Sahte Bilimler: 3- Samanyolu'nun Varoşlarına Seyahat

4 Yorum
UFO; ''Unidentified Flying Objects'' kelimelerinin baş harflerinden oluşturulmuş teknik bir terim. Tam Türkçe karşılığı ''Tanımlanmamış Uçan Nesne'' olarak kabul edilebilir. Fakat popüler kültürde UFO terimi, uzaydan gelen Dünya dışı akıllı yaratıkları taşıyan, genellikle dairesel yapıdaki hava taşıtlarını ifade ediyor. Teknik anlamda ise, fark edildiğinde ne olduğu anlaşılamamış her türlü obje, ışık yansıması, göz yanılgısı, insan yapımı hava taşıtı vs. UFO kapsamına giriyor. Biz bu yazımızda UFO terimini, gerçek anlamında kullanacağız. Dünya dışından geldiği varsayılan uzaylılara ait hava taşıtlarına ise ''Uçan Daire'' dersek yazı boyunca oluşabilecek kafa karışıklıklarının önüne geçmiş oluruz. 

UÇAN DAİRELER

Uçan daire teriminin ortaya çıkışı da bir hayli ilginç aslında. İlk uzaylı ziyaretleri iddiaları daha eskilere dayansa da, bugün bildiğimiz anlamdaki uçan daire furyasını başlatan olay 1947 yılında yaşanmış. ABD'li sivil bir pilot olan Kenneth Arnold, Rainier dağı civarında uçarken, mavi ışıklar saçan ve hilal şeklinde dizilmiş 9 uçan cisim görür ve bunların yeni bir uçak modeli olduğunu düşünür. Cisimlerin uçuş hareketini ''suda sektirilen çay tabakları''na benzeten Arnold'la röportaj yapan gazeteciler, cisimlerin ''çay tabağı'' şeklinde olduğunu yazarak ''flying saucer'' (uçan çay tabağı, dilimizde kullanılan anlamında ''uçan daire'') terimini farkında olmadan icat etmiş olur. Kenneth Arnold olaydan 3 yıl sonra verdiği başka bir röportajda şunları söylüyor: 

''Gazeteler dediklerimi doğru aktarmadı... Gördüklerimi basına anlattığımda söylediklerimi yanlış ilettiler ve kapıldıkları heyecanın etkisiyle olsa gerek, bir iki gazete öyle çetrefilli bir anlatım kullandı ki, neden bahsettiklerini kimse tam olarak anlayamadı... Gördüğüm cisimler azgın sulardaki tekneler gibi çırpınıyor, sağa sola savruluyor gibiydi... Nasıl uçtuklarını betimlerken de, daire şekilli bir cismi alıp suyun üzerinden fırlatırcasına uçtuklarını söyledim. Gazetelerin çoğu bunu da yanlış anladı ve yanlış aktardı. Cisimlerin daire şeklinde olduğunu söylediğimi yazdılar; oysa ben cisimlerin dairesel tabaklar gibi devindiğini söylemiştim.''

Arnold'un gördüğü 9 cismin ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz ama belki de bu tarihi yanılgı, peşinden gelecek yeni ihbarlardaki UFO'ların ve popüler kültürün sinema ve edebiyatta sunduğu ''dünya dışı akıllı yaşama ait hava taşıtlarının'' daire şeklinde tasvir edilmesinde ciddi bir psiko-sosyal etkiye sahip olacaktı. Aslında aerodinamik yasalara göre hızlı ve iyi uçmasını istediğiniz bir hava taşıtını daha farklı bir geometride tasarlamak isteyebilirsiniz ama biz burada bu konuya girmeyelim. Çünkü uzaylıların dünyamızı ziyaret ettiğini kabul edeceksek, bunu yapabilmeleri için biz insanların algılayamayacakları düzeyde bir bilgi ve teknoloji seviyesinde olabileceklerini de peşinen kabullenmemiz gerekir.

EVRENDE YALNIZ MIYIZ?

Kendimi ne zaman uçan dairelerin gerçekten var olup olmadığı, uzaylıların dünyayı ziyaret edip etmediği konularında bir tartışmada bulsam ve bu konuda gerçek bir kanıtımızın olmadığını belirtsem, peşinden gelen ilk soru her zaman ''ne yani, evrende yalnız olduğumuzu mu düşünüyorsun?'' oluyor. Halbuki, dünyanın uzaylılar tarafından ziyaret edilip edilmediği ile evrende başka yaşamların var olup olmadığı birbirinden tamamen ayrı incelenmesi gereken konular. Elimizdeki veriler şimdiye kadar gerçekleştiği iddia edilen uzaylı ziyaretlerinin tek bir tanesinin bile kanıtının olmadığını gösterse de bu, evrenin başka yerlerinde başka yaşamlar olmadığı anlamına gelmiyor. 

UFO denince akla ilk olarak ''Dünya dışı medeniyetler tarafından tasarlanmış hava taşıtları''nın gelmesi gibi, ''dünya dışı yaşam'' dendiğinde de akla ilk olarak yıldızlararası seyahat edebilen süper zeki yaratıkların gelmesi de her dem kendi mitlerini yaratan popüler kültürün ürettiği ve bu tür gizemlere bayılan bilişsel yapılarımızın iştahla beslendiği bir yanılsamayı işaret ediyor. Oysa dünya dışı yaşam araştırmalarını yürüten bilim insanlarının öncelikli beklentisi, kocaman kömür gözleri olan küçük yeşil yaratıklardan ziyade, mikroskobik düzeydeki ilkel yaşam formlarına ulaşmak. Böyle bir keşfin gerçekleşmesinin bilim dünyasında yaratacağı sarsıntı, -gerçek olsun ya da olmasın- yeni bir uçan daire vakasının ufoloji meraklıları arasında yaratacağı sarsıntıdan çok daha şiddetli olacaktır.

DÜNYA DIŞI YAŞAM İHTİMALİ

Bir sahte bilim olarak ufolojiyi incelemeden önce, inanırlarına güçlü felsefi dayanak noktaları oluşturan dünya dışı yaşam ihtimallerinden bilimsel düzeyde bahsetmemizde yarar var. Bu konuda yapılan çalışmalar henüz somut sonuçlar üretmese de, bilim insanları eldeki mevcut astronomik verileri ve matematiği kullanarak bazı tahminler yapmaya çalıştılar. Bunlardan en bilinenlerinden biri, evrende var olabilecek teknolojik uygarlıkların sayısını tahmin etmemizi sağlayan Drake Denklemi'dir. Denklem, mevcut astronomik verilere dayanarak gerçeğe yakın rakamlar verebildiğimiz galaksi içindeki yıldız sayıları ya da yaşanabilir gezegen sayıları gibi faktörlerin yanında gezegenler üzerinde yaşam oluşma ihtimali ve bu yaşamların akıllı yaşama evrilebilme ihtimali gibi tahminsel parametreleri içerir. En ihtiyatlı ihtimallerle hesaplandığında bile çıkan sonuç 4 haneli rakamlarla ifade edilir ki bu sonuç en radikal ufoloji meraklılarının bile tüylerini ürpertebilecek düzeydedir.

1971'de SETI Projesinin (Search for Extra-Terrestrial Intelligence; Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması) hayata geçmesiyle dünya dışı akıllı yaşam araştırmaları en sonunda somut bir hale büründü. Bu projenin kurucularından biri Carl Sagan'dı ve bu konuda daha sonra sinemaya da aktarılan ''Contact (Mesaj)'' isimli romanını yazdı. Proje, evrenin farklı noktalarından gelebilecek doğal olmayan radyo emisyonlarını tespit etmeyi ve bulunması halinde incelemeyi hedefliyordu fakat yıllar süren çalışmalardan dünya dışı akıllı yaşama dair herhangi bir ize rastlanamadı.

NASA ise 2009'da Kepler Projesi'ni başlatarak 100.000'in üzerinde yıldız sistemini incelemek üzere aynı isimli uzay aracını uzaya gönderdi. Bu araştırma dahilinde Kepler Uzay Aracı, Samanyolu Galaksisindeki yıldızların yörüngelerinde, suyun sıvı halde kalabildiği ''yaşanabilir'' bölgede bulunan gezegenleri saptamaya çalışıyor.

NASA'nın ''Kepler Görevi'' sitesine buradan giderek an itibariyle kaç onaylanmış gezegen olduğunu görebilirsiniz. Bu yazının yazıldığı an itibariyle onaylanmış gezegen sayısı 1019'du. Henüz bu gezegenlerde yaşam olup olmadığını bilmiyoruz. Fakat Kepler Aracı'nın yalnızca Samanyolu Galaksisinin küçük bir kısmında yapmış olduğu bu araştırmada, yaşam bulundurma ihtimali olan bu kadar çok gezegen tespit etmesi umut verici. Samanyolu Galaksisinde 200 Milyar ila 400 Milyar arası yıldız olduğu tahmin ediliyor ve Kepler bunların yalnızca 100.000 tanesini inceliyor. Bu şu anlama geliyor, eğer Samanyolu Galaksisini bir futbol sahası büyüklüğünde hayal ederseniz, Kepler Uzay Aracının incelediği alan penaltı noktasından biraz daha küçük bir alana denk geliyor. Galaksimize benzer 100.000.000.000 (Yazıyla Yüz Milyar)'dan fazla başka galaksi içeren Gözlemlenebilir Evren'i bi futbol sahası boyutunda düşündüğümüzde ise tarıyor olduğumuz alanı bir elektron mikroskopuyla bile görebileceğimiz şüpheli!


Evren o kadar büyük ki, başka bir yerinde başka bir yaşamın, hatta milyonlarcasının başlamış olması gerektiğini düşünmemek için hiçbir nedenimiz yok. Yine de bu yaşamlardan bazılarının hayatta kalmayı başararak önce ökaryotik canlılara, sonra da akıllı canlılara evrimleşmesi; bu akıllı canlıların medeniyetler kurması ve yıldızlararası seyahat edebilecek düzeyde bir teknolojik düzeye erişmesi aşamalar geçildikçe azalan ihtimallerdir. Buna rağmen binlerce teknolojik uygarlığın var olabileceğini söylüyoruz. Peki bu teknolojik uygarlıkların Dünya'yı fark etmeleri ihtimali nedir?

Evrenin Büyük Patlamadan bu yana, yaklaşık 13,8 Milyar yıldır sürekli genişlediğini düşündüğümüzde, yıldız sistemleri ve galaksiler arasındaki mesafeler hayal etmesi güç rakamlara erişiyor. Eğer başka galaksilerde yaşayan çok ileri teknolojide uygarlıklar varsa ve gezegenimizi bir şekilde fark edip, yüzeyindeki yaşam hareketliliğini görebilecek kadar gelişmiş teleskoplarıyla bizi izliyorlarsa bile gördükleri şey şu anki yaşamdan çok farklı olabilir. Örneğin, bu uygarlık bize 150 milyon ışık yılı uzaklıktaki bir gezegende yaşıyorsa, şu an gezegenimize baktıklarında görecekleri ilk şey dinozorlar olacaktır. Çünkü görüntü, aslında ışıktır ve ışık hızında ilerler. Bize en yakın galaksi olan Andromeda Galaksisinin Dünya'ya olan ortalama uzaklığı 2.5 Milyon ışık yılıdır ve oradan şu an bizi izleyen bir uygarlığın göreceği şey uzak evrimsel atalarımızdan Hominini'lerden başkası olmayacaktır. İçinde yaşadığımız Samanyolu Galaksisinin çapı yaklaşık 100.000 ışık yılıdır ve kendi galaksimizin öbür ucundan bizi gözetlemesi muhtemel bir uygarlığın görebileceği şey de henüz yazılı tarihini başlatamamış ilkel insanlar olacaktır.

Zaman boyutunu diğer muhtemel uygarlıklar için de değerlendirebiliriz. Evrende şu an var olan ya da gelecekte var olacak gelişmiş uygarlıklar olabileceği gibi, çoktan yaşayıp yok olmuş başka uygarlıklar da olabilir ve gezegenimizi keşfedebilme ihtimalleri olan zamanlarda dünyamıza baktıklarında bizler henüz var olmamış olabiliriz.

Evrenin ücra bir köşesindeki mütevazi bir galaksinin varoşlarında, sessizce devinimini sürdüren ''soluk mavi nokta'' dünyamızın başka uygarlıklar tarafından keşfedilmesi ihtimalini külliyen reddedemesek de, bu ihtimali; bireysel yaşantılarımızdaki yalnızlık kaygılarımızın kitlesel boyuttaki yansımalarına çare niyetine fazlaca abartıyor olup olmadığımızı sorgulamamızda yarar var gibi görünüyor.

SAHTE BİLİM: UFOLOJİ

Asıl konumuz olan ''sahte bilim ufolojiye'' geri dönersek, uzak yıldızlardan dünyamızı ziyarete gelen uzay araçlarına ve uzaylılara ait hikayeler, ufoloji kaynaklarının iddialarına göre tarih öncesi zamanlara kadar gidiyor. Aynı kaynaklara göre binlerce yıl öncesinden kalma mağara resimleri, heykelcikler ve daha yakın dönemde resmedilmiş bazı tablolarda bugün bildiğimiz anlamdaki uçan daire ve uzaylı imgelerini andıran örnekler mevcut. Tabi bunların doğrudan doğruya Dünya'yı ziyaret eden uzaylıların varlığına dair kanıt olarak göstermek fazla iddialı olur. 

Uzaylılar tarafından kaçırılma hikayeleri ise daha yakın dönemlere denk geliyor. 19. yüzyılın sonlarına doğru birkaç hadisenin olduğu iddiaları olsa dahi, uzaylı ziyareti ve kaçırılma vakası iddialarının ''kitlesel bir istilaya'' işaret etmeye başlaması 20. yüzyılın ortalarını buluyor. Bugün 4 milyondan fazla ABD'li uzaylılar tarafından kaçırıldığını iddia ediyor! Bunların yanında, ufoloji inanırlarının mitleştirme noktasına getirdiği Rosewell Olayı, Phoenix Işıkları, 51. Bölge ve Ekin Çemberleri gibi özel vakalar da var fakat bu olayların hepsi için yapılmış itiraflar ya da ikna edici resmi açıklamalar mavcut. Gerek vakaların gerçekleştiği ülkelerin resmi kurumları olsun, gerekse NASA, ESA, SETİ gibi dünya dışı yaşam araştırmalarının merkezindeki oluşumlar olsun, şimdiye kadar gerçekleştiği iddia edilen hiçbir uzaylı ziyaretinin gerçeği yansıtmadığını ısrarla belirtiyorlar. Dünya dışı yaşama dair bir kanıtın bulunmasının, bu kurumların bütçelerine doğrudan etki edecek olduğunu düşünürsek, konu hakkındaki görüşlerinin, beklentilerinin tersi yönde olduğunu düşünebiliriz. Bu durum da hali hazırda saygınlığı üst düzeyde olan bu kurumların konu hakkındaki görüşlerinin güvenilirliğini arttırdığı anlamına gelir.

Şimdiye kadar uzaylılar tarafından kaçırıldığını ya da uçan daire gördüğünü iddia eden milyonlarca insanın aynı anda yalan söylüyor olması mümkün mü peki? Niyeti rant, sahtekarlık ya da muziplik olanlarının belki fakat geri kalan önemli bir bölüm iddialarında dürüst ve samimi. Peki hem dürüst, hem samimi olduğumuz halde söylediklerimizin yanlış olabilmesi mümkün mü? Algılarımız bizi yanıltıyorsa neden olmasın? 

UÇAN DAİRE DEĞİLSE, O ZAMAN NE?

Aşağıdaki liste şimdiye kadar uçan daireler ve uzaylı ziyaretlerine dair yapılmış milyonlarca ihbarın gerçekte ne olduğuna dair bilim insanlarınca hazırlanmış ve Evrim Ağacı'nın UFO'ların Bilimsel Analizi isimli makalesinde yayınlanmıştır:

1- Üst Atmosfer

- Meteorlar

- Uydu girişleri
- Roket ateşlemeleri
- İyonosfer deneyleri
- Gök-kanca deneyleri
- Aurora (Kutup) Işıkları
- Noctilucent Bulutlar

2- Alt Atmosfer


- Uçaklar

  - Güneş yansıması
- Hareketli ışıklar
- İniş ışıkları
- Meteoroloji Balonları
- Işıklı balonlar
- Işıksız balonlar
- Öbek halindeki balonlar
- Bulutlar
- Arama Işıkları Yansımaları
- Yıldırımlar
- Yıldırım hatları
- Yıldırım zincirleri
- Yıldırım plakaları
- Plazma fenomeni
- Top Yıldırım Patlaması
- Uçakların bıraktıkları izler
- Yalancı Güneş (Parhelya)
- Yalancı Ay (Paraselen)
- Sis ve Pus Yansımaları
- Hareler
- Pilot hareleri
- Keşif Balonları
- Reklam amaçlı
- Işıklandırılmış
- Baloncuklar
- Lağım atıkları
- Sabun köpükleri
- Askeri test araçları
- Askeri deneyler
- Magnezyum patlamaları
- Göç eden kuşlar 
- Sürüler
- Bireyler
- Yansımalar
- Seraplar
- Üstün seraplar
- Alçak seraplar

3- En Alt Atmosfer


- Kağıt ve diğer atıklar

- Uçurtmalar
- Yapraklar
- Örümcek ağları
- Böcekler
- Sürüler
- Güveler
- Yansımalar
- Elektrik yük boşalmaları
- Tohumlar
- İpekotu tohumları
- Tüyler
- Paraşütler
- Havai Fişekler

4- Yeryüzü veya Civarındaki Cisimler


- Toz fırtınaları

- Güç hatları
- Transformatörler
- Yüksek Sokak Işıkları
- Yalıtım Araçları
- Cam Yansımaları
- Su Tankları
- Yıldırım Atımları
- TV Antenleri
- Hava Ölçüm Panelleri
- Otomobil Işıkları
- Göller ve Su Birikintileri
- Yol Gösterici İşaretlerin Işıkları
- Fenerler
- Buzullar
- Açılı ve Yansıtıcılı Çatılar
- Radar Antenleri
- Radyo Astronomi Antenleri
- Böcek Sürüleri
- Yangınlar
- Petrol Rafinerileri
- Sigara İzmaritleri

5- Diğer Cisimler ve Nedenler


- Gezegenler

- Yıldızlar
- Yapay Uydular
- Güneş
- Ay
- Meteorlar
- Kuyruklu yıldızlar
- Sonradan Görüntü (After-Image)
- Otokinezi
- Sabit olmayan yıldızlar
- Yer değiştiren yıldızlar
- Düşen yaprak etkisi
- Otostazi
- Göz Kusurları
- Astigmatizm
- Miyop
- Gözlüksüz yapılan gözlemler
- Gözlük yansımaları
- Entropik fenomenler
+ Retina hasarları
+ Göz cisimcikleri
- Halüsinasyonlar
- Psikolojik sorunlar
- Farklı kombinasyonlar ve özel efektler
- Fotoğraf kayıtlarında oluşan hatalar
- Gelişim hataları
- Kamera içi hatalar
- Radar hataları
- Anormal kırınımlar
- Saçılma etkisi
- Hayalet görüntüler
- Kuşlar
- Böcekler
- Çoklu kırılmalar
- Sahtekarlıklar

İnsan beyni duyu organlarıyla algıladığı şeyler hakkında bilgi sahibi olmadığında, yaşadığı boşluğu doldurma eğilimindedir. Zihnimizde ne olduğuna dair hiçbir veri bulunmayan bir şey gördüğümüzde, beynimiz onu veri tabanındaki en yakın nesneye ''yuvarlar''. Gün geçtikçe yayılan ve süslü teknolojik terminolojilerle beslenerek insanların gizem fetişini teslim alan UFO miti, ne olduğu bilinemeyen her türlü obje için zihinlerin başvuracağı ''ilk'' veri haline gelmiş gibi görünüyor. Sözde uçan daire ve uzaylılar tarafından kaçırılma vakalarının, uzay teknolojisinin gelişip evrene olan merakı körüklemeye başladığı bir zaman aralığında ve çoğunlukla bu teknolojileri üreten toplumların yaşadığı Kuzey Amerika ve Kuzey Avrupa bölgelerinde yaşanmış olması da bu çıkarımları destekliyor.


KAÇIRILMALAR

Uzaylılar tarafından kaçırılma vakalarına gelindiğinde ise çok daha ciddi, kitlesel bir psikoloji sapmasından bahsetmemiz gerekiyor. Sanrılar zannettiğimizden çok daha yaygın ve sadece ileri derecede psikolojik rahatsızlığı bulunan insanların başına gelmiyor. Sıradan insanların neredeyse 1/4'ü hayatları boyunca en az 1 kez sanrı görüyor. Psikiyatrik bulgulara göre bu deneyimler gerçek hayattan ayırt edilemeyecek kadar gerçekçi sahneler oluşturabiliyor. Özellikle ''Uyku Felci'' olarak adlandırdığımız, bir çok farklı kültürde farklı şekilde mitleşmiş, bizim kültürümüzde de ''karabasan'' olarak adlandırılmış fenomen, UFO'lar tarafından kaçırılma vakalarının büyük bir kısmını açıklıyor. Carl Sagan bu konuda şöyle yazıyor:

''Raporlara bakıldığında, kaçırılma olaylarının çoğunlukla uykuya dalma, uyanma ya da özhipnotik (kendi kendini hipnotize etmeye bağlı) dalgınlık tehlikesinin yüksek olduğu uzun otomobil sürüşleri sırasında görüldüğü anlaşılıyor.'' 

Bu sanrıların oluşmasında, korku duygusunun rolünü de iyi anlamak gerekiyor. Korkunun, evrimsel süreçte dış dünyanın tehlikelerinden korunmaya yönelik, hayatta kalmayı destekleyen bir özellik olduğunu düşünen bilim insanlarının sayısı oldukça fazla. Fakat modern zamanda içinde yaşadığımız medeniyette, uzak atalarımızın içinde yaşadığı vahşi yaşamdan büyük ölçüde izole olmuş durumdayız ve belki de bu evrimsel mirasımız kendine yeni muhattaplar yaratmak konusunda hiç zaman kaybetmiyor. Carl Sagan, uzaylı hikayelerinin, geçmiş dönemlerde Hristiyan dünyasında yaşanmış ''cadı'' hikayelerinin ya da İslam kültüründeki cin hikayelerinin modern versiyonu olduğunu düşünüyor. Karanlık Bir Dünya'da Bilimin Mum Işığı isimli ünlü kitabında şöyle yazıyor:

''1960'ların başlarında, UFO öykülerinin dinsel özlemlerin giderilmesi amacıyla ortaya atılmış olduğu kanısındaydım. Bilimin eski dinlere karmaşık ve sorgusuz bir bağlılığının olduğu bir zamanda, Tanrı hipotezine bir başka alternatif getirilmişti: UFO'ların derin güçleri bilimsel jargona büründürülmüş olarak, üstünkörü bir bilimsel terminolojiyle ''açıklanıyor'' böylelikle, eskinin tanrı ve iblisleri, bize geleceğe ilişkin düşler gördürmek, daha iyi bir gelecek vaadinde bulunmak üzere göklerden çıkagelerek peşimize düşmüş oluyorlardı: Bir uzay çağı, gizem dini doğmuştu.''

Yine aynı kitapta halkbilimci Thomas E. Bullard'ın şu sözleri de aktarılıyor:


''Uzaylılarca kaçırılma raporları, tanrısal varlıkların yerine uzaylıların konulduğu, eskilerin doğaüstü güçlerle karşılaşma öykülerinin yeni yorumları gibi görünüyor''

Carl Sagan'a göre, genel olarak bilimcilerin vardığı sonuç şu:


''Bilim, hayaletleri ve cadıları inançlarımızdan çıkarmışsa da onların yerini hemen, aynı işleve sahip uzaylılar aldı. Yeni olan tek şey, süslü dünya dışı mekan fantezileri. ONun dışında, korku ve ruhsal drama yaşantıları tüm hızıyla geri dönmüş durumda. Geceleri her şeyin olası olduğu efsanevi dünya, içinde yaşadığımız gerçekliğin yeniden bir parçası oldu''


Sinema ve edebiyat gibi popüler kültür araçlarının, uzay teknolojisinin yeni yeni gelişmeye başladığı ve evren merakını gittikçe derinleştirdiği bu dönemde gizemlerle dolu bu spekülatif konunun üzerine balıklama atlaması ile gün geçtikçe giriftleşen sosyolojik etkileşim, UFO hikayelerinin gittikçe artan bir çılgınlık haline gelmesinde önemli bir pay sahibi olmuş gibi görünüyor. İlk uzaylı hikayelerinin komşu gezegenler Mars ve Venüs'ü işaret etmesi, bilimsel gelişmelerle birlikte iki gezegende de yaşam olmadığının anlaşılmasıyla hedeflerin değişmesi de yine bilimsel gelişmelerin toplum üzerinde yarattığı bilgi dağarcığının, konuyu kitlesel anlamda nasıl yönlendirdiğinin güzel bir göstergesi.

CARL SAGAN

Bu yazıyı hazırlarken, Carl Sagan'ın çalışmalarından fazlaca yararlandım fakat bunun özel bir nedeni var. -Ben de dahil olmak üzere- ne kadar objektif olmaya çalışsalar da tüm insanların inandıkları ya da ikna oldukları konuların safındaki kişilere daha fazla prim vermek, karşısında olanları da daha kolay görmezden gelmek gibi eğilimler gösterebileceğini kabul ediyorum. Fakat Carl Sagan'ı bu noktada farklı kılan durum, ''uzaylıları bulmak'' için bilimin tüm imkanlarını seferber etmiş ve bu uğurda yıllarca çalışmış bir bilim insanı olması. ''Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı'' isimli kitabında, ufoloji iddialarına ayırdığı geniş bölümde şimdiye kadar yapılan milyonlarca ihbarın içerisinde, yanılgının, sanrının ya da muzipliğin var olmadığı tek bir vakanın olmadığını ''üzülerek'' bildiriyor. Yine aynı kitaptan bir alıntıyla, yazımın son sözünü -bana göre- konunun en yetkin ve güvenilir kişisi olarak ona bırakıyorum:

''Ziyaret edilip edilmediğimiz konusuna benden daha fazla ilgi duyabilecek birini düşünemiyorum. Dünyadışı yaşamı doğrudan ve yakından inceleyebilmek, çok uzak mesafeden dolaylı gözlem yapmaktan çok daha iyi olur ve bana zaman kazandırırdı doğrusu. Uzaylılar kısa boylu, suratsız ve cinsel saplantılı olsalar bile, eğer burada bir yerlerdelerse onları tanımak istiyorum.''

keytarist

Sahte bilimler dizisinin diğer yazıları:
1- Kendine çelme takan insan
2- Siz kendinizi yormayın gezegenler halleder

4 yorum:

  1. LİNKTEN: "başka yerler ve başka zamanlarda halüsinasyonlar daha çok kabul görmüştü. 1800’lere kadar insanların görmelerinin olmalarına veya sesler işitmelerine izin verildi. Onların bazı dışsal ruhsal gerçekliklere sahip oldukları düşünüldü; onlar hayaletler, melekler ve iblislerdi. Halüsinasyon kelimesi gerçekten yalnız 18.yy’ın sonlarında veya 19.yy’ın başlarında aşağılayıcı oldu. Onu hâlâ delilik ile ilişkilendiriyoruz. Fakat halüsinasyon görenlerin gördüklerini nasıl anladıkları da değişir. Daha önceki çağlarda insanların melekler görebildikleri zamanlardan bizim UFO ve uzaylıları görmemiz daha olası."
    http://www.beyaznokta.org.tr/oku.php?id=354

    YanıtlaSil
  2. Katkınız için teşekkür ederim Şükran Hanım.

    YanıtlaSil
  3. bunlardan korkarak büyüdük büyütüyolar büyütecekler

    YanıtlaSil
  4. bilim içinde bilim olmaz

    YanıtlaSil