Sahte Bilimler: 2 - Siz Kendinizi Yormayın, Gezegenler Halleder

12 Yorum
Astroloji, insanların karakter yapılarının ve ömürleri boyunca yaşayacakları tüm olayların, doğdukları anda gök cisimlerinin bulundukları pozisyonlara göre belirlendiğini ve bu gök cisimlerinin güncel hareketlerinin insanların anlık ruh halleri ile iş, aşk, veya aile yaşamları üzerinde etkili olduğunu iddia ederek, yorum ve kehanetlerde bulunan en yaygın sahte bilim örneğidir.

ASTROLOJİ NEDEN SAHTE BİLİMDİR?

Astroloji bir sahte bilimdir çünkü kendisini astronomi biliminin yöntemlerini ve bulgularını kullanıyormuş gibi gösterse de deney ve gözleme dayanan bilimsel metodların sorumluluğunu üzerine almayı reddeder. Astroloji alanında çalışan kişiler genellikle -önceki yazımızda bahsettiğimiz- bilimsel yöntemlerin varlığından haberdar değillerdir ve belki de tam bu yüzden astrolojinin bir ‘’bilim’’ olduğunu iddia etmekten çekinmezler. Bunu yapmalarının en büyük nedenlerinden biri, astroloji ve modern astronominin ortak bir temele dayanıyor olmasıdır. Bu durumu argümanlarını güçlendirici bir faktör olarak kullanırlar fakat 16. yüzyılda Copernicus, Galileo ve Kepler’in çalışmaları ile başlayarak evren algımızda sarsıcı devrimler yapan ve aydınlanma çağının lokomotifleri olan büyük keşiflerle birlikte astronomi ve astrolojinin ayrılarak bambaşka iki alana dönüştüğünü kabullenmekte zorlanırlar.

VAROLUŞ SORULARINA İLK CEVAP: GÜNEŞ MİTLERİ

Aslında bugünün baskın semavi dinleri ile astrolojik inanışların temeli, insanların zeka evrimi ile birlikte varoluşu sorgulamaya başladıkları ilk anlardan itibaren gökyüzünü gözlemlemeye ve yaptıkları gözlemleri zaman içerisinde sistemleştirmelerine dayanır. İnsanlık tarihinde bir çok toplum birbirleriyle hiçbir bağlantıları olmadan kendi gök bilimlerini geliştirmişlerdir. Doğarak gündüzü, batarak geceyi yaratan; varlığıyla sıcaklık, güvenlik ve yaşam veren Güneş'in mitleştirilmesi, o dönemlerin farkındalıkları düşünüldüğünde oldukça mantıklı duruyor. İlk güneş mitlerinin zaman içerisinde gelişerek bugünün tüm semavi inanışlarının temelini oluşturduğunu gösteren oldukça güçlü ve ikna edici bir çok çalışma da mevcut. Dünya üzerindeki yaşamı bu denli etkileyebilen bir gök cismi varken, diğer gök cisimlerinin de hayatlarımız üzerinde etkin rol alabileceğini düşünmek, o dönemin entelektüel konjonktürü için makul görünüyor.

16. yüzyıla gelindiğinde Copernicus’un çalışmaları ile başlayan, daha sonra teleskopun icadı üzerine Galileo ve Kepler’in çalışmalarıyla güçlenen ve geliştirilen astronomi, çağın tüm dinsel ve astrolojik inanışlarını yerle bir eden bulgular elde etti. O döneme kadar Dünya’nın Evren’in merkezini oluşturduğu ve diğer tüm gök cisimlerinin Dünya’nın etrafında döndüğü varsayımı kabul ediliyordu. Bu dönemde tanımlanan Güneş Sisteminin gezegenleri olan Uranüs, Neptün ve Pluto’nun varlığı daha öncesinde bilinmiyordu. Daha önce çıplak gözle yapılan gözlemlerle, gök cisimlerinin dünyaya olan mesafeleri hesaplanamıyor, Güneş ve Ay gibi aralarında devasa boyut farklılıkları olan iki gök cisminin kütlesel etkileri aynı kabul ediliyordu. Daha da ilginci Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki dönüşü henüz keşfedilmemişti ve bu dönüşün her 100 yılda bir yaklaşık 1,3 derece kayan bir eksende gerçekleştiği henüz bilinmiyordu. Bu şu anlama geliyordu, Modern Batı Astrolojisi'nin temelini oluşturan ve M.Ö. 2000’li yıllara dayanan Babil Astrolojisinden bugüne dünyanın dönüş ekseni yaklaşık 56 derece kaymıştı! Claudius Ptolemy’nin, bugünkü astrolojinin iskeletini oluşturan Tetrobiblos adlı eseri de, modern astronominin devrimsel buluşlarının henüz bilinmediği M.S. 2. yüzyılda yazılmıştı ve o günden bu yana Dünya’nın dönüş ekseni 23 dereceye yakın bir kayma yapmıştı. Buna göre, bugün bildiğimiz 12 burcun da bu eksen kaymasına göre güncellenmiş olması gerektiğini düşünebilirsiniz fakat öyle olmadı ve 12 burç ilk belirlendiği konumunu günümüze kadar korudu. Tam da bu noktada, 12 burcun belirlendiği dönemlerde henüz bilinmeyen bir çok takım yıldızın teknolojik gelişmelere bağlı astronomik ilerlemeler ile sonradan keşfedildiğini ve bu keşiflerin yeni burçlar olarak astrolojik sisteme eklenmediğini de belirtmeliyiz sanırım.

Astrologların argümanlarını savunmak için sıkça başvurduğu ‘’antik bilgelik’’ iddiasını geçersiz kılan bu kronolojik tutarsızlıklar, aynı zamanda insan aklında ciddi şüphelere de yol açıyor. Aslında astrolojinin tarihi hakkında yeterli bilgi sahibi olmasak da, hayatımızın her alanına sirayet etmiş bu sahte bilim örneğinin iddiaları hakkında basit mantıksal sorgulamalar yaptığımızda da bir çok tutarsızlık olduğunu fark edebiliriz.

NEDEN İLLE DE ‘’DOĞUM ANI’’?

Örneğin bir insanın burcunun belirlenmesinde tam olarak ‘’doğum anının’’ dikkate alınıyor olması tuhaf değil mi? Söz konusu olan dünyaya gelen insanın karakter yapısının ve geleceğinin gök cisimlerinin o insan üzerindeki etkisi ile belirlenmesi olduğuna göre, neden bebeğin doğum anından önce, anne karnındayken bu etkilerden muaf olabileceğini düşünelim ki? Anne karnının, gök cisimlerinin etkilerini savunucu bir etkisi mi var? Gök cisimlerinin etkilerinin dünyaya gelecek insanı, anne karnındayken ve artık bir ‘’insan’’ sayılabileceği andan itibaren etkiliyor olması gerekmez mi? Peki bir insanın ‘’insan’’ sayılabileceği ‘’an’’ tam olarak belirlenebilir mi? Burçların belirlenmesinde dakikalar, saniyeler bile bu kadar önemsenirken, 9,5 aya yakın bir sürede yavaş yavaş gelişen bir biyolojik canlının, onu ‘’insan’’ yapan özelliklerinin oluştuğu bir ‘’an’’dan bahsedebilir miyiz?

NÖROLOJİK İNCELEME MÜMKÜN MÜ?

Konuya tıbbi açıdan bakarsak, bugün tüm karakter yapımızı oluşturan ve eylemlerimize yön veren duyusal etkileşimlerimizin nörokimyasal nedenlerini anlamak noktasında çok büyük gelişmeler kaydettik. Beynimizin nörolojik aktivitelerini bilgisayar ortamında görüntüleyebilecek teknolojiye de sahibiz. Gök cisimlerinin güncel hareketlerinin insanların ruh halleri üzerindeki yarattığı kısa vadeli değişimleri bu yöntemlerle gözlemleyebiliyor olmamız gerekmez miydi? Neden şimdiye kadar böyle bir çalışma duymadık? Açıkçası astrolojiyi kendime çalışma alanı olarak seçmiş bir insan olsam ve hayatımı bu işten kazanıyor olsam, bu rekabet koşullarında kendime avantaj sağlamak için böyle bir testi yaptırmaya bizzat gönüllü olurdum.

SOSYOLOJİK VE PSİKOLOJİK ETKİLER DAHA MI AZ İŞ YAPIYOR?

Bir insanın kişiliğinin oluşmasındaki psikolojik ve sosyolojik etkenler bu kadar karmaşık ve güçlüyken, gök cisimlerinin etkilerini tam olarak nasıl konumlandırabiliriz? Mesela, dünyanın iki farklı ucunda, aynı anda doğmuş iki insanın, yaşadıkları toplumların farklı sosyal yapılarına, ebeveynlerinden aldıkları farklı genetik miraslara ve birbirinden tamamen farklı yaşam koşullarına rağmen aynı karakter yapılarına sahip olacaklarını nasıl iddia edebiliriz? Avustralya çöllerinde modern hayattan izole yaşayan bir Aborjin kabilesinde dünyaya gelen bir bebekle, Britanya’da yaşayan akademisyen bir ailenin aynı anda Dünya’ya gelen bebeğinin, aynı karakter yapısına sahip olacağını iddia etmek ya da Nepal’de yaşayan bir Budist topluluğun üyeleriyle, Manhattan’da yaşayan Wall-Street brokerlarından oluşan bir arkadaş grubunun aralarındaki ilişkilerin aynı burç uyumlarıyla incelenebileceğini iddia etmek ne kadar rasyoneldir? Bir de kronolojik olarak bakalım. Yılın aynı günü ve saatinde, Dünya’nın tam olarak aynı bölgesinde 1800 yıl arayla doğmuş iki insanın aynı karakter yapılarına sahip olabileceğini nasıl düşünebiliriz? Daha önce Modern Astrolojinin, 1800 yıl önce Claudius Ptolemy’nin yazdığı Tetrabiblos adlı esere dayandığını söylemiştik. O dönemin psiko-sosyal yargılarının, bu döneme nasıl doğrudan uygulanabileceğini bir düşünün. Aynı evde 5 yıl arayla doğmuş iki kardeşin bile birbirini güçlükle anlayabilmesine neden olan çılgınca bir sosyal değişimin yaşandığı bir çağda yaşıyor olduğumuz gerçeğini unutmadan...

PEKİ YA DÜNYA’NIN ETKİSİ?

Madem insanlar doğdukları anda ya da anne karnındayken gök cisimlerinin pozisyonlarından bu kadar etkilenebiliyor, üzerinde yaşadığımız ve adına Dünya dediğimiz gezegenin etkileri tüm bu hesaplara ne ölçüde katılıyor? Hayatlarımız üzerinde bu kadar etkili olduğu iddia edilen gök cisimlerinden en yakınımızdaki komşu gezegenler bile bize yüz binlerce kilometre uzaklıktayken ve biz onların fiziksel etkilerini 5 duyumuzla algılayamıyorken; adına ‘’yerçekimi’’ dediğimiz, 2 metreden düştüğümüzde kemiklerimizi kırabilecek, hatta bizi öldürebilecek kadar güçlü bu etkinin burçlarımıza, dolayısıyla karakter özelliklerimize, insanlarla ilişkilerimize ve geleceğimize olan katkısı ne ölçüde acaba?

BİLİM İLE ASTROLOJİ ÇARPIŞIRSA

Buraya kadar yaptıklarımız tamamen mantıksal çıkarımlara dayanan, şüpheci sorgulamalardı. Astroloji alanında uzmanlaşmış bir insan bu soruların birkaçına ya da tamamına cevaplar verebilir. Fakat gelin biz Astroloji’yi bir de bilimsel kuramlar ışığında sınayalım.

Başından beri gök cisimlerinin insanlar üzerindeki etkilerinden bahsediyoruz. Peki bu etkiyi yaratan fiziksel kuvvet tam olarak nedir ve bilimsel olarak nasıl tanımlanabilir, alternatiflerimize bir göz gezdirelim. Bugün itibariyle tüm evrene etkidiği bilinen 4 temel kuvvet vardır:
  • Zayıf Nükleer Kuvvet
  • Kuvvetli Nükleer Kuvvet
  • Elektromanyetik Kuvvet
  • Kütle Çekim Kuvveti 
Zayıf ve kuvvetli nükleer kuvvetler yalnızca atom altı düzeyde etkili olan fiziksel kuvvetlerdir ve makro düzeyde canlılara ya da nesnelere doğrudan etki etmeleri beklenmez.

Elektromanyetik kuvvete gelince; gezegenler çekirdek yapıları dolayısıyla manyetik bir alana sahip olabilirler fakat varsa bile bu manyetik alanların güçleri ihmal edilebilecek kadar düşüktür. Örneğin Yerküre’nin manyetik alanı kendi atmosferinden yalnızca birkaç kilometre ötesine kadar etkilidir. Yıldızların manyetik alanları, gezegenlere ulaşabilecek kadar güçlü olabilir fakat Dünya özelinde konuşacak olursak, manyetik alanından etkilenme ihtimalimizin olabileceği tek yıldızın Güneş olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Güneş’in manyetik alanının Dünya üzerindeki etkisi de hesaplarda ihmal edilebilecek boyutlardadır. Hatta bugün tıp alanında sıkça kullandığımız Manyetik Rezonans görüntüleme (MR) cihazlarının üzerimizde yarattığı manyetik alan etkisi Güneş’in üzerimizde yarattığı manyetik alan etkisinin kat be kat fazlasıdır. Manyetik alanlar kişiliklerimiz üzerinde etkili oluyor olsaydı, saatler süren MR seansları sonrasındaki günlerde yakınlarımızın davranışlarımızda bazı beklenmedik değişimler saptaması kaçınılmaz olurdu. Hatta bu gerçekten mümkün olsaydı elektromanyetik alan üzerine çalışan cihazlar icat ederek, kişiliğimizin beğenmediğimiz kısımlarına rötuşlar atabiliyor hatta bazı psikolojik rahatsızlıkları bu yolla tedavi edebiliyor olmalıydık.

Yine de bir an için Güneş’in elektromanyetik etkisinin kişiliklerimiz ve geleceğimiz üzerinde etkili olduğunu kabul etsek dahi, astrolojinin yalnızca tek bir gök cismi üzerinden çalışmadığını astrologların kendisi de kabul edecektir. Dolayısıyla astrolojinin elektromanyetik kuvvet’i yalnızca Güneş üzerinden sahiplenmesi, kendi kendisini çürütecek anlamsız bir yaklaşım olur.

ASTROLOJİYİ NEWTON’IN KÜTLE ÇEKİM PRENSİBİ İLE SINAMAK

O halde geriye astrolojinin iddia ettiği gibi gök cisimlerinin insanlar üzerinde etkili olabilmesini mümkün kılacak tek bir kuvvet kalır: Kütlesel Çekim Kuvveti. Lise fiziğinde öğrendiğimiz temel kavramlardan biri olan Newton’ın Kütle Çekim Prensibi; evrendeki tüm nesnelerin birbirlerini, kütleleriyle doğru orantılı, aralarındaki uzaklığın karesi ile de ters orantılı olarak değişen bir kuvvetle çektiğini ifade eder.

Bu prensibe dayanarak, bize yüz binlerce km uzakta olan gök cisimlerinin biz insanlar üzerindeki çekim kuvvetlerini hesapladığımızda, bilimsel olarak hesaba katılamayacak kadar küçük sonuçlar elde ederiz. Bu hesabı yapmak için bilim insanı olmanıza da gerek yok. Newton’ın kütle çekim prensibinin basit formülünü, istediğiniz gök cisminin kütlesini, bize olan mesafesini formülde yerlerine koyarak, üzerinizdeki çekim etkisinin yanınızda oturan arkadaşınız ya da açmak üzere olduğunuz bir çelik kapı kadar bile olmadığını matematiksel olarak görebilirsiniz.

Bu hesaplarla uğraşmamak ve örnek bir uygulamayı hemen görmek isterseniz, Evrim Ağacı’nın yayınladığı ‘’Astroloji’yi Matematiksel Olarak Çürütmek...’’ isimli makalede, bahsettiğimiz kütle çekim denkleminin ‘’Merkür Etkisi’’ denen meşhur astrolojik olay üzerinden yapılmış doğrudan bir matematiksel uygulamasını, detaylı açıklamalarla bulabilirsiniz.

NEDEN KOLAYCA İNANIYORUZ?

Peki nasıl oluyor da milyonlarca insan astrolojinin kendi burçları hakkındaki yorumlarının ve kehanetlerinin doğru çıktığına inanabiliyor? Bu konuda yapılmış bir çok psikolojik gözlem mevcut fakat en bilineni, Forer ya da Barnum Etkisi olarak adlandırılan gözlemsel çalışmadır. Forer ya da Barnum Etkisi; kişilerin genel bir çoğunluğa uyabilecek kadar genel ve yuvarlak ifadeler barındıran bir tanımlamaları, kendilerine özelmiş gibi hissetmeleri durumunu açıklar. Gerçekten de, ister gazete sayfalarındaki günlük burç yorumlarında, ister yüzlerce lira harcayarak satın aldığınız size özel astroloji seanslarında duyduklarınızı objektif bir gözle tekrar değerlendirirseniz, tüm yorumların, tanımlamaların ve kehanetlerin gerçekte bir çok insana uyabilecek kadar genel olduğunu fark edebilirsiniz. Elbette size özel yapılmış bir astroloji seansında çok daha detaylı yorumlarla karşılaşırsınız. Burada da karşınızdaki profesyonelin bilerek ya da bilmeyerek uyguladığı ve ‘’cold reading’’ denen bir teknikle, sizden aldığı tepkileri değerlendirerek, hayatınız hakkında daha detaylı da olsa, kesin ifadeler içermeyen yorumlarda bulunduğunu görebilirsiniz. Eğer astroloğunuza olan güveniniz tamsa, psikolojik olarak teslimiyetçilik gösterip hem ona istediği ipuçlarını verip hem de yapılan genel yorumları üzerinize almaya fazlasıyla eğilimli olabilirsiniz. Serinin devam yazılarından birinde, sahte bilimlere olan genel eğilimin psikolojik etkilerine özel olarak ve daha detaylı değineceğiz.

‘’İYİ DE NE ZARARI VAR? ALT TARAFI EĞLENİYORUZ’’

Gerçekten de; ne zararı var ki? İnsanlar sonuçlarını bağlayıcı bir hale getirmeden, yalnızca eğlenmek için astrolojiyle ilgilenemezler mi? Konuyu araştırırken bir sitede, burç uyumları üzerine yazılmış bir yazının başlığında şöyle bir ifadeyle karşılaşmıştım: ‘’Başarılı çiftlerin sırrı anlayış ve iletişimdir diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Yıldızlar sizin için çoktan karar vermiş bile.’’ Muhteşem değil mi? İnsanlarla olan ilişkilerinizde anlayış ve iletişim adına gösterdiğiniz çabaların hepsi boşa. Gök yüzünde sürekli devinen milyarlarca yıldız ‘’anlamkeş’’ algılarımızda bir işe yaramalı elbette. Aşk hayatımızı düzenlemek gibi mesela!..

Sanırım astrolojiyle ilgili en masumane tehlike, kendi karakteriniz, başkalarının karakterleri, geleceğinizde başınıza gelecek olaylar ve başka insanlarla uyumunuz hakkında haksız ön yargılara varmak olabilir. Gerçekte çok uyumlu bir ilişki kurabileceğiniz özelliklere sahip bir insana, sırf burç özellikleri yüzünden olumsuz bir ön yargı geliştirip haksızlık edebilirsiniz ya da tam tersi; sizin için çok uygun olduğunu düşündüğünüz bir burca mensup birine gereğinden fazla bir olumlu ön yargıyla yaklaşıp ileride sizi mutsuz edecek hayal kırıklıklarına zemin hazırlayabilirsiniz. İşin kötüsü astrolojiye inanmıyor olsanız bile bu sonuçlardan muaf sayılmazsınız çünkü çok hoşlandığınız biri sizin burcunuzu zihninde ‘’engellemiş’’ olabilir. Astroloji inancını çok ilerilere götürüp, tüm hayatını yıldız haritalarının öngördüklerine göre belirleyen, tüm çevresini sevdiği burçlara mensup insanlardan oluşturan, hatta kendisine ‘’yasaklı burçlar’’ belirleyen ve tüm bunlar için astrologlara küçük servetler ödemekten çekinmeyen o kadar çok insan var ki.

Nihayetinde astroloji, küçük cahilliklerin büyük cehaletleri beslediği toplumsal aklın dinamiklerinde önemli bir katalizör görevi görüyor. İnsanı tüm Evren’in merkezi ilan eden küstah tavrıyla yaşamı ve binlerce yılda bin bir çabayla gelişerek keskinleşen modern insan aklını küçümseyerek toplumsal gelişimin önünde ciddi bir engel oluşturuyor. Bilgiye olan açlığımızı inanç zehri ile uyuşturuyor ve cehaleti besliyor. İnsan türü olarak; karakter yapılarımızın, düşüncelerimizin, davranışlarımız ve geleceğimizin sorumluluğu ile yüzleşecek zihinsel evrimi çoktan geçirdik. İhtiyacımız olan tek şey kör inanç yerine bilgiyi koyacak zahmeti göstermek gibi görünüyor.

keytarist

Sahte bilimler dizisinin diğer yazıları:
1- Kendine çelme atan insan
3- Samanyolu'nun varoşlarına seyahat

12 yorum:

  1. yazı, astroloji olmadığı mı, yoksa evrende bi yazılımın olmadığı mı. tam anlayamadım

    medya da astroloji baş haberlerde bile oluyosa, vay insanlığın haline

    http://ekonomi.haberturk.com/ekonomi/haber/1055561-en-zenginler-hangi-burctan-cikiyor

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ''Yazılım'' derken tam olarak neyi kastettiğinizi belirtirseniz, neyi anlamadığınızı anlamak adına beni rahatlatmış olursunuz. Yine de doğrudan sorduğunuz kısma yanıt vereyim; astroloji vardır, binlerce yıldır var olmuştur ve yaklaşık 400 yıl öncesine kadar da ciddi bir bilim olarak görülmüştür. Bu yüzden ''astroloji yoktur'' demek mantıklı bir önerme olmaz. Bizim burada göstermeye çalıştığımız, mevcut bilimsel veriler ışığında astrolojinin iddialarının yanlış ve temelsiz olduğudur. Özetle, astroloji vardır ama bir sahte bilim olarak vardır.

      Sil
    2. http://www.sozce.com/nedir/339674-yazilim
      yazılım = program = software = robot vs...

      Sil
  2. Astrolojinin falları son derece gereksiz olsa da; astrolojiyi teoriden pratiğe çektiğinizde insanların burç tahminlerinde yüksek oranda başarı göstermeyi neye bağlar insan? Sezgi mi? Olmayan bir şeyi doğru sezemezsiniz. Hele ki prapsikolojinin ilgi alanına giren durugörü, rüyacılık benzeri özellikler taşıyorsanız. Bilim, metafiziğin sırlarla dolu gerçeklerine karşı cahildir. Herkes farklı deneyimler edinir, farklı tabiyattadır. Bence insanı azımsıyor insanoğlu. İnsan 5 duyunun da dışında duyular dışı algılamayla çok büyük güçlee sahip oluyor. Bu güç o kadar tatmin edicidir ki; kanıtlamaya bile ihtiyaç duymazsın. Astolojinin horoskop tayini su götürmez derece pratikte işler. Gezegen neye göre uzaktır, nereden baktığına bağlı. Düşünme ve telepati varken ve dünyanın bir ucuna varabilirken, Koskoca benim gezegenim Jüpiter bana etki edemez mi? Canlı cansız etkileşim halinde olduğumuz enerjileriz hepimiz. İnsan beyni evrimleşmeye devam ediyor. 5 duyunun ötesine geçiyor. Bir sürü örnekleri var. Evrenin Dili. com sitesindeki yeteneklere bakmanızı öneririm. Bilim hala 5 duyuda çakılı kalmaya meyilli. Bilimin kısıtlı kabullenirliği yüzünden metafizik aldı başını gidiyor. Sizin gerçekliğiniz ve bilimin kıldığı gerçeklik subjeden ibaret. Benim durugörülerim ve rüyacılığım da benim subjelerim. Bilim bana gelecekten önizlemeler göstermediği sürece metafizikte kaybolmayı yeğlerim. Lezzetini bilmeyenler için üzgünüm ama yok saydıklarınız, yetenekleriyle hayat bile kurtarıyorlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 'gezegen neye göre uzaktır, nereden baktığına bağlı' derken neyi kastettiğinizi çok merak ettim. bugün bir horoskop tayinini yaparken gözlemlediğiniz yıldızların görüntüleri belki binlerce, milyonlarca yıl öncesine ait. Belki o yıldızlar şu an yerlerinde bile yoklar. Belki süpernova patlamalarıyla evrenin dört bir yanına saçıldılar, belki de kendi içlerine çöküp birer karadelik oluşturdular.

      'Düşünme ve telepati varken', telepatinin varlığını peşinen kabul etmemizi bekliyorsunuz? Telepatinin bilimsel yöntemle gösterildiği bir çalışma gösterebilir misiniz? Aksini gösteren bir çok çalışma mevcut. Dolayısıyla argümanlarınızı gerçekliği olmayan olgular üzerinize kurmanız sizi yanlışa götürür.

      'Canlı, cansız enerji içerisinde olduğumuz enerjileriz hepimiz' demişsiniz. Buradaki enerjiyi de fiziksel olarak tanımlayabiliyor olmalısınız.

      'İnsan beyni evrimleşmeye devam ediyor, 5 duyunun ötesine geçiyor' demiş ve argümanlarınıza dayanak olarak reddettiğiniz bilimin en büyük yıldızlarından birini, evrimi göstermişsiniz. Fakat ne yazık ki, Evrim'in çalışma mantığından pek haberdar değilsiniz. Evrim, canlıların içinde bulundukları ortama uyum sağlamaya yönelik özellikler geliştirebildikleri ölçüde seçilmesidir. Atalarımız milyonlarca yıllık evrimsel gelişim süreçleri boyunca, yaşadıkları ortama uyum sağlamak için; tatma, görme, koklama, dokunma ve işitme özelliklerini geliştirmiştir. Bugünkü düşünsel yetilerimiz de bize bu sürecin bir mirasıdır ve bu süreç tamamen biyolojiktir. Bu mantıkla bakıldığında, insan türünde, yaşamsal ihtiyaçlar anlamında, doğaüstücü bir zihinsel gelişimin seçilmesi komik bir iddia olur.

      ''Bilim hala 5 duyuda çakılmaya meyilli'' demişsiniz. Okuduğunuzdan şüphe etmeye başladım fakat ilk yazımda bilimin deney ve gözlemi şart koşmasının, insan duyularının manipülasyona çok açık olmasından kaynaklandığından bahsetmiştim. Dolayısıyla bilim 5 değil 15 duyu da olsa, deney ve gözlem olmadan hiç bir çıkarımı doğrulamaz, üzerine bir akıl kurmaz.

      ''Bilimin kısıtlı kabullenirliği yüzünden metafizik aldı başını gidiyor'' diyorsunuz. Demek ki, manipüle algılarınızla düşündüğünüz, hissettiğiniz bir şeyin gerçekliğinin sorgulanması yerine, safsatalar üzerinden gizemler yaratıp, insanların merak duygularını suistimal etmek daha kolayınıza geliyor. Fakat yine de hakkınızı vereyim, tüm yazdıklarınız içinde sizi haklı bulduğum tek nokta, cümlenin geri kalanından bağımsız olarak metafiziğin alıp başını gidiyor olması. Çünkü cehalet her zaman daha ucuz.

      Sil
    2. neden bıraktınız yazmayı -(-ve blog yazmayı-)- deniz meltem hanım;
      metafiziği tartışmak yersiz-bu dünya böyle;
      zaman ayrısın gerçeklerin işini
      ama metafiziği bi doğaüstü yetenekler silsilesi gibi görmek anlamak ve sunmakta yersiz gibi
      madde olmayan madde cinsinden değildir ve madde değildir ; antimaddedir
      bilim gözlemleyemediğine yok diyorsa ve diyecekse ve her şeyi materyalize edecekse bu sorunların çözümü yoktur; iki kutup olur ve oluşur-öyle diyenler ve böyle diyenler ve işin içinden çıkmayanlar kulübü oluruz biz
      maddeciler için her şey madde; maddeci olmayanlar içinse madde ilüzyondur-gerçekte tabi; bu böyle

      bunlar sadece çatışmaların unsurları ya da demeçleri ya da yansımaları;
      bi çözüm yolu yok; çözüm için atılmış bi adım ya da sunulmuş
      çatışmayı ortaya koyuyor sadece

      Sil
    3. ''Bilim gözlemleyemediğine yok diyor'' diyerek bilimi olduğundan çok daha doktrinsel ve materyalist görmek hatalı bir bakış açısı. Bilim gerçekliği iddia edilen kavramlar için kanıt arar. Eğer insanları bir şeyin varlığına ikna etmek istiyorsanız, doğru olan yol inanç sömürüsü değil, deneye ve gözleme dayalı kanıttır der. Fakat bilimin bakış açısından ''sahte bilim'' olarak kabul edilen metafizik kavramlar, kendilerini yalnızca ''kişisel deneyimler'' ile ortaya koyabilir. Fakat bu noktada da insanın duyu organlarının ve bilişsel yapısının psikolojik sapmalara ne kadar müsait olduğunu bir çok örnekle görebiliyoruz. Dolayısıyla kişisel deneyimden kanıt olmaz.

      Evreni ve yaşamı nesnel ve bilimsel temeller üzerinden, kanıta dayalı gerçeklere dayanarak değerlendirmeye çalışan insanları; duygudan, maneviyattan uzak, ruhsuz, sevgisiz robotlar olarak görmek, o bakış açısına hiçbir zaman sahip olmamış olmanın getirdiği bir yanılsamadır. Gerçekler kimseye zarar vermez fakat yanlış inançlar öyle değil.

      Sil
  3. Inanilmaz derece başarılı buldum; şaşkınlığımın kayda değer bir kısmı aynı şeyleri defalarca hiç bıkmadan başkalarına anlatıyor olmamdan ve simdi de büyük benzerlikle karşımda görmemden kaynaklanıyor sanırım.
    Çok başarısınız..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Düşünceleriniz için teşekkür ederim Rabia Hanım. İnsanlar içlerinde yaşadıkları evreni subjektif olarak algılamakta özgürler fakat objektifliği seçip, gerçeği aramaya çalışan bir avuç insan, bilgiye de ulaşabildiği ölçüde ortak bir paydada buluşurlar eninde sonunda. Dolayısıyla başarılı olan, bu bilgilere sahip olmamız için doğrudan çalışan tüm felsefeciler ve bilim insanlarıdır. Umarım daha fazlasını bulabilir, öğrenebilir, Evren'i çok daha net bir gözle görebilmeyi başarabiliriz.

      Sil
  4. burcunuz bugün ne diyor

    aşk/namaz sağlık/oruç ve para/zekat durumu

    koç burcu

    gökler mutlu ve huzurlu ve mesut ve bahtiyar bi günü müjdeliyor. zekatınızla ilgili önemli bi sorununuz ortadan kalkacak. dikkat etmeniz gereken en önemli konu başkalarının imanına müdahale etmemeniz. kimseye karışma, olmasın derdin barışma .eşinizin sıcak yaklaşımıyla orucunuz sabırla ve huzurla geçecek. bugün heyecanlı/coşkulu namazlar yaşayabilirsiniz.

    boğa burcu

    bugün sabah namazı sonrası eşinizle bi sorun çıkabilir ve şiddete gidebilirsiniz. ama öğle namazından sonra bu mesele hallolur. zekatınız konusunda olumlu gelişmeler var, ayrıca tanrı zekatınızı memnuniyetle kabul edeilecektir. orucun boğaların böbreklerine fayda getireceğini unutmayın. ayrıca hurma sonrası su içmeniz safra ve ödünüze iyi gelecektir.

    ikizler burcu

    eşiniz namaz kılmanız konusunda sizi zorlayabilir, bu konuda keçi inadı gibi inatlaşabilir, siz fikirlerinizi sakince belirtip durumu alttan almaya bakın. oruç tutmuyorsanız oruç tutan eşinizin karşısında yemek yemeyin. evet paranız olsa elbet zekat verirdiniz, bunu bilyoruz, size surat asanlara karşı düşman olmayın.

    yengeç burcu

    tanrı sizi seviyor. şükrü ve hamdi iyi biliyonuz. israftan kaçıyonuz. güleryüzle namaza duruyonuz. orucunuzu kalbinize işinizi aklınıza koyup dünya ve ahireti uyumlu ve doğru şekilde taşıyabiliyonuz. siz zekata, miktar ve zaman koyanlardan değilsiniz. fakirler sadece ramazanda ve bizden farklı mı aç diyosunuz. burcunuz size cennet kapılarını sonuna kadar açıyor.


    …………………
    ……………..
    ………...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. not: bu dalga filan değil. dalga filan deyip canınızı sıkmayın. dalga deyip gerçeği görmekten mahrum olmayın.

      Sil
    2. astrolojinin ve semavi dinlerin aynı temelden türediği, hatta birbirilerinin mitolojik altyapılarını oluşturduğu gerçeğinden mahrum değiliz, teşekkürler.

      Sil