Evren Nasıl Oluştu?

20 Yorum
Evren nasıl var oldu? İnsanlar tüm tarih boyunca bu konuları hep merak etmiştir ve her kültür kendine özgü bir evren anlayışı icat etmiştir. Antik bilimin sembol ismi Aristotelesin evreninde uzay, üzerinde yıldızların tutturulmuş olduğu büyük kristal bir küre olarak düşünülüyordu. Bu uzay sonluydu, ama zaman bağlamında durağan ve sonsuzdu; yani, ne başlangıcı ne de sonu vardı.

Hıristiyan dünya görüşü zamansal sonsuzluk kavramından vazgeçiyorsa da durağanlık/değişmezlik özelliğine sahip çıkmıştır. Bu düşünüşte evren tanrı tarafından yoktan var edilmiş ve o zamandan beri hiç değişmemiştir. Copernicus bile 1543te dünyayı evrenin merkezi olmaktan çıkarıp güneş çevresinde dönen sıradan bir gezegen statüsüne indirgerken (ve böylece evrenin insanoğlu için yaratıldığı inancını sorgulamaya açarken) bile evrenin uzaysal olarak sonlu, zamansal olarak sonsuz ve durağan olduğu yolundaki Aristoteles doktrinini değiştirmemişti.

Yıldızları üzerinde bulundukları kristal küreden koparıp uzaya dağıta kişi Copernicus öğretisinin güçlü bir yandaşı olan Thomas Digges oldu (1576). Diggese göre uzay sonsuz idi ve yıldızlar da sonsuz uzayda dağılmıştı. Uzayın sonsuzluğu Giddesten sonra kabul gördü; ancak zaman içinde değişmez olduğu yolundaki Aristotelesçi inanç hükümranlığını 20. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar sürdürdü.

Yani 20. yüzyıla kadar kısmen Aristotelesten miras kalan düşüncesinin en önemli dayanaklarından biri durağan, yani zamanla değişmeyen evren kavramıydı. Örneğin 19. yüzyılda ünlü İngiliz jeolog Charles Lyell yerküremizin yaşlanmaz olduğunu ileri sürmüştü; ancak bilimsel çalışmalar sonucu elde edilen kanıtlar tersini doğruladı.

19. yüzyılın ortalarında dünyamızı ısıtan güneşin ısı kaynağının sonsuz olmadığı anlaşıldı.20. yüzyılın başlarında dünyanın evrim geçirmemiş düzgün ve yaşlanmaz bir yapı olduğu anlayışı çöpe atıldı. 20 yüzyılın başlarında kayalardaki uranyum ve kurşun oranları kullanılarak dünyanın yaşının birkaç milyar yıl mertebesinde olduğu saptanmıştı; bugün kabul edilen değer 4.5 milyar yıldır. Son derece sıradan bir yıldızın çevresinde dönen yine sıradan bir gezegen üzerinde yaşadığımızı anlayacak ölçüde evrim geçirmemiz için 4.5 milyar yıl geçmesi gerekmiş, ne kadar ilginç.

Evren hakkında sahip olduğumuz modern bilgilerin pek çoğunu 1930'larda geliştirilen yeni teknolojilere borçluyuz. Bu sayede uzaydan gelen radyo dalgalarının saptanması mümkün oldu. Daha önceki binlerce yıl boyunca görünür ışık insanoğlunun gökleri (ve tabii ki dünyayı da) inceleyebilmesinin tek yoluydu. Elektronik ışık detektörleri fotoğraf plakaları yerini aldı. Yeni geliştirilen bilgisayarı da devreye girmesiyle verilerin depolanması ve işlenmesinde elektronik devrim öncesi dönemde düşlenmesi bile mümkün olmayan müthiş bir kapasite ve hız kazanılmış oldu.

1940'lardan günümüze uzaydan gelen kızıl ötesi, mor ötesi ve x-ışınlarını saptayabiliyoruz. Görünür ışık elektromagnetik tayfın küçük bir bölümünü oluşturur. Kızılötesi ışınımın dalga boyu bundan daha uzun, radyo dalgalarının ki ise daha uzundur. Radyo dalgaları gibi insan gözünün duyarlı olmadığı tüm türlerini ortaya çıkarabildiğimiz gibi o zamana dek bilinmeyen pek çok gök cisminin de bulunması mümkün oldu; kozmik arka-fon ışınımı, kara delikler, nötron yıldızları, kuazarlar, karanlık madde vb.

Evren durağan mı, yoksa bir başlangıcı var mı? Varsa nasıldı? Uzayın en derinliklerine bakıldığında, uzayın sonuna (sınırına), ya da zamanın başlangıcına ulaşılabilir mi?

Evren oluşumu ve yapısına ilişkin bilimsel bilgilerin en önemli modern öncüllerinden birini Kanta borçluyuz. Kant, güneş sistemimizin dönmekte olan büyük bir gaz ve toz bulutunun yoğunlaşmasıyla oluştuğunu ileri sürdü. Bu ilkel gaz bulutu kendi çekim etkisi altında yavaş yavaş çöktü. En yoğun olan merkezi güneş oluşturdu vs.

Büyük ölçekteki evrenin ilk matematiksel teorisi Newton'un kütle çekim teorisi idi(1687). Bunun daha gelişmiş ve tam versiyonunu 1917de Einstein tarafından geliştirilen "Genel Görelilik Teorisi"dir. Einstein, bir bütün olarak evrenin bir modelini oluşturmak amacıyla kendi teorisinin temel denklemlerini çözmek için iki temel varsayım yapmıştır: Madde evrende düzgün bir biçimde dağılmıştır ve evren durağandır, yani zamanla değişmez. Dolayısıyla Einsteinin kozmoloji modeli durağan ve homojendir.

Bundan 5 yıl sonra Rus matematikçisi Friedman Einstein denklemlerinin zamanla değişen evren modeline karşı gelen çözümlerini de bulmayı başardı. Bunun için Einsteinin homojenlik varsayımın korurken durağanlık varsayımını sorgulamaya almıştı. Friedman çözümünde evren, yoğunlu son derece yüksek bir durumda başlayarak zamanla genişliyordu. Ne ilginçtir ki Einstein, bu yeni çözüme rağmen evrenin durağan olduğuna inanmakta diretti (tıpkı Aristoteles, Copernicus ve Newton gibi). Einstein benzer ilginç, bir anlamda çelişkili ve yıkıcı bir tavrı, ilk mimarlarından olduğu "Kuantum Teorisi"ne karşı da sergilemişti. İşin doğrusu, ne Einstein'ın ne de Friedman'ın genel görelilik denklemlerini çözmek için varsaydıkları başlangıç koşulları o günler itibariyle fiziksel olarak sınanabilecek koşullar değildi. Yani bu iki farklı yaklaşımı birbirinden ayırdedecek deneysel kanıtlar mevcut değildi.


Bu çerçeveden bakıldığında 1929 yılı bir anlamda milat niteliğindedir. Zira o yıl Edwin Hubble evrenin genişlemekte olduğunu keşfetti; galaksiler sürekli olarak birbirlerinden uzaklaşıyordu. Hemen belirtelim ki, Hubble galaksilerin birbirlerinden uzaklaştıklarını doğrudan teleskopla gözlemlememişti; bu sonuca teleskopuna gelen ışığın frekansındaki Doppler kaymalarına bakarak ulaşmıştı. Şöyle ki, galaksilerin renkleri tayfın kırmızı ucuna doğru kayıyordu ve bu tür bir kaymanın (yani dalga boyundaki uzama, ya da frekanstaki azalma) Doppler'in çalışmaları sonucu kaynağın uzaklaşma hareketinin bir sonucu olduğu biliniyordu. Bütün galaksiler bizim galaksimiz olan Samanyolu'ndan uzaklaşıyordu. Hubble'in anıtsal keşfi, galaksilerin uzaklıklarının uzaklaşma hızı ile orantılı olduğunu bulmasaydı. Başka bir deyişle bir galaksinin bize uzaklığı bir başka galaksinin 2 katıysa uzaklaşma hızı da 2 katı oluyordu. Bu sonuç her yönde düzgün olarak genişleyen bir evren için beklenen bir sonuçtur.

Nasıl bir şişen balonun yüzeyinde bir genişleme merkezi yoksa Hubbleın gözlem sonuçlarına göre evrenin de, genişliyor olmasına karşın, bir genişleme merkezi yoktu.Bir balonun yüzeyine her biri bir galaksiyi temsil eden noktalar koyduğumuzu düşünelim. Balon şişerken üzerindeki her hangi bir noktadan bakıldığında tüm diğer noktaların bu noktadan uzaklaştığı görülecektir; yani hiçbir nokta merkez değildir. Eğer galaksilerin uzaklaşma hızları uzaklıkları ile doğru orantılı ise, bütün galaksiler için hızın uzaklığı oranı sabit olmalıdır. Hubble sabiti adı verilen bu oran evrenin şu andaki genişleme hızını vermektedir.

Bu gözlemler her iki kozmolojik modelde (Einstein ve Friedman'ın modellerinde) ortak olan homojenlik varsayımını doğruluyordu. Ancak zamansal perspektiften bakıldığında, yalnızca Friedman modelini destekliyor, Einstein'inkini çürütüyordu.

Galaksiler zamanla birbirlerinden uzaklaştıklarına göre, geçmişte daha yakın olmaları gerekir. Eğer evren filmini geriye doğru oynattığımızı düşünürsek, galaksiler gittikçe birbirlerine yaklaşarak iç içe girmeye başlayacaklardır. Demek ki geçmişte öyle bir an vardır ki, evrendeki tüm madde yoğunluğu sonsuz olan bir noktada sıkışmış olarak bulunacaktır.

Bilim insanları bu durumun gerçeklemiş olduğunu zamanı hesaplıyabiliyorlar: Bu olay günümüzden yaklaşık 15 milyar yıl önce gerçekleşmiş; bu ana "Büyük Patlama" adı veriliyor. Kozmik evren filmimizi geriye doğru oynatma sürecine dönersek, evren büzüştükçe galaksiler gittikçe birbirlerine yaklaşırlar ve sonunda yıldızlar kendilerine özgü kimliklerini yitirirler. Evrendeki madde sonunda bir gazı andırmaya başlar. Evren daha da büzüşüp yoğunlaştıkça bu kozmik gazın sıcaklığı da giderek daha da artar. Sıcaklık 10 bin derece ulaşınca elektronlar atomlarından kaçıp kurtulmaya başlar. Daha da yüksek sıcaklıklarda ise atom çekirdekleri proton ve nötronlarına ayrışır. Evrenin doğum anı olan "Büyük Patlama" anına yaklaştıkça sıcaklık artmaya devam eder. Sıcaklık 10 trilyon (10^13) dereceye ulaştığında protonlar ve nötronlar da daha temel parçacıklar olan kuarklara ayrışır. Büyük Patlamadan 10-15 saniye sonrasına karşı gelen bu anda tüm evreni dolduran artık temel parçacıklardır, yani kuarklar ve leptonlardır.

Büyük patlama anına biraz daha yaklaştığımızda an üzerinde yoğun (bir anlamda spekülatif) çalışmaların yapıldığı bir araştırma alanıdır. Bu noktada üzerinde tartışılan bazı sorular şunlar: Madde neden var olmak zorunda? İlk kuarklar ve leptonlar nereden geliyor? Büyük patlama anından önce ne olduğu konusu esas olarak bilimin dışında. Ancak gene de bazı teorik fizikçiler bu konuda teorik spekülasyonlar yapmakta geri durmuyorlar.

Eski Yunandan bu yana bilim insanları hep doğanın minimalist açıklamasının peşinde komşulardır. Doğadaki dört kuvvetin birleşik bir teori çercevesinde anlaşılması bu bağlamda ulaşılan en son aşamayı temsil etmektedir. Bu kuvvetlerin birleşmesinin öngörüldüğü sıcaklık (10^28 C) herhangi bir hızlandırıcı laboratuarında elde edilebilecek sıcaklıktan, hatta yıldızların merkezindeki sıcaklıktan çok daha yüksek bir sıcaklıktır. Aslında böyle bir sıcaklık evrende yalnızca bir kez, Büyük Patlamadan yalnızca 1 saniye sonra sıcak enerji denizi evreni doldururken ortaya çıkmıştır.

İçinde yaşadığımız evrende yeni teorileri sınayabilecek bir laboratuar bulamayan yüksek enerji fiziği, 20. yüzyılın son çeyreğinde evrenin ilk anlarına gitmek, dolayısı ile kozmolojinin dünyasına girmek zoruda kalmıştır. CERN'de yenilerde çalışmaya başlayan "Büyük Hadron Çarpıştırıcı"nın (LHC) bu denli büyük bir tutkuyla inşa edilmesinin nedeni, dünya üzerindeki insan yapısı bir hızlandırıcı laboratuarında ilk kez olarak evrenin ilk doğum anlarındakine yakın bir enerji ve sıcaklık düzeyine ulaşabilecek olmasındandır.

Özetlersek çağdaş bilimsel anlayış evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce olağan üstü bir madde sıkışması ile başladığını ve ışık hızı ile genişleyerek uzaydaki yapıları oluşturduğunu söylüyor. Ancak bu buluş her şeyin anlaşıldığı anlamına gelmiyor. Kuşkusuz yanıtlanması gereken pek çok zoru var önümüzde. İşte bunlardan bazıları: Bu genişleme sonsuza dek mi sürecek, yoksa bir zaman sonra genişleme durup bir büzüşme mi başlayacak? Öyleyse bu büzüşmenin sonunda ne olması bekleniyor? Altını çizerek belirtelim ki, yaklaşık 100 yıl kadar önce bu tür soruların bilim dışı sorular olduğu düşünülüyordu.Bu gün ise bilimin neredeyse tam göbeğinde yer alıyorlar.

Geçmişte evrenin sabit olduğunun düşünüldüğü dönemlerde bilim insanları yıldızların haritasını çıkarmakla uğraşıyorlardı; günümüzde ise artık evrenin değişimi ve evrimini inceliyorlar. Bu bakımdan da fiziksel ve biyolojik bilimlerin yaklaşımlarında belirgin bir yakınsama var. Aristotelesin 22 asırlık sabit/durağan evren doktrinin sonunu getiren Hubblein anıtsal keşfi bir anlamda Darwinin 19. yüzyıldaki çalışmalarının gök bilime yansımalarıdır. Çağdaş astrofizik vücutlarımızı da oluşturan atomların (her bir kilogramda 10^26 atom) yıldızların içindeki nükleer reaksiyonlarda oluştuktan sonra uzaya püskürtülüp gezegenleri, toprağı ve organik molekülleri oluşturduğunu söylüyor. Dolayısı ile yaşamın ve insanın kökeninin incelenmesi sürecinde kaçınılmaz olarak galaksilerin, yıldızların ve en sonunda evrenin yaşam öyküleri karşımıza çıkıyor.

Namık Kemal Pak
Bilim ve Ütopya, Sayı: 195

20 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Bak kardes büyük küfür sildim allahın evreni yarattığını anlamak için ihlas suresine bak anlarsın...

    YanıtlaSil
  3. Bir atom neden var? Isik neden var? Bir noktadan bir patlama olduysa, o ilk noktada bu buyuk kutle neden vardi. Onu oraya kimse koymadi mi? Bombos bir odanin ortasinda kendiliginden bir patlama nasil olusur. Ve bu kendliginden patlama bosluktan bir kutleyi nasil meydana getirir. Hiclikten atom nasil olusur. Hicligi suzup bir elemente nasil donustururuz. Atom derken en kucuk yapiyi soruyorum. Proton neden var. Uzayda bir protonu ya da bir notronu birisi, bir sey, bir varlik, bir durum, hiclikten meydana getirmemis ise, nasil oldu da o proton kendiliginden hiclikte beliriverdi? Ya da isik? Isik neden var. Neden foton var? Kendliginden, karanlik bir odada dis etmenler olmadan bir isik olusabilir mi? Bilimsel dusunceler bana hiclikten hicbir sekilde kendliginden bir sey olusamayacagini soyluyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayın Ersan,

      Bu sorulara cevap olarak "tanrı" deyince iş çözülüyor mu? Tanrı hakkında akla sorular gelmiyor mu? Tanrı, madde ötesidir demek, tanrıyı bu ve benzeri sorulardan muaf mı kılıyor?

      Sil
    2. Hayyam
      Asil ismin ne?
      Ne isle ugrasirsin?
      Bayanmisin erkekmisin?
      Amacin ne?
      Bla bla bla...

      Sil
    3. Anlasilan birileri, batman gibi kahramanlik pesinde kosuyor. En azindan batmanin cinsiyetini biliyoruz.

      Sil
    4. Bayan olsa ne yapacan_ Si..cenmi? Cinsiyetin önemi ne senin için?

      Sil
    5. He amk si.ecem senide si.ecem

      Sil
    6. Ulan ne at kafalilar var yav

      Sil
    7. hayyam tam da aklimdaki soru isaretine parmak bastin. aciklaman mantikliydi. tesekkur ediyorum. bunu anlamak kavramak icin dinin getirdigi dusunce engelini asmak gerek arkadaslar. hadi bi "carpilacaz la" demeden dusunmeyi deneyin.

      Sil
  4. Yanıtlar
    1. Cinayet nasıl oluştu?

      Sil
    2. tanrıyı dedektifi11 Kasım 2014 20:16

      zayıf halka, tanrı neden bu kadar zorba. cehennemden kebap kokusu duyuyorum!
      bütün hesaplar benden içmeye devam...

      Sil
  5. Sizin yüzünüzden onlarca insan ateist oluyor bir derneğin yürüyebilmesi için başkana ihtiyaç var eee bu evrenide bir yöneticisi var Allâh cc ol dedi ve oldu

    YanıtlaSil
  6. Bu kadar yüzeysel yorumlar okumak gerçekten üzücü.Keşke arkadaşlar böyle "cinsiyetin ne?" "adın ne?" gibi basit ve ucuz numaralara kaçacağına beğenmediği, yanlış bulduğu düşünceleri çürütseymiş.Ersan beyin sorularına bir kaç şey ekleyip bir kaç naçizane cevap vermek istiyorum.

    Tek tek ele almak gerekirse "hiçlikten hiç çıkar" fikri bilimsel olmaktan önce felsefi bir düşüncedir ve binlerce yıl öncesine uzanır.Ve eğer üşenmeyip her şeyin ilk nedenini ararsanız - oturduğumuz yerde evrenin sırlarını çözüyoruz :D - önce eşyayı sonra atomu sonra atomun varlığını vs vs sorgularsanız bir noktada şuraya geliyorsunuz peki evrenden, maddeden önce ne vardı ? Burada pek çok dindar Allah diyor ve sorgulamayı kesiyor fakat soru hala devam ettirilebilir, peki Allah nereden geldi, hiçlikten mi çıktı ? E haliyle dindar insan Allah'ın her daim var olduğunu kabul ediyor ve bu sonsuz gerilemeden kurtuluyor.Ancak yine Allah'ın varlığı hakkında çok da mantıksal bir sonuç alamıyoruz.Allah sadece vardı demek zorundayız.Bu da madde- veya başka bir töz - hep vardı demekten farklı değil aslında.Değil mi ? Yanılıyor muyum ?


    İkinci bir noktada, sorduğunuz sorularda alttan alta bir amaçlılık- ereksellik- söz konusu.Ancak her şeyin bir amacı olmak zorunda değildir ya da bir amaçlılık içinde var olmak zorunda değildir.Allah neden var, diye sorabilir miyiz? Aslında hayır çünkü Allah'ın varlığı kendisinden başka bir şeye dayanmıyor yani Allah bir varlıktan türeme değil dolayısıyla bir nedene de bağlı değil.O halde Allah dışında başka varlıklar da bir "neden" e bağlanmaksızın var olabilir -teorik olarak - Fakat nedense dindar arkadaşlar hep Allah'ın kendiliğinden var olmasını maddenin kendiliğinden var olmasından daha mantıksal buluyor ki doğru değil.Çünkü burada mantık bitiyor, felsefe bize bir çerçeve sunuyor fakat gerçekleri bilmek için deneysel bilgimizin olması gerek fakat bu noktada hiç bir veri yok.


    Söz gelimi evrene temel olacak bir töz belirleyip evrenin bu tözün yapısı gereği sürekli bir noktadan genişleyip sonra tekrar sonlanıp sonra tekrar doğduğunu söyleyebiliriz ve bu fikir mantıksal ve felsefi açıdan Allah'ın evreni yaratması fikrinden daha az doğru değildir.Burada daha doğru olan bir fikir yok aslında çünkü her ikisinin de akıl örgüsü doğru, bu formel yapıda doğruluk, ancak "gerçekten" başlangıçta neyin olduğunu bilmek için bu akıl örgüsü yetmez "deneyimsel" bilgi lazım fakat bu da mümkün değil.Yani program varsa programcı vardır, dernek varsa yönetici vardır gibi ilkel benzetmelerden kaçınmalıyız.Eğer gerçekten bu fikirlerin sorununu anlamıyorsanız Leibniz'in kozmolojik argümanını okuyup ona yöneltilen eleştirileri inceleyin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaratılanlarla yaradanı aynı tutumazsınız. Biz de bir yaratığız ve bilgimizin sınırı vardır. Sorgulayabiliriz ama kapasitemiz olmadığı için cevaplayamayız. İnsan biliminin de aciz kaldığı nokta var ve bu da Allah'ın takdiri o yüzden iman etmek diye bir şey vardır.

      Sil
  7. Arkadaslar önce bi bize saygı duyun bizde İnsanız hem siz saygı duymuyosaniz ben öyle örnekler veririm hoc biriniz azibizi acamassiniz bilim herseyi araştırıyor ve somut kanitlarla ortaya koyuyor ama dinde öyle birşey yok bana kuran soyliyeceksiniz kuranda ki anlatım tarzı şu örnek veriyorum
    İnsanoğlu bir yerden bir yere göz açıp kapayincaya kadar gidebilecek yani bundan isinlanma makinesinin bulunacağını anlıyoz ama bu cihazın ismi şekli cismi bulunduğu yaklaşık zaman verilmiyor tamam isinlanma cihazı bulunacak bugün bulunmadı o zaman kurana göte yarın bulunacak yarın bulunmadı Öbür gün bulunacak ya hiç bulunmazsa dünya yok olursa veya hiç birimiz bulunmasını goremezsek o zaman yanlış olduğu anlaşılır ana o zamanda anliyacak kimse kalmamış olur

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kurana göre yazicaktim T9 açık hakaret etmek istemedim

      Sil
  8. Başlangıcı ve sonu olan bir şey var ise onun yapanı vardır. Başlangıcı ve sonu olmayan bir varlık var ise onun yapanı yoktur. Başlangıcı ve sonu olmayanı, biri yapmadıysa onun üzerinde evvel ve ahir düşünmek mantıksızdır. Ayrıca tüm bilim adamlarının kabul ettiği big bang
    Ve sonrası muhteşem olaylar ve sistematik düzen kendi kendine gelişmesini düşünmek aptallık ya da mantık dışı artniyetçilik olur. Allah kainatı ben yarattım diyor. Gücümün sınırı yok diyor. Yani MUTLAK ALİM, MUTLAK HAKİM, EŞİ OLMAYAN,ZIDDI, ORTAĞI OLMAYAN, ÜZERİNDE ZAMAN VE MEKAN DÜŞÜNÜLEMEYEM, VARLIĞI ZORUNLU VE MUTLAK OLAN, SONRADAN VAREDİLEN HIÇBIRŞEYE BENZEMEYEN HAY VE KAYYUM OLAN ALLAH KAINATI İLAHİ SANATINI KULLANARAK YARATMIŞTIR. Mantığın bütünüyle kabul ettiği budur. Allah inancı hiç kimseye birşey kaybettirmez. Ağaçtaki elma, yerdeki patates, içtiğimiz sular, soluduğumuz mükemmel hava bizim bir salise bile hayatta kalabilmemiz, aklımızın alamayacağı sistemlerin uyumlu çalışmasına bağlıdır. En mikrodan en makroya ve mikro ile makrolar arasındaki tarif edilemez uyumlar ancak ilahi bir idarecinin sanatına bağlıdır. FİZİK YASASI:HIÇBIRŞEY KENDEN MEYDANA GELEMEZ. Kainatın her zerresi bize Allah ı anlatıyor. Kolumuzu kaldırdığımızda kulladığımız enerjiyi eğer biz bilerek yapıyoruz dersek cahil oluruz. ATP nin kol kaldırma kuvvetine dönüşmesini kurgulamak ilahi sanat ister. Allah her zerrede bize nimetlerini lütfuyla ihsan ediyor. Allah ı inkar etmek kısa yoldan mantık ve bilimi inkar edip,işi kestirip atmaktır. Kainatta inceleyebileceğiniz her zerre nihayetinde sizi Allaha ulaştıracaktır. Tüm varlık onundur. Zaten O na döneceğiz. Bu hayatın kıymeti için Allah a yakın olmaktan O nun rızasını aramaktan başka çaremiz yoktur. Saygılar

    YanıtlaSil
  9. Evrenin hiclikten varolmasi ne kadar muhtemel kanitlandi mi acaba? Evrenin disinda bir enerjiye gerek var mi? Varsa bile o enerjiyi olusturan seyi sorgulariz eger onun da kaynagini bulsak onun ötesini sorgulariz. Bunu tqm olarak nasil anlamaliyiz?

    YanıtlaSil