daha da genişleterek, Dünya’daki diğer kadınlar için farklılıklar göstermekte midir?

Bu ölçütün, kültürlerden bağımsız olarak, ülkemizde de geçerli olup olmadığını görmek üzere, Muğla Üniversitesi’nde yapılan bir deneye bakalım.

DENEY VE MEKANİZMASI
Bel-kalça oranını, ülkemizdeki ölçek çerçevesinde sınamak üzere 18-22 yaşları arasından, 50 erkek, 50 kadın heteroseksüel katılımcı deneye tabi tutulmuştur.

Elbette ki, deneyin amacı, yazının başında da ifade edildiği gibi, aynı bel-kalça oranının ülkemiz kültüründe de de geçerli olup olmadığını sınamaktır.

Bu arada, bel-kalça oranı ile ne demek istediğimizi, söze gerek bırakmadan resimdeki gibi anlatmış olalım.

Peki, katılımcılar deneyde ne yapacaklardır? Yapacakları şey şudur ki; kendilerine gösterilen, farklı bel-kalça oranları ve kilolarda olan kadın figürlerine bakarak, bu kadın figürlerini, en çekicisinden en az çekici olana doğru sıralamalarıdır. Deney bundan ibarettir. Amaç, hangi bel-kalça oranının gerek erkek gerekse kadın açısından çekici olduğunun saptanmasıdır.

Şimdi, deneye katılanların (deneklerin) bakacağı şu kadın figürlerinden biraz bahsedelim.

Resimde görüldüğü gibi, 12 adet kadın figürü, 3 sıra ve 4 sütun halinde dizilmişlerdir. Bu kadın figürlerinin her biri 165 cm. boyunda olduğu düşünülmüştür. Deneklere gösterilen resimdeki kadınlar, 1/24 boyutunda küçültülmüş figürleridir. Birinci sıradaki kadın figürlerinin hepsi 40 kg., ikinci sıradaki figürlerinin hepsi 55 kg., üçüncü sıradaki figürler ise 70 kg algılanacak şekilde çizilmiştir. Buna karşılık, birinci sütundaki kadın figürlerin bel-kalça oranı 0,7, ikinci sütundaki figürlerin bel-kalça oranı 0,8, üçüncü sütundakilerin 0,9 ve son sütundakilerin bel-kalça oranı ise 1,0 olarak düzenlenmiştir. Figürlerin diğer fiziksel özellikleri sabit tutulmuştur.

Figürler, önce tek tek olmak üzere 10 saniye süre ile deneklere gösterilmiştir. Daha sonra, hepsi bir arada olacak şekilde (tüm figürlerin bir arada bulunduğu yukarıdaki resim) tekrar gösterilmiş, nihayetinde, tüm deneklerden (katılımcılardan) figürleri, en çekicisinden en az çekici olana doğru sıralamaları istenmiştir.

CİNSİYETE GÖRE FARKLI DEĞERLENDİRME
Deneklerden elde edilen sonuçlar, üniversitenin bu deney için hazırlamış olduğu bir istatistik model ile değerlendirilmiş ve aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir. Yapılan incelemeler sonucunda, figürlere bakarak değerlendirme yapan kadın ve erkek deneklerin değerlendirmelerinin farklı olduğu görülmüş. Üniversitenin yaptığı çalışmada sonuçlar, grafiğe dökülmüş iken biz burada, çalışmalardaki grafiklerden faydalanarak anlamlandırmadaki kolaylık nedeniyle daha pratik olduğunu düşündüğümüz yukarıdaki görseli oluşturduk. Resimden de anlaşılacağı üzere, figürler silikleştikçe, daha az tercih edildiği veya tersten söylersek, figürler daha bariz (net) oldukça, çekicilik tercihinin daha fazla olduğunu söylemiş oluyoruz.

Buna göre erkekler, zayıf kadınlardan çok, normal kilolu kadın figürlerini (orta sıra) ve ayrıca normal kilolu kadın figürleri içinde de 0,7-0,8 bel-kalça oranına sahip olanları daha çekici bulmuşlardır. Kadınlar ise, erkeklerin daha çekici bulduğu normal kilolu kadın figürlerinin yerine, daha çok, zayıf kadın figürlerini (birinci sıra) ve ayrıca bu figürler arasında da 0,7-0,8 bel-kalça oranına sahip figürleri daha yüksek mertebeden çekici bulduklarını söylemişlerdir. Görülüyor ki, kadınlar, kendilerini, zayıf olarak düşündüklerinde (resimdeki ilk sıra) daha çekici bulacaklarını düşünmekte, ancak erkeklerin çekicilik algısı, normal kilodaki figürler (ikinci sıra) üzerine olduğu görülmektedir. Her iki cinsin de ortak olarak çekici buldukları figürlerin, yüksek frekansla, 0,7 bel-kalça oranına sahip olduğu görülmektedir.

Artık rahatlıkla söyleyebiliriz ki, 0,7 bel-kalça oranının ortaya koyduğu çekicilik faktörü sadece ülkemize ait değildir. Ülkemiz dışında da yapılan birçok çalışma aynı sonucu vermektedir. Özetle, erkekler açısından, kadındaki kum saati gibi görünen bel-kalça oranı ile ortaya konan çekicilikteki 0,7 oranı evrenseldir.

HANGİ BÖLGELER DAHA ÇEKİCİ?
Bu deneyde de, yukarıda kullanılan figürler kullanılmıştır. Buradaki amaç, kadın ve erkek deneklerin, resimdeki gibi bölümlere ayrılmış figürlerin en çok neresine baktıklarını bulmak, dolayısıyla, gerek kadınlar gerekse erkekler için, bir kadını çekici kılan bölgesini belirlemektir.

Bunun için kadın figürler 3 bölgeye ayrılmıştır. Baştan, göğüs altına kadar olan kısım A bölgesi, göğüs altından kalçanın bittiği yere kadar olan kısım B bölgesi ve nihayetinde kalçanın bittiği yerden ayakucuna kadar olan kısım C bölgesi olarak adlandırılmıştır. (Aslında, üniversitenin çalışmasında A, B, C olarak bölümlendirilen kadın figürü, bu yazı için kullanılan yabancı kaynakta, baş, göğüs ve genital bölgeler ayrı birer bölge olarak gösterilerek, figür 6 bölgeye ayrılmış bir bakıma daha gerçekçi bir gözlem yapılmıştır. Ancak biz de, üniversitenin çalışmasındaki muhafazakâr tutumuna uyarak, yazımıza öyle devam edelim.)

Bu deney için, yukarıdaki deneklere bir gözlük verilir. Bu gözlük, bir resmeveya bir yere bakarken, nereye kaç defa, hangi sürelerle baktığımızı algılayacak şekilde göz bebeği hareketlerine odaklanarak yapılmış bir cihazdır. Söz gelimi bu gözlük, saniyede 1000Hz, yani saniyede 1000 defa göz bebeğinize sinyal gönderip bunu işleyebilmektedir. Bu duyarlılık çerçevesinde, gözünüzü hangi hızla ve nereye çevirseniz çevirin, cihaz nereye baktığınız konusunda en ufak bir ayrıntıyı kaçırmayacaktır. Diğer taraftan cihazın açısal resolusyonu (duyarlılığı) 0,01 derecedir. (1 derecenin yüzde biri). Bunun da anlamı, siz, gözlük ile bakarken, gözünüzü bir derecenin yüzde biri kadar başka tarafa çevirseniz bile, cihaz bunu takip edebilecektir.

Peki bunca anlatımdan sonra, gerek kadın deneklerin gerekse erkek deneklerin, kadın figürlerinin en çok neresine daha çok baktıklarına dair sizden bir tahmin istersek, sizin de düşündüğünüz gibi, diğer bölgelere göre en çok bakılan bölge B bölgesi olmuştur.

Aslında, Muğla Üniversitesi, bizim burada iki bölüm halindeki deneyi tek seferde ve her iki deneyi de göz izleme cihazını kullanarak yapmıştır. Biz, yazıyı kolay anlaşılabilir kılmak için, göz izleme cihazını (gözlüğü) sadece figürdeki en çok bakılan bölgeler konusunda (ikinci deney için) kullanıldığını varsaydık.

VÜCUT AĞIRLIĞI MI, BEL-KALÇA ORANI MI? (ÜRETKENLİK VE SAĞLIK)

Aslına bakılırsa, erkekler tarafından belli bir bel-kalça oranının seçiliyor olmasının bir nedeni olmalıdır. Acaba, erkeklerin beyninde 0,7 bel-kalça oranına yönelik doğuştan gelen bir şema mı vardır? Yoksa bu büyük bir tesadüf müdür?

Bel-kalça oranın diğer bir işlevsel özelliği, üreme potansiyeli ile ilişkisidir. Söz gelimi, yüksek bel-kalça (>1,0) oranına sahip kadınların, düşük bel-kalça (0,7-0,8) oranına sahip kadınlara göre daha düşük oranlarda hamile kaldıkları ve ilk çocuklarını orta yaş civarında dünyaya getirebildikleri bulunmuştur. Sağlık açısından da, obezite ile ilişkili diyabet, hipertansiyon, kalp krizi ve felç gibi hastalıkların vücuttaki toplam yağ miktarından çok, bel-kalça oranı ile ölçülen yağın vücuttaki dağılımı ile ilgili olduğu görülmüştür. Sözgelimi, yüksek bel kalça oranına sahip kadınlarda menstural (adet) düzensizliği, safra kesesi hastalığı, göğüs kanseri ve insüline bağlı olmayan diyabet hastalığının görülme riski daha yüksek bulunmaktadır.

Bu çalışmalar bizi, bir kadının fiziksel sağlığının göstergesi olarak, kilosundan çok, bel-kalça oranına götürmektedir.

ATALARIMIZDAN GELEN EVRİMSEL BİR SİNYAL
Anlaşılıyor ki, kadındaki bel-kalça oranı, erkek için, evrimsel süreçle oluşan ve kadının üretkenliği ile ilgili bir sinyal niteliği taşımaktadır. Daha açık söylemek gerekirse, bir erkek için, düşük bel-kalça oranına sahip bir kadın, daha fazla yavrulamış ve erkeğin soyunu daha uzun süre devam ettirme şansına sahip görünmektedir. Tersten bakarsak, daha düşük bel-kalça oranına sahip kadınları tercih etmeyen erkekler, uzun evrimsel yolculuklarındaki yok olma olasılıkları daha fazla olmuş olmalıdır. Yapılan deneyler de bunu göstermekte olup, erkekler, düşük bel-kalça oranından yüksek bel kalça oranına doğru gidildikçe, kadınlara, çekicilik ile anlam yüklemeleri azalmaktadır. Deneyler ayrıca göstermektedir ki, erkekler, sanılanın aksine, zayıfları değil, düşük bel kalça oranına sahip ancak normal kilodaki kadınları (ikinci sıra) daha çekici bulmaktadırlar.

Elbette ki, erkekler, seçiciliklerini sadece bel-kalça oranına göre yapmamaktadırlar. Yüz güzelliği ve diğer faktörler de devreye girmektedir. Ancak, kadınlardaki çekicilikle ilgili bel-kalça oranı, birincil seçici “filtre” olarak görünmekte olup, diğer etkin faktörler (yüz güzelliği vb) sonraki filtrelerin görevi gibi ortaya çıkmaktadır.

GENETİK BİR ŞABLON MU?
Peki, bu tür bilgiler (0,7 bel kalça oranı), atalarımızdan bize kalan evrimsel ve genetik şablonlar olabilir mi? Şablon olduğunu söylemek, olmadığını söylemekten daha kolay gibi görünüyor. Bizler genelde genlerimizin, kol, bacak, beyin, kalp, bağırsak gibi organlarımızın belirleyici bilgilerini taşıdığını düşünürüz. Hâlbuki çocuk, daha anne karnında iken kalbin atmasını sağlayan, doğduktan sonra nefes almasını, süt emme ihtiyacı esnasında annesinin memesinin ucunu ağzıyla bulmasını, ağlamasını vb yüzlerce fonksiyonun, genetik bilgi olarak atalarımızdan geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Küçük bir örnek verelim. Dişi ve erkek kırlangıç yavrusunun çıkacağını kestirdiğimiz iki kırlangıç yumurtasını alıp kırlangıçların yaşayabileceği ancak hiçbir kırlangıcın olmadığı bir yere götürdüğümüzü varsayalım. Yumurtadan çıkmaları için uygun ortamı yaratır ve büyümelerini beklediğimizde, bu dişi ve erkek kırlangıcın, etraftan hiçbir model almadığı halde, bildiğimiz diğer kuşlardan farklı olarak kendilerine has ve “balçıktan” yuvalarını yaptıklarını görürüz. Bunun bir içgüdü mekanizması olduğunu mu düşünüyorsunuz? Zaten biz de öyle düşünüyoruz. Mesele şu ki; bu balçıktan yuva yapma şeması, genlerle taşınmış olup, nihayetinde bir bilgidir ve davranışa dönüşmüştür. Bir başka ifadeyle, genetik kodlar sadece organlarımızın değil, davranışlarımızın da ilkel halini bilgi şablonu olarak genlerimizle nesilden nesile transfer etmektedir. Bu anlamda, yukarıdaki nedenlerden ötürü, erkeklerin, kadınların çekiciliğinden etkilenme anlamındaki bu şablonu atalarından aldığını söyleyebiliriz.

BEYİNDE NELER OLUYOR?
Bel-Kalça deneyi esnasında deneklerin en çok etkilendiği seçimleri yaparken fMRI ile yapılan incelemelerde, beynin belli bölgelerinin fonksiyonlarının arttığı görülmüş. Bilindiği üzere fMRI (Fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme) cihazı, sağlık ve başka bir çok alanda kullanıldığı gibi, deneysel olarak beyin fonksiyonlarını belirlemede de kullanılmaktadır. (Beynimiz ve Biz -17 (Beyin görüntüleme/fMRI))

Deney, fMRI altında gerçekleştirilirken, sağ orbital frontal korteks, anteior singulat korteks, her iki taraftaki amigdala, sol putamen ve sol nucleus accumbensin faaliyete geçtiği görülmüş. Amigdala bizi, tehlikelerden koruyan, bir tehlike karşısında düşünen beynimden daha hızlı olarak beni tehlikeden koruyarak o ortamdan kaçmamı sağlayan ilkel bir yapıdır. Öfke, kızgınlık, saldırganlık amigdalanın görevleri arasındadır. Eğer tehlikeden kaçılacak gibi değilse, köşeye sıkıştırılmış isem, bu defa da beni hasmıma saldırmaya yönelten yine amigdaladır. Ve tabii ki amigdalanın bir görevi daha vardır. Cinsellik konusunda da uzmandır.

Benzer şekilde, nucleus accumbens denilen yer, insanların ödül merkezidir. Dersten iyi not aldık mı, maaşım artacak mı, sevgilim randevuya gelecek mi diye beni beklentiye sokan yer burasıdır. Yine, nucleus accumbens insanların cinsel dürtülerinde rol alan aktörlerden biridir. Cinsel objeye ulaşana ve onunla birlikte olana kadar, dopamin bombardımanına uğrayan nucleus accumbens, cinsellikle ilgili süreçte büyük keyif alır.  Dolayısıyla bu mekanizmalar, bel kalça oranından etkilenmiş ve bir bakıma da bel-kalça oranına dair şablonları atalarımızdan beri taşıyor olabilirler.

ÇOCUK GELİNLER
Henüz ergenlik çağına girmeyen gerek erkek gerekse kız çocuklarına baktığımızda bel-kalça oranı hemen hemen aynıdır. Ancak kız çocuğunun büyümesi ile beraber kız çocuğunda cinsiyetinin bir göstergesi olarak bel-kalça oranı ortaya çıkmaya başlayacaktır. Ne yazık ki, düşünen (prefrontal korteks) beyninden çok limbik sistemin esiri olarak hatta daha da ilkel olan sadece beyin sapıyla düşünebilen erkekler ve bunlara onay verenler, zaman zaman medyada da izlediğimiz gibi iç burkucu olarak “çocuk gelinlere” sebep olmaktadır. Günümüzde hala, bu erkekler için, ilkel beyinleri, düşünen beyinlerinin önüne geçip, türümüzü, seçicilikle ile bugüne getirdiği bu evrimsel sinyali, kız çocuğunun ruhsal durumunu gözetmeden algılayacak ve uygulayıcısı olacaktır. Sanırım bu ve benzeri kişileri, bundan 60-70 bin yıl evvel yaşamış atalarımızın yanına bir zaman makinesi ile götürsek, bugünkü anlam arayışları(!) ile o zamanın kültürüne çok çabuk adapte olacağından fazla bir şüphe duyulmaz gibi görünmektedir.


BİTİRİRKEN...
Yazının en başında, çerçeve içindeki ifade ile bu yazının içeriği bazı okurlarımız için birbiri ile çelişir gibi görünebilir. Ancak, kaçınılmaz biçimde her ikisi de, doğanın ve yaşadığımız kültürün gerçeği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir gerçek daha var ki, doğa, türümüzün devamı için cinsel dürtüleri ve belli tetikleyicileri (bel-kalça oranı vb.) bize hediye ederken, düşünen beyni de (prefrontal korteks) son birkaç yüz bin senede ilave ederek yine bize bahşetmiştir. Bundan sonra yapılacak iş, düşünen beynimizi, içinde bulunduğu sandıkta (kafatası) unutmadan, daha sağlıklı ilişkileri yaratabilecek düzeyde, onu keşfetmek ve kullanmak olmalıdır. Bu kullanmanın yolu da, her ne kadar içi boşalmış bir söylem de görünse de “eğitimle olacaktır”. Bu düşünceye katılmayan olabilir mi? Kim bilir?

Erol

Kaynaklar:
  • Seda Dural, Hakan Cetinkaya, Evrim Gulbetekin, Kadının Fiziksel Çekiciliğinin değerlendirilmesinde Bel-Kalça-Oranının Rolü: Göz-İzleme Sistemi Verileri, Türk Psikoloji Dergisi, Haziran 2008, 23 (61), 75-88
  • http://www.plosone.org/article/info%3Adoi%2F10.1371%2Fjournal.pone.0009042
  • Barnaby J. Dixson Æ Gina M. Grimshaw, Eye-Tracking of Men’s Preferences for Waist-to-Hip Ratio and Breast Size of Women

2 yorum:

  1. “Erkeklere tecavüz etmemeyi….”

    Her iki tarafada eğitim şart. Tecavüze uğramamayı ve tecavüz etmemeyi öğretmek.

    Aslında işin doğrusu sevişmeyi anlamak ve anlatmak.

    YanıtlaSil
  2. Tecavüze uğramamayı mı? Sen tecavüz edilen 2 yaşındaki bebeğe "tecavüze uğramamayı" öğretebilir misin? Sen, mutfaktayı damacanaya "tecavüze uğramamayı" öğretebilir misin? Sen, 14 yaşında 20 kişinin tecavüzüne uğrayan küçücük çocuğa "tecavüze uğramamayı" öğretebilir misin? Sen, eşeğe, köpeğe, ördeğe, tavuğa "tecavüze uğramamayı" öğretebilir misin?

    YanıtlaSil