Beynimiz ve Biz: Saygı Nedir?

2 Yorum
Hani zaman zaman televizyon tartışmalarında tartışmacılardan birinin diğerine "düşüncelerinize katılmıyorum ama saygı duyuyorum" dediklerini duymuşuzdur. Aslına bakarsanız burada kullanılan saygı ifadesi, gerçek anlamda saygı değil "uyma davranışıdır". Bilmediğiniz bir yere gidersiniz de, çevreye bakınıp, siz de onlar gibi davranmaya çalışırsınız ya, işte kabaca uyma davranışı budur. Uyma davranışı, saygı değildir. 

Uyma davranışında, size uygun gelmese de, çevreyle tezat düşmemek, dışlanmamak adına hatta belki de bize makul gelmeyen bir davranışa uymak, bilerek veya bilmeyerek katlanmak demektir. Söz gelimi, bir köy veya kasabada, davet edildiğiniz bir evde önünüze çıkartılan bir yemeği, gündelik hayatınızda yemeseniz de kendinizi yemeye mecbur hissetmeniz gibi. Keza, şirketlerde belli oranda, çalışanların birbirine, amirine gösterdiği davranış, saygı değil, uyma davranışıdır. Uyma davranışını göstermediğimizde, işimizden olma veya terfi alamama riski vardır. Benzer şekilde, anne babanın çocuğuna "saygılı ol", "saygı göster" ifadeleri ile çocuğun gösterdiği davranış saygı değil, zorlamalı bir davranış yani uyma davranışıdır. Nitekim, Asch'in yaptığı uyma davranışı deneyleri, anlatılanlar için güzel örneklerdir. Saygı ise, içtenlikli bir davranıştır, bir mecburiyet yoktur. Saygı duyulan kişiyle belli oranda bir özdeşleşme (identifikasyon) vardır.

Peki, nedir saygı?

Aslına bakarsanız, saygı dediğimiz kavramın kökeni doğuştan gelir, içinde bulunulan kültürle biçimlenir. Başka türlü söylersek, saygının kökeni genlerle geçer, saygıyı öğrenmeyiz. Öğrendiğimiz şey, doğuştan gelen bu potansiyelin, içinde bulunulan topluma göre davranışlarımızdaki şekillenmedir. Bu nedenle de farklı kültürlerde saygı davranışı farklı olabilir.

Peki SAYGI dediğimiz kavram ne işe yarar? Kendi benlik algımıza dair inanç ve inanışlarımızın kabulü ve onaylanması için kendi varlığımıza yönelen tehditleri azaltmak veya ortadan kaldırmak adına, karşı tarafın davranış ve düşüncelerine uyum göstermektir. Bir başka deyişle, kendi inanç, davranış ve söylemlerimizin ve amaçlarımızın izini ve daha fazlasını karşı tarafta (saygı gösterdiğimiz kişide, grupta, toplumda, düşünce biçiminde vb.) bulmak, kendimizi kabul ettirmek ve Maslow'un tablosundaki KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK için, karşı tarafın düşünce ve davranışlarına uyma davranışıdır. Her ne kadar düşünen beynimiz de (alnımızın hemen arkasındaki beyin bölümü, diğer adıyla prefrontal korteks) saygı denilen sürecin bir parçası olsa da, saygı dediğimiz kavramın çıkış yeri, düşünen beyin değil,
DUYGUSAL BEYİN yani LİMBİK SİSTEMDİR. Limbik sistemi, kabaca, beynimizin ortasında bulunan, duygularımızın üretildiği yer olarak isimlendirebiliriz. Bunun anlamı, düşünen beyniniz tıkır tıkır çalışsa da, limbik sistem yoksa, saygı da yoktur. Çünkü böyle bir sisteme beyin değil, yapay zeka adı veriyoruz.

Büyük bir ihtimalle, limbik sistemin alt sistemleri olarak adlandırabileceğimiz, korku ve kaygılarımız ve cinselliğimizin de merkezi olan, gözlerimizin hizasında, beyin tabanına yakın ve her iki beyin yarı küresinde yer alan AMİGDALA; olumsuz olaylardan kaçınmamızda ve uyumlu davranışlarımızda da rol oynayan, şakaklarımıza yakın, beyin yüzeyinden biraz içeride bulunan İNSULA ve kabaca, vicdanımız diyebileceğimiz (süper ego), davranışlarımızı denetleyen, yine beynimizin her iki yarım küresinde bir birine bakışık olan, yay şeklindeki bir yapı olan ANTERİOR SİNGULAT KORTEKS denilen yerler, SAYGI dediğimiz bu mekanizmanın kökeninde yer alıyor olabilir.

Saygı bir anlamda kendi düşünce ve inanç biçimlerine benzer düşünme ve davranışta benzer kişilere itibar ederek, kendi benlik algımızın, hayatı anlamlandırmadaki kendi hissiyatımızın bizim dışımızdaki referansıdır. Bu referans vasıtasıyla kendi varlığımızın onaylandığını hissederiz. Saygı duyduğumuz kişi de belli bir değere kadar bizim gibi düşünmekte, hissetmektedir. Şu halde saygı kavramının içinde empati ve sempati kavramlarını da görmek mümkündür. 

Saygı duyduğumuz kişinin bir potansiyeli de, sahip olduğumuz düşünce, bakış açısı ve hayatı anlamlandırma argümanları bakımından, bu düşünceleri genişletici, çoğaltıcı, yol gösterici bu potansiyel doğrultusunda bize yeni ufuklar açmasıdır. Bu davranışları da içinde bulunduğumuz grubun, topluluğun  bir üyesinde görebiliriz. Böyle kişiler, lider olarak adlandırılır. 

Saygı mekanizmasının içinde kısmen, o kişiye karşı mükemmeliyetçi bir davranışımız da belli ölçekte devreye girer. Saygı duyduğumuz kişiyle, üslubumuz, diğer kişilerle olan davranışlarımıza göre bir nüans gösterir. Söz gelimi, o kişiye mahcup olmak istemeyiz. Ona karşı olmak, bir anlamda kendi benliğime karşı gelmektir. Çünkü o, benim dışımdaki dünyamda,  benim değerlerimi bana yansıtan bir referanstır. 

Saygı, sadece insanlarda gördüğümüz bir davranış biçimi değildir. Primatlarda (şempanze, bonobo, goril vb.) alfa erkeği olarak tabir edilen baskın erkek yani grup yöneticisine, keza aslan gruplarında lidere itaat gibi davranışların altında aynı kavramı arayabiliriz. Primatlarda da görüldüğü üzere itaat ve uzantısı uyumluluk ve de saygı, liderle işbirliğini ve dolayısıyla kendi varlığının kabulünü de beraberinde getirmektedir.

Ancak şunu da ilave edelim ki, insanda, hayvanlardan farklı olarak sahip olduğu bilincin varlığını da düşünürsek, saygı, itaat demek değildir. İtaatte, bireyin, karşı tarafın istemlerine koşulsuz uyma davranışı vardır. Bir bakıma, itaat, kendi kararlarımızı, benlik algımıza ait değerleri karşı tarafa emanet etmek, teslim etmek demektir. Halbuki saygıda, benlik algımız ve değerlerimizden taviz vermeyiz. Zaten saygının önemli bir argümanı da, karşı tarafın (saygı duyduğumuz kişinin) düşünce, davranış ve hissiyatını sorgulama inisiyatifini kaybetmeden bu davranışı göstermektir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi zorlama yoktur, kendiliğindenlik ve içtenlik vardır. Yeri geldiğinde, kendi prensiplerimize uymadığında, karşımızdakine olan saygımızı kaybedebiliriz. Elbette ki, her normal davranış gibi, saygının da patolojiye çevrilmiş (hastalıklı) durumlarından bahsedebiliriz. Böyle bir durumda, saygının, beyninin bilinçli kısmı olan prefrontal korteksten kopmuş, diğer bir ifadeyle sorgulama mekanizmasını yitirmiş haliyle saygının sadece duygusal yani limbik sistem tarafından yönetildiği haller de olabilir.

Şunu da söylemek gerekir ki, saygı duyduğumuz kişi ve ya düşünce sisteminin mutlak doğru bilgilerle donanmış olması da gerekmez. Önemli olan, yanlış da olsa doğru da olsa, gerek saygı duyanın gerekse saygı duyulanın aynı bilgiye sahip olup, bunun doğru olduğuna dair inancı taşıyor olmasıdır. Söz gelimi, Güneş'in, Dünya'nın etrafında döndüğüne inanıldığı zamanlar, her iki taraf da aynı yanlış bilgiye sahip olsa da beyin, mevcut bilginin doğruluğuna inandığı müddetçe, karşı tarafa saygı duyar. Görülüyor ki saygı, doğru bilgiden bağımsız çalışan bir mekanizmadır. Bunun da diğer anlamı, saygının kökeninin öğrenme değil, doğuştan geldiğidir.

Özetle, karşı tarafa gösterdiğimiz saygının nedeni, kendi varlığımızın kabulu , onaylanması bir başka deyişle kendimize gösterilmesini istediğimiz saygıyı var olma hissiyatının (duyuşunun) başkasını  (kişi, toplum, düşünce, inanış vb) kullanarak tesis etme KAYGISIDIR. Saygı kavramını, yukarıdaki bilgileri dışarıda bırakmadan daha da basitleştirerek söylemek gerekirse, başkası (karşımızdaki) üzerinden kendi varlığımızı, saygınlığımızı, toplumsal liyakatimizi, varoluşumuzu, karşımdaki ile hemen hemen aynı inanç ve amaç birliğinde olduğumu hissetmektir. Kendi hissiyatımızın, düşüncelerimizin, inanç biçiminin benimle beraber aynı olan olan kişi tarafından ve hatta bana yol gösteren, ondan öğrendiklerimle  kendimi onayladığım, onaylandığımı hissettiğim bir davranıştır. Yani aslında karşımızdakine gösterdiğimizi sandığımız saygı, karşımızdakinin bizimle benzer değerlerini kullanarak kendimizdeki onaylanmış öz saygımızdır.



Erol

2 yorum:

  1. David Hume'un (bundle theory) demet teorisinde, bilinçte duygular,düşünceler,deneyimler vs. bulunmaktadır ancak bunları deneyimleyen herhangi bir özne bulunmamaktadır.Yani deneyimde bulunan bir özne yoktur sadece deneyimin kendisi vardır,kısacası sen diye birşey yoktur diyor. Bu teori hakkında fikirleriniz nelerdir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar Sayın okurumuz.

      Benim, felsefe ile ilgi alanım bilim felsefesi ve nörofelsefe ile sınırlı olduğu içiin, yazdığınızı tam olarak anladığımı söyleyemem.

      Dediğiniz gibi bilinç, duygu, düşünce ve deneyimler mevcuttur. Bilinç dediğimiz prosesin ana yönetim merkezi alnımızın hemen arkasındaki prefrontal korteks olup, bu kısım tek başına bunu sağlayamadığı için beynin bir çok tarafından destek alarak bilinç oluşuyor.

      Bilinç demek, çevredekilerden ve kendimizin farkında olmak demektir. Düşünmeyi düşünen yer bilinçtir. Böyle olunca, bizatihi bu farkındalığın öznesi kendimiz oluyoruz. Hele bellek denilen şey olmasa bu farkındalığımızın hiç farkında olmazdık. Çünkü bir şeyin farkında olmak demek, depolanmış bilginin, o andaki bilgiyle karşılaştırıp mukayese etmek demektir. Bu bellek olmasa, o şeyin farkına bile varmadık. Böyle olunca bir şekilde özne olmak durumundasınız ki, sizin yorumunuzda belirttiğiniz üzere Hume'un ifadesi burada yerini bulmanaktadır. Tabii ki, Hume'un tam olarak ne demek istediğini de tam olarak anlamamış olabilirim.

      Sadece, zaman zaman bazı felsefecilerin, rastladığım bazı sözlerinin bugün için geçersiz olduğunu biliyoruz. Söz gelimi, John Locke'nin "tabula rasa" yani yeni doğan bir bebeğin beyninin boş sayfa olarak doğduğunu söylemiş olması bugün için geçerli değildir. Çünlü, bilginin kavramı da değişmiştir. Söz gelimi, iç güdülerimiz bilgidir ve bunlara ait kalıplar doğuştan gelir. Söz gelimi korkma bilgisi doğuştan gelir, öğrenmeyiz. elbette ki, o zaman beyin hakkında bilmedikleri için, mevcut kanaatlerini kullanıyorlardı.

      İlginiz içşn teşekkür ediyor, esenlik diliyorum.

      Sil