Beynimiz ve Biz: Dunning-Kruger Sendromu / Cahil Cesareti

6 Yorum
Yazımıza geçmeden önce sizinle, alıntı iki yazı paylaşalım.

Birinci Yazı

BİLGİSİZLİĞİN GETİRDİĞİ GEREKSİZ ÖZGÜVEN 
1995 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Pittsburgh kentinde bir günde iki banka soyulur. Her iki soygunu da McArthur Wheeler adında, 44 yaşında bir adam gerçekleştirir. Ancak aynı gün içinde yakalanır. Wheeler'a güvenlik kameralarının kaydettiği görüntüler izlettirildiğinde çok şaşırır ve şöyle der: “Ama ben yüzüme limon suyu sürmüştüm!” Wheeler yüzüne limon suyu sürünce görünmez olacağını ve güvenlik kameralarına yakalanmayacağını düşünmüştür.

İkinci Yazı

NE OLUR MÜTEVAZİ OLMAYIN! (DUNNİNG-KRUGER SENDROMU)
Televizyon izlerken birilerine bakıp da "Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş?" diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Ya da iş yerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı? Onlara bakıp "Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?" diye iç geçirdiniz mi?

Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD'li bu hissi çok yaşamış olacak ki, iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı: "Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır." Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:
  • Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler. 
  • Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir. 
  • Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler. 
  • Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.
Bitmedi...

Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi. Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin "kendilerine güvenleri" müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı. Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise "en alçak gönüllü" deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.

Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı: "İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan 'yetersiz' kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür! Ancak bu 'cahillik ve haddini bilmeme' karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. 'Eksiler' kariyer açısından 'artıya' dönüşür. Sonuçta, 'kifayetsiz muhterisler' her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler.

Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında 'fazla alçak gönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler. Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler. Muhtemelen üstleri tarafından da 'ihtiras eksikliği' ile suçlanırlar."

Ne olur fazla mütevazı olmayın! "Siz de çevrenize şöyle bir bakın." diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti...

Bence Dunning ile Kruger'in, bu çalışmalarıyla 2000'de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi'nin Ig Nobel'ini alma nedeni "cahil olmamalarıydı".

Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russell'in bir sözüyle bitiriyorum: "Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır."

Şimdi yazımıza dönelim.

BİLGİ, KULLANANIN KİŞİLİK YAPISINA BAĞLI OLARAK, ZAMAN ZAMAN BİR TEHDİT OLUP, KİŞİNİN GİRİŞİM CESARETİNİ KIRIP BAŞARISIZLIĞA GÖTÜREBİLİRKEN; BİLGİSİZLİK, ZAMAN ZAMAN CESARETİ (MOTİVASYONU) SAĞLAYARAK BAŞARIYA DA ULAŞTIRABİLİR.

Düşünülenin aksine, bilgi "her zaman" başarının temel unsuru değildir. Çünkü, bilgiyi işleyen kısım alnımızın hemen arkasındaki prefrontal korteks adı verilen düşünen beyin iken, bir şeyi yapmaya yönelik olarak bizi harekete geçiren (motive eden) kısım ise, beynimizin ortasındaki alt sistemler bütünü olan limbik sistem yani duygusal beyin adı verilen kısımdır. Bunun anlamı şudur: Yukarıda da ifade edildiği gibi, kişilik yapısına da bağlı olarak, beyne giren yeni bir bilgi, bireyi risk almaktan ve dolayısıyla muhtemel bir başarıya ulaştırmaktan uzaklaştırabilir. Halbuki, aynı bilgi ile, başka bir kişi, riske girmekten çekinmez. Riske girmeyen kişi için yeni bilgi, yeni belirsizlik sahaları açmıştır. Bunları halletmeden, işe kalkışmaz. Buradaki risk, bireyin sadece fiziksel olarak zarar görmesi değil, başarısız olması durumundaki kaygıyı şimdiden hissediyor olmasıdır. Çünkü beyin, başarıdan önce, var olmak ve varlığını sürdürmek üzere, belli bir derceye kadar riske (tehdit) girmemeyi, başarıya tercih edecek şekilde evrimleşmiştir. Aksi halde, türün varlığı tehlikeye düşerdi. Onun içindir ki zaman zaman edindiğimiz yeni bilgiler, bizi yapmak üzere olduğumuz o işten vazgeçirtebilir. Tabii ki, günümüzde türümüzün varlığı değil ama, başarısızlığın getirdiği utanç duygusu devrededir.

Yapılan araştırmalar, kaybettiğimiz bir şeyi ve bunun bize verdiği acıyı telafi etmek için hissedilen acının iki katı karşılığı haz (sevinç) yaşaması gerektiğini göstermektedir. (Nucleus Accumbens/Ödül Merkezimiz) Yine örnek olarak, uzun zamandır bize iyi davranan bir kişinin, bize yönelik tek bir yanlış davranışı ile, yaptığı bütün iyilikleri görmezden gel(ebil)iyor olmamızı gösterebiliriz.

ERTELEME dediğimiz davranışın altında da bu mekanizma yatar. Edindiği her yeni bilgi ile kendisindeki eksikliğini daha fazla hisseden kişi, fark ettiği bu eksikliği kapatmak üzere yeni arayışa girer, eğer her edindiği yeni bilgi, kendisinin maruz kalacağı yeni risk ve tehditleri ortaya çıkartacak potansiyele sahipse ertelemeye devam eder. Bu türden erteleme davranışları daha çok mükemmelliyetçilerde görülür.

Peki, CAHİL CESARETİ dediğimiz kavramla bunların ne ilgisi var? Garip gelse de cahil cesareti olarak ifade edilen kavramın kökeni yukarıda anlattıklarımızla bağlantılıdır. Bu türden davranışlar kültürle biçimlense de, kökeni kültürel değil, doğuştandır. Böyle kişiler (cahil cesareti olan kişiler) yeni bilgi edinmedikleri zaman veya edinmiş olsalar da yeni bilgiler, kişilik yapısına bağlı olarak bu kişilerin tehdit ve riskleri seçicilik mekanizmalarını beklenilen düzeyde çalıştırmaz. Diğer bir deyişle oluşabilecek riskleri kestiremedikleri için, duygusal beynin işlevlerinden olan öz güven mekanizmasını çalıştırarak "cahil cesareti" dediğimiz davranış sayesinde, bir çok kişi hüsrana uğrasa da, bazıları zaman zaman  başarıya ulaşabilir. Zaten bizlerin de cahil cesareti ile bir yerlere gelmiş kişiler olarak gördüklerimiz,  Dunning-Kruger Sendromundaki gibi kişilerdir.

Günümüzde onaylamadığımız ancak zaman zaman çevremizde gördüğümüz ve "cahil cesareti" olarak adlandırdığımız bu davranış, geçmişte, binlerce yıl evvel, fazla bilgi sahibi olmadan ve dolayısıyla kişinin motivasyonunu engellemeden (hatta yükselterek) girişimciliğini sağlamış ve türümüzün devamında etken olmuş olabilir. Daha açık söylemek gerekirse, zaman zaman başarı elde etmeye yarayan "cahil cesareti", atalarımızdan bugüne, bir davranış biçimi olarak gelmiş olabilir.

Siz, çevrenizde böyle kişileri tanıyor musunuz?


Erol

Alıntı Kaynakları:

6 yorum:

  1. Çok yararlı bir yazı olmuş :) Teşşekür ederim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Ali Doğan Başar,

      İlginiz ve yazıma verdiğiniz değer için ben size eşekkür ederim.

      Sil
  2. Erol Bey,

    "Cahil cesareti" gibi aslında klişe veya beylik bir kullanım hakkında sunduğunuz bu pozitif bilim ürünü bilgiler gerçekten de oldukça aydınlatıcı olmuş ve aslında bu kullanımın basit bir söz öbeğinden fazlası olduğunu bizlere göstermiştir.

    Teşekkürlerimle....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar Hayyam Bey,

      Öncelikle düşünceleriniz için teşekkür ederim.

      Gerçekten de, hangi kültür olursa olsun, dediğiniz gibi, hayatımıza farklı lisan ve kelimelerle girmiş de olsa, kökeni insanın evrimsel sürecinden bugüne gelen öyle davranış ve tutumlarımız var ki biz bunları, günlük tecrübelerimizden çıktığını düşünüyoruz. Örnek olarak, "pire için yorgan yakmak" gibi bir ifade, insanın, kendi varlığına (fiziksel veya statüsel) bir tehdit söz konusu olduğunda, aslında düşünerek alacağı bir karar ile kendisine daha faydalı olabilecek bir durumda, o anki duygu durumu öne çıkıp uzun vadeli fayda yerine, varlığımızı veya statümüzü (kişiliğimizi/kimliğimizi) korumak adına davranış gösteriyoruz. Yani daha faydalı olacak bir şeyi kısa vadeli bir fayda için reddediyoruz. Bunun nedeni, 6-8 milyon yıldır yeryüzünde olan insanın henüz düşünen beyninin olmadığı zamanda (düşünen beyin yani prefrontal korteksin son 350-500 bin yıl içinde beynimize ilave olduğu düşünülüyor) tehdit altında kaldığında veya o kişi bulunduğu grup içinde aşağılandığında, kendisini savunmak için çabuk karar vermesi gerekiyordu. Çünkü düşünen beyni henüz yoktu. İşte bu nedenle, günümüzde bir kişi uzun vadeli düşünüp ve sabır gösterse, bir müddet sonra eline iyi bir ödül geçeceğini bilse bile, söz gelimi bu ödülle ilgili gururuna dokunan bir şeyden dolayı, alacağı o ödülden vazgeçebilir. Çünkü beyin, öncelikli olarak ödüle değil, kısa vadeli olan kimliğinin tehdit altında olduğuna bakarak, karar mekanizmasını düşünen beynin elinden alır, karar almayı duygusal beyne verir. Mesela, küçük çocuklara yapılan “lokum deneyi”nde olduğu gibi, aslında çocuklar, 15-20 dakika sabretseler, iki lokum alacakları halde, deneye katılan çocukların belli bir kısmı, sabırsız davranıp tek lokum ile yetiniyorlar. Bunun anlamı, bir şeyden hemen zevk almak istiyorsak duygusal beynimiz karar verirken, biraz sabretsek, uzun vadede kazançlı çıkacağımıza dair kararı düşünen beynimiz veriyor demektir. Nitekim, çocuklara yapılan deneylerden, aynı çocuklar yetişkin olup takip edildiklerinde, sabır gösterip, iki lokumu tercih eden çocukların daha başarılı ve anlayışlı oldukları görülmüş. Görülüyor ki, “sabrın sonu selamet” veya “öfkeyle kalkan zararla oturur” ve benzeri ifadeler aslında birkaç milyon yıl evvelki davranışlarımızın bugünkü derin izleridir. Ve diğer dillerde de, tamamen aynı olmasa da, yakın anlamdaki ifadeleri muhakkak vardır. Yani bütün bu davranış ve tutumlarımız, kültürel değil, kalıtımsaldır. Diyeceğim o ki, kişiliğimiz de dahil olmak üzere beynimizde atalarımızdan çok izler taşıyoruz. Onun içindir ki, yazılarımda genellikle bir şekilde bahsettiğim gibi, aldığımız kararların (ki buna aldığımız karar denemez, çünkü duygusal beynimiz otomatik olarak alıyor) büyük bir çoğunluğu, düşünen beynimiz tarafından değil, duygusal beynimiz tarafından alınmaktadır. Ve bunun da nedeni, beynimiz daha doğrusu beynimizin duygusal karar alan kısmı, yukarıda da ifade ettiğim gibi, son 350-500 bin yılda ilave olan düşünen beynimize hala yabancı muamelesi yapmaktadır. Yani, onu henüz tam olarak sindirememiştir. Diğer bir deyişle, aynı kafatası içinde duygusal beyin, düşünen beyne “ben ev sahibiyim, sen misafirsin, ara sıra senin dediğin olur ama çoğunlukla benim sözüm geçer” demektedir. Günümüzdeki tüm ihtiras, kavga, geçimsizlik vb. nedeni de budur.
      Düşünceleriniz için tekrar teşekkür ederim.

      Sil
  3. Bence harika bir yazı ders sunumu için bu konuyu ele aldım ve fulll sizin stenizden hazırladım sunumumu bundan sonrada takip etmeyi düşünüyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Rana Çayırlı,

      İlginiz ve beğeniniz için teşekkür ederim. Yazıdan faydalanarak, sunumunuz için kaynaklardan bir tanesi olarak kullanma düşünceniz ise beni ayrıca mutlu etti. Tekrar teşekkür ederim.

      Saygılarımla.

      Sil