Beynimiz ve Biz: Mutluluğun Doruk Noktası Var Mı?

Yorum Yok
İnsanların haz merkezi veya merkezleri, beynin her iki yarı küresinde ve bu yarı kürelerin ortalarında yer alan, birden fazla alt sistemin bir araya geldiği ve adına LİMBİK SİSTEM denilen mekanizma tarafından denetlenmektedir. Bu sistemin diğer adı da DUYGUSAL BEYİNDİR.

Duygusal beynimiz, düşünmekten daha öte, hazlarımızı, yani duygularımızın hatta ahlak dediğimiz kavramların kaynağıdır. Bu kısım, hemen hemen düşünen beynimizden, irademizden bağımsız çalışır.

İnsanı, diğer canlılardan ayıran unsur olarak "düşünme" denilen kavram öne çıkarsa da, insanı insan yapan kısım limbik sistemdir (duygusal beynimiz). Üzüntülerimiz kadar mutluluk da bu kısım tarafından denetlenir hatta üretilir. Haz mekanizması her zaman, dış dünyaya ait verileri ve uyaranları yani gördüklerimizi, duyduklarımızı vb.) beynimizde daha evvelki bilgi ve anılarımızla karşılaştırarak her defasında organizmayı (insanı) çevreye uyarlamak üzere düzenlemeye çalışır. Çevreye uyarlamak demek; çevremizdeki durum ve imkanlar ile, beynimizdeki sahip olmayı arzu ettiklerimiz arasındaki farkı kapatmak, en azından farkı azaltmaya çalışmak demektir. Bununla, hem çevrenin fiziki koşullarına uyarak (hava sıcak ise gölgeye kaçarak, vantilatör ile serinleyerek; soğuk ise giyinerek vb.) hem de duygusal olarak (çevremizdekilerle uyumlu olup, o toplumun içinde ortak değerlere sahip olup yaşayabilmek vb.) uyum sağlamak demektir. Bunu yapamayan beyin, depresyona girer.

Beynin amacı, her zaman KENDİSİNİ GERÇEKLEŞTİRME üzerine motive etmektir. Peki, "mutluluğun nihai bir noktası var mıdır?" diye bir soru sorabilir miyiz? Sorumuzu zamana bağlı olarak genişleterek şöyle soralım. Geçmiş dönemlerde insanlar daha mı mutluydu, yoksa günümüzde mi daha mutlular? Yaşanılan dönemlere göre beynimizde MUTLULUK KAVRAMINDA BİR DEĞİŞİKLİK OLUYOR MU? Sanırım böyle sorular açıklığa ihtiyaç göstermektedir.

Açıklamamıza şöyle bir mukayese ile başlayalım. Bundan yüz yıl evvelki en iyi imkanlar ile en mutlu olan bir kişiyi ve bugünün en iyi imkanlarını yaşayan en mutlu bir kişiyi karşılaştırırsak, teorik anlamda biri diğerinden daha mutlu değildir. Çünkü, bugünün en mutlu insanındaki limbik sistem mekanizması ve mutluluk dediğimiz hazzı sağlayan nörotransmitterler/beyindeki bilgi ileticiler (dopamin, serotonin vb.) yüz yıl evvelki insanı mutlu eden mekanizma ve işlerliğinden daha farklı değildir. Aynı mekanizmalar, aynı nörotransmitterleri hemen hemen aynı miktarlarda kullanarak günümüzdeki ve yüzyıl evvelki insanı aynı derecede mutlu etmiştir. Peki fark nerededir? Fark, çerçevedeki yazıda da ifade edildiği gibi sahip olduklarımızla, başkalarının sahip oldukları arasındaki farktadır. Bu ise beynin limbik sistem tarafından algılamasında, diğerlerine göre nerede olduğumuza (sahip olmadıklarımıza) bakarak (rekabet yaratarak) adına BAŞARI/KAZANÇ/SAHİPLENMEK denilen daha üst bir statü için mücadele etmedeki hissedişlerimizdedir. Görülüyor ki, düne göre günümüzde, sahip olunması gereken meta (akıllı telefon) veya hizmetlerin (Ceyman Adaları’nda tatil) artıyor olup, başkalarının bunlara sahip olması buna karşılık bizlerin sahip olmaması, bir anlamda, sahip olanlarla aramızı duygusal çıkarlarımız açısından açmakta, bizi aşağılamakta, bizi ötekileştirmekte ve sonunda başkasında olup bizde olmayan bu birikimler bizi rahatsız yani mutsuz etmektedir.

Başka türlü söylemek gerekirse, bugünün insanının, düne göre daha az mutlu olmasının sebebi, geçmiş dönemdeki değişiklik ve yeniliklerinin frekansının daha az olmasından, tersten söylersek bugünün yeniliklerin daha sık olmasındandır. Eskiden, yenilikler ve bu yeniliklere sahip olma arzusu ve akabinde bu mal ve hizmetlere sahip olduğumuz süreler daha uzun dönemlere yayılmakta diğer bir deyişle bugünkü gibi, yeniliklerin ve icatların daha sık değil, geçmişte, birkaç senede bir yeni bir buluşun yapılıp, ona sahip olunma isteği ve dolayısıyla bizlerdeki mutluluk da daha uzun süreli olabiliyordu. Ancak bugüne baktığınızda, sözgelimi, kişiye göre sahip olma anlayışı değişmekle beraber, geçtiğimiz senenin bir telefon modelinin bugün için gözden düşüp yeni bir modelinin piyasaya sürülmesinden dolayı, ona sahip olma güdüsü bizi daha çabuk mutsuz kılmaktadır. Eskiden, hemen herkesin, sahip oldukları (mal, hizmet, davranış özgürlükleri vb.) daha az farklı ve elinde tutma süreleri daha uzun iken, bugün, başkalarının sahip oldukları ile bizim sahip olduklarımızın farkı giderek açılmakta ve frekansı da artmaktadır. Bir başka yolla söylemek gerekirse, dün, sahip olunan bir değerden dolayı elde edilen mutluluğun sönümlenmesi daha uzun bir süre alırken, günümüzde, sahip olunan değer, başka yeni bir değerin ortaya çıkmasıyla mutluluk sönümlenmesini çabuklaştırmaktadır. Bu da bizi düne göre daha mutsuz kılmaktadır. Mutsuzluğun nedeni bellidir. Onda var ama bende yok. Tabii ki bu örnek, eğitim, giyim, iş, statü sahibi olma, becerilerimizi kullanabilme gücü vb. aklımıza gelebilecek her türlü düşünce ve davranışı içerecek şekilde başka örneklerle genişletilebilir.

Artık, sorumuzun cevabını verebiliriz. Bir insanın, BEYİN YAPISI olarak, ister yüzyıl evvel olsun ister günümüzde olsun, en üst düzeyde, MUTLULUĞU DORUKTA YAŞADIĞIMIZ NİHAİ BİR NOKTASI vardır. Kaldı ki olmalıdır da, çünkü, ondan daha fazlası, daha çok mutluluk değil, beynin normal dışı çalışması demektir ve bizi patolojiye yani normal dışı davranışa, götürür. Daha da açık söylemek gerekirse, yüzyıl evvel mutlu olan bir insanın beynindeki faaliyetler ne ise bugün de aynıdır. Bir örnek vermek gerekirse, yüzyıl evvel kendisine o zamanın en lüks otomobili hediye edilen bir kişi ile günümüzdeki benzer psikolojik profildeki kişiye hediye edilen bir Ferrari arabadan elde edilen mutluluk farklı değildir. Biri diğerinden daha fazla sevin(e)mez. Çünkü, bunun sınırı, mutlu olmanın getirdiği sınır değil, beyin mekanizmasının bu mutluluğu sağladığı faaliyetlerin bir sınırının oluşudur. Beynin o kişiyi mutlu edebileceği mekanizma, bu mekanizmanın harcadığı enerji, kimyasalların miktarı vb. hepsi aynı miktar ve derecededir. Görülüyor ki, mutlu olmanın beyin mekanizması olarak nihai bir noktası vardır. İkimiz de aynı şeye sahip iken, aynı derecede mutluyken (bazen de aynı şeye sahip olmak, haset duygusundan dolayı mutsuzluğumuza da neden olabilir) teknolojik bir yeniliğin yarattığı bir nüansa, karşı tarafın sahip olması, beni mutsuz edebilir.

Dış dünyadaki gelişmelere bağlı olarak sahip olduklarımızla, başkalarının sahip oldukları arasındaki farklar açıldıkça, limbik sistem kendisini, "mutlu" derecesinden "daha az mutlu" derecesine indirip, başkasının sahip olduğu o şeye ulaşmak için yeniden ayarlayarak bizi tekrar güdüler. Karşımızdaki ile aynı marka akıllı telefona sahip olup aynı mutluluğa sahip iken, karşımızdaki aynı telefonun bir üst modelini almakla eski telefonunu aldığın zamankinden daha fazla mutlu olmaz. Sadece bir evvelki telefonuna alıştığı için, giderek sönümlenmekte olan mutluluğu, o telefonu ilk defa edindiği mutluluk derecesine tekrar çıkmıştır. Yani, beyin mekanizması, yine üst limitinde olacak şekilde faaliyete geçmiş demektir. Bu limitin daha yukarısı yoktur. Varsa da, artık bu seviyeden sonraki mutluluk, yukarıda da ifade edildiği gibi öfori/aşırı coşku ve benzeri durumlardır ki bu tür davranışlar da normal dışıdır. Peki, karşımdaki, bendeki mevcut telefonun bir üst modelini alırsa benim davranış ve düşüncelerim ne olur? Bu yeni durumda, bende var olan mutluluğun derecesi, karşımdakinin yarattığı farktan dolayı, giderek azalır. Ben tekrar, bu farkı kapatmak için, yeni bir çabanın içine girerim. Daha doğrusu bu faaliyetin içine bilinçaltı (limbik sistem) denilen mekanizma girer. Bu bir bakıma, bir odanın, bizim için en uygun olan (mutlulukla ilgili doyum noktası) belli sıcaklıkta/soğuklukta kalması için ayarladığımız klima termostatının, oda sıcaklığı düştüğü/yükseldiği (daha az mutlu olduğum) zaman, sıcaklığı/soğukluğu eski seviyesine (mutluluk düzeyine) getirmek için tekrar çalışması gibidir. Sıcaklık, beklediğimiz dereceden uzaklaştıkça (başkalarının sahip olduğu fark arttıkça) daha az rahat ederiz yani mutsuz oluruz. Beyin, erişmek isteyip de erişemedikleri için depresyona girer. Beynimizin istediği ve erişemediği her yenilik, farklılık, değişiklik ile, depresyon da hemen yanı başımızda bize eşlik etmeye hazır beklemektedir.

Beynimiz, bu farkı kapatmak üzere girdiği faaliyet sonucunda; farkı kapatamadığı, hedefe ulaşamadığı diğer bir deyişle başkalarının elde ettiğine ulaşamadığı zaman PSİKOLOJİK SAVUNMA MEKANİZMALARINI devreye sokar. Farkı kapatamadığı durumlarda, o anda sahip olduğunun/olduklarının, başkalarının sahip olduklarına göre daha iyi olduğunu düşünür yani rasyonalize eder,  karşı tarafın sahip olduklarını aşağılayacak değer mekanizmaları üretir ve kabulenmesini bu yolla yapar. Eğer bunun da üstesinden gelemiyorsa, bu farkı yaratan bireye hasmane duygular besler, onun faaliyetlerini engellemek ister. İŞTE REKABETİN TEMELİ BUDUR. Bu DA BİZLERİ; KIRILMA, DARILMA, KAVGA VE SAVAŞLARA GÖTÜRÜR. Bu farkı yaratan ve ona erişemediğimiz unsurlar arasına DÜŞÜNCELERİ de dahil edebiliriz.

Burada, yenilik veya benzeri düşüncelerle kastettiklerimiz içinde sadece mal veya hizmet değil, bu beklentinin içinde olup da ulaşamadığımız sevgi, saygı, grup tarafından kabul görmek, bir maçı kazanmak vb. gibi kavramları da içermektedir. Ayrıca, beynin kendi ürettiği kimyasallardan olmayan, diğer  kimyasallar ile mutlu olma (!) gibi kavramları yazımızın dışında tuttuk.

Televizyonumuzu açtığımızda, gazeteyi okuduğumuzda kapıdan dışarı çıktığımızda, gördüğümüz ve başkalarının kullandığı yenilikler, ilk zamanlar umursamasak da, değişen ortama ayak uydurma ihtiyacını hissederek bu yeniliğin/değişikliğin bir parçası olmak için çaba gösteriyoruz.


Erol

0 yorum:

Yorum Gönder