Beynimiz ve Biz: Zeka, Akıl ve Ahlak

2 Yorum
AHLAKLI OLSA DA OLMASA DA, KİŞİDEKİ EKSİK OLAN AKIL DEĞİLSE, O KİŞİYE CAHİL DİYEMEYİZ. OLSA OLSA YAZIDAKİ İFADEYİ KARŞILAMAK ÜZERE; KURNAZ, MENFAATKAR vb. KELİMELERİ KULLANABİLİRİZ.

Zaman zaman sosyal medyada, çerçeve içine yazılmış özdeyişler/aforizmalar görüyor bunların bazıları hoşumuza gidiyor olabilir. Zaman zaman bu ifadelerin kendi kavramları içinde çeliştiğine de rast gelebiliyoruz.

Bu seferki yazımızı, yandaki deyişin küçük bir eleştirisinden çok; akıl, zekâ, ahlak, kurnazlık gibi kavramlar üzerinden yapmayı düşündük.

Eğer çerçevedeki yazının eleştirisi ile başlarsak, “kurnaz” ve “cahil”, birbirlerinin yerine kullanılabilecek veya birbirlerini tamamlayan kavramlar değildir.

İsterseniz, öncelikle akıl, zekâ gibi kavramları formül haline getirip modelleyelim.

AKIL=Zeka+Bilgi+Duygu+Ahlak

Modeli/formülü açıklamaya çalışalım. Zeka dediğimiz kavramın en basit tanımı, en az iki şey (bilgi, iç veya dış uyaran, olay, cisim vb.) arasında ilişki kurmaktır. Basit bir örnek olarak, küçük çocukların, küp şeklindeki cismin yine küp şeklindeki, silindir biçimindeki bir cismi yine silindir şeklindeki bir deliğin içine yerleştirme çabasını gösterebiliriz. Bu ilişkiyi kurmaya yarayan, diğer bir deyişle bizim 'zeka' dediğimiz işlevin oluştuğu yer, alnımızın hemen arkasındaki “prefrontal korteks" adı verilen beyin bölgesidir. Buna göre, zeka yoksa akıl diye bir kavramdan söz edemeyiz. Formülümüzden tek bir argüman dahi yok olsa, “akıl” kavramı da yoktur. Çünkü akıl, eşitliğin sağındaki argümanların hepsinin bir arada katkısı ile oluşan işlevler topluluğuna ait bir kavramdır.

Mesela, aşağıda da açıklayacağımız üzere akıl dediğimiz kavramın içinde duygu vardır. Duyguyu formülün içinden çektiğimiz anda, yine akıl kavramından bahsedemeyiz.

Duygu, gündelik hayattan da bildiğimiz; üzüntü, sevinç, tiksinti, korku, kıskançlık, öfke vb. gibi kavramlardır.

Ahlak kavramı ise, duyguları da içine alacak şekilde gerek kendi benlik algımızla gerek başkaları ile olan ilişkiler bütünüdür. Hatta bu bütünlük içinde, insan olmayan diğer canlılarla olan ilişkiler de mevcuttur. Söz gelimi, kenarda, suyunu içmekte olan bir kediye durduk yerde tekme atmaya ahlaki daha doğrusu ahlaklı bir davranış olarak bakmayız.

Duygudan, tek başına bahsedebiliriz ancak ahlaktan bahsederken duyguyu ahlaktan ayıramayız. Kendimiz veya başkaları ile olan ilişkilerimizi 'iyi' veya 'kötü' gibi tanımlamayı yapabilmemizi duygular sağlar. Söz gelimi, iyi bir davranışta bulunduğumuz zaman seviniriz, mutlu oluruz, rahatlarız. Birisine haksızlık ettiğimizi düşünüyorsak, suçluluk hissederiz, üzülürüz vb. Görülüyor ki, ahlak dediğimiz ilişkiler bütününe ait kavram, duygularla mutlaka ilişkilidir. Buna göre, duygu denilen kavramı, ahlak kavramının içinden çekip alsak, ahlak kavramının kendisi de kalmaz. Duygular, ahlaki bir davranışın “iyi", “kötü”, “güzel”, “çirkin”, “yakışıksız bir davranış”, “takdire şayan bir davranış” vb. ahlaki davranışların nihai karar vericisidirler. Duygu olmadan, bir davranışın veya düşüncenin "ahlak" çerçevesinde nitelenemeyeceğini, tam bir benzetme olmasa da, kökleri olmayan bir ağacın, gövdesinin ve dallarının da olmayacağı örneğine benzetebiliriz.

Bu bilgilerden sonra, çerçevedeki yazıyı yorumlayalım.

Söz gelimi bir kişi, başkasının aklına gelmeyen bir yöntemle, hırsızlığa karşı korunmalı bir eve, tüm koruma yöntemlerini aşarak hırsızlık için girmişse, bu kişi “zekidir” ama “akıllı” değildir. Zekidir, çünkü, zekanın tanımı gereği, başkasının düşünemediği ilişkilendirmeleri yapmış ve girilemez diye düşünülen eve girebilmiştir. Buna karşılık, “akıllı” değildir çünkü, ahlak kurallarına uymamıştır. Eğer bu kişi yakalanırsa veya yaptığı iş açığa çıkarsa (hatta hırsızın kim olduğunu bilmesek bile) 'akılsızca' davrandığını söyleyebiliriz. Benzer şekilde, sizin banka hesabınıza giren bir hacker, zekidir ancak akıllı bir davranış göstermemiştir.

Bir öğrenci üniversite okumak için çok çalışmış, başkalarının alamadığı bir bursu, saygısını, sevgisini ve de sınavlarda bilgi ve zekasını kullanıp kazanmışsa, böyle kişiye 'akıllı' ifadesini kullanırız. Çünkü, yukarıdaki akıl formülümüzde olduğu gibi; bilgisini, zekasını ve ahlak dediğimiz ilişki kurallarını duyguları da katarak (sevgi, saygı vb.) kullanmış ve bursu elde etmiştir.

Bizler gündelik hayatta, yukarıdaki örnekteki öğrencide olduğu gibi 'zeki öğrenci' ile 'akıllı öğrenci' kavramını aynı anlamda kullanırız. Ola ki başka bir öğrenci, yukarıdaki bursu kazanan öğrenci ile aynı zekaya sahip olsa (her iki öğrenciyi zekâ testine tabi tutsak ve aynı zekada olduğunu saptamış olsak), ancak ikinci öğrenci, ilgili bursu çeşitli entrikalarla almış olsa ve sonradan bu entrika ortaya çıksa, kazandığı burs geri alınsa, bu öğrenci için 'akılsız' diyebiliriz ama 'zeki değil' diyemeyiz. Buradaki 'akılsızlığı', zeka ve bilgi eksikliğinden değil, konulmuş ilişki kuralları yani ahlak kurallarına  karşı gelmiş olduğundandır. Çünkü, bu öğrencinin, bir evvelki öğrenci kadar zeka puanına sahip olduğunu biliyoruz. Gündelik düşüncelerimizde böyle bir olay karşısında o öğrenciye, yine de, hem akılsız hem de zeki olmayan bir gözle bakmak, kendimizin, olaylara objektif bakamadığımız, gerçek tanımlardan ziyade duygularımızı bakış açımıza karıştırdığımız içindir.

Zekâ, alın lobumuzla ilgili iken, duygularımız ve ahlak denilen kavramlar, beynimizin ortasındaki duygusal beynimiz diğer adıyla “limbik sistem” olarak adlandırılan bölümün bir eseridir. Şu halde, bir kişi zeki olabilirken akıllı da olabilir akılsız da olabilir.

Ahlak denilen kavram, içinde yaşadığımız topluma göre değişir. Dolayısıyla izafidir/görelidir. Şöyle bir uç örnek verelim. Başka bir ülkeden görevli olarak gelen ve bizim devlet sırlarımızı çalmaya çalışan bir kişiyi, bizler 'casus' olarak tanımlarız. Bu kişi, kendi görevi esnasında yakalanmış olsa -hatta yakalanmasa ama bir casusluk olduğu ortaya çıksa- onu 'akılsız' olarak niteleriz. Halbuki o, aslında zeki olduğu için bizim ülkemize gönderilmiştir; bizim güvenliğimizi etkileyecektir. (Güvenlik, güven duyma vb. gibi kavramlar, duygu kavramlarıdır ve ahlakın da argümanlarıdır. Bunun için Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi tablosuna bakılabilir). Şu halde, bu kişi bizim için casustur, ahlaksızdır ve akılsızdır. Ve yakalanmıştır. Çünkü bu yaftaları koyabilmek, onun yakalanması en azından yaptıklarının açığa çıkmış olması gerekir. Casusluk yaparak, bizim ahlak kurallarımıza karşı gelmiştir. Bu kişinin “akılsız” davrandığını söyleyebiliriz; ancak, “zeki olmadığını” söyleyemeyiz.

Buna karşılık, bizim 'casus' olarak nitelediğimiz aynı kişinin, kendi ülkesinde yapılan niteleme 'ajan'dır. Ve kendi ülkesi için zekidir, akıllıdır ve ahlaklıdır. Çünkü, kendileri için faydalı bir şey yapmakta olup yine kendileri için (en azından onu görevlendiren resmi örgüt için) ahlaksız bir davranış değildir.

Görülüyor ki, casus ve ajan aynı kişiye farklı tarafların yaptığı nitelemelerdir. Buna göre 'ahlak', o toplum tarafından kabul gören davranışlara bağlı olarak izafi/göreli kavram iken; zeka, bilgileri ilişkilendirme derecesine bağlı olarak izafi/göreli bir kavramdır.

Gerek zekanın, gerekse ahlak kavramının referans aldığı çıkış noktaları hem günlük hayattaki uygulamalara bakarak farklıdır, hem de beynimizin farklı yerlerinin ürünüdür. Tekrarlayacak olursak, zekâ, alın lobuna ait bir işlev iken, ahlak, beynin ortasında bulunan limbik sistem denilen bölümün bir işlevidir.

Nihai olarak, bir kişinin yapılan bir test sonucu ölçülen zekasının (hatta ortalamadan yüksek bir zekâya sahip) olduğunu varsayarsak bu kişinin konulan “davranış kurallarına uymasına” bağlı olarak 'ahlaklı' ve dolayısıyla 'akıllı', kurallara karşı gelmesine bağlı olarak 'ahlaksız' ve dolayısıyla 'akılsız' olduğunu söyleyebiliriz. Şu halde bu kişi, akıllı da davransa akılsız da davransa aynı zekâya sahiptir.

Daha da özetle aynı zekayı toplum yararına kullanmaya akıllı, zararına kullanmaya ise akılsız tabir ediyoruz. Onun içindir ki akıl ve zeka farklı kavramlardır.

Kurnaz olan bir kişi, ahlaki olmayabilir ama zekidir. Çünkü, o kurnazlığı veya zekayı kullanacak bilgi birikimi vardır. Onun içindir ki, Ezop'un, Grimm Kardeşlerin masallarında veya La Fontaine’nin fabllarındaki tilkiler kurnaz (zeki) ama ahlak kurallarına karşı gelen insanları temsil etmek üzere resmedilmişlerdir. Fabllardaki tilkiler cahil değillerdir.

Yine uç bir örnek verirsek, bir seri katilin onca cinayetine rağmen yakalanmamasına bağlı olarak "zeki bir adam" nitelemesi yapabiliriz ama “akıllı bir adam” ifadesi doğru olmayacaktır. Ve yine kanun boşluklarından yararlanarak vergi kaçıran kişiler, zekidir, kurnazdır ama onlar için akıllı nitelemesi yapmak doğru bir kullanım değildir. Bu kişiler için "akıllı adam" şeklinde bir tanımlama yapıyor olsak da böyle bir kullanım, alay etmek/hicvetmek, güvenilmez kişi anlamındaki kullanımdır.

Dolayısıyla çerçevedeki yazıda, “cahil” ile “kurnazlık” benzer kavramlar olarak değerlendirilmiş ve yanılgıya düşülmüştür. Çünkü, “kurnazlık”, sahip olduğu bilgi birikimini dolayısıyla zekasını ahlak kurallarına rağmen, kendi çıkarlarına kullanan kişinin davranışına yapılan nitelemedir. Bilgi birikimine sahip böyle bir kişi “cahil” olarak nitelenemez. Aynı kişi, bu menfaati, sadece kendisi için değil, kendisinin de içinde bulunduğu fayda göreceği bir grup veya topluluk için sağlamış olsaydı, bu defa 'kurnaz' ifadesi ile değil; "zeki", "ahlaklı" ve dolayısıyla “akıllı” bir kişi olarak nitelenecekti.

Erol


2 yorum:

  1. Güzel derleme. Elinize sağlık lakin örneklere "bencilliği" de ekleseydiniz iyiydi. Akıl yalnızca sosyal bir olguymuş gibi algılanıyor.
    Zekinin karşıtı aptal ise akıllının karşıtı salak olabilir.
    Yani bir adam zeki ama salak olabilirken, bir diğeri aptal ama akıllı olamaz.
    "Akıllıca" davranmak, kendi çıkarlarını korumak anlamına da gelir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Scofield, merhabalar,

      İlginiz ve beğeniniz için teşekkür ederim.

      Bencillik kavramı konusunda haklısınız. Dediğiniz gibi, bencillik ve benzer kavramlar bir örnekle yazıya dahil edilseydi, zekanın ahlaktan ayırt ediciliği daha iyi vurgulanmış olur ve akıl kavramını sedece sosyal olgu gibi algılanmasından biraz daha uzaklaştırmış olurdum. Teşekkür ederim.

      Doğruyu söylemek gerekirse, akıllı ve zeki kavramlarının karşıtlarını kullanmayı ben de düşündüm. Sonra, her ne kadar sözlük anlamları (aptal, salak) aynı olmasa da, yazı içinde birbirlerinin anlamını çağrıştırırlar ve de zaten felsefe içerikli de bir yazı olduğu için, anlatmak istediğimin odağını kaçırmaktan sakındım. "Akılsız" davranışın temelinde daha çok, "bilerek" ahlak kurallarına karşı gelmek düşüncesi yani kendi çıkarı doğrultusunda bir irade kullanımı söz konusu olduğu için aptal ve salak kelimelerinin, anlatmak istediğimi tam olarak da karşılamayacağını düşünmüş olmalıyım. Dolayısıyla anlatımdaki bu riski biraz göze alıp kavramları, akıllı-akıllı değil/akılsız ve zeki/zeki değil şeklinde kullandım. Ancak, terminoloji olarak haklısınız.

      "Kanun boşluğundan yararlanıp, vergi kaçıran adam..." cümlesinin olduğu paragrafta, "Akıllıca" ifadesinin, "kendi çıkarını korumak" anlamına da kullanılabileceğinini belirtmiştim. Demek ki, biraz daha vurgulamak gerekiyormuş.

      İlginiz için tekrar teşekkür ederim.

      Sil