Beynimiz ve Biz: Tanrı Başlığı / Transkranyal Manyetik Stimülatör

2 Yorum
1980’lerde, Kanada Sudbury’deki Laurentian Üniversitesi’ndeyiz. Michael Persinger ismindeki Kanadalı psikolog, elindeki motosiklet başlığına benzer bir cisimle, üniversitenin bodrum katındaki bir odada, belki de bu konudaki ilk deneyi yapmak üzere hazırlanıyor. Deneyde kullanacağı başlık (Transkranyal Manyetik Stimülatör-TMS), içindeki birçok kablo ve bobinler vasıtasıyla bir cihaza bağlı olarak, aşırı yüksek yoğunlukta manyetik alan yaymak üzere hazırlanmış. Amaç, başlığı deneyecek olan deneğin beyninin, bu dalgalardan etkilenerek, vereceği tepkileri gözlemek. 

Denek, rahat bir koltuğa oturtulur ve başlık (TMS) başına geçirilir. Deneğin gözlerine siyah camlı bir gözlük takılır, gözlüğün etrafı, gözlere hiçbir ışık girmeyecek şekilde bandajlanır. Odanın lambaları kapatılır. Uzmanlar, beyinsel faaliyetleri yan odadaki monitörlerden izlemek üzere deneği odada yalnız bırakır.

Deney başladığında, başlıkta yüksek yoğunluklu manyetik bir alan oluşur. İlk çalışmada, deneğin motor korteksi uyarılır. Motor korteks; beynimizin tepesinde olup, buradan giden beyin sinyalleri; el, kol, bacak, dudak, yanak gibi yerlerdeki kasları yönetir. Motor korteksin, yüksek manyetik alanla uyarılması sonucu, söz gelimi; parmağınız seğirir, omuzunuza biri dokunmuş gibi hissederiz veya bir silkinme hissi belirir. Benzer şekilde, beynin septum denen ve talamusun önündeki bir grup hücreyi bu cihazla uyardığınızda kişilerin yoğun bir haz yaşamalarına neden olur.

Psikolog Dr. Michael Persinger, kendi yaptığı başlığı bu defa, beynin her iki yanında bulunan temporal lobları uyaracak şekilde konumlandırır. Deney sonrası, Persinger’in deneklerden aldığı sonuçlar ilgi çekicidir.

Persinger, deneye katılanlardan hissettiklerini anlatmasını istediğinde, denekler, “kendilerinin koruyucu meleklerini”, “Tanrıyı” veya benzer mistik duygular hissettiklerini ifade ederler. Deneyden anlaşılmaktadır ki başlık, temporal lobları uyaracak şekilde konumlandırıldığında, kişiler, kendilerini ulvi bir ortamdaymış gibi hissetmekteydiler. Diğer bir ifadeyle, manyetik başlık, dinsel veya manevi duyguları ortaya çıkartır gibi görünmektedir.

*****

Persinger’in bu deneyi için, aşağıdaki linkteki videonun izlenmesi önerilir.



Nörolog olan V.S. Ramachandran, Persinger’in yaptığı deneyi telefonda ilk kez bir arkadaşından duyduğunda, pek de şaşırmış görünmez. Hatta, konuyu kendisine ileten meslektaşına telefonda, “mistik duygular” konusunda özellikle sol temporal lobun daha etkin olabileceği düşüncesini de paylaşır.

Ramachandran, kitabında; ”Derslerde, her tıp öğrencisine, beynin temporal loblarından (yan loblar) kaynaklanan epileptik hastaların, gerek epilepsi nöbetleri esnasında gerekse nöbetler arasındaki zamanlarda, manevi deneyimler yaşadığı, din ve ahlaki konularla daha fazla ilgili olduğu öğretilir” demektedir. Ramachandran, yazısına devam ederek, “Bu gibi epileptik kadınların davranışlarının göze çarpan belirgin özelliği olarak; “kutsal varlık hissi”, “Tanrı ile doğrudan iletişime geçme duygusu” gibi derin manevi deneyimler gözlenmiştir. Hastalar; “Birden her şey aydınlandı veya sonunda her şeyin anlamını kavradım şeklinde ifadeler kullanarak kendilerini ifade etmedirler” demektedir.

Ramachandran, temporal lob epilepsisi yaşayan hastaların, “her şeye güçlerinin yettiği”, “mükemmel oldukları duygusunu yaşadıklarını”, “ben seçilmiş kişiyim, benim öncelikli görevim, Tanrının emirlerini, siz, kullarına iletmektir” dediklerini ifade etmektedir. Ramachandran sözlerine “aslında bu tür düşünceler, sadece hastalar için değil, zaman zaman herkesin hissettiği duygular olmalıdır” diye devam eder.

Benzer bir deney, 1990’lı yıllarda, Pennsylvania Üniversitesinde dâhiliye, nükleer tıp ve nükleer kardiyoloji dalında uzman olan doktor Andrew Newberg, tarafından Zen Budistlerle yapıldı. Newberg, rahiplere radyoaktif boya şırınga eder. Amacı, derin trans esnasında boyanın, dolayısıyla kanın, Zen rahiplerinin beyinlerinde ve hangi bölgelerinde daha aktif olduğunu röntgen ve bilgisayarlı tomografi (BT) vasıtasıyla görmektir. Newberg, deney gözlemlerine dayanarak şunu demektedir. “Rahipler, ruhani deneyimler geçirirken, evrenle bir olduğunu hissetmektedirler. Yani, bir anlamda, kendileri olma duygusunu (birey olma duygusu) kaybetmektedirler. Newberg, deneyinde görmüştür ki, ön loblar (düşünme ve karar verme lobları) devre dışı kalırken, mistik duyguların hissedildiği temporal loblar devreye girmektedir. Diğer bir ifade ile, temporal loblar seans esnasında devreye girdiğinde, bilinç bir bakıma kapanmaktadır.

*****

Aşağıdaki linkteki video, bu kavrama yardımcı olacaktır.



Andrew Newberg, araştırmalarını bir kitap yazarak derledi. Kitap Almancaya, fazla tepki toplamamak için “Düşünülen Tanrı” olarak çevrildi. Ancak, Amerika’da çok satan (best seller) kitabının İngilizce orijinal adı “Why God Won’t Go Away?” yani “Tanrı bizi neden bırakıp gitmez?” idi. Newberg bu konudaki düşüncelerini “Tanrı, beynimize demir attığı için her zaman bizimledir, ondan kurtulamayız” diye özetlemektedir.

California ve San Dieogo’daki bazı nörologlar da, epilepsi nöbeti arkasından Tanrısal bir inancın geliyor olmasını (hastaların hissedişleri ve söylemleri) araştırmışlar ve benzer sonuçlara ulaşmışlardır.. 
Deneylere bakarak, diyebiliriz ki, beyin, kendi metaforlarını ve dolayısıyla doğaya uyum sağlayacak inançlarını da beraberinde yaratmaktadır. Bir evrim psikoloğunun gözünden bakarsak, evrimsel sürecin bir parçası olarak temporal lobların (zihnin) yarattığı Tanrı metaforları, bireyselliği bir kenara koyup, içine korku unsurunu da (yıldırımlar, orman yangınları, depremler, hastalıklar) dâhil ederek, topluluğun bir arada kalıp türün devamında etkili bir rol oynamış olabilir. Bir başka deyişle, insandaki inançların temel kaynağı, atalarımızın genleriyle bizlere geçen evrimsel bir tohum olabilir. Tabii ki, bunun anlamı, her zihinsel metaforun, doğa karşılığının olduğunu söylemek değildir. Söz gelimi, rüyalarımız da bir gerçektir, ancak rüyadaki eylemlerimizin her birinin birebir karşılığı yaşadığımız Dünya gerçekliğinde mevcut değildir. Bugün, Dünya’nın büyük bir bölümünün, şu veya şu şekilde, zihnin bu metaforunu, evrenin bir gerçekliği olarak görüp, kuvvetli bir şekilde rasyonalize etmesine de şaşmamak gerek. Ancak bir gerçek daha var ki, evrim bize, entelektüel bilgimizi sınamamız için, prefrontal korteksi de (düşünen, araştıran, karar veren beyin bölümü) vermiştir.

Ramachandra, kitabında, ateist olan Francis Crick’i, işaret ederek, “bu cihazı Crick’te deneseydik, ne sonuç alırdık?” diyerek, düşüncesini esprili bir şekilde dile getirmiştir.

İster inançlı, ister inançsız olalım, temporal loblarımız, Tanrı metaforunu taşıyor olabilir mi? İnançsız bir kişi de, TMT ile aynı duyguları hissedebilir mi?

Erol

Kaynaklar:
  • Hürriyet, 18/06/2001, İNSAN Eki, sh 5.
  • Beyindeki Hayaletler V.S Ramachandran. Boğaziçi Üniversitesi Yayınları. Sh. 205-216
  • Ben Kimim, Richard David Precht, Pegasus Yayınları, sh. 292

2 yorum: