Beynimiz ve Biz: Nucleus Accumbens / Ödül Merkezimiz -2

2 Yorum
Beynimiz ve Biz -8 (Nucleus Accumbens / Ödül Merkezimiz) adlı makalenin ilk bölümünü okumak için buraya tıklayın.

Yirmi birinci yüzyılın cahilleri okuma-yazma bilmeyenler değil, öğrenemeyenler, öğrendiğini unutamayanlar ve yeniden öğrenemeyenler olacaktır.
Alvin TOFFLER

İSTEDİĞİMİZ BİR ŞEYİ BEKLEMEK Mİ DAHA HEYECAN VERİR YOKSA O ŞEYİ ELDE ETMEK Mİ?
Harvard Tıp Okulundan nörolojik bilimler uzmanı Hans Breiter, kazanç duygusunun iki temele dayandığını, bunlardan birinin uyarılma, diğerinin ise uyum olduğunu söylemektedir. Buna örnek olarak da seksi göstermektedir. “Önce, uzun bir uyarılma süreci ve arkasından da doyum gelmektedir.” diye ifade etmektedir. “Benzer şekilde, çok acıktığımızda, masaya yemeğin gelmesini beklerken, zihnimizin yemek yemeye hazırlanması ve bizde yarattığı uyarılma hissi, yemeği yedikten sonraki doygunluk hissinin vereceği keyfe göre daha baskın çıkacaktır” diye devam etmektedir. Buna göre, uyarılmayı tetikleyen en temel öge, doyum değil beklentidir. Onun içindir ki, yeni âşık olduğumuz kişiyi randevu verdiğimiz yerde beklerken yaşadığımız heyecan, onunla beraber olduğumuzdan daha baskındır. (Doğum esnasında bekleyen baba)

Bir şeyin beklentisi içinde iken, nucleus accumbenste dopamin salgısı daha yüksektir. Ancak, beklenen şey elde edildikten sonra beyinde dopamin salgısı azalır. Böyle durumlarda beyin, beklenen o şey için “işte, beklediğim şey, artık benim oldu” deyip heyecanı daha da doruğa tırmandırmak yerine, güdüsel bir boşluğa düşer. Bunu, tam da keyif almak üzere olan bir uyuşturucu bağımlısının elinden şırıngasını almaya benzetebiliriz.

İşte onun içindir ki, henüz satın almadığımız bir piyango bileti için bir beklentimiz yokken. Satın aldıktan sonra, nucleus accumbens dopamin bombardımanına tutulmakta yani bizi beklentiye sokmaktadır. Ve yine onun içindir ki, yukarıdaki deneylerden birinde ifade edildiği gibi, piyango biletleri, bileti alan deneklerden geri istendiğinde, denek, ederinden daha fazla fiyatla bileti geri satmak istemektedir.

SABIR, YA SABIR
Eğer, beklediğimizde ödülümüz daha büyük olacaksa, beklemeye değer mi dersiniz? Hem de nasıl. Cambridge Üniversitesinde fareler, pençelerini bir tuşa bastığında, karşılığında yiyecek elde edeceğini öğrenmişler. Ancak öyle ki, bir tuşa bastığınızda sadece bir adet şekeri ödül olarak alırken, başka bir tuşa bastıkları zaman biraz gecikmeli olarak (60 saniye kadar) ama bu gecikmeye karşılık 4 adet şeker elde etmektedirler. İki tuştan biri hemen fakat bir adet şeker verirken, diğerine basınca gecikmeli de olsa size daha fazla ödül veriyor. Siz ne yapardınız? Fareler de aynısıyla öyle yapmışlar. Daha fazla ödül almak için, daha fazla ödül veren tuşa basmayı ve tabii ki beraberinde sabretmeyi (ödülü almak için beklediklerinden dolayı) öğrenmişler. Tabii ki, farenin, her iki tuşa da basabileceğini ve her iki taraftan da şeker alabileceğini söyleyebilirsiniz. Elbette ki, mekanizmayı hazırlayanlar onu da düşünerek, farelerin yemek öğünleri geldiğinde, tuşlardan birine basıp şeker veya şekerlerini aldıktan sonra diğer tuş bir sonraki öğüne kadar devre dışı kalmaktadır.

Peki, beyinleri ve dolayısıyla nucleus accumbensleri hasarları olan fareler ne yapardı dersiniz? Deneyi, beyin hasarlı farelerle de yapmışlar. Sonuç ne mi olmuş? Sabırsızlık. Fareler, hemen fakat tek bir şeker veren tuşa basmayı tercih etmeyi alışkanlık haline getirmişler. Nucleus accumbens, ödül değerlendirme mekanizmamız olduğuna göre, sabırsız insanların, büyük ödülü beklemek yerine küçüğüne bir an evvel sahip olmayı istemesine bakarak, nucleus accumbenslerinde küçük de olsa bir araz vardır diyebilir miyiz acaba?

BAĞIMLI OLMAK
Bir başka deney yine fareler üzerine. Bir tuşa bastıklarında, beyinlerindeki dopamin merkezine elektrot bağlı olan fareler, elektrik sinyalleri ile uyarıldığında o kadar haz almaya başlamışlar ki, en temel ihtiyaçları olan yeme içme ihtiyaçlarını elde etmek için, bu ihtiyaçları karşılayacak tuşa basmayı bile bir kenara bırakmışlar. Şu halde, ödül sistemini sistemi harekete geçirip dopamin salgılattıran ve bu yüksek hazzı bize tattıran ve hatta vazgeçilmez kılan kokain, kumar, sigara hatta bilgisayar oyunu gibi bağımlıları anlayışla karşılamak gerekir. Tabii ki anlayışla karşılamak gerekir derken, kastedilen, onların iradelerine rağmen baskın olan bu bağımlılığı alt edebilmeleri için profesyonel bir desteğe ihtiyaçları olduğunu söylemek istiyoruz.

Ancak, nöroloji bilimi, ne olup da bu tarz şeylerin bizlere keyif verdiği konusunda bir sonuca varmış gibi görünmüyor.

Harvard Tıp Okulu nörolojik bilimler uzmanı olan Hans Breiter, yaptığı bir deneyde, damarlarına kokain zerk edilmek üzere bir uyuşturucu bağımlısı ile borsaya yatırım yapıp, bu yatırımından yüksek bir kazanç bekleyen bir borsa uzmanının beyinlerini fMRI (fonksiyonel manyetik rezonans) altında inceler. İkisinde de, beklenti için beyinlerindeki aynı yerin dopamin bombardımanına uğradığını görür. Sizce bu yer neresidir? Buradan şunu da anlıyoruz ki, Pavlov, köpekleri koşullandırırken, köpeklerin de beklentiye girdikleri yer aynı mekanizma. Nucleus accumbens.

YA KUMAR BAĞIMLISI BİR KİŞİ İSEK
Kaynaklara göre, ABD’de kumar hastalığı olanların oranı %3,5 olarak veriliyor. Kumar bağımlılarının ödül devrelerinin aşırı çalıştığı, yani dopamin bombardımanına uğradığı fonksiyonel manyetik görüntüleme ile belirlendiği için biliniyor. Peki, bir insanın kumar bağımlılığı nasıl giderilebilir? Bir düşünün, dışarıdan herhangi bir ilaç veya uyuşturucu alınmadığı halde bir insanın nasıl olur da kumar bağımlısı olabilir? Halbuki kumar bağımlısının beynine; sigaranın nikotini, kahve tiryakisi için kahvenin kafeini veya bir uyuşturucu bağımlısı için kokain veya benzeri bir madde girmediği halde nasıl olur da kumar oynamak bir bağımlılık olabiliyor? Diyebiliriz ki, kumar oynayanın beynine sadece bilgi girmektedir. Şu halde bilgi dahi, haz mekanizmamızı uyarıyorsa bizi bağımlı kılabilir.

Bir kumar bağımlısının beynini bu bağımlılıktan nasıl kurtarabiliriz? Mademki, bağımlılık denen şey, vazgeçilmez bir şekilde ödül mekanizmamızın dopamin bombardımanına tabi olmasıdır, o halde yapılacak şey de bu dopamin bombardımanını engelleyecek bir yaklaşım, bu bağımlılığa bir çare olabilir. Nitekim kumar bağımlılarına verilen Revia isimli ilaç, ödül sistemimizi etkileyen dopaminin miktarını azaltarak kişiyi bu bağımlılıktan uzaklaştırmaktadır.

Peki, tam da buraya gelmişken şu soruyu soralım. Olduğu zaman büyük bir haz alacağımız bir şeyi (olayın veya her ne ise) “istemenin” ne derece iradi olduğunu nasıl cevaplayabiliriz? Bir başka deyişle, aslında beynimizin ödül mekanizmasını (nucleus accumbens ve bağlantılı yerler) beklentiye sokan dopaminin fazla olması sonucu, bir şeyi çok istiyor olmak, irademizin bir sonucu mudur, yoksa, irademizin dışında bir mekanizma, bizi, “istememiz” konusunda yönlendiriyor olabilir mi? Yani, isteyen biz değiliz de, bizi istettiren mi var?

Tedavi amaçlı olarak Parkinson hastalarına dopamine olan duyarlılığı arttırmak için özel bir ilaç verildiğinde garip sonuçlar elde edilmiş. Hastalardan bazılarının doymak bilmez bir kumar tutkusuna kapıldığı görülmüş. İlaç kesildiğinde, hastaların kumara olan tutkuları da aniden bitivermiş.

ALIŞVERİŞ VE NUCLEUS ACCUMBENS
Alışveriş mi dediniz? Evet, bizde, bir ürüne sahip olma, onu alma arzusu artarsa, nucleus accumbensimiz bizi yine yerimizde oturtmuyor demektir. Bu defa da bu arzumuzu gerçekleştirmek için çıktığımız yolda, başlıyoruz o ürünün fiyatlarını kurcalamaya. Eğer fiyatı da uygunsa, beynimizin ön alın bölgesinin orta kısmı olan medyal prefrontal korteks denen yerin orta kısmı devreye giriyor. Eğer bu devre tamamlanmışsa, o ürün, artık bizim elimizden kurtulamaz. Tabii ki bu arada, ürünü beğenmemişsek, ürünün veya fiyatının bize uygun olmadığına dair bir düşünce varsa bu durumda da, beynimizin bizi frenleyen, acı ve ağrı veren, yukarıda anlatılan ön adacık (anterior insula) devreye giriyor. Bu durumda, o ürünü almaktan vazgeçiyoruz. Ürünü beğenmiş ve almaya karar vermişsek (daha doğrusu, bizi, ürünü almaya bu mekanizmalar karar verdirmişse) ön insulanın faaliyetleri azalıyor, görevi, nucleus accumbense yükleniyor. Yapılan araştırmalar, para kazanmanın, yukarıda da konusu geçen medyal prefrontal korteks denen, beynin ön kısmını harekete geçirmektedir. Medyal prefrontal korteks de dopamin kanallarının son bulduğu yerlerden biridir. Yani, burası da dopaminden etkilenir. Medyal prefrontal korteks, sevdiğimiz bir ürün olduğunda (kahve, bira veya soda markası vb.) çalışmaya başlar.

İşin garip tarafı nedir biliyor musunuz? Herhangi bir şeyin bize verdiği acı ile aşk acısının her ikisinin de merkezinin ön insula olduğudur. Bunun da anlamı, yaşadığımız aşk acısının ne ölçüde olduğunu bulmak için, elimizi bir yere kıstırdığımızda, hissettiğimiz acıya özdeş bir acı elde ettiğimizde, yaşadığımız aşk acısının ölçüsünü yakalamış olur muyuz diye kendimize soru sormaktır.

BELİRSİZLİK VE BİZ
Aslında belirsizlik, bizi, beynimizi sıkıntıya sokan hallerdendir. Çünkü, “Neden Merak ederiz” makalesinde belirtildiği gibi, beynimize giren bilgi (ki bu bilgi denen yapıyı taşıyan küçük parçacıkların nörotransmitter, kalsiyum, sodyum, potasyum iyonları denen kimyasallar/elementler) bir şekilde, nöronlar vasıtasıyla birbirleriyle uyumlu hale gelmek isterler. Eğer, birbirleriyle uyumlu hale gelmeyen veya uyumu oluşturacak zincir halkası eksikse, bizi rahatsız eder. İşte böyle durumlarda, nucleus accumbens faaliyetlerini azaltıyor. Bu gibi hallerde hayal kırıklığı yaşıyoruz. Öyle ya, nucleus accubense burada hak vermek gerekiyor. Çünkü bir şeye ait beklentiye girmek için, o şeye ait eksiksiz bilgiye sahip olmak gerekir. Ancak, burada, bilgi eksik olduğu için, nucleus accumbens, neyi ödül olarak bekleyeceğini bilmiyor. Bir başka deyişle, nucleus accumbens, eksik bilgiden dolayı başımıza iyi bir şey mi yoksa bizi tehdit edecek bir şey mi geleceğini bilmediği için hayal kırıklığı yaşıyor veya kendimizi rahatsız hissediyoruz.

Eğer, bildiklerimiz artarsa, bu durumda nucleus accumbens de ne bekleyeceğini biliyor, o şeyle ilgili belirsizlik ortadan kalktığı için faaliyetini arttırıyor.

ÖDÜL SİSTEMİ ÇOK ÇALIŞIRSA?
Madem ki ödül sistemi çalıştığında mutlu oluyoruz, bu sistemi devamlı aktif tutmak ve dolayısıyla hep mutlu olmak (tabii ki bunu söylerken, hep mutsuz olmayı kastetmiyoruz, nihayetinde nötr olduğumuz haller de var) bizler için iyi bir şey olabilir mi? Doğa, burada da kendi dengesini kurmuş görünüyor. (Doğadaki denge ne demekse?). Ödül sistemi çok çalıştığı zaman, daha fazla risk alıyoruz; özgüvenimiz, aklın izin verdiğinden daha fazla artıyor. Ödül sisteminin fazla çalışması, duyarsızlık, uyuşukluk, enerji düşüklüğüne ve hastalık derecesinde kumar oynama ve ihtiyacı olmadığı halde çalma gibi eylemlere götürüyor. Belki garip gelecek ama, bir öğrenciye hak ettiğinden fazla not vermek; çalışana, yaptığı işin karşılığından daha fazla maaş vermek, o kişinin performansını düşürdüğü biliniyor. Çünkü beyin, yaptığı işin karşılığında alacağı ödülü, sadece kendisi için yorumlamaz. Diğer bir ifade ile, kişi, hak ettiğini düşündüğü o ödüle (maaş, not vb.) başkalarının o ödüle atfettiği değerle beraber yorumlar. Daha da açık söylemek gerekirse, kişi aldığı ödüle, başkalarının da kendisi kadar değer verdiğine inanmalıdır. Dolayısıyla, aldığımız bir ödül, başkalarının da o ödüle verdiği değerle anlamlanır. Bir düşünsenize, Dünya’da sizden başka hiç ama hiç kimse olmasa ve siz yüz metreyi 7 saniyede koşan bir kişi olsanız, insanların olduğu bir Dünya’ya göre, sizin yalnız yaşadığınız bir Dünya’da bu başarı(!) sizi ne derece mutlu kılardı? Başarı, mutlak değil, başkalarının (içinde bulunduğumuz kültüre göre değişen) atfettiği değerlere sahip bir şeyi elde etmektir. Bu değerleri içeren bir başarıya sahip olmak demek, içinde yaşadığımız toplum tarafından kabul görülmek demektir. Başarı, kendimizin kabul görülme argümanıdır. Şu halde, nucleus accumbens, kişiye beklentileri çerçevesinde haz verirken, insanlığı, geçmişten beri, sahip olunması gereken yüksek değerlere ulaşmak (başarı) anlamında rekabete sokarak, toplumu bir arada tutan bir etken olarak da görünüyor. Hatta, lider nedir? Şeklindeki bir sorumuza da ışık tutuyor. Başarı da, lider de ancak başkaları olduğunda anlamlıdır.

Bu arada, hırs denen kavram da, ödül sisteminin bize sunduğu denetimsiz bir ürün olarak karşımıza çıkmaktadır. Denetimsiz bir üründür dedik, çünkü, hırslı olduğumuz bir konuda, ödül sisteminin yani duygularımızın bizi ele geçirdiğini söyleyebiliriz. Hırslı olduğumuzda, akıl yürütme bir anlamda kenara itilmiştir. Dolayısıyla hırsımızın yerine “azim” kavramını yerine koyabildiğimiz ölçüde aklımız ile duygusal beklentilerimiz eşleşir. Bu anlamda, hırs bizi denetleyemediğimiz beklentilere götürürken (bizi mutlu edecek bir beklenti yerine, sonucunda mutsuz olabileceğimiz bir beklenti), azim ise, aklın, planlamanın ve doğru ilişkilendirilmiş bir çalışmanın karşılığı olarak bizi mutlu edebilir. Azmin sonucunda, elde edemediğimiz başarının yani başarısızlığın nedenlerini yine sağduyu ile araştırıp, gerekli düzenleme ve düzeltmeleri yaparak başarı yolunda devam ederken, hırsımız sonucunda elde edilemeyen bir başarıda (başarısızlıkta) kendimizi veya başkalarını suçlar, gerçekçi nedenleri aramayız.

UZUN BİR SÜRE ÖDÜLLENDİRİLMEZSEK?
Bir davranışımız uzun süre ödüllendirilmediğinde, bu defa da bir başka nörotransmitter olan nöropinefrin denen kimyasal beynimizde artmaya başlar. Bu nörotransmitter, bizi yeni fırsatlar aramaya teşvik eder, bizleri tetikte olmaya iten, çevremizi araştırmaya ve araştırdığımız unsura göre de dikkatimizi değiştirmeye yöneltir. Anlıyoruz ki, geçen milyonlarca sene, insan unsurunu, doğaya uyum sağlayacak şekilde bir mekanizma haline getirmiş. Peki, her şeyiyle tam mıyız? Değiliz elbette ki. Söz gelimi, yılanlarda olduğu gibi, kızıl ötesi dalgaları gören gözlerimiz yok. Ve dolayısıyla, yılanların gece vakti, tarla farelerini, vücut sıcaklığından çıkan ısı dalgaları ile avını bulması gibi, bizler de, bir tahta perdenin arkasına saklanmış ve bizim için tehdit oluşturacak bir insanı veya başka bir canlıyı görme şansımız yok. Onun yerine aklımız var diyorsanız. Kim bilir, belki de haklısınız. Gözlerimizin kızıl ötesini görmüyor olmasının da bir anlamı, bir faydası var mıdır acaba?

SONUÇ
Görülüyor ki, umutlarımız, hayal gücümüzün gerçekleşmesi, beklediğimiz şeye verdiğimiz değer ve bu değeri elde etmek için adanmışlığımızın, gösterdiğimiz sabrımızın tetikleyicisi hatta zaman zaman da mekanizmanın kendisi nucleus accumbensimizdir. Diğer bir deyişle, yolumuzun üzerindeki zenginliklerin hayalini kurmaktan zevk aldığımız umutlarımızın kapısı.

Peki, ya siz? Sizin hayalleriniz, umutlarınız, olmasını istedikleriniz?

Erol

Kaynaklar

2 yorum:

  1. Mükemmel bir yazı olmuş , eline sağlık...

    YanıtlaSil
  2. Yazıma verdiginiz değer, sizin düşünce zenginliginizden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Sayın Adsız, ben size teşekkür ederim.

    YanıtlaSil