Beynimiz ve Biz: İnanmak Görmektir

8 Yorum
"Görmek inanmaktır" diye bir tabir vardır. Bu yazımızla, bu tabirin tersi bir anlayışla yapılan bir deneye bakalım.

Stanford Üniversitesi’nden dünyanın önde gelen araştırmacılarından psikiyatrist David Spiegel, önemli hipnoz uzmanlarından biridir. Spiegel, “inanmak, görmektir” adını verdiği bir deney tasarlarlar.

Bir grup gönüllü ve hipnoza müsait deneği eşit sayıda olacak şekilde iki ayrı gruba ayırır. Her bir gruptaki denekleri PET (*) adı verilen cihazın içine, beyinleri taranacak şekilde yerleştirilir. Spiegel, cihaz içindeyken, bir gruptaki deneklere, üzerinde renkli karelerin olduğu bir kâğıt gösterir. Diğer gruptaki deneklere ise üzerinde siyah beyaz karelerin olduğu bir kâğıt gösterir. Her iki gruptaki denekleri hipnotize eder.

Telkin esnasında, renkli karelere bakan gruptaki deneklere, karelerin aslında renksiz (siyah-beyaz) olduğunu, siyah beyaz (renksiz) karelere bakan gruptaki deneklere ise baktıkları karelerin aslında renkli olduklarını söyler.

Hipnozun etkisi altında renkli karelere bakanlar, kareleri renksiz; renksiz karelere bakanlar ise kareleri renkli gördüğünü söylerler.

Peki, deneklerin doğruyu söylediklerini nereden bileceğiz? Bunu, PET cihazının çıktısından anlıyoruz. Beynimizin arka tarafı, görme işlemlerinin yapıldığı bölüm olup oksipital lob olarak isimlendirilir. Bu kısımda ve her iki yarıkürede olmak üzere gözümüzden gelen sinyalleri renk olarak algılayan V4 isimli sinir kümeleri mevcuttur. Bunun anlamı şudur ki, renge duyarlı bu sinir kümeleri bir şekilde (kaza, hastalık, ameliyat vb.) hasarlansa, gözümüzden gelen sinyaller, renk bilgilerini taşıyor dahi olsa, buradaki hasardan dolayı renkleri göremeyiz, bakılan her şey, renksiz diğer bir deyişle siyah beyaz ve grinin tonları olacaktır.

İşte PET denilen cihaz, deneklerin söylediklerinin doğruluğunu burada ortaya çıkartır. Nitekim kâğıttaki renkli karelere bakıp, hipnoz esnasında karelerin renksiz olduğu telkin edilen deneklerin beyinlerindeki renk merkezleri olan V4 isimli sinir kümeleri faaliyetlerini bırakmış, buna karşılık siyah beyaz karelere bakıp da, renkli karelere baktıkları telkin edilen deneklerin renk merkezleri renk görüyormuşçasına faaliyete geçmiştir.

O halde eski klasik düşünceyi artık değiştirebiliriz. Gördüğümüze inanmıyoruz, İNANDIĞIMIZI GÖRÜYORUZ.

Erol
* (PET) Positron Emission Tomography adı verilen ve damar yolu ile enjekte edilen metabolik radyoaktif ajanların biriktiği normal veya patolojik dokuları görüntüleyen nükleer tıp cihazının adıdır. Genel anlamda metabolik veya fonksiyonel görüntüleme için kullanılır.

PET, organ ve dokularda ortaya çıkan fonksiyonel değişikleri gösteren etkinliği kanıtlanmış bir nükleer tıp görüntüleme tekniğidir. Bir şeker türevi olan ve pozitron ışıması yapan flor-18 ile işaretlenmiş fdg molekülü damar yoluyla enjekte edilerek hastaya uygulanır. (Kaynak: Vikipedi)

8 yorum:

  1. Erol bey merhaba.Yazılarınızda tum davranis ve dusuncelerimizin ve prefrontal korteksin limbik sistem denetiminde oldugunda soyluyorsunuz.Şoyle bir ornek vermek istiyorum,sigarayi birakmaya calisan birini dusunelim,sigara icme istegi zaten limbik sistemden gelen birsey,sigarayi irade koyup birakma istegi yine limbik sistemden geliyor,burada bir celiski olusmuyor mu,sigara icmek isteyende limbik sistem,sigarayi birakmak isteyende limbik sistem, umarim anlasilir olmustur

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Meh Ben, öncelikle ilginiz için teşekkür ederim.

      Aslında doğru bir tespitte bulunmuşsunuz. Evet, temeline bakarsak, sigarayı içirten de, bıraktıran da limbik sistem. Tabii ki yazılarımızda limbik sistem derken bu sistem tek bir görevi üstlenmiş gibi görünmektedir. Halbuki bu sistem birbirine tezat diyebileceğimiz davranışların da merkezidir. Söz gelimi sigara içme isteği ile sigarayı bırakma nasıl karşılıklı istenç ise sevgiyi de sevginin karşıtı olan nefreti de yine limbik sistem üretir. Keza korkuyu da, mutluluk dediğimiz kavramlar da limbik sistem de üretilir. Ve yine, birini öldürme isteği duyan da bunun tam karşıtı o kişiyi koruma kollama isteği duyan da limbik sistemdir. Çünkü limbik sistem, yukarıda da ifade ettiğim gibi hem olumlu hem de olumsuz diyebileceğimiz kararların yeridir.

      Sigaraya olan bağımlılık, beynin başka yerlerindeki kısımların nikotin vasıtasıyla bir anlamda denetimden çıkmış yerlerinden biri de daha evvelki yazılarımızda bahsettiğimiz, bizim haz merkezlerimizden biri olan nucleus accumbenstir. Nikotin, bu kısma dopamin bombardımanına tutma alışkanlığını öyle kazandırmıştır ki, nasıl ki, karnımız acıktığında kanımızdaki bazı kimyasalların seviyesi lazım olanın altına düştüğünde beynimizi uyarıyor ve bizi yeme isteğine itiyorsa, nucleus accumbens de, kazandığı bu alışkanlıkla nikotini irade haricinde ister hale geliyor.

      İşte burada sigarayı bırakma konusunda prefrontal korteks devreye giriyor. Giriyor girmesine ama, sanki mantıksal alınan bir kararmış gibi görünen bu kararın ilkel talimatı yine limbik sistemin bir kısmı olan bizim duygusal denetleyicimiz olan singulat korteks dediğimiz yerden geliyor. Eğer, mantığındaki duygusu var mıdır? Başlıklı yazıyı okuma şansınız olursa, insanın hiç bir zaman bir şeyi mutlak mantık için yapmadığı, onun arkasında bir istenç olduğu bunun merkezinin de beyin sapı ve limbik sistem olduğunu görürsünüz.

      Sil
    2. Nihayetinde sigarayı bırakma isteğimiz mantık yani düşünen beyin ile alınan mantığa dayalı bir karar gibi görünse de bu kararın (istencin) altında, ölümden korkma, kanser olma korkusu, sigara nedeniyle uzuvlarımızın kesilmesi, yaşam kalitemizden fedakarlık, başkalarına muhtaç olma, yatağa bağımlılık, bir dolu ameliyat gibi yine duygulara dayanan bir sistem vardır.

      Aslında Freud bunu her türlü denetleyemediğimiz haz mekanizmalarımızı kastederek “id”, id mekanizmasını denetleyen “süper ego” ve bunların karşılıklı kapışmasından ortaya çıkan kavram olarak da gündelik davranışlarımızı temsil etmek üzere “ego” kavramı ile tanımlamaya çalışmış. Burada sigara içme hazzını id kavramına verirsek süper ego da bunu denetleyen kavram olarak ortaya çıkıyor. Tabii ki süper ego her zaman idi denetim altına alacak diye bir şey yok. Nice vazgeçemediğimiz alışkanlıklar vardır ki id denetimindedir. İşte bu id, ego ve süper ego limbik sistemin eseridir. Burada, düşünen beyin çokça, süper egoya yardımcı olmak üzere devreye girer. Girer girmesine ancak, nucleus accumbens bir çok durumda o kadar güçlüdür ki, düşünen beynin aldığı kararı umursamaz. Aslında bana göre insan, evrimsel süreçte hala limbik sistemin yani ilkel beynin etkisi altında. Başka türlü söylemek gerekirse bizim için zararlı olanı isteyen (sigara içmek) faydalı olanı da isteyen (sigarayı bırakmak) limbik sistemdir. Çünkü, sigarayı içmekten aldığımız haz duygu temelli ilken, sigarayı bıraktıracak olan da duygu temellidir. Bir an içinde sigarayı bırakmanın salt mantıksal yani prefrontal kararı olduğunu düşünelim. Böyle bir durumda, madem ki mantıksal, sebep sonuç ilişkisi olarak beynin mantık üreten kısmı şunu soracaktır. “İyi, güzel, ben sigarayı bırakma yönünde karar alayım ama bu benim ne işime yarayacak?” İşte, prefrontal korteks sinir bağlantıları ile limbik sisteme bağlı olduğu için, prefrontal korteksin bu kararına cevap limbik sistemden gelecektir. İşte ancak bundan sonra prefrontal için aldığı kararın anlamı olur. Varsayalım ki, prefrontal korteks sigarayı bırakma kararı aldığı anda, limbik sistemle olan tüm sinirsel bağları kestiğimizi düşünürsek, prefrontal korteks cevap bulamayacağı için boşlukta kalacak, aldığı kararın bir anlam içermediğini görecektir.

      Aslına bakarsanız, bunu sadece sigara içmek ve bırakmak şeklinde dar bir anlamda değil, aynı limbik sistemin maymunlarda olduğunu bildiğimize göre onların da önce faydalı gibi görünen bazı yiyecekleri tattıktan sonra yemekten vazgeçmeleri de yine limbik sistemin eseridir.

      Sil
    3. Gündelik hayatımızda istemediğimiz davranışlardan neden vazgeçemediğimizi, aklımız (prefrontal korteks) olduğu halde neden hala devam ettiğimizi sorduğumuz her şey limbik sistem ve beyin sapı ile ilgilidir. Bir çok kaynak, gündelik hayatımızda aldığımız kararların neredeyse %95’ten fazlasının duygu temelli olduğunu söyler. Düşünsenize, eğer bir takım tutuyorsanız, bir rengi seviyorsanız, belli bir müzik veya film veya romandan hoşlanıyorsanız, karşı takım veya partiden nefret ediyorsanız bunların hepsi limbik sistemin kararı. Kaldı ki günümüzdeki siyasi dalgalanmalar, Ortadoğu'da aynı dine mensup dahi olsa çatışmaların sebebi yine limbik sistemdir. Hatta ve hatta, siz ütopik dahi olsa herkesin özgür, mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir toplum kurma isteği bile prefrontal için değil limbik sistemin kararı (tatminidir). Çünkü, limbik sistemin amacı, evrimsel süreçte bireyin gerek genetik kalıtımda gelen bilgiler gerek kültürel olarak edindiği bilgilerle “varolmayı” sürdürmek ve gelecek kuşaklara döl vermek üzere programlanmıştır. Yani limbik sistem “faydacıdır”. Yani, çevresindekileri kendi güvenliği için kendisine benzetmeye veya beceremiyorsa çevreye uymaya zorlar. Limbik sistemin bunu yapmasının sebebi, türün, çiftleşerek çoğalmasını sağlamak ve zor yaşam koşullarında birbirlerine destek verip türün devamını sağlamak üzere bütün bunları programı içine almıştır.

      Özetle, o bireyin hayatta kalması için kendisind benzerleri koru ve kolla, benzemeyenleri ise benzetmeye çalış (asimilasyon), sindir veya yok ettir. Görülüyor ki, yeryüzündeki tüm kavgaların sebebi, beyin sapı ve limbik sistemdir. Barışa da, savaşa da prefrontal korteks, limbik sisteme hizmet eder. Söz gelimi, birisi, siz yolda yürürken cüzdanınızı istese, bunun en dipteki nedeni cüzdan veya para değildir, önce varlığınızın korunmasına dair içinde bulunduğunuz tehdit ve aynı zamanda “mülkiyet duygusudur”. Mülkiyet duygusu doğuştan gelir ve bizim var olmamızda önemli bir unsurdur. Nitekim, sizi böyle bir olayda savunmaya veya kaçmaya iten de, cüzdan denilen şeyin ne olduğunu hiç bir zaman bilemeyecek olan, limbik sistemin bir parçası olan amigdalanızdır..


      Peki beynimiz yapı ve buna bağlı olarak düşünce sistemi olarak nihai yapıya geldi mi? Sanmıyorum. Çünkü, yeni bir bilim dalı epigenetik, genlerimizin yapıları değişmediği halde, genlerin açılıp kapanmasına bağlı olarak davranış ve düşünüş tarzlarımızı da kalıtımsal olarak sonraki kuşaklara bıraktığı düşünülüyor. Bu da düşünen beynin daha da gelişeceği veya limbik sistemin bazı görevlerini düşünen beyne terkedeceği anlamı çıkabilir. İşte böyle bir durumda sigarayı bırakmak daha kolay olur. Kaldı ki, beynin böyle bir yapısına gerek kalmadan çok önce sigaranın nörobiyolojik denetim ile rahatça bırakılması uzak olmayan bir tarihte mümkün olabilir.

      Sonuç olarak elbette ki düşünen beyin sigaranın bırakılmasında önemli bir faktör. Ancak yukarıda ifade ettiğim gibi sigarayı içirten de, bırakmayı isteten de limbik sistem yani duygular, yanı hazlarımız. Sigarayı bırakma konusunda prefrontal korteks yardımcı bir unsur, kimyadaki katalizör gibi.

      Esenlikler diliyorum.

      Sil
  2. Açıklayici cevabiniz icin tesekkur ediyorum,yazılarınızın devamını diliyorum

    YanıtlaSil
  3. erol bey merhaba benlik veya benlik algısının nasıl oluştuğuna dair bir yazı yazmayı düşünür müsünüz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar Sayın Meh Ben,

      Bir takvim vermek istemem ama neden olmasın? Hatta size yazının kurulacağı plan veya faktörleri hatta bir özetini şu anda aklıma geldiği gibi genelleyebilirim.

      Öncelikle, benlik algısının oluşumunda genlerimiz etkilidir.
      Annenin, bebeğe hamile iken, beslenme, çevre etkisi, yaşam biçimi (stres vb.) genlerin gerek vücut gerekse beynin nöronal bağlarını etkiler.

      Doğumdan itibaren gerek beynin oluşumu, dolayısıyla kişiliğin temeli, neredeyse 0-3 yaş, 3-6 yaş ve 6-12 yaş arasında belirlenir. Bu süreler içinde, çocuğun gerek kişilik gerekse benlik algısı büyük ölçüde belirlenmiştir. Bunun da anlamı, esas biçimlendirme öğretmenlere değil, ebeveynlere düşer demektir. Kaba tabirle, ebeveyn ile yaşarken çocuk, neredeyse yumuşak bir hamurken, okulda öğretmene geldiğinde, çoğu zaman hamur sertleşmiştir ve öğretmen fazla bir şey yapamayabilir.

      Çocuğun özellikle ebeynlerle yaşadıklarının üzerine, okulda yaşadığı deneyimler ve çevresinde gördüğü olaylarla edindiği tecrübelerle, kendisini en az ceza, en fazla ödül ile toplum içinde varlığını nasıl sürdüreceğini öğrenir. Gerek beyin yapısı gerekse yaşadıklarına bağlı olarak olayların üstesinden gelemeyen biri olursa asosyal veya pasif agresif bir kişilik olur ve psikolojideki savunma mekanizmalarını veya bilişsel çarpıtmaları bol bol kullanır.
      Tabii ki bunun farkında değildir. Eğer, baskın bir tip ise fırsatları değerlendirmek üzere bir hayat kurgusu yapar. Nihayetinde benlik algısı dediğimiz olay, kendimizin bizde olduğunu "sandığı" davranış ve düşünceler bütünü olarak karşımıza çıkar.

      Benlik algı ile kişilik aynı şeymiş gibi görünse de farklıdırlar. Söz gelimi, kişilik özellikleri olarak nispeten objektif olarak, testlerle tespit edilen bir özelliğimizin biz, farkında bile değilizdir. Söz gelimi, kişilik yapımız sinirli olarak belirlenir ancak benlik algısı olarak kendimizi sakin bir kişi olarak görebiliriz. Yine, kişilik yapısı olarak bazı zaaflarımız mevcuttur ancak benlik algısı olarak bu zaafların farkında değilizdir.

      Yani benlik algısı, çevreye uyabilmek için, kendimizin "düşündüğümüz" gibi bir kişi olduğumuzu sandığımız inançların toplamıdır. Buna karşılık kişilik benlik algısından daha geniş kavramdır ve kabaca Kişilik = farkında olduğumuz davranış ve düşüncelerimiz + farkında olduklarımızı sandıklarımıza ait yanılgılarımız + farkında olmadığımız davranışlarımızın bütünü olup daha objektiftir.

      Nihayetinde benlik algısı dediğimiz davranış ve düşüncelerimiz, hiç tanımadığımız atalarımızın davranışlarının bazıları da dahil olmak üzere çevre şartları (yetişme, yetiştirilme, beslenme, gelenek görenek, örf- adet vb.) etkisiyle kendimize dair bilerek veya bilmeden yarattığımız ve bazılarını öyle olduğunu sandığımız davranış ve düşüncelerin toplamıdır diyebiliriz.

      İlginiz için teşekkür eder, esenlikler dilerim.

      Sil
  4. Cevabınız için teşekkür ederim,son paragrafınıza bir ekleme yapmak ve konuya farklı bir açıdan bakmak istiyorum.

    Benlik algısının prefrontal lobdan kaynaklanan bir yanılgı olduğunu düşünüyorum.Yani prefrontal korteks beyinde sadece kendi varmış gibi davranıyor ve kendine ben diyor

    Hep deriz ben görüyorum,ben duyuyorum,ben öfkelendim,ben karar verdim,ben acı çekiyorum vs...

    Bu ben tek bir parçadan oluşuyormuş gibi bir algı var ancak aslında ortada ben diye birşey yok sadece beynin farklı kısımlarıyla ortaya çıkan algılar ve işlevler var.örneğin görme işlevi ve algısı oksipital ve parietal loba ait bir işlevdir,yani gören ben değil oksipital ve parietal lobdur,veya acıyı algılama işlevi ve konuşma parietal loba ait bir durumdur,yani ben konuşmam,ancak bu tüm algıların ve işlevlerin tek bir bilinçte toplanmasının bu yanılgıya sebep olduğunu düşünüyorum

    eksiklikler veya yanlış bilgiler olabilir,bu konuyla ilgili farkli düşünceleriniz varsa benimle paylaşırsanız sevinirim

    YanıtlaSil