Hikmetinden Sual Olunmaz Ne de Olsa!

26 Yorum
Şu, hikmetinden sual olunmaz cümlesi, bütün dini muammaların ve açmazların üstüne örtülen kalın bir perdedir benim nazarımda.

Teoloji ile ilgili konularda konuşan hemen her insan (buna kallavi alimler de dahil) karşılaştığı ilk açmazda "hikmetinden sual olunmaz" cümlesinin rahatlığına sırtını yaslamayı bir erdem ve dini bir vecibe olarak görüyor. Tabi bu cümlenin destekleyicisi olan "bizim aklımız sınırlıdır, her şeyi aklımızla algılayamayız" cümlelerini de dile getirmeden geçmeyelim.

Ben, hikmetinden sual olunmaz, cümlesine bir soru yöneltmek istiyorum bu yazımda:

Kafirlerin sınırlı ve sonlu bir yaşamda (dünya hayatı) yaptıklarına mukabil sınırsız ve sonsuz bir ceza (ahiret hayatı) almaları, hangi hikmet, hangi adalet ve hangi merhamet ile açıklanabilir?

Gerçi Risale-i Nur adlı kaynakta, Said-i Nursi bu soruyu yanıtlamaya çalışıyor; ancak verdiği yanıt kişiyi tatmin etmekten çok uzak olduğu gibi yaptığı benzetme de oldukça kifayetsiz.

Said-i Nursi mealen şöyle diyor:

"Dünyada bir kişiyi öldüren biri, 20-30 yıl ceza çeker. Bir saniyede işlenen bir suç, trilyonlarca saniyeye tekabül ediyorsa, kâfirin cezası da bu nispette çok olmalı. Kaldı ki kâfir, inkârıyla yalnızca bir kişiyi değil 'her şeyi' öldürüyor. Zira evrendeki bütün nesnelerin, Yaratıcısı ile irtibatını koparıp onları sahipsiz görerek manen öldürmüş oluyor. Yine bu nesnelerde tecelli eden ilâhî isimleri reddettiği için onlara hakaret etmiş (yani manen öldürmüş) oluyor.

Öyleyse ortalama 60 yıl yaşayan bir kâfir sonsuz bir cezayı hak ediyor."

Bu cevabın, hikmetinden sual olunmaz, cümlesinden (hiç yoktan) daha makul olduğunu söyleyebiliriz; ancak bu izahın tutarsız tarafları üzerinde de aşağıda duracağım zaten.

Said-i Nursi, bu soruya bir de şu cevabı veriyor:

"Bir kâfir, değil 60 sene sonsuz sene yaşasa da mütemadiyen 'küfür hali'nde kalacak, küfürde ısrar edecektir. Bu yüzden de 60 seneye karşılık sonsuz azap, hikmetsiz ve adaletsiz bir ceza değil; bilakis merhamete ve hikmete uygundur."

İtiraf etmeliyim ki bu cevap da "hikmetinden sual olunmaz" cümlesinin cehaletinden daha iyi bir izah şekli; ama bu da yeterli değil.

Şimdi, birinci cevabın neden tatmin edici olmadığını ve niçin yetersiz olduğunu açıklamaya çalışayım:

İlkin Said-i Nursi'nin hesap yanlışı üzerinde duracak olursak, sıradan bir matematikçi bile, sonsuza kıyasla her rakamın sıfır hükmünde olduğunu bilir. Her ne kadar kâfir, onun hesabına ve mantığına göre milyonlarca yıl azap çekmeyi hak edecek bir suç işlemiş olsa da, bu suçun cezasının "sonsuz" olması akla ziyan bir karşılıktır.

Olayı bu perspektiften değerlendirecek olursak, Yaratıcı'nın adaletsiz bir ceza anlayışı olduğunu söylemek zorundayız. Çünkü hiçbir kanun, sınırlı bir suça, sınırsız bir ceza vermeyi akla ve hikmete muvafık göremez.

Kaldı ki Said-i Nursi'nin bu cezayı akla uygun göstermek için hayali bir suç icat etmesi de anlaşılır bir durum değildir. Öyle ya kâfirin her saniye binlerce suç işlediği görüşünde.

Ve bu anlayışa göre, kâfirin uykusu da, hayatında yaptığı bütün iyi işleri de birer suç teşkil edip kendisini cehennem hapsine mahkum ediyor.

Bu noktada, kâfir, en azılı katilden daha cani biri olarak takdim ediliyor. Oysaki realite hiç de öyle değil.

Allah aşkına, hangi akıllı adam, insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkaran Edison'un (sonuçta o da kâfir) gibi bir bilim adamının sonsuz cehennem hapsine ve azabına maruz kalmasını, bu mantıkla açıklayabilir?

Edison (ve Edison gibi binlerce bilim adamı) hayatının bütün saniyeleri boyunca inkâr düşüncesi ile mi yaşadı? Ve insanlığa yaptığı bütün iyiliklerin karşılığı, sonsuz cehennem olarak mı tayin edilmeli?

Konuyu fazla dağıtmak istemiyorum; ancak şu karşılaştırmayı yapmak zorundayım:

"Sırf içine doğduğu toplumun mümin olması hasebiyle öylesine iman eden bir vasıfsızın cenneti hak etmesi ile ömrünü insanlığa hizmete adayan bir bilim adamının cehenneme gitmesini hangi adalet terazisi tartabilir?"

Böyle bir adalet anlayışı sakat ve hastalıklı zihinler doğurur ancak.

Zaten, yetersiz ve cevapsız kaldıkları noktalarda hikmetinden sual olunmaz, cümlesine sığınan insanların zihinlerini de aynı zihniyet doğuruyor.

Zaten, hikmetinden sual olunmaz cümlesi bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların cümlesidir; oysaki bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak, katiyen yanıltır. Bu kurtarıcı cümle, zor durumda kalanların istinad noktası olarak sıkça başvurdukları ama en nihayetinde kendilerini avuttukları (veya kandırdıkları) bir ham ve boş cümleden ibarettir.

Gelelim, Said-i Nursi'nin ikinci açıklamasının tutarsızlığına:

Bir insanın hayali yaşamı (hani yaşasaydı kâfir olarak kalacaktı diyor ya) onun suçuna kanıt olabilir mi? Ne yani, bir insanın hiç yaşamadığı ve dolayısıyla işlemediği bir suç, bir ceza olarak mı çıkmalı karşısına?

Hani İslamiyet akıl dini idi? Bir kişinin yapmadığı bir şeyin cezasını çekmesi hangi akılla açıklanabilir? Akl-ı selimden ısrarla söz edenler bu soruya hangi akl-ı selimle cevap verebilir?

Kaldı ki Said-i Nursi, bir yerde "vaki olanla hayali olanın birbirinden ayırt edilmesi" gerektiği konusunu ısrarla vurguluyor; ama iş Kur'an'ın hükmünü "mantığa bağlama" konusuna gelince, her nedense bu söylemini unutuveriyor.

Aslında suç Said-i Nursi'de veya herhangi bir İslam âliminde değil; çünkü onların kaynak aldığı kitabın iler tutar bir tarafı yok. Onlar eldeki malzeme ile ancak bu kadar ilerleyebilmişler. Açıkçası daha iyisini hiç kimse yapamazdı.

En azından onlar, hikmetinden sual olunmaz, cümlesine sığınmadan makul açıklamak yapmaya çalışmışlar.

Hatta Said-i Nursi, bu merhametsiz cezanın adaletle telif edilemeyeceğini fark etmiş olmalı ki, bir yerde "onlar ateşe alışacak (ülfet peyda edip) ve ateşin azabı onlar için hafifleyecek" diyor. Fakat bu konudaki "onların azabı asla tahfif edilmeyecektir" anlamındaki ayeti unutuyor. Unutmak dediğime bakma, anla işte.

Dediğim gibi, bu şahsiyetler ellerindeki malzeme ile ancak bu kadarını yapabilmişler; dolayısıyla suç onlarda değil, onların esas aldığı kaynakta aranmalı.

Burada onların tek suçu, bu çelişkiyi görüp açıkyüreklilikle dile getirmek yerine milletin tepkisinden korkarak veya başka bir sebeple bu tezatların üstünü örtmeye çalışmış olmalarıdır.

Oysaki, bu çelişkiyi görüp hurafelerin ardından gitmeyi insan onuruna yakıştıramayan nice insan, "mürted" damgasını yeme riskine ve "mürtedin hakk-ı hayatı yoktur" fehvasınca öldürülme tehlikesine rağmen yine de bu çelişkiyi açık açık dile getirme cesaretini gösterdiler. İşte Ömer Hayyam, işte Tevfik Fikret, işte Ebul Ala El Muarri...

İyisi mi biz, hikmetinden sual olunmaz, cehaletinin arkasına sığınmak yerine "aklın ve mantığın" dairesi içinde kalıp safsata ve hurafelerden yüz çevirelim. Emin ol böylesi daha insanca ve daha onurluca.

Şimdi birileri çıkıp: "Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım!" naraları ile hamasi nutuklar atmak yerine bana, "hikmetinden sual olunmaz"ın mantığını anlatabilir mi lütfen?

Eski Dindar

26 yorum:

  1. Müslümanlar 'Allah'ın hikmetinden sual olunmaz' deyip mantıklı konuşmuyorlar deniliyor ama Allah bütün yarattıkları içinde insana akıl nimeti vermiştir. Şimdi Allah'ın hikmetinden sual et ve deki; "Allah'ım bana niye akıl verdin, bunun hikmeti nedir?" Taşlara göz takmayan Allah, katı kalplerde de hidayet yaratmıyor. Hikmet bu işte...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli Adsız, Allah bazı kalplerde hidayet yaratmıyor ise bunun sorumlusu, kalbi mühürlü olan kafir midir; yoksa kalbi mühürleyen Allah mı?

      Ben, "akl"ı bana verenin Allah olduğunu düşünmüyorum ki "Allah'ım bana niye akıl verdin, bunun hikmeti nedir?" diyeyim. Eğer bir Yaratıcı insanlara "akıl" diye bir nimet verseydi, o akıl, kendisini inkar etmeye pragramlı olamazdı. Oysaki düşünen her insan, inkar etmek zorunda kalıyor.

      Ayrıca, dinde sorumlu olan "kalp" değil "akıl"dır; yani hidayetin yaratılacağı mahal de "kalp" değil "akıl" olmalıydı aslında. Kur'an'da, hiçbir ayette "düşünme mahalli"nin akıl olduğuna dair bir veri bulunmaz; bilakis, daima "kalb" düşünme mahalli olarak takdim edilir. Çünkü, o dönemdeki insanlar insanın düşünme yetisinin "kalb"te gerçekleştiğini düşünüyorlardı.

      Bu yüzden Kur'an'da geçen "düşünmez misiniz?" şeklindeki ayetlerin birçoğunda geçen "akl" fiili, hep kalbe yöneliktir. Zaten Kur'an, isim olan "akl"a hiçbir ayetinde yer vermez; çünkü ona göre düşünme yetisi kalbe ait bir yetidir. Çünkü o dönemdeki insanlar (haliyle Muhammed de) insanların kalbiyle düşündüğünü zannediyorlardı. Öyle olmasaydı düşünmek (akletmek) fiili, hep "kalb"e isnad edilir miydi?

      Burada "akletmek" fiilinin düşünmek manasına geldiğini ve "akl" ile hiçbir ilgisi olmadığını söylemek zorundayım. Çünkü o dönemde "akl"ın beyinde değil yürekte olduğu zannediliyordu.

      Ayrıca "hidayet" dediğin hikmet, bir zamanlar benim de tattığım bir kavram idi. Bu yüzden kendime "Eski Dindar" müstearını seçtim. Fakat ben artık mitlerin ve ritlerin yolunu değil, mantığın ve bilimin yolunu takip etmeye karar verdim; sizin anlayacağınız dinden çıkıp mürted oldum. Ve sırf bu yüzden "düşünce suçu" işledim. İslam'da "düşünce suçu"nun sonsuz azap adaletsizliği olduğunu söylememe gerek yok galiba.

      Bu konuları biraz düşünün (lütfen bu işi kalbinizle yapmayın; zira o, yalnızca kan pompalar; düşüncenin pompacısı kalb değil akıldır) belki siz de ilerde "Eski Dindar" olursunuz. Hadi bakalım...

      Sil
  2. hikmetinden sual olunmayan yoksa; olmayan yoklukla (olmayanın yokluğuyla) neyle/neden uğraşıyoruz-
    insanların buna inanmasıyla mı?

    olmayana giydirmek değil mi bu?
    boşluk ya da karanlıkla-karanlıkta savaşmak-didişmek;

    belki de;
    isananların düşünceleriyle uğraşıyoruz ya da eski inançlarımızla, bunu bize dayatmış toplumla-bilgiyle ya da karanlık bilgiyle;
    belki de; bi öfke ve hınçla,

    insanlar buna hala neden inanıyor demek istiyorsak; ya da biz geçmişte neden?
    ya da insanların buna hala neden inandığını sorguluyorsak;
    ya da insanların artık bunu sorgulamasını ve daha fazla sorgulamasını istiyorsak;
    ya da bu karanlık bilgi yığınını bırakmak;
    bilmiyorum ne yapmalı-yapılmalı ama?
    belki de;
    tutarsızlıklarını göstermek ya da göstermeye çabalamak bi yerden sonra bi işe yaramayacak ya da yaramıyor;
    kısır bi çatışmaya-didişmeye sürüklenip duruyor;

    en çokta bi düşünce sisitemini eleştirirken olmayan ve yaratılmış bi özneyi gerçekleştirmek ve ona saldırmak' a kadar sonuçlar;

    kişilerin düşünce sisitemleriyle mi, olmayan düşünceyle mi? toplumsal gerçeklikle mi? neyle savaşıyoruz; bilmiyorum; ama en çok; bilmiyorum;
    bunun/bunların sunuş biçimi incitiyor hala ve incitmeye devam ediyor hala; incitmeleri yansıtıp duruyoruz ve incinmeleri; karşılıklı;

    YanıtlaSil
  3. Tanrının hiç bir şeyinden sual olunmuyo ki. Hikmetinden, hürmetinden, öfkesinden, merhametinden, cinayetinden, felaketinden, helaketinden, … hiç bir şeyinden.

    YanıtlaSil
  4. Merhabalar,

    Birkaç yerde eskiden çok dindar biriydim ve Kuran'ı orijinal dilinde okuyacak seviyeye kadar geldim demişsiniz. Fakat maalesef herşeyde olduğu gibi burada da sadece okumak yetmiyor bir de anlamak gerekir. Bu yazınızda cennet ve cehennemin sonsuz olduğunu söylemişsiniz belli ki okuduğunuz Kuran'da bu konuyla ilgili geçen ayeti okumamış veya anlayamamışsınız. Kuran'da cennet ve cehennem için ilgili ayette (Hud Suresi) ''yerler ve gökler(semalar) durdukça onlar orada ebedi kalacaklardır...'' deniliyor. Çok basit bir şekilde anlaşıldığı gibi bir sonsuzluk yoktur. Belirli bir şarta bağlanmış sonsuzluk vardır ki bu da uçsuz bucaksız sonu olmayan anlamına gelmez. Yerler ve gökler durdukça cehennemlikler cehennemde, cennetlikler de cennette kalacaklardır. Yerler ve gökler yok olduğunda/yok edildiğinde ceza veya mükafat da bitecektir. Bundan sonra artık yeni bir imtihan alanı veya başka bir şey mi olur bilinmez. Fakat belirttiğiniz gibi ve mantıklı olan sınırlı bir hayata sınırı olmayan ceza veya mükafat söz konusu değildir.

    Başlık konunuz olan hikmetinden sual olunmaz sözüne gelince, bir Müslüman olarak benimde en çok rahatsız olduğum sözlerden biridir. Bir diğeri de sözde din alimi diye geçinen kesimin keşfi açık ve mana aleminde irtibat halindeyiz sözleridir. Dinin başına ne geldiyse aklını çalıştırmayan ve cahil olan bu kesimler yüzünden geldi. Çünkü Kuran'ı tefsir edenler de maalesef bu cahil cühela kesimdir. Malumunuz toplumumuzda sorgulama Allah korkusundan ötürü pek yapılmaz. Fakat Allah hiçbir Müslümana ve insana düşüncesinden dolayı benden korkun dememiştir. Tam tersi başkalarına karşı yaptığınız kötülüklerden, kula kul olmaktan ve düşüncesizce eylemlerden dolayı benden korkun aklınızı kullanın demiştir. Allah'a inanmak veya inanmamak davranışlarla ilgili bir durumdur. Tabi burada akıl değil sizin aslında yine anlayamadığınız kalp devreye girer. Hormonlarla gerçekleşen sevgi, güven, mutluluk, iman vs. hepsinin merkezi kalptir. Ne kadar aklımızla hayatımızı yönlendiriyoruz gibi görünse de aslında kalbin huzur bulması bütün hepsinden daha fazla önem arz eder. Nitekim bütün canlılarda akıl vardır fakat duygularıyla haraket etme eğilimindedirler. Örnek vermek gerekirse, annesinin veya sevdiği herhangi birinin tehlikede olduğunu düşünen bir insanın aklı ne kadar mantıklı bir çıkarım yaparsa yapsın ve ucunda ölüm olacağını bilse bile yine onu kurtarmaya, güvende tutmaya çalışacaktır. Bir de yine belirttiğinizin aksine Kuran araştırmaya teşvik eder ve atalarınızın/dedelerinizin bağlandıklarına sizde körü körüne bağlanmayın araştırın/doğru yolu bulun der.

    Doğrusunu söylemek gerekirse benimde Kuran'da anlayamadığım ve bazen beni derin düşüncelere iten konular/ayetler mevcuttur. Fakat nedense bu düşünceler hiçbir zaman beni Allah'ın var olmadığına sürüklemez. Sadece acaba Kuran'ın orijinali bu mudur yoksa burada bir insan hatası var mıdır düşüncesidir. Veya yine Kuran'da geçen ''sana unuttururuz..'' ayetinde olduğu gibi acaba işimize yaramayan ama o konuyu açıklayan bir parça unutturuldu mu diye düşünüyorum.

    Ne denilirse denilsin bir Yaratıcının var olduğu gün gibi ortadadır. Buna Tanrı, Yaratıcı, Ulu Kişi veya Allah diyin, ne denirse denilsin ama muhakkak vardır. Ayrıca denildiği gibi Kuran yazdırılmış değil yazılmış bile olsa bir Yaratıcının var olduğu ve buna paralel olarak en modern ve insan kaynaklı kitap olduğu bir gerçektir.

    Araştırıp doğru yolu bulmak ve bazen yoldan sapıtmakta bu işin doğasında belki vardır. Fakat sizin yaptığınız pireye kızıp yorganı yakmak gibidir. Anlamlandıramadığınız birşeyden dolayı bütün bir parçayı yok ve gereksiz olarak görüyorsunuz. İslam konusunda bilginizin olması sizin için artı bir durum olmasına karşın nasıl olur da alim diye geçinen cahillerin saçmalıklarıyla Kuran'ı tefsir etmeye çalışıyorsunuz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Cahit P,

      Evvela değerli yorumunuz, kıymetli fikirleriniz ve yapıcı eleştiriniz için müteşekkirim size. Müsaade ederseniz tenkitlerinizi elimden geldiğince yanıtlamaya çalışayım:

      Yorumunuzun başında, Kur'an'ı okuduğumu ve fakat anlamadığımı iddia etmişsiniz ve bu iddianızı da cennetle cehennemin ebedi olmadığı yönündeki görüşünüzle teyit etmeye çalışmışsınız.

      Bu noktada şöyle bir eleştiride bulunmam gerekiyor: Kur'an'ın bir konuyla ilgili görüşüne bakıldığında sadece bir noktaya odaklanmak yanılgı doğurur ve siz de böyle bir yanılgıya düşmüşsünüz. Zira Kur'an'ın Cennet'inin de Cehennem'inin de daimi (halidina fiha ebeda) olduğu, onlarca ayetle sabit ve kesindir. Bu ayetlerden bir kısmını aşağıya alıyorum:

      “Fakat iman edip güzel ve makbul işler yapanları ise, ebedî kalmak üzere içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğiz”(Nisa, 4/57).

      “İman edip makbul ve güzel işler yapanları, ebedî kalmak üzere içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğiz. Bu, Allah’ın gerçek vâdidir. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?”(Nisa, 4/122).

      “Bu gün o gündür ki, doğruların doğruluğu kendilerine fayda verir. Onlara içinden ırmaklar akan cennetler var. Orada ebedî kalırlar. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte büyük başarı ve mutluluk budur!”(Maide, 5/119).

      “Onların Rabbi kendilerinin, katından bir rahmete, bir rıdvana ve içinde daimi nimetler bulunan cennetlere gireceklerini müjdeler. Onlar o cennetlerde ebedi olarak kalacaklardır. Muhakkak ki en büyük mükâfat Allah’ın yanındadır”(Tevbe, 9/21-22).

      “İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tâbi olanlar yok mu? Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı oldular. Allah onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oraya ebedi kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!”(Tevbe, 9/100).

      “Gün gelir, Allah hepinizi en büyük toplantı günü olan mahşerde bir araya getirir. İşte o gün aldanma günüdür(aldanışların ortaya çıktığı gündür). Kim Allah’a iman eder, makbul ve güzel işler yaparsa, Allah onun fenalıklarını, günahlarını siler ve içinden ırmaklar akan cennetlere, hem de ebedi kalmak üzere yerleştirir. İşte en büyük başarı, en büyük mutluluk budur”(Teğabun, 64/9)

      Sil
    2. “Allah onlar(kâfirler) için âhirette de pek çetin bir azap hazırladı. Artık siz ey akıl sahipleri, ey iman etmiş kullarım! Allah’a karşı gelmekten, ileride de hep sakının ki böyle bir azaptan korunasınız. İşte Allah size gerçekleri hatırlatan bir kitap indirdi, bir Elçi gönderdi. Allahın nurlar saçan, yollar açan ayetlerini sizlere okuyor ki iman edip makbul ve güzel işler yapanları karanlıklardan aydınlığa çıkarsın. Kim Allah’a iman eder, makbul ve güzel işler yaparsa, Allah onları, hem de ebedi kalmak üzere, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirir. Allah böyle kuluna gerçekten pek güzel nasip ihsan eder”(Talak, 65/10-11)“Ama iman edip, makbul ve güzel işler yapanlar ise bütün yaratıkların en hayırlı olanlarıdır. Bunların Rab’leri nezdindeki ödülleri, içinden ırmaklar akan hem de ebedi kalmak üzere girecekleri Adn cennetleridir. Allah onlardan, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. İşte bu rıza makamı da Rabbine saygı duyanlarındır”(Beyyine, 98/7-8)“İnkâr edip zulmedenleri Allah affedecek değil. Onları cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değil. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. Bu da Allah’a göre çok kolaydır”(Nisa, 4/168-169)“Allah kâfirlere lânet etmiş ve onlara alevli bir ateş hazırlamıştır. Onlar onun içinde ebedi olarak kalacak ve kendilerini koruyan veya yardımcı olan kimse bulamayacaklardır”(Ahzab, 33/64-65).“De ki: Benim vazifem sadece Allah’ın mesajlarını tebliğ etmektir. Kim Allah’a ve Elçisine isyan ederse, ona cehennem ateşi vardır, hem de ebedî kalmak üzere oraya girecektir”(Cin, 72/23).“(Ey inkârcılar!) Siz nasıl bugünkü buluşmayı unuttunuz ve bu unutmayı ömür boyu sürdürdüyseniz, Biz de bugün sizi unuttuk. Yaptıklarınızdan ötürü, tadın bakalım sürekli/ebedi azabı (azabe’l-huld)!”“De ki: “Bu mu(cehennem mi) iyi; yoksa takva ehline söz verilen ebedî cennet mi (Cennetu’l-huld)?” Orası onlar için bir mükâfat ve pek güzel bir akıbettir” (Furkan, 25/15).

      Bu ve buna benzer ayetlerde geçen "huld" ve "ebedi" gibi kelimelerin varlığı, Cennet'in de Cehennem'in de ebedi olduğunun kanıtı.

      Sizin dile getirdiğiniz ayette yer alan "gökler ve yerle durduğu sürece" ifadesini de bu bağlamda değerlendirmek zorundayız. Aksi takdirde Kuran'ın "çelişkili bir kitap" olduğu sonucuna varmak zorunda kalırız. Kaldı ki ben bu konuda çelişkili olmadığını düşünüyorum; zira yerlerin ve göklerin bekası Allah'ın Kayyum ismine ve Hakim ismine bağlanır ve her varlığı Kayyumiyeti ile ayakta tuttuğu iddia edilen Allah'ın, hiçbir şeyi yok etmeyeceğine ve abes yere yaratmayacağına dair Hakim ismine de müracaat edilir.

      Hülasa, bu konuda sadece ileri sürdüğünüz ayete hasr-ı nazar ederek Kur'an'ı yorumlamak, dar bir bakış açısıyla hüküm vermek olur. Dolayısıyla Kur'an'ı okuduğunuz halde anlamadığınızı benim dile getirmem gerekiyor.

      Sil
    3. Yorumunuzun devamında: "Allah müslümanlara düşüncesinden dolayı benden korkun, dememiştir." diyorsunuz. Lütfen aşağıdaki ayetlere bir bakın:

      2:147 - O hak, Rabbindendir. Artık şüpheye düşenlerden olma sakın!

      3:60 - Bu hak (gerçek) senin rabbindendir, o halde şüphecilerden olma.

      6:2 - Sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel takdir eden O'dur. Tayin edilen bir ecel de (kıyamet zamanı) O'nun katındadır. Sonra bir de şüphe ediyorsunuz.

      6:114 - Allah, size Kitab'ı (Kur'ân'ı) açıklanmış olarak indirdiği halde, ondan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, o Kur'ân'ın, gerçekten Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O halde sakın şüphe edenlerden olma.

      9:45 - Senden izin isteyenler, olsa olsa Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlar olabilir. Onların kalbleri hep işkillidir. Bundan dolayı şüphe içinde bocalayıp dururlar.

      10:94 - Sana indirdiklerimizde herhangi bir şüpheye düşersen, senden önce kitap okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden olma!

      10:104 - De ki: "Ey insanlar! Eğer benim dinimde bir şüpheniz varsa, şunu bilin ki, Allah'ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam. Lâkin sizin de canınızı alacak olan Allah'a taparım. Bana müminlerden olmam emredilmiştir".

      15:63 - Elçiler dediler ki: "Bilakis biz sana onların şüphe ettiği azabı getirdik."

      24:50 - Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüphe ve tereddüd içinde midirler? Yoksa Allah ve Resulünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!

      29:48 - Sen bundan önce, ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.

      34:51 - Onları telaşa düştükleri zaman görsen: Artık kaçamak yoktur. Yakın yerden yakalanmışlardır.

      34:52 - Ve: "O'na iman ettik" demektedirler. Fakat onlar için (âhiret gibi) uzak bir yerden (imana) el sunmak (ulaşabilmek) nerede?

      34:53 - Halbuki daha önce (dünyada) O'nu inkâr etmişlerdi. Uzak yerden gayba taş atıyorlardı.

      34:54 - Artık kendileriyle arzularının arasına set çekilmiştir. Tıpkı bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi. Çünkü hepsi işkilli bir şüphe içinde bulunuyorlardı.

      40:34 - Bundan önce size delillerle Yusuf gelmişti. O zaman da onun size getirdiğihakikatte şüphe edip durmuştunuz. Nihayet vefat ettiğinde de "Bundan sonra Allah asla peygamber göndermez" dediniz. İşte aşırı şüpheci olanları Allah böyle şaşırtır.

      43:61 - Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur.

      44:50 - İşte sizin inkâr edip durduğunuz şey budur."

      49:15 - Gerçek müminler ancak Allah'a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.

      57:14 - (Münafıklar) onlara: "Biz sizinle beraber değil miydik?" diye seslenirler. (Müminler) de derler ki: "Evet ama, siz kendi canlarınıza kötülük ettiniz, gözlediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan (şeytan) sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı.

      74:31 - Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, iman edenlerin de imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: "Allah bu misalle ne demek istedi?" desinler. İşte böyle, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.

      Bu bağlamda lütfen İslam'da ve Kur'an'da geçen şüphe-iman eksenli ayetleri iyiceinceleyin ve İslam'daki "irtidat" suçunu inceleyin. Tabi asr-ı saadet dönemindeki mürtedlerin (düşünce suçlularının) katline de bakmalısınız.

      Sil
    4. Yorumunuzda bir de "akıl-kalp" ikileminden söz etmişsiniz ve "kalp" kavramını anlamadığımdan dem vurmuşsunuz. Sevgili Cahit P, ben olmayan bir şeyi nasıl anlayabilirim ki?

      Kalbin kan pompalama dışında bilinen ve duygularla irtibatlandırılabilecek bir işlevi yok ki. Bütün duyguların (istisnasız) mahalinin beyin olduğu, bugün su götürmez bir gerçek.

      Kaldı ki kalp diye duygu mahalli bir organ olsa bile, siz dünyanın en hırpani kitabını alıp kalbe rahatlıkla uydurabilir ve tevil yolunu tutabilirsiniz. Dolayısıyla "kalp" konusundaki düşünceleriniz de maalesef yanlış ve mesnetsiz. Lütfen bu konudaki bilimsel verilere biraz göz gezdirin.

      Bir yerde de Kur'an'ın yanlış olması Allah'ın varlığına halel getirmez, demişsiniz. Bana göre tam tersi; çünkü Kur'an'da kendisini yalan yere konuşturan bir "elçi"ye müdahale etmeyen bir Yaratıcı ya yoktur veya dinlerin mütekebbir ve cebbar tanrısı değildir.

      Allah'ı bırakın Tanrı'nın varlığı konusunda bile bunca tereddütlü söylem varken sizin Allah'ın varlığından emin olmanız, esasında düşünce yapınızın kalıplaşmışlığını ve kemikleşmişliğini ortaya koyuyor. Sizin bu konudan bu kadar emin olmanız, benim eski halimi hatırlatıyor ve tam da bu yüzden defalarca "eski halimden" söz etme gereksinimi duyuyorum. Çünkü bu düşünce yapısını çok iyi biliyor ve algılıyorum.

      Şimdi ise "olabilir"lerle yaşamaya alıştım. Öyle ki biri bana Allah'ın (Tanrı'nın değil) varlığını etraflıca kanıtlayıp Kur'an'ın hakkaniyetini delillendirirse, yeniden iman etmeye amadeyim. Fakat maalesef yok böyle biri; en azından 4-5 yıldır karşıma çıkmadı. Kaldı ki çıkma olasılığını da çok düşük görüyorum; zira Kur'an'ın tutarsız ayetlerini tevil etmek, en zeki insanların bile harcı değil maalesef.

      Son olarak: "Alim diye geçinen cahillerin saçmalıklarıyla Kuran'ı tefsir etmeye çalışıyorsunuz." demişsiniz. Maalesef bunu ben değil Müslümanlar yapıyor. Ben sadece onların görüşünü aktarıyorum.

      Umarım bir gün siz de hakikate teslim olanların kervanına katılır, hurafelerin ve safsataların zincirinden kurtulursunuz. Sağlıcakla...

      Sil
    5. Merhaba Eski Dindar,

      Cennet-cehennemle ilgili verdiğiniz ayetlerin Hud Suresi bağlamında değerlendirilmesi gerekir. Çünkü eğer bir ayette diğerlerine nazaran daha çok bilgi verilmişse esas alınması gereken odur. Konu ile ilgili diğer ayetler onun bilgisi çerçevesinde değerlendirilir ve anlam kazanır. Mesela, Kuran'da iman ile ilgili bir ayetlerin birinde sadece Allah'a inanmak geçer. Diğer ayetler de meleklere, peygamberlere, ahiret gününe vb. şartlara iman da sıralanır. Hud Suresi bilindiğinde diğer ayetler okununca asıl bahsedilen sonsuzluk ve ebediyetin aslında bir şarta bağlı olduğu bilinir. Ve tamamen anlaşılmış olur. Kuran'a bütüncül bakmak gerekir.

      Hikmet kavramıyla var ettiği şeyleri yok edemez diye bir kaide yoktur. Yaratıcı herşeyin sahibi olan istediği şeyi yok eder, yaratır veya başka bir şekle sokar. Bu boşuna veya O'na yaraşmaz diyenler kendi akıllarınca varsayımlar yapar. Kaldı ki eğer Tanrı istediği şekilde davranamıyorsa Tanrı olamaz. Kimseye hesap vermeden istediği şekilde hakimiyetin tek sahibidir ve dilediğini yapar. Hazinesi sonsuzdur...

      Pek sevmediğim bir söz olsa da bana göre de insanoğlu bu kainatta sınırlandırılmıştır. Yani uçsuz bucaksız bilgi sahibi olamaz. Devasa uzay boşluğu ve insanoğlunun kısa hayatı buna engeldir. Bir imtihan olduğunu söylüyoruz. Eğer imtihan yapılıyorsa Tanrı'nın kendisini apaçık ortaya çıkarması/belli etmesi tezat oluştururdu. Bu durumda en imanlı kişi bile %100 özgür davranamazdı ve istediğini yapamazdı. Böylece irade denilen birşeyden söz etmek mümkün olmazdı. Güneş ve ay gibi bize sürekli belli olan ve izleyen bir Tanrı ile imtihan olmaz. Acaba diye bir seçenek olmalı ki kişi ona göre nasıl davranıyor, görmek gerekir.

      Sil
    6. Şüphe ile ilgili verdiğiniz ayetlerin de, o dönemde yaşayan ve Peygamberi gözleriyle görenlere hitaben söylendiği kanısındayım. Çünkü insan görmedikleri hakkında şüphe duyar ve bu doğasında vardır. Ama gördüğü halde şüphe duymak farklı bir durumdur. Biz görmeyenler olarak, seçenekler dahilinde tahlil yapar, gözlemler ve Tanrı'nın bıraktığı mesajlara bakarak gerçek mi yanlış mı diye çıkarım yaparız. Bize bu kadar Yaratıcı hakkında kopya verilmiş olmasına rağmen inkar etmek pek akıl karı bir çıkarım olmaz. Kaldı ki herkes bilgisi dahilinde sorumludur. Hayatında köyünden dışarı çıkmamış birisiyle bütün dünyayı dolaşan birinin çıkarımları farklı olabilir veya aynı olabilir. Burada can alıcı nokta verilen ve sahip olduğu imkanları ne derece kullandığıdır.

      Ayrıca İslam'a bu kadar hakim olduğunuz halde sonradan bu kadar karalamanız ve alaya almanız (şiir ile ayetlerle alay etmeniz) beni oldukça şaşırtıyor. Düşünmeniz sorgulamanız doğru veya yanlış bir şekilde telafi edilebilir ama bu yazdıklarınız herkese ulaşıyor ve belki de sayısız kişiyi etkiliyor. Unutmayın insan bugün yaptığından dolayı belki 5 belki 10 yıl sonra pişmanlık duyabilir. Ama geride bıraktıklarımız bazen telafi edilemez sonuçlara mal olur.

      Ben de Hz. Adem'in yaratılışı ile ilgili ayeti okurken burada belinden gelen sıvı deniliyor oysa spermler orada değil diyordum. Fakat sonraları anladım ki ilk cenin durumunda iken üreme hücreleri insanların sırt ve bel bölgelerinde bulunur sonradan aşağı tarafa gelirmiş.

      Özet olarak sizin gibi bilgili ve araştıranlara gerçekten çok ihtiyacı var bu dinin. Ben herkesin öyle yada böyle bir Tanrı'nın varlığına inandığını düşünüyorum. Tesadüf olarak bu kadar kompleks bir canlılık olamaz. Ceza ve ödül kısmını geçelim bari şu insanlara dinin yobazların tekelinde olmadığını anlatalım. Bilimi öcü gibi gösteren cahillerden şu dini arındıralım. Çünkü bilim ilerledikçe bunların rüyalarında gördükleri kerametler, mucizeler çürüyor. Din gerçekten de insanlar için afyondur. Dinini bilmeyenler ve okumayanlar bunun etkisinden hiçbir zaman kurtulamaz. Halbuki Kuran'ın içindeki insanlıkla ilgili muazzam bilgileri bilseler bu dünyada bir kişi bile zulme uğramaz.

      Kusura bakmayın konudan konuya atladım bu saatte anca bu kadar oluyor. Naçizane kendi fikirlerimi söyledim. Sağlıcakla kalın

      Sil
  5. Merhaba Cahit ve Eski dindar;
    Çok güzel söyleşiyorsunuz, sıkılmadığınız sürece devam etmenizi dilerim.
    Bu siteye arada gelirim, Hayyam belki hatırlar.
    Eski atesitlerdenim, eski dindar'ın tersi yani :)
    Cahit'in şikayet ettiği konuya katılıyorum.
    Yaratıcı (Allah) ve bilim çelişmiyor.
    Din ve bilim çelişiyor.
    Allah bugün gördüğümüz dini göndermiş değildir.
    Allah bugünkü görünümüyle ne hristiyanlık ne islam göndermemiştir.
    Eski dindar ben mürtedim, cezam katldir diyor örneğin.
    Neye göre ?
    Dinin sünni yorumuna göre.
    Allah dininden dönene karışmıyor ama sünniler Allah adına ceza kesebiliyor !
    Eski dindar'ı okudukça Allah'a defalarca minnettarım.
    Aynı eski ben gibi yazıyor, onun adına çok üzülüyorum.
    Bu durumda çarpıtılan bir ayet aklıma geliyor.
    Allah dilediğine doğru yolu gösterir.
    Örneğin bu da Kuran'da çelişki gibi görünür ancak öyle değil.
    Sen nasıl istersen Allah ona yönlendiriyor.
    Bu dünyada alabildiğine özgürüz.
    İnanmak zorunda değiliz.
    O gün geldiğinde, hepimiz hiç bir baskı altında kalmadan, istediğimiz yolu seçtiğimizi inkar edemeyeceğiz.
    Herkes yaptığının karşılığını alacak.
    İyiye iyi...
    Eski ateist olarak, eski dindar'la yazışmaya devam etmek isterim.
    Belki beni yeniden ateist yapar :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 1.

      Sevgili Bilal, merhaba.

      Sizi bazı forumlara bıraktığınız yorumlardan tanıyorum ve açıkçası düşünce yapınızın "tevil dolu" olduğuna hükmetmiştim uzun zaman önce.

      Muhtemelen sizin bazı kökten dinsizlerle ve mutaassıp ateistlerle yapmış olduğunuz tartışmalardaki üslubunuz bana biraz itici gelmişti; ancak burada kullandığınız üslubu görünce rahat bir nefes aldım. Aklıma "Dünyalı" filmindeki: "Yaşa ve yaşat." prensibi geldi. Böyle nezaket dolu bir üsluba sahip olduğunuz için teşekkür ederim evvela.

      Başta söylediğiniz temenniye ben de katılıyorum ve destek veriyorum: Emin olun, seviyeli bir üslup takınıldığı sürece ben fikir alışverişine devam etmeye hazırım. Fakat üslup fenalaşınca şu ayetin hükmünü uygularım: "Rahman'ın kulları yeryüzünde tevazu ile yürürler. Bir cahilin hitabıyla karşılaşınca da "selam" der geçerler."

      Aslında her müslümanın tavrı bu ayetin zerafeti ile örülmeli iken nedense bu ayeti daha ziyade benim gibi "dalalet ehli mürted"ler tatbik ediyor. Bu dahi bir garabettir...

      Son cümlenizde espirili bir şekilde sizi hakikate kavuşturmamdan söz etmişsiniz. Bu konuda şunları söylemem gerekiyor:

      "Bir insanın seninle imana gelmesi, güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha hayırlıdır." diyen bir Peygamber'in müntesiplerine yaraşan tavır, elbette ki "kavl-i leyyin" ile insanları imana davet etmektir. Kaldı ki İslam'ın "emri bi'l-maruf nehy-i ani'l-münker dediği mefhumun temelinde de bu anlayış var.

      Fakat iş, insanları "iman"larından ayırmaya gelince iş çetrefilleşiyor; zira bir insanı "iman"ından etmek, onu "mutsuzluğa mahkum etmek"le eşdeğerdir çoğu kez. Çünkü kişinin tüm düşünsel dünyası, iman ekseninde teşekkül etmişse eğer, onun imandan vazgeçmesi de manevi bir azaba sebebiyet veriyor iç dünyasında. Tam da bu sebeple birebir yaptığım tartışmalarda, kişilerin imanlarına halel verecek söylemlerden uzak durmaya çalışıyorum.

      Beni bu noktaya getiren, deneyimlerim oldu: Şimdiye dek ciddi anlamda tartışıp da İslam'dan çıkmasına sebebiyet olmadığım tek kişi dahi olmadı. Bununla beraber, bu insanların tamamının kısa vadede bunalım yaşadığına da tanıklık ettim. Sonrasında, şöyle düşünmeye başladım: "Yahu ben ne yapıyorum böyle? Bu insanların elinden mutluluklarını almak, benim haddim ve hakkım değil ki! Bırak herkes kendi inandığına inansın!"

      Bu düşünce yapısının da çok doğru olduğuna hükmedemem gerçi; zira gerçeği öürenmek herkesin hakkı. Ama gerçeği benim vesilemle öğrenen insanların ıstırabını görünce muazzam bir ikilem yaşıyorum iç dünyamda. Sizin anlayacağınız sizi tekrar ateist yapmak istemem:)

      Kısaca "irtidat" kavramı üzerinde durup bu kavramın "sünni" bir yorum olmadığını belirtmek istiyorum. Çünkü İslam'ın neredeyse tüm mezhepleri (Şii-Sünni fakrı olmadan) "dinden çıkanın hakk-ı hayatı yoktur." fehvasına göre hareket ediyorlar. Bunun temelinde de Hz. Muhammed'in uygulamaları var. Biz, birkaç vahiy katibinin dinden dönme gerekçesiyle öldürüldüğünü biliyoruz örneğin.

      Zaten dinde bu kadar esaslı bir yeri olan bir hükmün Peygamberi bir dayanağının olmaması imkansızdır. Biraz Taberi, İbn-i İshak ve İbn-i Hişam okursanız Hz. Muhammed'in bu konudaki tatbikatına şahit olabilirsiniz.

      Sil
    2. 2.

      Sevgili Bilal bütün insnaların (ben dahil) şairin ifadesiyle: "Bütün bir insanlık yalana teslim." dediği noktada olduğunu düşünüyorum; çünkü hepimizin en çok başvurduğu savunma mekanizması "rasyonalize etme" maalesef. Evet, hepimiz önümüze sürülen gerçekleri mantığa bürüme çabasıyla hareket ederiz ve kendi düşünsel kalıbımızdan çıkmak yerine rsayonalize etmeyi yeğleriz. Buna "kendimizi kandırmak" da diyebiliriz. Affınıza sığınarak sizin de böyle bir tavır içinde olduğunuzu düşünüyorum.Örneğin: "Allah dilediğine doğru yolu gösterir." mealindeki ayeti örnek vermişsiniz. Be, eskden bu tür ayetleri şu şiirin hikmeti ile açıklardım: "Kul azap çekmez Hak yazmayınca. Hak azap yazmaz kul azmayınca."Fakat sonradan Kur'an'ı daha iyi analiz edince işin rengi değişti ve bizim ayetleri mantığa bürüdüğümüzü fark ettim. İslam'ın bid'at diye tanımladığı birçok "sonradan çıkma adet"in de bu ihtiyaçtan doğduğunu anladım. Örneğin Süleyman Çelebi'nin "Mevlid"i, Türk İslam dünyasında Kur'an'dan sonra en çok okunan kitap olarak bir bid'attır ve insanların Kur'an'ın "kuru ve tehdit edici" üslübundan kaçmak için başvurdukları bir yöntemdir.Bu sadece bir örnektir ve emin olun İran ve Türk dünyasında gelişip şekillenen ve dal budak salan "tasavvuf kültürü" Kur'an'ın gayr-i insani yönünü (özellikle Cehennem ve irin ayetlerinde göze çarpan) tahfif etmek amacıyla ortaya çıkan ve hümanizmi esa alan bir akımdır. Mevlana ve Yunus Emre gibi dev şahsiyetler, bu kültürü benimseyerek dinin sert yönlerini yumuşatmışlar. İyi ki de yumuşatmışlar. Aksi takdirde ortaya "IŞİD" dolu bir İslam dünyası çıkardı. Bu arada "IŞİD"in tamamen Kur'an'ı esas aldığına da değinmek isterim. İsterseniz Kur'an'a mutabık hükümlerini incelemekle işe başlayın.Sevgili Bilal, yazı sızının çocuğudur, derler; inanın ki bu konuda yazılacak çok şey var; ancak kısa kesmek zorundayım. İnandığınız Allah'a emanet olun...

      Sil
    3. Selam.
      Kısa kesmek zorunda oldğunuz yazı buysa yandık :)
      Nazik üslubunuz için ben de teşekkür ederim.
      Yazınızın tümüne yanıt vermeye pek zamanım yok.
      Kendimce önemli gördüğüm cümlelerinizi tek tek ele almaya çalışacağım.
      Zamana yaymamız gerekir yani bir yazıda tek bir yanıt vermek zor.
      Beni hangi forumlardan tanıyorsunuz merak ettim.
      "Tevil dolu"dan kastınızı da anlamadım.
      Tevil benim bildiğim şu:
      Bir şey ifade eden bir cümle okursunuz.
      Dersiniz ki bu cümle şu, şu , şu anlamlara gelebilir.
      Üç değişik anlamdan hangisini seçerseniz seçin, aynı kapıya çıkar dersiniz.
      1. anlamı, 2.anlamı, 3.anlamı gibi.
      Bu anlamları bu şekilde sıralamak, ilgili cümleyi ya da paragrafı, ya da sözcüğü tevil etmektir.
      Ben nasıl bir tevil yapıyorum bilemedim.
      Her insan tevil yapar diyebilir miyiz ?
      Siz de beni tevil etmişsiniz örneğin.
      Bazı forumlarda yazdıklarımı tevil sırasına koymuş ve hakkımda fikir sahibi olmuşsunuz.
      Ama gerçek öyle mi bakalım ?
      Bakalım mesaj olarak ben sizin yaptığınız tevili mi vermek istedim ?
      İşte bazı müteşabih ayetlerde Allah'ın asıl ne demek istediğine, her okuyan akıl sahibinin kendisinin karar vermesi gerekiyor.
      Yoksa başkalarının aklıyla sonsuz hayatınız için karar alamazsınız.
      Her aklı, her zeka yani her nefis kendi bacağından asılacak.
      Hiç kimse hiç kimseden sorulmayacak.
      O halde ben neden sizin aklınıza uyayım ki.
      Korkmayın ateizme dönmem, istediğiniz gibi yazabilirsiniz.

      Sil
    4. Devam..
      Ben bahsettiğiniz o kökten dinsiz ve tutucu ateistlerdendim.
      Gençlik yıllarım ateizm anlayışyla geçti.
      Şu an elli yaşındayım, 20-45 arasında fanatik ateisttim.
      Buna Hayyam dahil, kime söylesem inanmıyor.
      Gerçekten ateist olmamışsın.
      Ateist olduğunu sanmışsın gibi yorumlar geliyor.
      Ben ateistken de samimiydim, şimdi de samimiyim.
      Daha nasıl inandırıcı olabilirim ?
      Evet ben de selam deyip geçmeyi seçebilirim.
      Belki de zamanla sıkıldıkça, eski benlere/ateistlere selam deyip geçeceğimdir.
      Ateistken, inananlara selam deyip geçerdim.
      Onlarla hiç işim olmazdı.
      Onlar benim için zavallı, düşünemeyen yaratıklardı.
      Bu konuları konuşmaya bile değmezlerdi.(anlayamayacaklarından dolayı)
      Çok rahattım, ancak hiç biriyle de kırıcı konuşmadım.
      Ezanları hiç duymazdım.
      Hani ezan sesinden rahatsız olanlar var ya.
      Onlar samimi değiller.
      Ateistken ezan sesini duymazdım ki rahatsız olayım.
      Samimi ateist ezan sesinin farkında bile olmaz.
      Onun dünyasında yoktur çünkü.
      Ancak bir gün o ezan sesleri ilgimi çekmeye başladı.
      Yavaş yavaş içim ısınıyordu.
      İşte bu noktada Allah'ın katkısı olduğuna inanıyorum.
      Bana ne oldu da o ezanları algılamaya başladım bilemiyorum.
      Ateistler ezan sesini yasaklatsınlar bence :)

      Sil
    5. "Rahman'ın kulları yeryüzünde tevazu ile yürürler. Bir cahilin hitabıyla karşılaşınca da "selam" der geçerler."
      Evet inanlar benim için cahildi ve ben selam der geçerdim.
      Ateistken müslüman tavrı, ilginç değil mi ?
      Ancak inanmaya başladığım yıllar içerisinde ateistlere laf atmaya başladım.
      Bugüne kadar kırdıklarım olmuşsa hepsinden özür dilerim.
      Ben zaten ateist müslümanmışım.
      Sünni müslüman kodlarıma döndüm.
      Çocukluk yılları hani hatim etmeler falan.
      İşte böyle yazıştıkça, okudukça, araştırıp inceledikçe, kısaca tefekkür ettikçe,
      sabilerden, doğal müslümanlardan oldum.
      İnsanım ve Allah'ın kuluyum, başka bir ünvan kabul etmiyorum.
      Kiliseye bile girip ibadet edebilirim.
      Ateistken beni bulan Allah, beni her yerde kabul eder.
      Evet kendimi bayağı tanıttım.
      Belki benzer aşamalar geçirmiş birilerine faydam dokunur.
      "..Son cümlenizde espirili bir şekilde sizi hakikate kavuşturmamdan söz etmişsiniz.."
      demişsiniz.
      Güldüm, tebessüm.
      Ben sizin hakikatinizden dönen biriyim.
      İnsan bilmediğinden korkar.
      Siz de Allah'ı bilmeyen biri değilsiniz.
      Bana olduğu gibi, sizin kalbinize de sevgisinin sıcaklığını koymasını dilerim.

      Sil
    6. "...Fakat iş, insanları "iman"larından ayırmaya gelince iş çetrefilleşiyor;.."

      İmanı veren de Allah, alan da.
      Sen neyi istiyorsan verir.
      Allah adildir, merhametlidir.
      Kullarına zulmetmez.
      Kullar kendilerine zulmeder.
      Örneğin siz kendi kendinize zulmediyorsunuz.
      Düstüğünüz boşluğun sorumlusu Allah olamaz.
      Tamamen kendi tercihiniz.
      Siz artık Allah hariç her şeye inanıyorsunuz.
      İçinizdeki yaratıcı boşluğunu, bilimle, doğayla,evrimle doldurmaya çalışıyorsunuz.
      İnandıklarınız her zaman yanılabilir.
      Allah yanılmaz.
      Çocukluğumda kafamı hurafelerle dolduranlara hakkımı helal etmiyorum.
      Gerçi hak da Allah'ındır.
      İster verir , ister alır.
      Bunları eski inanan olarak anlarsınız diye yazıyorum.
      Yoksa örneğin hayyam için anlamsız cümleler.
      Bizzat kendi oğlumu Allah'a ittim.
      Çünkü "din" e inanıyordu.
      Sünniydi.
      Benim gibi ateizme gidiyordu.
      Kimbilir ne zaman dönerdi.
      Şimdi o kadar rahat ki.
      O da beni yıllar önce, ateist iken Allah'a itmişti, tevafuk :).
      Şimdi birlikte Allah sohbeti yapıyoruz.
      Allah'tan korkmuyoruz.
      O'nu çok seviyoruz.
      Siz de sanki sünni dininden ateizme geçmiş gibisiniz.

      Sil
    7. Sayın Bilal,

      Öncelikle maşallah diyorum. Çok güzel noktalara değinmişsiniz. Gerçek İslam'ı bulmanızın da takdire değer olduğunu düşünüyorum. İslam'ı eleştirenler maalesef bireylerin yaşantısını, hatasını İslam ile özdeşleştirme yanılgısına düşüyor.

      Kuran'daki anlamlandırılamayan ayetlerin çok az olmasına karşın, insan hayatı ve bilimle örtüşen onlarca belki yüzlercesini görmezden geliyorlar. Anlayamadığımız ayetlerin sayısı bir elin parmağını geçmez. O ayetler de belki bizlerden binlerce yıl sonra gelecek insanlar o günkü şartlar doğrultusunda anlayacaklar. Yani bize yönelik şeyler olmayabilir. Kaldı ki anlaşılamayan ayetlerin insanın hayatıyla bağlantısı yoktur. Bizim için gerekli olan herşey detaylı ve anlaşılır şekilde belirtilmiştir.

      Son olarak belirtmek isterim ki Sünni, Hanefi, Maliki diye bir din yoktur. Din birdir o da İslam'dır. Zaten ne geldiyse dini fırkalara bölen ve ona göre hüküm çıkaranlar yüzünden geldi başımıza ve dinimize. Örneğin bir mezhebe göre kan abdesti bozar diğerine göre bozmaz. Benim bildiğim doğru bir tane olur. Yani bunlardan birisi muhakkak yanlış ama buna rağmen Allah adına her mezhep bu doğru diyor. Yani İslam'ı yaşamak gaye değil sadece kendi toplumunu üstün göstermek...

      Sil
    8. Sevgili Cahit P, size cevap yazma fırsatı bulamadığım için özür dilerim. Umarım ilk fırsatta size yanıt yazacağım; bu aralar çok yoğunum.

      Sil
    9. 1. Sayfa:


      Tekrar merhaba,

      Müsaade ederseniz: "Korkmayın ateizme dönmem, istediğiniz gibi yazabilirsiniz." cümlenizle başlamak istiyorum:

      Bu cümlenin bir tecrübe eseri olduğunu iddia etmek mümkün olsa da "bir kalıp fikir" eseri olduğunu da iddia etmek hayli hayli mümkün görünüyor. İnsanın fikrinin kalıplaşması ve düşünce dünyasının üzerine beton dökülmesi, felsefi sözlüklerde dogma veya nass sözcükleriyle ifade edilir. Bu bağlamda Cemil Meriç: "Yobaz, zihnini nasslara mahkûm eden kişi." yorumunu yapar.

      "Hiç kimse hiç kimseden
      sorulmayacak." cümleniz Kur'an'ın bir yığın ayeti ile çelişiyor, dikkatinizi çekerim. Evet, bazı ayetler kişilerin yalnızca kendi yaptıkları ameller ile bağlı olduğunu ifade ediyor olsa da bazı adetlerde de tam tersi hükümler yer alıyor. Örneğin bir çobanın kendi denetimindeki koyunlardan mesul olduğunu ifade eden hadislerde de bu konuya dikkat çekilir.

      Bu konu çok tali olduğu için kısa kesmek, vakit insafına mani olacak.

      Yazılarınızda yer alan tevil, Napolyon'un: "Bana tevili olmayan bir söz getir. Onunla seni idam edeyim." özdeyişinde vurguladığı manayı taşıyor. Özetleyeyim:

      Örneğin bir Kur'an ayeti: "Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor." der.

      Bu ayette geçen "kadınlara dokunmuşsanız" ifadesinin garabetini dile getirdiğimizde ve bunun erkeklere hitap ettiğini, dolayısıyla Allah'ın böyle bir ayrımcılık yap(a)mayacağını ifade ettiğimizde hemen tevil yoluna sapılıyor. Kaldı ki Kur'an'ın tamamına hakim olan erkek egemen dil de kadınların Kur'an'ın ilk muhatabı olmadığının kanıtı. Tabi bu ayrı bir tartışma konusu...

      Sil
    10. 2. Sayfa:

      Yine aynı ayet bağlamında bir başka tevil:

      Soruyorum: "Hocam, bu abdest ayeti Hz. Muhammed'in ölümünden çok az önce inen bir ayet. Hatta son ayetlerden biri. Allah neden bu kadar önemli bir hususu İslam'ın başında indirmedi? Müslümanlar ve onların önderi, 23 yıl boyunca abdest almadan mı namaz kaldılar? Allah, böyle bir şeyi nasıl unutur?"

      Verilen cevap: "Kem küm! Yani tevil!"

      Galiba Müslümanlar, böyle davranmaya mahkûm; çünkü Kur'an'ın birçok ayeti tevile muhtaç.

      Bir yerde müteşabih ayetlere değindiğiniz için o ayeti bizzat sormak istiyorum size, lütfen bu ayeti bana tevil edin; çünkü gerçekten çok merak ediyorum bunu:

      "Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan,
      Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden
      başkası öğüt alıp düşünmez."

      Soru şu: Allah, müteşabih ayetlerin tevilinin sadece kendi ilminde olduğunu buyurduğu halde o ayetleri niçin indirdi? Yani bize bir sürü müteşabih ayet gönderdiği ve bunların anlamını bizim asla bilemeyeceğimizi bildiği halde, niçin gönderdi bu ayetleri? Acaba Hazret-i Muhammed, kendisine sorulan bir yığın sorunun cevabını vermeyince böyle bir yola başvurmuş olamaz mı?

      Sevgili Bilal, ben sizin samimiyetinizi asla sorgulayamam; kaldı ki bu benim haddim de değil. Fakat inanma eğilimi içinde olduğun(m)umuzu rahatlıkla söyleyebilirim. Zaten tevil yoluna başvurmamız da buradan kaynağını alıyor.

      Sil
    11. 3. Sayfa:

      "Ateistken müslüman tavrı, ilginç
      değil mi?" demişsiniz. Sizce?

      İnsanlığın güzel birikimini hayatına tatbik etmek isteyen bir insan, takdir edilmesi gereken bir şahsiyet olarak algılanmalı bence; zira bu insanın dogmalara boyun eğmediğini, bilakis doğruyu sadece doğru olduğu için aldığını biliriz.

      Kaldı ki ben, Hazret-i Muhammed'in:

      "İlim Müslüman'ın kaybolmuş malı.
      Nerde bulsa kimde görse almalı."

      "Affedin, affedilirsiniz.
      Yoksa rahmetten kesilirsiniz."

      "Seneler vurmadan silgiyi
      Bağlayın kitapla bilgiyi."

      gibi muhteşem sözlerini muazzam bir takdir hissi ile karşılıyor ve benimsiyorum.

      Bu açıdan beni mutaassıp bir ateist ile mukayese etmemenizi temenni ediyorum.

      "Bana olduğu gibi, sizin kalbinize de
      sevgisinin sıcaklığını koymasını
      dilerim."

      demişsiniz. Emin olun bu temenniyi benden çok arzu eden çok az insan vardır. Fakat maalesef mantığım ve yaptığım analizler buna engel oluyor.

      " Siz artık Allah hariç her şeye
      inanıyorsunuz. İçinizdeki yaratıcı boşluğunu, bilimle, doğayla,evrimle doldurmaya çalışıyorsunuz." demişsiniz. Bu sözünüz aklıma Konfüçyüs'ün şu harika sözünü getirdi:

      "Allah'ım! Senden başka hiçbir şeyi olmayan ben, senden başka her şeyi olanlara acıyorum!"

      Sevgili Bilal, şunu bilmelisiniz ki bizim gibi insanlar, inanmak değil bilmek istiyor ve yine emin olun ki "yeterli kanıt" bizi ehli iman yapmaya yeter de artar. Fakat şu an için dinin aleyhine olan binlerce delil buna engel oluyor.

      Bununla beraber, bin safsata (mitler) bir mısra-ı bercesteye (bilim) değmez, diyen şaire katılıyorum.

      Çocuğunuzla ilgili konuları okuyunca yüzümde sıcak bir tebessüm oluştu; umarım çocuğunuz daima mutluluğun rehberliğinde yürür ve hayatın yükünü omuzlarında taşımaz.

      Son olarak: "Siz de sanki sünni dininden ateizme geçmiş gibisiniz." demişsiniz.

      Tek cümle: Keşke öyle olsaydı; çünkü öyle olsaydı dönüş çok kolay olurdu ve fakat benim dinden çıkmama sebep (veya vesile) olan tek kitap Kur'an oldu.

      Bu bile bir tezat: Çünkü Allah'ın kendisini arayan kulunu dalalete düşürmesi garabetin ta kendisi.

      Kim bilir belki de şairin: "Ben aklımdan isterim delalet. Aklım bana gösterir dalalet." dediği noktadayım.

      Son sözüm: Beşerin böyle dalaletleri var. Putunu kendi yapar, kendi tapar."

      Sağlıcakla kalın efendim...

      Sil
    12. Ne yobazlığım kalmış ne puta taparlığım.
      Allah'a inanmadığınıza göre ben sizi Cahit P.'ye havale ediyorum.
      Hem zaten bura dini forum değil.
      Selam.

      Sil
  6. Sn.Cahit P.
    Hakkımdaki takdiriniz için teşekkür ederim.
    Eski dindar akla ziyan bir sürü iddiasını sıralamış.
    Ben, araya giren olarak, sizi başbaşa bırakayım.
    Üslubumu bozmak istemedim.
    Selam.

    YanıtlaSil
  7. Bilal Bey, ben de bir müslümanım. Ne var ki "eski dindar"la ilgili söylemlerinizin insafa aykırı olduğunu düşünüyorum. Size hiçbir yerde hakaret etmemişki. Sadece sizin gibi düşünen kişilerin genel bir tablosunu çizmiş (tabi buna bende dahilim).

    Kusura bakmayın, bir atesit bile olsa muhatabımız insaflı olmalıyız bence.

    YanıtlaSil