Sadakat anlayışının kökeninde daha evvelki yazılarımızda bahsi geçen aynı
hormon var; OKSİTOSİN. Oksitosinin bir başka adı da “KUCAKLAMA HORMONU”. Eğer,
bir kişi (bu kişi siz de olabilirsiniz) sizi veya bir başkasını candan kucaklıyorsa,
biliniz ki o kişinin beynindeki oksitosin hormonu ve bunu algılayan reseptörler
(oksitosini algılayıp da beynin devrelerine dahil eden hücreler) daha fazladır.
Oksitosinin beyindeki rolü ile ilgili çığır açıcı çalışma o
sırada Maryland Üniversitesi’nde görevli olan C. Sue Carter tarafından
gerçekleştirildi. Carter, birbirlerine çok yakın olup, öncelikle üreme açısından
farklılıklar sergileyen iki fare türünü- “tarla faresi” ile “dağ faresini” araştırdı. Tarla fareleri üremek için eşleri ile uzun süreli ilişkiler
kurarken, dağ fareleri önlerine gelenle çiftleşmekteydiler ve babalar (erkek dağ fareleri)
yavruların büyütülmesine katkıda bulunmuyorlardı.
Carter bu iki türün farklı davranışlar sergilemesine yol
açan asıl nedenin oksitosin olduğunu keşfetti. Dişi tarla farelerinin
beyinlerindeki haz merkezlerinde çok sayıda oksitosin alıcısı varken,
erkeklerde bol miktarda oksitosinin yanı sıra, onunla yakından ilintili olan
vasopressin alıcısı da bulunmaktaydı. Oysa dağ farelerinde hem oksitosin, hem
de vasopressin alıcılarının sayısı çok daha düşüktü.
Tarla farelerinde bu alıcıların işlevi önlendiğinde, normal
çiftleşme süreci gerçekleşemiyordu. Diğer bir ifade ile erkek tarla farelerinin
beynine zerk edilen kimyasallar ile, oksitosini algılayarak çiftleşmeyi ve de aynı
zamanda erkek tarla faresinin dişisinin yanında kalarak sadakat gösterme süreci
de sekteye uğruyordu. O halde, erkek tarla faresinin eşine sadık kalarak daha
iyi (!) bir fare olmasının nedeni, bir “kimyasal”dı. Nasıl? Erkek tarla faresini dağ
faresine göre takdir etmiştiniz ama bu sadakati sağlayanın aslında oksitosin
olduğunu anlayınca, erkek tarla faresinin bu sorumlu anlayışı da sizin
nezdinizde değer kaybetti değil mi?
Görülüyor ki, normal yaşantılarında, erkek tarla fareleri,
erkek dağ farelerine göre eşlerine daha sadıklar. O halde, sadakat denen bu
olguda düşüncelerimize hiç yer yok mu? (Çünkü tarla faresindeki bu sadakat eylemi, düşüncesinin bir sonucu değil. Öyle olsaydı, onların da düşündüğünü
söylerdik).
Peki, konuyu insanlara getirdiğimizde “sadakat” ile ilgili
sorumluluğu kime yüklemeyi düşünüyorsunuz? Düşünen beyninize mi yoksa oksitosine
mi? Oksitosin ve onu algılayacak reseptörler az ise ve eşiniz de çapkın çıkarsa
sorumlusu kendisi mi yoksa onu sadakat konusunda düşünme(me)ye iten oksitosinin
azlığı mı? Suçlu veya sorumlu kim? Düşünceniz nedir?
Erol
Kaynaklar:
- Cumhuriyet Bilim Teknik, 12.09.2008
- Churcland, Patricia S., Güvenen Beyin, Alfa Yayınları (2013)
Bence bu aşamada her ikisi de etkendir hatta bireyin iradesine hakim olup ta kendisini yönlendirmesi oksitosin fazlalığından daha da etkendir. Neden mi? İnsanlar farelerden düşünce yönünden daha fazla gelişmiş ve daha zeki varlıklardır dolayısıyla kendi iradelerine hakim olma oranları da artabilir. Eğer somut örnekler üzerinden gideceksek bir yakınımı buna örnek verebilirim. Hayatının belirli bir dönemine kadar kimseye sadakat namına herhangi bir ciddi ifade belirtmiyordu fakat kendisini bir bayana koşulladı ve nihayetinde şu an için sadakatli bir hayat sürüyorlar. Bu yeterli değilse kendimi de örnek verebilirim. İslam inancına tabi iken herhangi bir kadınla evlilik dışı ilişkiyi cazip görmüyor ve yapmıyordum hatta buna sıkı sıkıya bağlı olduğum için bir kız arkadaş dahi edinmedim. Çünkü kendimi daima cinsel anlamda ve ruhsal anlamda bir kişiye adamış olacaktım fakat şimdi bu görüşümden vazgeçtim. Yine sadık olmak kendime olan saygımdan ve karşımdakine olan saygımdan daima hayatıma uygulayacağım bir kuraldır fakat evlenene kadar pek çok farklı kadınla onları aldatmadan birlikte olabileceğim kanaatindeyim. İstesem de sadık olmam. Fakat istiyorum çünkü dürüst bir yaşam sürmek istiyorum. Bu dürüst yaşam arzusunu da oksitosin mi sağlar bunu bilemem. Saygılarımla benim fikrim bu.
YanıtlaSil