Beynimiz ve Biz: Ültimatom Oyunu

3 Yorum

Bir kafede oturuyor, çayınızı yudumluyorsunuz. Tanımadığınız bir kişi geliyor ve size, hiç karşılıksız 10 Dolar teklif ediyor. Parayı alır mıydınız? Merak etmeyiniz, size teklif edilen paranın tamamen kanuni diğer bir ifadeyle legal olduğundan emin olabilirsiniz. Bir kandırmaca yok. Evet, sorumuzu tekrar edelim. Hiçbir şey yapmadan, bir emek sarf etmeden, oturduğunuz yerde size teklif edilen 10 Doları alır mıydınız?

Bir deney için “denek” arandığını bildiren bir üniversitenin ilanına başvuruyorsunuz. Deneye dâhil olmak üzere gittiğiniz üniversitede sizi psikoloji laboratuvarına alıyorlar, bir masaya oturtuyorlar. Karşınıza da, daha evvel hiç görmediğiniz, tanımadığınız, aynı ilana başvurup gelmiş bir kişiyi oturtuyorlar.

Odaya, deneyi yapacak olan beyaz önlüklü bir akademisyen giriyor. Akademisyen, karşınızda oturan kişiye 100 Dolar veriyor. Sonra da kuralı söylüyor.

Kural şu: Karşınızdaki kişi, elindeki 100 Doların istediği bir miktarını paylaşmak üzere size teklif edecek. Siz de, teklif edilen bu miktarı isterseniz kabul eder, isterseniz etmezsiniz. Tamamen size kalmış.

Karşınızdaki kişi size, varsayalım ki 1 Dolar teklif edebileceği gibi, 3 Dolar, 5 Dolar, 25 Dolar, 40 dolar vb. teklif edebilir. Seçim tamamen karşı tarafa kalmış. Size teklif edilen miktarı siz kabul ederseniz, geri kalan kısım da karşınızdaki kişinin olacak. Karşı tarafın ne kadar teklif edeceği konusunda sizin söz hakkınız yok. Eğer siz, size teklif edilen miktarı kabul ederseniz, teklif edilen para miktarı sizin, kalanı da teklif edenin (karşınızdaki kişinin) olacak. Böyle bir durumda deney bitecek, iki taraf da parasını alıp evine gidecek.

Ancak, bir kural daha var. Eğer, karşınızdaki kişinin teklif ettiği parayı beğenmez ve kabul etmezseniz, deney yine bitecek. Beyaz önlüklü akademisyen, verdiği 100 Doları, geri alıp gidecek. Ne siz, ne de karşınızdaki kişi para alamayacaksınız. Yani, ne kadar teklif edeceği, karşınızdakinin, bu teklif karşısında her iki tarafın para alıp almama kaderi de sizin elinizde.

Deneyi özetlersek, karşınızdaki kişiye bir akademisyen tarafından belli bir miktar (100 Dolar) para verilecek, bu kişi de kendisine verilen paranın,-sizin hiçbir müdahaleniz olmadan istediği bir miktarını, size teklif edecek. Eğer siz, teklif edilen miktarı beğenir ve kabul ederseniz, teklif edilen miktarı siz, kalan miktarı da karşı taraf alacak. Eğer, size teklif edilen miktarı kabul etmezseniz, her iki taraf da tek kuruş (cent) alamadan evlerine gideceklerdir.

Bedavadan, hiçbir emek sarf etmeden para kazanabileceğiniz ve kuralları belli olan bu oyuna “Ültimatom Oyunu” adı verilir.

Şimdi oyuna geçelim. Karşınızdaki kişi, elindeki 100 Doların 99 Dolarını kendisine ayırsa size de 1 Dolar verse kabul eder misiniz? Peki, kendisine 90 Dolar ayırıp, 10 Doları size verse kabul eder misiniz? Kabul etmediniz mi? Peki ne kadar teklif ederse kabul edersiniz?

Diyelim ki bu defa deneyi yapan akademisyen odaya girdi ve deneyde kullanılmak üzere karşınızdakine 1000 (bin) Dolar verdi. Karşınızdaki de, kendisine 950 Dolar ayırıp size 50 Dolar teklif etti, kabul eder misiniz? Eğer, size önerilen miktarı kabul etmeyenlerden iseniz, karşınızdaki, size hangi oranda teklif yapmalı ki, siz de teklifi kabul edip, her iki taraf da paraya sahip olup evlerine gitsinler?

Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, teklif oranı %20’den daha aşağı ise, karşı tarafın yaptığı tekliflerin büyük bir çoğunluğu ret edilmekte, her iki taraf da tek cent almadan deney ortamından ayrılmaktadır. Paylaşım oranı, yarıya yaklaştıkça, teklifin kabul oranı da süratle artmaktadır.

Unutmayalım, böyle bir oyunda, karşımızdaki kişinin tek teklif hakkı var. Dolayısıyla, kendisine ayıracağı ve size teklif edeceği miktarı iyi düşünüp (çünkü, sizin, ne miktarı kabul edebileceğiniz konusunda karşınızdakine bilgi vermeniz yasak), sizin tarafınızdan reddedilmeyecek, buna karşılık (eğer isterse) kendisine de olabildiğince büyük bir miktarı almayı hedefleyecek rakamı sağlıklı olarak belirlemesi gerekiyor..

Bir kişi, nasıl olur da, miktar (varsayalım ki 5 Dolar) ne olursa olsun böyle bir oyunda kendisine teklif edilen parayı kabul etmez? Nihayetinde, bu parayı elde etmek için hiçbir emek harcanmıyor.

İsterseniz hikayeyi daha başa götürerek anlamaya çalışalım.

1980’lere kadar iktisatçılar, insanların, kazançlarını maksimize etmek üzere mantıklarını kullandıklarını düşünürlerdi. Yani insanların, en az emekle, en yüksek kazancı elde etmenin doğru olduğuna inanıyorlardı. İnsan, mantığıyla düşündüğüne göre, rasyonel davranmalı ve hiçbir karşılık beklemeden kendisine teklif edilen para 1 Dolar dahi olsa parayı alıyor olmalıydı. Dolayısıyla, yukarıdaki deney kuralları iktisatçılara söylenip de daha deney yapılmadan, sonuçlarının ne olabileceklerinin tahmin edilmesi istendiğinde, alınacak sonuçlardan emindiler. Deney ortaya konulup da sonuçlar alınmaya başladığında bu durum iktisatçıları da şaşırtmıştı. Bir insan, belli bir orandan daha düşük parayı neden reddederdi? Acaba bunun, içinde bulunulan kültürle bir ilgisi olabilir miydi? Bireysellik üzerine kurulan bir toplum ile kollektif düşünceye göre yaşayan topluluklarda yapılan böyle bir deney, farklı sonuçlar verir miydi?

O halde, başka ülkelerde de bu deney tekrarlanmalıydı. Deney alanı sadece ABD’de değil; Rusya, Japonya, Almanya, Fransa ve Endonezya’ya kadar genişletilip uygulandığında da aynı sonuçlar elde edildi. Bu ülkelerde de, karşı tarafa teklif edilen para oranı azaldıkça, ret etme oranı da artıyordu. Teklif edilen para yarı yarıya olmaya yaklaştıkça kabul oranı da artmaktaydı. Şu halde, bunun kültürle bir ilişiği olamazdı. Böyle bir davranış, doğuştan (genlerimizle) geliyor olmalıydı.

Gelin, şimdi de bu deneyin yapıldığı kişilerin beyninde neler olduğuna bakalım. Bunun için, ültimatom oyununda, kendisine para teklif edilen kişiyi (yani sizi), fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) cihazının içine konumlandıralım. Burada, fMRI’ın beyin faaliyetlerini nasıl saptadığını kısaca açıklayarak, konumuza yardımcı olmaya çalışalım.

fMRI
Biliyoruz ki, beynimizin bir yerinde faaliyet olduğunda (hayal kurduğumuzda, korktuğumuzda, cinsel haz duyduğumuzda, üzüldüğümüzde, kavga ettiğimizde, bir manzaraya baktığımızda, birisiyle bir konuyu müzakere ettiğimizde, dua ettiğimizde, dilek tuttuğumuzda, temennide bulunduğumuzda, hatta rüya gördüğümüzde vb.) o kısma daha fazla kan gitmektedir. Bu da beynimizin o kısmının daha fazla çalışıyor olması anlamına gelir ki, buna bağlı olarak o bölgenin daha fazla enerji harcadığı bunun için de daha fazla glikoz (şeker) yaktığını ve daha fazla oksijen tükettiğini söyleyebiliriz.

Yine bildiğimiz üzere kanımızın kırmızılığını veren hemoglobinin içinde demir mevcuttur. Demir, kanımızın temizlenmesi esnasında akciğerlerden aldığı oksijeni tutar. Beyin faaliyetimiz esnasında, kan bu bölgeye daha fazla hücum eder ve dolayısıyla o kısımdaki beyin hücreleri hemoglobinin içindeki demire bağlı oksijeni kullanmak üzere alır. Beyindeki belli bir bölgede, oksijeni olmayan hemoglobin miktarı oksijenli hemoglobin miktarından fazla ise, bunun anlamı, beynin o bölgesinde daha fazla faaliyet olmuş (oksijen tüketilmiş) demektir. fMRI denilen cihaz da tam bu yerde devreye giriyor. fMRI cihazının yaydığı manyetik alana çarpan oksijenli hemoglobin ile oksijensiz hemoglobin,  karşı manyetik alan yaratır. Ancak, oksijenli hemoglobin ile oksijensiz hemoglobinin yaydığı karşı manyetik alanlar arasında fark vardır. Biri diğerine göre daha zayıf karşı manyetik alan oluşturur. İşte, fMRI, kendi yaydığı manyetik alana karşı oluşan, karşı manyetik alanlar arasındaki fark, yine fMRI cihazı tarafından saptanarak, beynin o bölgesinin daha fazla faaliyette bulunduğunu belirler. Bunu da ekrana veya filme parlaklık olarak yansıtır. Parlaklık, beynin o kısmının faaliyetinin fazlalığını gösterecektir. (fMRI için daha fazla bilgiyi "Beynimiz ve Biz: Beyin Görüntüleme/fMRI" başlıklı yazıda bulabilirsiniz).

BEYİNDE NELER OLUYOR?
Şimdi de, ültimatom oyunu esnasında kendisine para teklif edilen deneğin (sizin) beyninde neler oluyor, ona bakalım. Denek, fMRI cihazının içinde iken, ültimatom oyunu esnasında, kendisine, beklediğinden daha az bir miktar para teklif edildiğinde, her iki yarıkürede ve şakaklarımıza denk gelen kısımlarının biraz derinlerinde yer alan ve İNSULA adı verilen beyin oluşumları ile yine beynin her iki yarı küresinde, hemen hemen gözlerimizin hizasında ve beyin tabanına yakın bulunan AMİGDALA isimli oluşumların ortalamadan daha fazla faaliyet gösterdiği görülmektedir. Beynin bu oluşumlarının, genel olarak kendimizi “tehdit” halinde hissettiğimiz zamanlar devreye girdiği bilinmektedir. Bunun da anlamı, kendisine teklif edilen oranı az bulan kişi, kendisini “aşağılanmış” hissetmekte, “değersizleştirilmiş” görmekte bunun da akabinde öngördüğü “adalet” kavramının yerine getirilmediğini hissederek teklifi reddetmektedir. Böylece, kendisi de para almadığı gibi aynı zamanda “karşı tarafı” da cezalandırmaktadır.

Ne dersiniz? Böyle bir durum size kullandığımız bir “deyimi” hatırlattı mı? Hatırlayamadı iseniz, biz söyleyelim. “Pire için yorgan yakmak”. O halde, bundan böyle rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bazı deyimlerimiz, başka dillerde başka benzetmelerle ifade ediliyor bile olsa, bu tür deyimlerin kökeni kültürel değil, doğuştandır.

İlginçtir ki, insula ve amigdala gibi beyin organelleri, daha çok, bilincimiz yani kendi aldığımız kararların (prefrontal korteks) dışında hareket ederler ve neredeyse, bizim onları yönetmemiz yerine onlar bizi yönetirler diyebiliriz. Daha açık söylemek gerekirse, bize teklif edilen para, belli orandan düşükse, ret kararı bilincimizin değil, beynimizin derinliklerinden (insula, amigdala ve bağlı sistemler) gelmektedir. Amigdalanın bir görevi de, saldırmak ve karşı tarafı cezalandırmaktır. Çünkü evrimsel süreç, kişiyi, çevrenin (diğer insanların) değersizleştirmesinden koruyarak varlığını sürdürmek üzere programlanmış görünmektedir. (Günlük hayatta buna “gurur” diyoruz).

OKSİTOSİN ve ÜLTİMATON OYUNU
Claremont Graduate Üniversitesi Profesörlerinden Paul Zak, Oksitosin hormonu üzerinde çalışmış ve oksitosinin; annenin bebeğe, bebeğin de anneye bağlanmasında rol aldığını, annenin bebeği emzirirken hem annede hem de bebekte oksitosin düzeyinin yükseldiğini görmüştü. Ayrıca, özellikle kadınlarda cinsel ilişki sırasında oksitosin seviyesinin orgazma bağlı olarak yükseldiğini de biliyordu. Oksitosin hormonunun, güven denilen olgunun kilometre taşlarından biri olduğu da bilgileri arasındaydı.


Profesör Zak, şöyle düşündü: Ültimatom oyununda oksitosin hormonunun ret veya kabul anlamında bir rolü olabilir miydi? Ültimatom oyunu sırasında gördü ki, kendisine yüksek düzeyde (en azından yarı yarıya yakın bir oranda) para teklif edilen kişinin (sizin) kanındaki oksitosin düzeyi yükselmekteydi. Yükselen oksitosin seviyesi, kendisine para teklif eden karşıdaki kişiye “güven” duygusunu oluşturuyordu.

Profesör Zak, bu defa da kendisine para teklif edilen kişiyi değil de, para teklif eden karşımızdaki kişiyi deneye dahil etti. Para teklif eden kişiye burnundan sprey halinde oksitosin verildi. Gördü ki, parayı teklif edenlere oksitosin verildiğinde başlangıçta, deneye katılanların %34’ü, neredeyse paranın tamamını karşı tarafa (size) teklif etmişlerdi. Oksitosin hormonu yükselen kişilerin cömertlikleri de artmaktaydı.

ÜLTİMATOM OYUNUNUN ŞEMPANZE VERSİYONU
Acaba, böyle bir oyun sadece insanlara mı mahsustu? Yakın akrabalarımız olan şempanzelerde oynansa ne türden bir sonuç elde edilecekti?

Böyle bir araştırmaya, ABD'deki Emory Üniversitesi'ndeki Yerkes Ulusal Primat Araştırma Merkezi'nden Darby Proctor liderlik etti.

Dr. Proctor ve arkadaşları, şempanzeleri renkli fişlerle ültimatom oyununa benzer bir oyun oynamak üzere eğitti. Bu oyunda, şempanzeler tarafından daha kolay algılanması için teklif etme eylemi daha da kolaylaştırıldı ve şempanzeler için oyun iki seçimlik olarak düzenlendi. Kural şu şekildeydi: Karşısındakine teklifte bulunacak olan şempanzeye biri beyaz, biri mavi olmak üzere 2 (iki) fiş verildi. Şempanze, elindeki fişlerden birini karşısındaki şempanzeye teklif edecekti. Karşısındaki şempanze beyaz fişi kabul ederse, ortaya konan ödül (muz) eşit olarak paylaşılacaktı. Eğer, mavi fişi teklif eder ve karşı taraf da bu fişi kabul ederse, teklif eden ödülün (muz) büyük bir kısmını, karşı taraf da küçük bir kısmını alacaktı. Ve elbette ki, ültimatom oyununda olduğu gibi, karşı taraf, kendisine teklif edilen fişi kabul etmezse, her iki taraf da muz ödülünü alamayacaklardı.

Oyun üç ayrı şempanze çifti tarafından oynandı ve sonuçlar gösterdi ki bu hayvanlar da yiyecek ödülünün adilce ve eşitçe paylaşılmasını teklif etme eğiliminde. Bir başka deyişle, oynanan oyunlarda, karşı taraf çoğunlukla mavi fişi kabul etmemektedir. Böylece her iki tarafın ödül alamadığı bir durumda elinde fişler bulunan şempanze beyaz fişi teklif etmeyi öğrenmektedir.

20 çocukla yapılan benzer deneyde de aynı sonuca ulaşıldı.

Dr. Proctor, araştırma sonuçları için "elde etmeye çalıştığımız şey, insanların neden paylaştıklarına ilişkin evrimsel rotalar" diyor ve bunu şöyle açıklıyor: "Hem şempanzeler hem de insanlar muazzam şekilde yardımlaşmacı; işbirliği halinde ava katılır, yiyeceği paylaşır, birbirlerinin yavrularına bakarlar. Öyleyse, bu adillik, yardımlaşmanın evriminde bir ihtiyaç haline gelmiş gibi." Dr. Proctor şöyle devam ediyor "insani adillik duygusu, en azından insanlar ve şempanzeler henüz ayrılmamış haldeyken primatlarda mevcuttu."

Manchester Üniversitesi'nden Dr. Susanne Schultz, çalışmanın ilginç olduğunu ve "şempanzelerin adilce teklifleri ayırt edebileceğini" gösterdiğini söylüyor. Ancak, Dr. Susanne Schultz yine de temkinli konuşarak, BBC için yaptığı değerlendirmede, buna rağmen şempanzelerin tam olarak oyunun tasarımını anlayıp anlamadıklarının belli olmadığına ve sadece altı şempanzenin çalışmaya katıldığına dikkat çekiyor.

Bu arada küçük de bir not düşelim. Bu yazıdan bir evvelki başlık olan "Ateist Ailelerinin Çocukları Daha Cömert ve Fedakar" başlıklı makalede geçen "Diktatör Oyunu" isimli deney, bu yazıdaki Ultimatom Oyunu isimli deneyin küçük bir farkla benzeridir. O makalede de, karşı tarafa teklif edilen çıkartma/etiket/sticker oranı konu edilmektedir.

Ne dersiniz? Biz mi beynimizi yönetiyoruz, yoksa beynimiz mi bizi?


Erol

Kaynaklar:
John LEHRER, Karar Anı, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi (2010)
Richard L. PETERSON, Karar Anı, Scala Yayıncılık, (2012)
http://www.ted.com/talks/paul_zak_trust_morality_and_oxytocin
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/01/130115_sharing_chimps.shtml



3 yorum: