Not the Messiah: He's a Very Naughty Boy (2010)

Yorum Yok
Not the Messiah (He's a Very Naughty Boy), Monty Python'un 2009'daki 40. yılını kutlamak amacıyla, Monty Python's Life of Brian adlı film baz alınarak hazırlanmış komedi oratoryosudur. Eric Idle ve John Du Prez tarafından yazılmış ve BBC Senfoni Orkestrası'nın performansıyla sahnelenmiştir.

Life of Brian'ın hikayesine sadık kalınarak hazırlanan bu gösteri, hem mizahi açıdan hem de müzikal açıdan oldukça doyurucudur. Bununla birlikte, Life of Brian'ın ana fikri olan 'özgür birey olabilmek' düşüncesini de çok hoş bir biçimde tekrar işlemeyi başarmıştır.

Brian, İsa ile aynı tarihte ve ondan birkaç ev ötede doğmuş bir çocuktur. Hayat hikayesi İsa ile benzerdir ama daha insanidir. Babası Romalıdır ama Romalıları hiç sevmez. Anarşist bir örgüte üye olarak dünyayı değiştirmek ister. Olaylar gelişirken, kalabalık tarafından Mesih sanılır ve çok büyük bir kalabalık onu takip etmek ister. O ise Mesih olmadığını ve bu insanlara özgür birer birey olduklarını anlatmaya çalışır ama işe yaramaz. Hikayenin sonu ise tahmin edilecek üzere çarmıhta biter; ama biraz daha farklı bir şekilde.

Filmin bu genel konusuyla benzerlik taşıyan oratoryo, filmdeki ince göndermeleri biraz da revize ederek bizlere tekrar sunar. Brian'ın Kitabı olarak adlandırılan hikaye, Kaos ve Karmaşa bölümü işler. Kuşkusuz bu başlangıç 'önce Kaos vardı' şeklinde başlayan Yunan Miitolojisi'ne ufak bir gönderme içermektedir. Bu kaos ve karmaşa lanetlemeyi beraberinde getirir ve uzlaşmazlık doğar. Bu uzlaşmazlığın hemen ardından canavarların geleceği kehaneti yayılır ve ondan sonra tanrıya sığınılır. Tanrının yüceliği karşısında kendilerini alçaltarak rahatlar insanlar.

Varoluşa dair bu girişten sonra Brian'ın ana hikayesi başlar. Brian'ın annesi ve nasıl hamile kaldığı anlatılır ve Brian doğmadan hemen önce çok iç gıdıklayan bir bölüme geçilir: Koyunları Severiz. Tarih tam 0 yılıdır ve şu anlatılır:

Devamlı tarlalarda,
Çobanlar dolaşırdı.
Her gece sürülerini izlerlerdi.

Sıradan çobanlarız biz,
Ve sürümüzü gözleriz.
Koyunları izlemeyi
Hepimiz çok severiz.
Gündüz gece uyuyana kadar
Onları sayarız.
Ve saymayı hiç bırakmayız,
Çünkü koyunları çok severiz.

Koyun, koyun, koyun...
Koyun, koyun, koyun...

Çok boş düşünürler,
Entelektüel olarak yüzeyseller,
Ama onların akılları önemsiz,
Çünkü
Biz koyunları çok severiz.

Bir kuş sürüsüyle ilgilenmem,
Cik cik ciklerler.
Ve bir kedi sürüsünü izleyince
Diken diken olur üstümdeki tüyler.
Lanet develeri izlemek ise
Beni resmen kahreder.
Alt üst olur midemiz,
Çünkü biz koyunları çok severiz.

Koyun, koyun, koyun...
Koyun, koyun, koyun...

Bir kadından daha iyiler,
Üstelik ucuzlar çok daha.
Onları yiyebilirsiniz sonrasında,
Ve uyuyabilirsiniz yatağınızda.

Koyunları çok severiz.

Zarafet dolu bir gönderme taşıyan bu bölüm, Biran, yani dünyayı değiştirmek isteyecek o yaramaz (naughty) çocuk hemen doğmadan önce geçer. Yani bir şeyler değiştirmeyi isteyecek birileri olmadıkça sevileceğiz; ve sevilme sebebimiz her ne kadar saf ve masumca gözükse de, sahip olmadığımız özgürlük ve gösterdiğimiz aynılık sebebiyle olacaktır.

Brian doğar ve büyür. Toplumu değiştirme ve insanları özgür kılma amacı edinir ve bu işe önce Romalılara karşı mücadele ederek başlamaya karar verir. Musevi Cephesi Halkı'na katılır ve orada bir kadına aşık olur. Bu cephede Romalılara karşı nefret kusulur, Romalıların kendileri için hiçbir şey yapmadığı belirtilir ama her seferinde yapılan hamamlardan, yollardan, okullardan, sirklerden bahsedilir. Cephe lideri Romalıların hiçbir şey yapmadığını iddia ettikçe, Cephe'nin diğer üyeleri samimi bir şekilde yapılan 'hizmet'leri sayarlar istemeden. Burada da günümüzde hala da varlığını sürdüren, iktidarların maddi gelişmeler kat ederek halkların özgürlüklerini ve haklarını yok sayışına çok yerinde bir göndermede bulunulmaktadır kanımca.

Günler böyle geçerken, Brian birgün Romalı askerler tarafından kovalanır ve saklanma maksadıyla kasaba merkezindeki vaizler arasına katılır. Birkaç kelime sarf eder ve halkta bir kıpırdanma görülür. Brian'ın Mesih olduğunu düşünürler. Brian Mesih olmadığını söyler ve hemen oradan kaçar. Geriye ayakkabısının teki kalır ve insanlar o ayakkabı tekine tapmayı önerirler. Bu ayakkabıyı yol göstericileri olarak seçerler. Her ne kadar pratik olarak yol gösterici gibi görünmese de, ellerindeki, Mesih'e ait tek nesne olarak bu tapılmayı hak eder.

Ve hem filmin hem de bu oratoryonun en hoş anlarından birine gelir sıra. Halk Brian'ın evinin önünde birikmiştir ve kendilerine yol göstermesini isterler. Ve şu müthiş diyalog yaşanır, Brian ile halk arasında:

Dinleyin, bir hata yapıyorsunuz,
Ben Mesih değilim.

Ama benziyorsun.

Ben seçilmiş kişi değilim.

Ama biz seçtik seni.
Anlat halkına yapması gerekenleri.

Defolup gidin.

Nasıl defolup gidelim efendim?

İnsanları takip etmeyin,
Hepiniz birer bireysiniz.

Doğru, bizler birer bireyiz.

Kendi kararlarınızı verin,
Kendiniz için.

Doğru, kendi kararlarımızı verelim,
Kendimiz için.

Kimse size ne yapacağınızı söylemesin.

Doğru, daha da söyle.

Hayır, anlamadınız mı?
Düşünün kendi kendinize.

Evet, düşünelim kendi kendimize.
Kendi kendimize
Ne düşüneceğimizi söyle.

Hayır, kimse size ne yapacağınızı söyleyemez.

Sen hariç.

Hayır, ben bile söyleyemem.

Bu müthiş diyalog, belki de dinlerin ve peygamberler tarihine en yerinde eleştiriyi getiriyor. Bizler, yani insanlar, birer bireyiz. Ne düşüneceğimizi, nasıl düşüneceğimizi, hangi sonuca varacağımızı kendimiz belirlemeliyiz. Hiçbir dini veya seküler otoritenin boyunduruğu altında kalarak, o otoritenin emirlerini -göze hoş görünse bile- sorgusuz uygulamamalıyız. Hatta emirleri veren bir Mesih bile olsa, kendimiz belirlemeyiz ne düşüneceğimizi. Kendi doğrularımızı ve yanlışlarımızı yaratmalıyız. Bu, insan olmanın hem bedeli hem de sonucudur. Aksi durumda, 'koyunları sevenler' için birer koyun olmaktan başka çaremiz kalmaz.

Brian belki istediği değişikliği ve özgürlüğü sağlayamamıştır. Romalılar tarafından yakalanmış ve çarmıha gerilmek üzeredir; hemen her şey berbat olmuştur, ama işte tam o sırada, tüm bu insanların 'koyun'luğuna ve dünyanın kurtarılamaz oluşuna ve hatta belki boşa harcanmış bir hayata rağmen, hayatta her şeyin bir iyi yanı olduğu "Hep Hayatın Aydınlık Tarafına Bak" denilerek hatırlanır:

Neşelen Brian.
Ne dediklerini bilirsin;
Hayatta bazı şeyler kötüdür,
Seni gerçekten çok üzdürür.
Diğer şeyler sana küfür ettirir ve sövdürür.
Hayatın kıkırdağını çiğnerken,
Şikayet etme;
Islık çal.
Bu yardımcı olur sonuçta
Her şeyin iyi olmasına.

Hep hayatın aydınlık tarafına bak.
Hep hayatın hafif tarafına bak.

Eğer hayat çürümüş görünürse epey,
Kesin unuttuğun vardır bir şey.
Ve o gülmek ve gülümsemek,
Ve de dans edip, şarkı söylemek...
Hissedersen çöplük gibi,
Saçmalama, enayi!
Büzüştür dudaklarını ve çal ıslığı.
İşte bu önemli;
Ve hep hayatın
Aydınlık tarafına bak.

Hep hayatın hafif tarafına bak.
Çünkü hayat gülünç gayet,
Ve son söz ölüme ait.
Perdeyi her zaman
Bir selamla karşıla.
Günahlarını unut,
Seyirciye sırıt,
Eğlenmene bak.
Bu senin son şansın ne de olsa.

O zaman hep
Bak aydınlık tarafına ölümün.
Tam son nefesini
Almadan önce,
Hayat zaten boktan,
Neresinden bakarsan.

Hayat bir kahkaha ve ölüm bir şaka,
Bu gerçek.
Göreceksin ki hepsi bir şov,
Güldür onları giderken.
Sadece hatırla,
Son gülen sensin.
Ve hep hayatın
Aydınlık tarafına bak

Bu -görece- uzun yazıdan da anlayacağınız üzere benim için önemli bir yanı vardır Monty Python'un ve Life of Biran filminin. Gerek bu blog kapsamında gerekse normal hayatta sürekli anlatmak istediğimi çok güzel bir şekilde anlatan bir filmdir. Şayet siz de benim gibi Monty Python hayranıysanız ve Life of Brian sizin için önemli bir filmse ve yine Monty Python'un Monty Python's The Meaning of Life flmindeki müzikal ögeler size hitap ediyorsanız, bu oratoryoyu da çok beğeneciksinizdir.

Hayyam

0 yorum:

Yorum Gönder