Beynimiz ve Biz: İkna Etmeye Neden İhtiyaç Duyarız?

Yorum Yok
Sosyal bir varlık olarak, kendi türümüzün oluşturduğu topluluk içinde yaşamaya ihtiyaç duyarız. Bununla beraber, ebeveynlerimizin bize miras bıraktığı genetik özellikler, bu özelliklerin çevreden gelen etkilerle işlenmesi, düşünce ve davranış tarzımız, kendimizi algılayışımız kendimize ait bir benlik algısı yaratır. Fiziksel varoluşumuz, kaygılarımız, korkularımız, sevinçlerimiz, toplum içindeki statümüzle ilişkilerimizi, nihayetinde, sahip olduklarımızla varlığımızı sürdürmeye çalışırız. İçinde bulunduğumuz toplumda varlığımızı sürdürebilmek için, onunla uyum içinde olmak gerekir. Ancak bu uyumluluk, patolojik davranışları dışarıda bırakırsak, kendi benlik algımıza sahip çıkmakla, onu korumakla mümkün olabilir. Bu değerler arasında özsaygımız, özgüvenimiz, girişimciliğimiz, iletişim gücümüz, dünyayı algılayışımız ve birçok faktör gösterilebilir. Peki, bu çerçeveden bakıldığında, “ikna” sadece kendi düşüncelerimizi anlatabilmenin, isteklerimizin yerine gelmesi veya haklılığımızı anlatmak ile çerçevelendirebileceğimiz bir eylem midir?

Birey, dünyaya geldikten itibaren korunmaya muhtaçtır. Başlangıçta, ebeveynleri vasıtasıyla, sonra yetişme, yetiştirilme biçimine bağlı olarak kendisini korumaya, varlığını sürdürmeye çalışır. Birey, kendisinin bilmesi gerekip de bilmediklerinden, belirsizliklerden kurtulmaya çalışır. Bilmek, denetlemek, yönetmekle, belirsizliklerden kurtulduğunu hissedecek en azından tehdit unsurlarının ortadan kalktığını/ötelendiğini rasyonalize edene kadar uzun veya kısa vadeli bir uğraş verecektir.

Temeline baktığımızda, doğa, çeşitli güçleriyle birey için bir tehdit oluşturduğu gibi (yağmur, sıcak, giyinme ihtiyacı, açlık vb), içinde bulunduğu topluluk da birey için bir tehdit unsurudur. Öncelikle, kendi fiziksel varlığı, sonra fiziksel ihtiyaçları, duygularını ve nihayetinde kendini gerçekleştirmeye dair ihtiyaçlarının (Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi) doyurulması için çevresindekilerini ikna etmeye çalışacaktır. Birey genelde, değişmek yerine, dış dünyayı değiştirmek ister. Çünkü, uzun zamanda elde ettiği değerleri, inançları; bireyin kolay kazanmadığı, onlar için uzun mücadele verdiği var olma öncülleridir. Sadece, zaman zaman stratejisi gereği, taviz verir görünüp, yine kendi benlik algısına hizmet eden davranışlarda bulunabilir.

Yukarıdaki düşüncelerden hareket ederek birey, “ikna etme” eylemi ile aslında çevresindekileri kendisine, kendi benlik algısına, sahip olduğu değerlere benzeterek, kendisi için tehdit unsuru olduğunu düşündüklerini ortadan kaldırmakta (kendisine benzeterek), uzaklaştırmakta, ötelenmesini sağlamaktadır. Kendisine benzeterek, karşısındakinin davranış ve düşüncelerinin tahmin edilebilirliği artacak böylece birey de kendisini güvende hissedecektir. İkna ile, kendisine benzeyen her birey, tehdit unsuru olmadığı gibi, yeri geldiğinde ikna etmeye çalışan bireye hizmet eder hale gelmektedir. Bir bakıma birey, içinde bulunduğu toplumun bireylerini ikna ederek, kendisine benzeterek, diğer bireyleri yönetilebilir bir hale getirmekte, en azından tehditleri denetlenebilir hale getirerek kendi güvenliğini arttırmaktadır.

Peki, bireyin ikna etme çabasındaki temel felsefesinin, diğer bireyleri kendisine benzeterek tehdit unsurlarını ortadan kaldırmak veya en azından denetlenebilirliği ölçüsünde kendi güvenliğini sağlamak olduğuna göre, bu benzerlik ne dereceye kadar olacaktır? Bir başka deyişle, birey, diğer bireylerin kendisine bire-bir benzerliğinden hoşnut olacak mıdır? Muhtemel ki bunun da bir eşik değeri olmalıdır. Burada da devreye, bireyin kendisini diğerlerinden farklı olduğunu hissettiği/hissettirdiği temel değerler girecektir. Bu değerler, bireyin kendisi kadar, ikna etmeye çalıştığı diğer bireylerin de önemseyeceği değerler olmalıdır. Çünkü bu temel değerler, bireyin içinde bulunduğu topluluktaki farklılığını ortaya koyan değerlerdir. Bir bakıma, diğer bireyler, bireyin başkalarıyla özdeş olamayacağı (olmak istemediği) değerlere itibar ederek, değer atfederek ikna olmuşlardır.

Bu arada şunu da söylemek gerekir ki, birey, kendisini tehdit altında görmediği, kendi güvenliğini sağladığını/sağlandığını hissettiği müddetçe, yeni faaliyetlere, yeni girişimlere, yeni bilinmezlere veya belirsizliklere doğru yönelecektir. Diğer bir ifade ile, kendisini tehdit eden her unsur için harcayacağı enerjiyi (bedensel veya zihinsel), yeni yönelimler için harcayacaktır. Bu bakımdan, bireyin tehditleri yok ederek, güvenliğini sağlaması bu açıdan da önemlidir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, iknanın altında yatan neden, bireyin, çevresindekileri kendisine benzetme çabası ile diğer bireylerden gelebilecek tehditleri ortadan kaldırarak kendi fiziksel ve psikolojik güvenliğini sağlama çabasıdır. İkinci olarak, bireyleri yöneterek, kendi güvenliğini (tehditleri) denetlenebilir, yönetilebilir kılmaktır. Son olarak da, tehditler ortadan kalktığı müddetçe, yeni arayışlara yönelme ihtiyacının da giderilmesidir.

Erol

0 yorum:

Yorum Gönder