Beynimiz ve Biz: Beynimizin %10’unu Mu Kullanıyoruz?

6 Yorum

Eğer beynimizin %10’unu kullandığımız söyleniyorsa, bu durumda karşı soru şöyle olmalı: Neyin %10’u? Öyle ya, bir şeyin belli bir yüzdesinden bahsedebiliyor olmak için o şeyin tamamının, bütününün bilgisine sahip olmamız gerekmez mi? 
Görünen o ki, beynin kullanmadığı bir tarafı yok. Kaldı ki, teknolojinin gelişimi ile hayatımıza giren görüntüleme cihazları ile beynimizi yeni yeni tanımaya başladığımız bir zamanda, tamamı bilinen(!) bir beyin varsayımı ile böyle bir mit veya şehir efsanesi nasıl doğmuş olabilir? Ayrıca, %10 ile beynimizin nöronları mı, yoksa bunların ortaya koyduğu işlevler mi kastediliyor o da ayrı bir soru.

Aslına bakarsanız, beynimizin %10’unu kullanıyor olma düşüncesi epeyce çekici geliyor insana. Bir an, kullanmadığımızı varsaydığımız %90’ı da kullanmaya başladığımızı düşünelim. Bizi içine çeken mistik düşünce çerçevesinde; pi sayısını yirmi bininci ondalığa kadar ezberden söyleyebilmenin, tele kinetik güçlere sahip olabilmenin veya duyu ötesi algılamalarımızın olabileceğine dair inancımızı daha kolay açıklayacak bir ortam yaratmış olurduk.

UYKUDA DAHİ BEYNİMİZİ KULLANIYORUZ 
Baltimor’daki John Hopkins Tıp Okulu’ndan nörolog Barry Gordon %10 mitine, gülerek şöyle cevap veriyor. “Bu hikâye, William James’in “İnsandaki Enerji” (The Energies of Men) kitabında, biz insanların zihinsel ve fiziksel kaynaklarının çok azını kullanıyoruz şeklideki ifadesinden çıkmıştır.”

Nörolog Barry Gordon da, “bizler, hemen hemen her parçasını kullandığımız için beynimiz her zaman için aktiftir” diyerek bu mitin geçersiz olduğunu söylemektedir.

Minnesota, Rochester Mayo Klinikte nörolog John Hanley “uykuda dahi, günlük hayatımızda prefrontal korteksi, düşüncelerimizde nasıl kullanıyorsak, aynısıyla kullanıyoruz” demektedir. 

Hanley, cümlelerine “Eğer, sadece bir fincana kahve koyma işlemini bile örnek olarak alsak, fincanı görme işlemi için oksipital lobun, fincanı (nesneyi) tanımak için parietal lobun, fincanı parmaklarımızla tutabilmek için motor korteksin, basal gangliyanın, fincanı tutabilmek ve kendimizin dengede kalması için beyinciğimizin (cerebellum), bunları koordine edebilmek, düşünmek için alın lobumuzun (prefrontal korteks) devreye giriyor olması gerekir. Bütün bunları yapabilmek için beyinde saniyeler içinde olabilecek birbirleriyle tutarlı bir nöral (sinir hücrelerine ait) ateşleme fırtınasının olmasına ihtiyaç vardır.” diyerek devam etmektedir. 

Gerçekten de bilim insanları beynimizin gün boyu neredeyse 24 saat % 100’ünü kullandığımızı beyin görüntüleme teknolojileri kullanarak göstermişlerdir.

HASTALIK, KAZA ve KULLANILMAYAN KISIMLAR
Beynimizin kullanılmayan bir kısmı varsa, bu olsa olsa beynimizin kaza veya hastalık sonucu zarar gördüğü kısımlardır. Başka bir deyişle, beynimizin %10’unu kullanıyor olsaydık, kullanılmayan bölümlerin hastalık veya kaza nedeni ile bir şekilde zarar görmesinden, bizde hiçbir değişikliğin olmaması gerekirdi. Ancak hiç de öyle olmuyor. Bir şekilde bilinç veya bilinç dışında çalışan bir fonksiyon sekteye uğramaktadır. 

Örneğin, frontal lobun (alnımızın arkasındaki bölüm) belli kısımları hasarlı olan kişiler, günlük hayatının sıradan hareketlerine devam edebilirler. Ancak, ortama uygun davranışlar gösteremezler. Sözgelimi böyle bir kişi, iş toplantısının orta yerinde ayağa kalkıp, kendisi için öğle yemeği ayarlamak için toplantıdan çıkabilir. Tabii ki, bu durumdaki hastalar, dünyaya ayak uydurmada büyük zorluk yaşarlar

BEYİN GEREKLİ Mİ?
1980’de çocuk doktorlarından John Lorber, ilginç bir hidrosefalus (hydrocephalus) vakasına tanık oldu. Science dergisinde “Beyne Gerçekten İhtiyacımız Var Mı?” (Is your Brain Really necessary?) adı ile yayınlanan bu makalede, hastanın beyin dokularının bir çoğu olmadığı halde, hasta şu veya bu şekilde hayatını idame ettirebiliyordu. (Hastanın beyin dokularının olması gereken yerlerin büyük bir kısmı, beyin sıvısı ile dolmuştu.) Elbette ki buna bakarak, beynin geri kalan kısmının, bize sunulan ekstra bir lütuf olduğu anlamına gelmeyecektir. Bu hastalar, bir şekilde bu şartlara adapte olmuş görünmektedirler.

LABORATUVAR FARELERİ
Günümüzden önceki nörobilimciler de ön beyin bölgelerinin işlevlerini anlamada kendi zamanlarına göre zorluk yaşamışlardır. Bunun bir nedeni, laboratuvar fareleri ile yapılan çalışmalar olabilir. Laboratuvar fareleri genelde basit bir hayat sürerler. Yapmaları gereken şey, besin ve sularını görmek ve bunların yanına gidip tüketmektir. Bu işleri yapmak için beynin ön bölgelerini kullanmalarına fazlaca gerek yoktur. Erken dönem nörobilimcileri, bu kısımlara hasar verdikten sonra da besin ve sularını bulduklarını görerek, farelerin beyin ön kısımlarının bir fonksiyonu olmadığına karar verdiler. Ancak, 1920’lerde, dokuların beyinden uzaklaştırılması, farelerde (labirentte yiyeceklerini bulmada) performans düşüklüğüne sebep olduğunu gördüler. Farelerde hafızanın korteks boyunca kaydedildiği, hafıza için özel bir yer olmadığı anlaşıldı. Nörologlar, ilk düşüncenin doğru olmadığını kendilerine göstermiş olsa da, beynin bazı kısımlarının kullanılmadığı düşüncesi, kendilerinin dışındaki kişilerin aklında hurafe olarak çoktan yer etmişti bile.

%10 MİTİNİN KÖKENİ 
Aslına bakarsanız, bu mitin kuvvetli kökenlerinden biri, 1890’lara, Harvard psikologlarından William James ve Boris Sidis’e ait olan harika çocuk yetiştirme testlerine kadar gidiyor olabilir. İkilinin amacı, IQ’su 250-300 olan çocuklar yetiştirmekti. 1908 tarihli (İnsandaki Enerji) adlı kitabında William James, zihnimizin ve fiziksel enerjimizin küçük bir kısmını kullanıyoruz diye yazmıştı. Belli ki Harvard’lı Prof. James William bunu ifade ederken amacı, beynimizin çalışmayan yerlerini değil, zaten çalışmakta olan zihnimizi “geliştirmeyi” diğer bir deyişle, istersek daha fazlasını yapabileceğimizi belirtmekti.

Sonraları, 1936’da, Amerikan yazar Lowel Thomas, Dale Carnegie’nin Dost Kazanma Ve İnsanları Etkileme Sanatı (How To Win Friends And Influence People) kitabının önsözüne “Ortalama bir insan, zihninin gizli kalmış kısmının sadece %10’unu geliştirip kullanabilir” ifadesini ekleyince, 19 yy nörologlarının söylemlerinin yanlış anlaşılmasına böylece, %10 mitinin ortaya çıkmasına neden oldu ve günümüze kadar geldi.


MİTİN DİĞER OLASI KAYNAKLARI, GLİA HÜCRELER
%10 miti, beynimizin glia (beyaz hücrelerinden) çıkmış da olabilir. Glia hücreleri, beynimizdeki nöronları besleyen, onlara destek veren hücreler olup nöronlardan farklıdırlar. Glia hücreleri, beynimizdeki nöronlardan (sinir hücrelerinden) daha fazla yer kaplamaktadır. Öyle fazla yer kaplamaktadırlar ki, 1960’lardaki keşfe göre, beynimizin neredeyse %90’ını oluşturmaktadır. Bir başka deyişe göre beynimizdeki her bir nörona karşı 9 glia hücresi denk gelmektedir. Zaten, beynimizdeki nöronların büyük bir kısmı da beynimizin içinde değil, ceviz içi görünümlü kabuğunda toplanmıştır.

Bilgi olarak ilave edelim ki, glia hücreleri meyve sineğinin beyninde %20, fare ve sıçan gibi kemirgenlerde %60, şempanzelerde %80 mertebesindedir. 

%10 miti için bir başka çıkış kaynağı da, 1930’larda, Dr. James W. Kalat’ın kendi kitabı olan Biyolojik Psikoloji’de, nörologların dikkatini, beynin büyük miktarlardaki lokal nöronlarına çekmiş olması da başka bir olasılık olarak görülebilir denmektedir.

%10 MİTİ ve EINSTEIN
Kendi zamanında, Albert Einstein bu mite inanmış mıdır? Kendisine konuyla ilgili soru soran bir gazeteciye, başkalarından niçin daha zeki olduğunu alaycı bir lisanla cevapladığı söylenir. Dolayısıyla, bazı kişiler %10 mitinin bir kaynağı olarak da, Albert Einstein’ı işaret etmişlerdir.

Profesör Della Sala %10 mitini merak edip Albert Einstein’ın arşivinde bir araştırma yaptığını ancak, konuyla ilgili tek bir kayıt bile bulamadığını söyler.

YEDİ MADDEDE %10 MİTİ
Nörobilimci Barry Bayerstein, %10 mitinin geçersizliğini aşağıdaki maddelerle sıralayarak açıklamaya çalışır. 

1-Beynimize zarar verme: Eğer %10 mitine göre hareket edip, beynimizin %90’ına zarar versek bile, gündelik performansımızın zarar görmemesi gerekir. Gerçekte ise, beynin belli bir yeri zarar gördüğünde ya yeteneklerimizden bir veya bir kaçını ya da hareketlerimizden bazılarını kaybettiğimizi biliyoruz. Kaldı ki, beynimize çok hafif bir zarar vermek bile derin etkiler yapabilmektedir.

2-Beyin taramaları:Gelişen teknolojiye bağlı olarak beyin taramaları göstermiştir ki, hiçbir şey yapmıyor dahi olsak, beyin daima aktiftir. Hatta beynimizin bazı bölgeleri daha bile aktiftir.

3-Evrim:Beyin, oksijen ve besin tüketimi açısından çok maliyetli bir organdır. Ağırlık olarak vücudumuzun aşağı yukarı %2’sini oluştururken, vücudumuzun kullandığı tüm enerjinin neredeyse %20’sini tüketmektedir. Diğer organların her birinden daha fazla.

Eğer gerçekten de beynimizin %90’ına ihtiyacımız olmasaydı, beynimiz, kullandığı bu %20’lik enerjinin büyük bir kısmını tasarruf eder, böylece daha küçük beyinle daha etkili bir yaşam sürerdik. Kaldı ki, evrimin, beynimizin kullanılmayan kısmını eleyerek devre dışı bırakması kaçınılmaz olurdu. Bir de evrim, bu kadar gereksiz madde ile ne diye uğraşıp dursun, öyle değil mi?

4-Beyin görüntüleme:Pozitron emisyon teknolojisi (PET), fonksiyonel manyetik rezonans (fMRI) gibi gelişen teknikler, canlı beyni aktivite iken görüntüleyebilmektedir. Bakınız, Beynimiz ve Biz -17 (Beyin Görüntüleme/fMRI). Araştırmalar ortaya çıkarmıştır ki, uyku esnasında bile beynin birçok bölümleri çalışmaktadır. Eğer beynin bir kısmının çalışmadığından bahsedebiliyorsak, o kısım, hasar aldığı için çalışmıyordur. Bir başka deyişle, beynin sessiz olduğu zamanlar, hasar aldığı zamanlardır. 

5-Bölgeselleştirilmiş fonksiyon: Beyinde, bir kütleden ziyade, bilgilerin işlenmesi için ayrıcalıklaşmış bölgeler bulunmaktadır. Çalışmalar için harcanan onlarca yıl sonunda, beyinde, fonksiyonu olmayan bir bölgeye şu ana kadar rastlanmamıştır.

6-Mikro yapısal analiz, tek birimlik kayıt tekniği: Araştırmacılar tek bir nörona, çok ince bir iğne elektrot batırıp, nöronun elektrik faaliyetini izleyebilmektedirler. Eğer beynin %90’ı çalışmıyor olsaydı, elektrot sokulan nöronun %90 olasılıkla fonksiyonu olmayan bir nörona rast gelmesi beklenirdi. Ancak görülüyor ki, beyinde, incelenmek üzere iğne elektrot sokulan her nöron, fonksiyon göstermekte bir başla deyişle çalışmaktadır. Şu halde, beyindeki hiçbir nöronun çalışmadığından bahsedemeyiz.

7-Nöral Hastalık:Beyin, dejenere olmuş hücreleri kullanmaz. Dolayısıyla beyindeki hücrelerin %90’ı aktive olmamış (çalışmıyor) olsaydı, kişiler öldüklerinde yapılan otopsilerde her kişinin beyninde büyük ölçekte dejenere beyin hücreleri bulunuyor olurdu.

Filmler, romanlar ve bilimkurgu %10 mitini körüklemiştir. The Dark Fields romanı ve bundan uyarlanan Limitless filminde, beynin geri kalan kısmına uyuşturucu ile ulaşılmaya çalışılması, keza The Zombie Survival Guide filminde, insanların beyinlerinin %5’ini kullanarak zombi olarak yaşamlarını sürdürebiliyor olması anlatılmaktadır. Ve yine, The Lawnmower man, Total Recall olarak bilinen filmler %10 mitini kullananlar arasında gösterilebilir.

%10 miti gerek reklam gerekse eğlence sektörü ile de hemen her kültüre pompalanarak yayılmıştır. Heroes dizisindeki karakterlerden genetik profesörü, beynin kullanılmayan kısmını ima ederek, beynin süper gücünden bahsetmektedir. Şimdiki çağın bir görüşü olarak bu tür mitler yani beynin kullanılmayan alanının tele kinetik güçler, psikokinesis, ekstra duyusal algılama adları altında bu düşünceleri yaymaya devam etmektedir. Yine, beynin başka gizemlerini keşfetmeye çalıştığını iddia eden reenkarnasyon ve benzerlerini de bunlara katabiliriz.

Şu halde; ya beynimizim %10’unu kullanıldığımıza dair miti kabul ederek, evrenin içinde arayıp da bulamadıklarımızı “doğaüstü” kuvvetlerde arayacağız ya da beynimizin %100’ünü kullandığımız bilgisine sahip bir kişi olarak, “doğaüstü” diye bir şey olmadığına dair “bilgimize” dayanarak, bugün için bilmiyor dahi olsak, bilmediklerimizi, gelecekte bir gün bizzat evrenin “içinde” ve onun bize sunduğu “malzemede” bulacağımıza/bulunacağına dair sabrı göstereceğiz. Seçim tamamen bizim. Sizin düşünceniz nedir? 

Erol

Kaynaklar:

6 yorum:

  1. Hayalkirikligina ugratan bir yazi..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar Sayın East Harlem. Yazıyı mı beğenmediniz yoksa, beynimizin %10unu kullanıyoruz mitinin doğru olmayışı mı sizi üzdü?

      Sil
  2. bizmi organları kullanıyoz, yoksa organlarmı bizi kullanıyo.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İkisi de doğru. Bu hem beyin hem de vücudumuz için geçerli. Söz gelimi, el kol gibi uzuvlarımız bizim irademiz altında iken, bağırsaklarımızın çalışması için irademizden bir talimat almazlar. Kaldı ki, hangi enzimlerin hangi zamanda nereden salgılanıp besinleri ne şekilde sindirdiğimizi bilmek zorunda değiliz. Yani, bağırsaklardaki sindirim, midenin veya karaciğerin çalışması bizim irademiz ile değildir.
      Beynimiz de öyledir. Alnımızın hemen arkasında prefrontal korteks olarak adlandırılan bir yer vardır. Kabaca, düşünme, karar verme, irade gibi kavramlar için burası hemen hemen bizim yönetimimiz altındadır. Bunu nereden biliyoruz. Çünkü bu kısımlarda bir hasar olduğunda, karar alma, düşünme dediğimiz faaliyetler de çıkmaza giriyor. Ancak bilinçaltı dediğimiz aktivasyonlar için beynimizin diğer taraflarına hakim değiliz. Sözgelimi, bazı istisnalar haricinde rüyalarımız bile irademizin dışında kurgulanırlar.
      Sorduğunuz soru için özetle “ikisi de doğru” demek gerçekçi olacaktır.

      Sil
    2. iradeyi kullanma, irade tarafından kullanılma meseleside var

      Sil
    3. aklı kullanma, akıl tarafından kullanılma

      aklı kullanamama, aklın seni kullanamaması

      Sil