Beynimiz ve Biz: Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nin Biyoloji Bilimine Tercümesi

1 Yorum
Bu seferki yazımız bir kitap tanıtımı değil, bir kitaptan yapılan alıntı. Şu sıralar 6. baskısı ile kitapçılarda bulunan bir kitap. Adı: Hayvanlardan Tanrılara, SAPİENS, İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi. Yazarı: Yuval Noah Harari. Yayımcısı: Kollektif Kitap Bilişim ve Tasarım.

Yuval Noah Harari, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesini, İnsan kültürünün onu anlamlandırma şeklinden, doğanın mutlak kurallarına (biyolojisine) göre nasıl bir asli tercümesi olması gerektiğini dikkate almış. Bir başka deyişle, bildirgenin kültürel anlamını (algılayışını), “doğa”nın diline çevirmiş. Anılan kitabın sayfa 118-120 arasında yer alan bu tercümesini aşağıya aldık. Ancak bundan evvel, tercümeye konu olan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin ilgili paragrafını yazalım.

“…bu gerçeklerin tartışmasız olduğunu, tüm insanların eşit yaratıldığını, insanlara yaratıcı tarafından bahşedilmiş bazı haklar verildiğini ve bunlar arasında yaşam, özgürlük ve mutluluğun peşinden gitme hakkı olduğunu ilan eder.”

Şimdi yazarın, bu paragrafı doğanın diline nasıl tercüme ettiğine bakalım.

İnsanlar, yaratılmamış olduğu gibi, biyoloji bilimine göre ortada bu insanlara bir şeyler “bahşeden” bir “yaratıcı” falan da yoktur. Ortada sadece hiçbir amacı olmayan son derece “körü körüne” ilerleyen bir evrimsel süreç var ve bu da insanların “doğmasını” sağlıyor. “Yaratıcı tarafından bahşedilmiş”, aslında “doğmuş” olarak tercüme edilmelidir.

Benzer şekilde biyolojide “hak” diye bir şey yoktur. Sadece organlar, beceriler ve özellikler vardır. Kuşlar uçmayı hakkı olduğu için değil kanatları olduğu için uçar. Ayrıca bu organların, becerilerin ve özelliklerin kimsenin “elinden alınamaz” olması söz konusu değildir. Pek çoğu sürekli mutasyon halindedir ve zamanla yok olmaları da gayet mümkündür. Örneğin devekuşu uçma becerisini kaybetmiş bir kuştur. Bu yüzden “kimsenin elinden alınamaz” haklar, “mutasyona uğrayabilen” özellikler olarak tercüme edilmelidir. 

İnsanların evrimleşmiş özellikleri nedir? Elbette öncelikle hayattır. Peki ya “özgürlük”? Biyolojide özgürlük yoktur. Tıpkı eşitlik, haklar ve sınırlı sorumlu şirketler gibi özgürlük de insanların icat ettiği ve ancak “hayal güçlerinde” yaşattığı bir kavramdır. Biyolojik bakış açısıyla bakıldığında, insanların demokrasilerde özgür, diktatörlüklerde özgürlüklerinden mahrum yaşadıklarını söylemenin hiçbir anlamı yoktur. 

Peki ya “mutluluk”? Şimdiye kadar biyolojik araştırmalar mutluluğu açık bir tanımını yapmayı veya mutluluğu nesnel olarak ölçmeyi başaramamıştır. Çoğu biyolojik araştırma, kolay tanımlanabilen ve ölçülebilen “zevkin varlığını” tanımlamıştır. Bu yüzden hayat, özgürlük ve mutluluğu aramak”hayat ve zevki aramak” olarak tercüme edilmelidir. 

Sonuç olarak Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin ilgili kısmı biyolojik terimlere çevrilince şu ortaya çıkıyor.

“…bu gerçeklerin tartışmasız olduğunu, tüm insanların farklı evrimleştiğini, insanların mutasyona uğrayabilen bazı özelliklerle doğduğunu ve bunlar arasında yaşama isteği zevk aramak olduğunu iddia eder.

Eşitlik ve insan hakları savunucuları bu mantık yürütme karşısında çok tepkili olabilirler. Buna cevapları muhtemelen, “İnsanların biyolojik olarak eşit olmadığını biliyoruz! Fakat eğer özünde hepimizin eşit olduğuna inanırsak istikrarlı ve müreffeh bir toplum yaratabiliriz. olacaktır. Benim buna bir itirazım yok. Benim de “hayali düzenle” kast ettiğim tam olarak bu. Belirli bir düzene “nesnel bir doğru olduğu için değil” buna inanmak etkili bir işbirliği yapmamızı ve daha iyi bir toplum kurmamızı sağlayacağı için inanıyoruz. Hayali düzenler kötü niyetli komplolar veya amaçsız seraplar değildir, aksine çok sayıda insanın etkin işbirliği yapabilmesinin tek yoludur. Bu arada unutmamak gerekir ki, Hammurabi de hiyerarşi ilkesini aynı mantıkla savunabilirdi. “Biliyorum ki, üstün insanlar, sıradan insanlar ve köleler özünde farklı insanlar değillerdir. Ama eğer onları farklı olduğuna inanırsak istikrarlı ve müreffeh bir toplum kurabiliriz.”

GERÇEK İNANANLAR
Muhtemelen bundan önceki paragrafları okurken bazı okurlar sandalyelerinde huzursuzca kıpırdandılar. Bugün çoğumuz böyle tepki verecek şekilde eğitiliyoruz. Hammurabi Kanunları’nın bir “mit” olduğunu kabul etmek kolaydır, ama insan haklarının da aynı şekilde bir mit olduğunu duymayı istemeyiz. Eğer insanlar, insan haklarının sadece hayallerinde yaşadığını fark ederse toplumumuzun çökme ihtimali ortaya çıkmaz mı? Voltaire Tanrı hakkında, “Tanrı yoktur ama bunu sakın hizmetkarıma söylemeyin, yoksa gece beni öldürür.” demiştir. Hammurabi aynısını hiyerarşi ilkesi altında, Thomas Jefferson da insan hakları için söylerdi.

Homo sapiens’in doğal hakları yoktur, tıpkı örümcekler, sırtlanlar ve şempanzelerin doğal hakları olmadığı gibi; ama bunu hizmetkarlarımıza söylememeliyiz, yoksa geceleyin bizi öldürürler.

Bu tip korkular çok anlaşılabilirdir. Doğal düzen, istikrarlı düzendir. İnsanlar yarından itibaren varlığına inanmayı bıraksalar bile yerçekiminin ortadan kalkma ihtimali yoktur. Buna karşın, hayali bir düzen her zaman çökme ihtimaliyle karşı karşıyadır. Çünkü varlığı mitlere bağlıdır ve mitler, insanlar onlara inanmayı bıraktığı anda çökerler. Hayali bir düzeni korumak, sürekli ve büyük bir çaba gerektirir. Bu çabaların bazıları şiddet ve zorlama biçimindedir. Ordular, polis kuvvetleri, mahkemeler ve hapishaneler kesintisiz olarak insanların hayali düzene uygun olarak davranmasını sağlamak için çalışırlar. Eğer bir Babilli komşusunun gözünü çıkarırsa “kısasa kısas” kararını uygulamak için bir miktar şiddet gerekli oluyordu. 1860'ta Amerikan vatandaşlarının çoğu, Afrikalı kölelerin de insan olduklarını ve dolayısıyla özgürlük hakkında faydalanmaları gerektiğini düşündüğünde, Güney eyaletlerini ikna etmeleri bir iç savaşa mal olmuştu

HAPİSHANE DUVARLARI
İnsanların Hristiyanlık, demokrasi ve kapitalizm gibi hayali düzenlere inanmasını nasıl sağlarsınız? Öncelikle hayali olduğunu asla itiraf etmemelisiniz. Daima toplumun sürekliliğini sağlayan düzenin tanrılar veya doğa tarafından yaratılmış nesnel bir gerçeklik olduğunu iddia etmelisiniz. İnsanların eşit olmamasının sebebi Hammurrabi öyle söyledi için değil, Enlil ve Marduk öyle buyurduğu içindir. Ya da insanları eşit olmasının sebebi Thomas Jefferson öyle söylediğinden değil, Tanrı onları öyle yarattığı içindir. Serbest piyasanın en iyi ekonomik sistem olmasının sebebi de Adam Smith’in öyle buyurması değil, bunun doğanın değiştirilemez yasası olmasıdır. 

Ayrıca insanları baştan aşağı eğitmeniz gerekir. Doğdukları andan itibaren insanlara devamlı hayali düzenin ilkeleri hatırlatılmalıdır ve bu ilkeler her şeyi içermelidir. İlkeler peri masallarında, dramalarda, resimlerde, şarkılarda, görgü kurallarında, siyasi propagandada, mimaride, yemek tariflerinde ve modada var olmalıdır.

Evet, kitaptan yaptığımız alıntılar buraya kadar. Ne dersiniz? İnsan hakları, insan eşitliği, insan özgürlüğü vb. kavramlar doğanın bir gerçekliğinin zihnimizdeki bir izi mi yoksa, öyle olduğuna inandığımız bir hayalin (yazarın ifadesiyle 'icat'), doğada da “olduğunu sandığımız gerçekliğin” bir arayışı mıdır?

Erol

1 yorum: