Sahte Bilimler: 1- Kendine Çelme Atan İnsan

9 Yorum
Sahte bilimler, farkında olsak da olmasak da hayatımızın her yerinde. Kafamızı karıştırıyorlar, çarpık bilgilerle yanlışa yönlendiriyorlar, hatalı ön yargılar oluşturmamıza sebep olarak evrensel algılarımızı manipüle ediyorlar. Binbir emekle kazandıklarımızı gasp ediyorlar, hasta ediyorlar, sakat bırakıyorlar, öldürüyorlar...

Sahte bilimler yüzünden aşılarını zamanında ve eksiksiz yaptırdığımız çocuklarımızı salgın hastalıklara kurban verebiliyor, doğrulanmamış antik bilgilere dayanan genellemelerle hayatımız adına zararlı kararlar alabiliyor ya da en doğal insani dürtülerimizi baskılayarak hayatlarımızı kısmen ya da tamamen travmalara boğabiliyoruz. Bu yazı dizisinde sahte bilimlerin sebep olduğu zararlara çarpıcı örnekler bulacaksınız, fakat öncelikle "sahte bilim" kavramını net olarak tanımlamamız gerekiyor. Bunu yapabilmemizin doğru yolu da tanımın kelime kökünü inceleyerek "bilim nedir?" sorusunun cevabını vermek.

BİLİM NEDİR? SAHTE BİLİM NEDİR?

TDK sözlüğüne göre bilim, "Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim" diye tanımlanıyor. Vikipedi’ye göre ise "Fiziki ve doğal evrenin yapısının, hareketlerinin bir takım yöntemler (deney, düşünce ve/veya gözlemler) aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini de kapsayan, entelektüel ve pratik çalışmalar bütünü" olarak açıklanıyor.

Bu tanımlardan yola çıkarak konumuza özel bir sadeleştirme yaparsak, "Evren'i ve barındırdığı yaşamı deneysel ve/veya gözlemsel yöntemlere dayanarak anlamaya çalışan yöntemler bütününe bilim denir." diyebiliriz. Tam bu noktada küçük gibi görünen devasa bir farkla sahte bilimlerin de tanımını yapmış oluruz. Çünkü sahte bilimlerin yapmaya çalıştığı da -tıpkı bilim gibi- Evren'e ve barındırdığı yaşama dair açıklamalar getirmektir. Ancak bilim ve sahte bilimleri birbirinden ayıran temel ve hayati bir fark vardır: Bilim, akıl ve mantık yoluyla üretilen düşüncelerin deneysel ve gözlemsel yöntemlerle test edilmesine; sahte bilimler ise düzeltilmemiş antik bilgilere ve/veya koşulsuz inanca dayanır.

SAHTE BİLİM ÖRNEKLERİ

Bu açıklamalardan yola çıkarak; Evren'e dair günümüz bilimsel çıkarımları örtüşmeyen iddiaları ve "sorgulamaksızın inanmayı" emreden doktrin yapısı nedeniyle "yaratılış" mitini içeren, tüm inanç sistemlerinin birer sahte bilim olduğunu söyleyebiliriz.

Benzer şekilde, astronomi bilimini temel aldığını iddia etse de, modern astronominin bulgularıyla karşılaştırıldığında büyük eksiklerle ve yanlışlarla dolu bir evren algısı üzerinden, gök cisimlerinin bulunduğu pozisyonlara göre insanların yaşamlarını ve karakterlerini belirlediğini iddia ederek, hayatlarımız ve ilişkilerimiz hakkında yorum ve kehanetlerde bulunan astrolojiyi de en yaygın sahte bilim örneklerinden biri olarak kabul edebiliriz.

Maddenin mikro düzeydeki davranışlarını inceleyen Kuantum Fiziği'ni "havalı" isminden beslenerek makro düzeydeki çeşitli insani davranışlara uyguladığını iddia eden zihinsel motivasyon çalışmalarını kapsayan Kuantolojiyi, Dünya dışı "muhtemel" akıllı yaşam tarafından yeryüzüne yapılan -sözde- ziyaretlere yoğunlaşan Ufoloji'yi ve alternatif tıp adı altında insanlara pazarlanan ve gerçekte plasebo etkisinden başka bir etkiye sahip olmayan Homeopati gibi uygulamaları da sahte bilim örneklerinin arasında üst sıralarda örnekleyebiliriz.

Tam bir liste yapmak zor olsa da, bunlara ekleyebileceğimiz diğer sahte bilimler, "falcılık, reiki, frenoloji, evrene mesaj gönderme, parapsikoloji, telekinezi, suyun gizli mesajı, antik uzaylılar, ozon terapisi, feng shui, hacamat" ve diğerleri olarak sıralanabilir.

Bu yazı dizisi boyunca, yukarıda bahsettiğimiz örneklerin başlıcalarının detaylı açıklamalarını ve neden sahte bilim oldukları sorusunun kapsamlı yanıtlarını bulacaksınız. Fakat bu açıklamaların tatmin edici olabilmesi için öncelikle gerçek bilimin nasıl çalıştığını açıklamak gerekir.

BİLİM NASIL ÇALIŞIR?

Bir bilim insanı, herhangi bir konu hakkındaki düşüncesini, adeta kendi kendini çürütmeye çalışırcasına, entelektüel ve mantıksal sorgulamalara tabi tutarak bir hipotez haline getirir. Bu hipotezi deneysel ve gözlemsel yöntemlerin imkan verdiği her türlü teste tabi tutar. Bu testleri defalarca tekrarlayarak vardığı sonuçların tutarlı olduğundan emin olur. Sonuçlar tatmin edici bir tutarlılığa erişebilirse çalışmalarını meslektaşlarının eleştirisine açar. Bu aşamada defalarca yeniden sınanan hipotez eksiklerinin ya da yanlışlarının düzeltilmesi için gerekirse tekrar tekrar elden geçer. İlgili bilim dalının uzman kişilerinden oluşan bir hakem heyeti tarafından onaylanırsa, o alanın saygın bilimsel yayınlarında bir "teori" olarak kendine yer bulur. Yayınlanan teori tüm bu meşakkatli çalışmalara rağmen, hakemli bir dergide yayınlanıp, geniş bilim çevrelerince kabul görerek insanlığın hizmetine girse bile, yeniden sorgulanmaya ve yanlışlanmaya her zaman açık kalır.

Bilimi bilim yapan, deneysel ve gözlemsel ispata dayandığı halde her zaman yeniden sınanmaya ve yanlışlanmaya açık olan bu şeffaf yapısıdır. Oysa sahte bilimler, tıpkı bilimler gibi evrene ve yaşama dair açıklamalar getirmeye çalışsalar dahi, bilimsel yöntemin gerektirdiği metodlara tâbi tutulmazlar. Çünkü sahte bilim savunucuları bilimsel yöntemleri ya bilmezler ya da bu yöntemlerin gerekliliğini kabul etmek istemezler. Savunularının tek dayanağı, sorgusuz sualsiz inançtır. Düşüncelerini şüpheciliğe ve bilimsel eleştiriye karşı savunmak için de kişisel deneyimlere, komplo teorilerine ya da çarpıtılmış bilimsel verilere başvururlar.

BEYNİMİZ BİZE OYUN MU OYNUYOR?

Sahte bilim savunucuları, insan beyninin algısal çarpıtmalara ne kadar müsait olabileceğinden genellikle habersizdirler. Bu anlamda baktığımızda çoğunlukla savundukları fikirlere samimiyetle kendileri de inanırlar. Ne yazık ki temsil ettikleri fikirlere inanan milyonlarca insanı da tam olarak bu yolla ve farkında olmadan kandırırlar. Sahte bilim örneklerine inanan biriyseniz, siz de doğal olarak, bilimsel veriler yerine kendi kişisel deneyimlerinize ya da algılarınıza güveniyor olabilirsiniz fakat tam da bu aşamada samimiyetle belirtmek gerekir ki sahte bilimlere duyulan inanç kişiyi "kendini bilmeyen" bir birey yapmaz. Çünkü bugün, 150 yıla yakın bir geçmişe dayanan modern psikolojinin, nörolojik araştırmalardan da destek alarak güçlendirdiği savlarına göre, algılarımızın, duygularımızın ve düşüncelerimizin bilinç düzeyimizin haricinde, farkında olmadığımız bir çok bilinç dışı etkene bağlı olduğu bilmekteyiz. Gerçekten deneyimlediğimizi düşündüğümüz bir olayın, kısmen ya da tamamen beynimiz tarafından yaratılan algısal yanılgılar ya da çarpıtmalar içermesi ihtimali oldukça yüksektir. Zaten bilimin bu kadar katı sınama yöntemlerine dayanıyor olmasının en büyük sebebi belki de tam olarak budur. Çünkü insan beyni karmaşık bilimsel teoriler üretmek üzere değil, doğada hayatta kalabilmek için pratik çözümler ve refleksler üretmek üzere evrimleşmiştir. Bu nedenle insanın bilişsel algıları, evreni her boyutuyla algılamak için fazlasıyla kısıtlıdır. Hali hazırda kısıtlı olan bu algıların kendi içinde çarpıtmalara ve yanılgılara uğrama ihtimali de her zaman vardır. Bu yazı dizisinde sahte bilimlere olan inanma eğiliminin psikolojik temellerini de ayrı bir başlık altında detaylıca bulabileceksiniz.

KİM OLUYORUZ BİZ?

Yüzlerce yıllık bilimsel birikimin, ağır maddi ve manevi yükler pahasına test edilerek sağlamlaştırılan net ve güvenilir verileri varken, sahte bilimlerin belirsizliklerle dolu tuhaf cazibesine bu kadar eğilimli olabilmemizi yalnızca bilişsel manipülasyonlarla açıklamak kolaycılık olur elbette. Fakat anlamamız gerekir ki; bir yandan birkaç saniyelik aşı enjeksiyonlarıyla atalarımızı kitleler halinde ölüme sürüklemiş salgın hastalıklardan ömür boyu korunabilirken, dünyanın tüm bilgisine elimizden daha küçük akıllı telefonlar vasıtasıyla birkaç dokunuşla ulaşabilirken, diğer yandan da iş varoluşumuzun kendisini açıklamaya geldiğinde, bilimin bin bir emekle damıtılmış parlak bulgularına sırt çevirip, sahte bilimlerin karanlıklarla dolu sahtekarlıklarına bel bağlıyor olmamız olgunlukla sorgulamamız gereken büyük bir çelişkidir. Hatta, kendimize karşı yeterince dürüst ve açık sözlü olabileceksek, düpedüz bir ikiyüzlülüktür bu!

Carl Sagan, Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı kitabında şöyle yazmıştı: "Bilimin yükünü taşıyamayanlar, kurallarını görmezden gelmekte özgürdürler. ancak bilimi bölük pörçük benimseyerek, güvenli gördüğümüz yerde uygulayıp, tehdit altında hissettiğimizde bir kenara atamayız çünkü böyle davranabilecek kadar bilge değiliz. Beyni hava geçirmez bölmelere ayırıp her birinin kapısını iyice mühürlememişsek, nasıl hem uçaklarla uçar, radyo dinler, antibiyotik alır hem de dünyanın 10.000 yaşında olduğuna veya yay burcundan olanların arkadaş canlısı ve nazik olduğuna inanabiliriz?"

Carl Sagan, konu bilimin halka anlatılması olduğunda dünyanın "gelmiş geçmiş" en başarılı ismiydi belki de. Onu bu kadar başarılı yapan, zor ve karmaşık konuları her insanın anlayabileceği sadeliğe indirgeyebilme yeteneği ve sunduğu bilgiler toplumun kutsiyet addeddiği değerlerle çeliştiği halde kimseyi kırmayan, üzmeyen ve rencide etmeyen naif tavrıydı. Bizler onun olgunluğuna ve bilgeliğine çok uzağız belki fakat bu durumu daha keskin kelimelerden oluşan sorular sormak adına bir avantaj olarak da kullanabiliriz.

Bilim ve felsefe tarihi boyunca yaşamlarını evreni anlamaya adamış, düşünceleri için işkencelere uğramış, hapsedilmiş, dışlanmış, ezilmiş hatta yok edilmiş filozofların ve bilim insanlarının emeklerinden süzülerek bugünlere gelmiş bu paha biçilemez değere, "bilime" sırtımızı dönme hakkını hangi cesaretle ve cüretle kendimizde bulabiliyoruz ki?

9 yorum:

  1. Sayın Keytarist,

    Öncelikle hoş geldiniz demek isterim.

    Yazınıza tamamıyla katılıyorum. Zaten o yüzdendir ki, sahte bilime ve hurafelere olan inancın da nedeni; “Çünkü insan beyni karmaşık bilimsel teoriler üretmek üzere değil, doğada hayatta kalabilmek için pratik çözümler ve refleksler üretmek üzere evrimleşmiştir.” cümlenizde de çok güzel açıklandığı üzere, arkaik zamana ait beynimizin, bugün hala hayatta kalmak ve çevreye uymak adına ve ne yazık ki, sorgulamak yerine doğrudan kabul eden ilkelliğin izleridir.

    Aslında birçok insan gerçeğin ne olduğunu bilmek istemez. Onlar, kendilerini güvende hissettikleri müddetçe inandıklarının gerçek olmasını isterler.

    İzin verirseniz ben de sevdiğim iki sözle cümlelerimi bitirmek isterim.

    21. Yüzyılın cahilleri, okuma yazma bilmeyenler değil; okumayanlar, öğrendikleri yanlış bilgileri değiştiremeyenler ve yeniden öğrenemeyenler olacaktır.
    Alwin Toffler

    Kendinizi iyi hissetmenizi sağladığı sürece bir şeyin doğru olup olmadığını umursamamak, cebiniz doluysa paranın nereden geldiğini boş vermek kadar kötüdür.
    Carl Sagan

    Saygılarımla

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Erol Bey çok teşekkür ederim sıcak karşılamanız, değerli fikirleriniz ve katkılarınız için.

      Sil
  2. “beyin oynuyo” yerine “beyin boktan” desek daha doğru olur.

    beyni/kendimizi/insanı bilmeden başka şeyleri bilmenin imkanı yok

    beyin sürekli uyuyan bişey sanki, bişey dürtmese uyanmıyo, dürtüle dürtüle gidiyo, e artık en çok dürtülen şanslı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. birine bi cümle kurarsınız ateist olur, bin cümle kurarsınız teist kalır.

      böyle bi acayip beyin durumuda var.

      beyin beyinden üstün olabilir mi.

      Sil
    2. yok yok, bu insanlık/beyin imana mahkum.

      Sil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. Yeryüzündeki insan sayısı kadar beyin farklılıklarımız var. Herkes kendi doğasını yaşar. Herkesin kendinden yana olması bu yüzdendir. Kendinden başkasını asla tanıyıp kanıksayamayacak olan insanoğlu, kendinde var olana var; yok olana da yok diye gelmiştir. Var oluşun sırlarını kimse bilmediği veya akıl sır erdiremediği gibi, biliyormuş gibi yapması da komik. Bilim yanlıları, materyalistler, radikal dinciler veya ateistler… Her birine ihtiyaç var. Negatif ile pozitifin eşanlamlı olduğu bir konseptte yaşamak bunu gerektiriyor. Siz parapsikolojik özellikler taşıyan birine üfürükçü dersiniz; rüyalarında geleceği geçmişe katan insanlar da size ne kadar yeteneksiz ve 5 duyunuz içinde sıkışmış kalmışsınız der. Bir şeyi gerçek yapan deneyimlerdir. Bilim de kim oluyor ki metafiziğe kükreyebiliyor? Parapsikolojiye yalan diyebiliyor... Her şeyin radikali bağnazlıktır. Bilimin dışında bir şey olmadığını var sayanlar da en az radikal dinciler kadar yobazdır. Sadece düz yol yoktur hayatta, kıvrımlı, yokuşlu, patikalı ve çukurlu yollar da vardır. İnsanları kandırmak veya çıkar uğruna değilse yapılanlar her şey var olmayı hak eder. Bu bilim de olabilir, ilim de. Büyük konuşup "biz de kim oluyoruz" sorusuna kendiniz cevap arıyor pozisyonuna düşmeyelim derim ben...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Var oluşun sırlarının bilinmesi ya da bilinmemesi noktasındaki beklentileriniz, antik bilgeliklerin bize sunduğu mutlaklıklar ölçüsünde ise kesinlikle haklısınız; ne nesnel düşünce, ne de bilim sizi asla tatmin etmez. Zaten bilim, bu yazıda da anlatmaya çalıştığım üzere bu tarz bir mutlaklığı doğası gereği reddeder. Hiçbir bilim insanı, bilimin Evren'e dair her şeyi açıklayabildiğini iddia etmez, edemez. Bu bir gün gerçekleşebilir mi bilmiyoruz ama iddiamız bugün itibariyle bilebildiklerimizin, doğaüstücü olan bir çok inanışın yanlışlarını ortaya koymaya fazlasıyla yettiğidir. Yine bugün bilebildiğimiz kadarıyla ve ikinci yazıda biraz daha detaylı değindiğimiz kadarıyla, ''kişisel deneyim'' kişinin algısal manipülasyonlarına fena halde açık bir kavram. Dolayısıyla, kişisel deneyimi, bir şeyin gerçekliğini ispata yönelik bir dayanak olarak kullanmanız çok ciddi bir hata.

      Sil
  5. akıl çelindi kalp çalındı
    hadi hadi yandan

    YanıtlaSil