Beynimiz ve Biz: Aidiyet ve Toplum

2 Yorum

BU YAZIMIZDA bir kitaptan yaptığımız alıntıya nörobiyolojik bir bakış açısı getirelim istedik.

Aslında, mütevazılıği bir kenara bırakıp biraz da radikal bir düşünce güdersek; ister sosyoloji, ister sosyal psikoloji veya psikoloji olsun davranışlarımızın temel açıklamasını bahsi geçen disiplinlerin sağladığı argümanlarla yapmaya çalıştığımızda, konuyu ancak doğal ortamı içinde ve sebep sonuç ilişkilerinde aramaya çalışır ve   açıklamalarımızı zenginleştirdiğimizi söyleyebiliriz. Ancak, ister bireysel ister toplumsal olsun dünün ve bugünkü davranışlarımızın kökenini milyonlarca yılın birikimi ile genlerimizde ve genlerimizin taşıdığı onca zamana ait birikimlerle oluşan beynimizde aramak gerekir.

Demek istiyoruz ki, aşağıdaki  alıntı yazıdaki konunun açıklaması birkaç milyon senenin birikiminin mirasıdır.

Önce alıntı yazımızı paylaşalım.

MANTIKLI TOPLUMLAR NEDEN BAZEN SAÇMA ŞEYLER YAPAR?
“İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyadaki bir çok sosyal bilimcinin beynini bir soru kemiriyordu:

Kant, Hegel gibi büyük filozofları, Einstein gibi bilimcileri, Goethe gibi büyük yazarları, Wagner gibi büyük bestecileri çıkarmış bir Alman toplumu, nasıl olur da Hitler gibi bir delinin peşinden gitmişti? Üstelik 20 milyondan fazla insanın ölmesine neden olduğu halde? Hitler "mühendis kafalı” olmalarıyla ünlü Almanlara ne yapmıştı? Onların mantıklarını nasıl “servis dışı” hale getirmişti?

Sorunun özü şuydu: Mantıklı insanların/toplumların mantıksız davranmaya başlamasına sebep olan neydi?

Uzun süren araştırmalarla cevabın bazı parçaları keşfedildi. En önemli kavram “R-kompleks” denilen olguydu. (google da arayınız:)

Almanların beyninde “R-Kompleks” denilen beyin bölgesi, baskın hale getirilmişti. R kompleks, “sürüngen beyin bölgesi” demektir. Her beyinde bulunur. R kompleksle yönetmek, kitlelerin beynindeki “ilkel içgüdüleri aktive ederek, mantıksal düşünmeyi baskılamak” demektir.

Peki bu tip liderlerin metodu neydi?
Sosyal psikoloji araştırmalarına göre, bir insanın beyinin R-kompleks seviyesine indirgemenin en iyi yollarından biri onu bir gruba dahil etmekti. İnsanları “biz ve onlar” diye ayırmaktı. İç bağları sıkı bir grup içindeki kişi “akıl ihalesi” yoluyla mantığını kullanmaktan vazgeçebiliyordu.

Bu amaçla kullanılan ikinci yol, kitleleri “korku kültüründe” yaşatmaktı. Aynı şekilde “dış düşmanlar” göstererek korkuya dayalı politik propaganda yapılarak da kitleler R-kompleks seviyesine indirilebiliyor. Gerçek dış düşmanlar yoksa, da hayali dış düşmanlar yaratılıyordu!

Araştırmacılara göre, bu siyasi stratejide 3-D çok önemlidir: Düşman göster, Dayanışma duygusunu kışkırt, Düşündürme! Sürekli çatışma çıkar ki, taraftarların düşünemesinler! İnsanların mantığına değil içgüdülerine hitap et!

Peki kitleler bu tip “R kompleksli” liderlerde ne buluyorlar?
En önemli açıklamalardan biri özdeşlik kurma psikolojisiydi. Araştırmacılara göre, kendi hayatında yenik, ezik, kompleksli kişiler, bu tür gücü ve otoriteyi temsil eden liderler üzerinden, kendilerini ezen kocalarından, patronlarından, üst sınıftan kendilerince intikam alıyorlardı.

R-komplekse hitap eden liderlerin en büyük sırrı, kendisini bir “intikam aracı” olarak sunmalarıydı. Onlar hep; Kaybedenlere oynayarak kazanıyorlardı!

Kimliklerini bir düşmana göre konumlandırıyorlardı. Düşman yoksa, hayali düşmanlar yaratıyorlar, eğitimsiz ama öfkeli kitlelerin enerjisini bu yöne kanalize ederek, oy kazanıyorlardı.

Mesajları şöyleydi: “Ben de senin gibiyim ama senin olmadığın bir yerdeyim, oyunla bana güç ver nefret ettiğin herkesin canını okuyayım!”

Bu tip liderler kolaylıkla iktidara gelebilirken, gidişlerinde büyük bedel öder ve ödetirler. Çünkü hakim durumlarını kötüye kullanıp, kendilerini tek seçenek olmaya zorlarlar. Bu tip liderler, toplumlar için bir zeka testidir.

Alıntı yapılan kaynak: Mümin Sekman, Her Şey Beyinde Başlar, Alfa Yayım, 2011

YAZIDA bahsedilen R-Kompleks ifadesinin nörobilim karşılığı "Limbik sistem"dir. Limbik sistem, beynimizin ortasında ve her iki beyin yarıküresinde bulunan, bir anlamda birden fazla merkezin birbirleriyle bağlantısının mevcut olduğu bir sinir ağıdır.

Limbik sistem denilen bu merkezler ağının işlevi sonucunda duygularımız, vicdan dediğimiz kavram, saygı, itaat, adalet, güven, yardımlaşma, saldırganlık, adam kayırma, itaatsizlik, şüphe, adam öldürmek, anne sevgisi, çocuk sevgisi, aşık olmak, cinsellik, bağışlama, merhamet, kendini feda etmek, kıskançlık, haset ve akla gelebilecek yüzlerce davranışın çekirdeği ayrıca din, gelenek-görenek gibi bir çok sosyal işlevin merkezi olduğu anlaşılır. Daha açık bir lisanla, insanı insan yapan, kişiliğimizin belirlendiği yer büyük ölçüde burasıdır.

Buna karşılık, beynimizin önünde, alnımızın arkasında bulunan kısım ise düşünen beyin diğer adıyla prefrontal korteks olarak adlandırılır. İnsanı, diğer canlılardan ayıran kısım burasıdır. Biraz evvel, insanı insan yapan kısım olarak düşünen beyni yani diğer adıyla prefrontal korteksi değil, duygusal beyni yani limbik sistemi göstermiştik. Bu bir bakıma, insanı diğer canlılardan ayıran kısmın düşünen beyin olduğunu söylemekle bir çelişki olduğu söylenebilir. Ancak, duyguların ve yukarıda sadece bir kısmı sayılan yüzlerce davranışın nöronal (sinirsel) bilgilerin çıkış yeri limbik sistemdedir. İnsana yaşama sevinci veren, "Evrendeki yerim neresi?", "Niye varım?" sorusunu sordurtan, bir şey yapmak için bizi bir amaç doğrultusunda yönlendiren kısım limbik sistemdir. Evet, soruları soran düşünen beyindir ama sordurtan ise limbik sistemdir. En basitinden söylemek gerekirse, bu soruyu sormak için
"merak" dediğimiz bir mekanizmanın çalışması gerekir. Öyle ki, merak işlevi, düşünen beynimizin değil, limbik sistemin bir ürünüdür. Görülüyor ki, merak olmasa, soru da sorulmaz. Çünkü diğer memelilerde de en azından bildiklerimizde merak mekanizması vardır. (Kediler için bile, "kediyi öldüren meraktır" derler. Ve ayrıca geçmiş yazılarımızdan biliyoruz ki, limbik sistem yoksa, düşünen beyin de yoktur. Düşünen beyin yani prefrontal korteks, limbik sistemin sinir uzantılarının yeniden şekillenmesi ve limbik sistemin üzerine konumlanmak üzere evrimsel süreçte oluşmuştur.

Adalet, yardımlaşma, annelik iç güdüsü, kıskançlık, adam öldürme, aşık olmak, sevmek, nefret ve daha yüzlercesi doğuştan gelir. Diğer bir deyişle, çocuk doğduğu ve gözlerini dünyaya açtığı anda bu davranışlara ait çekirdek bilgiler, çocuğun limbik sisteminde çoktan kodlanmış vaziyette zaten bulunmaktadır. Bu çekirdek bilgilerin nereden geldiği sorulabilir. Bu çekirdek bilgiler, atalarımızın milyon yıllık davranışlarının genlere işlenmiş şeklidir. Yani, yeni doğan çocuktaki bu bilgiler genlerimizle geçer. Genetik biliminin bir ileri safhası olarak incelenen epigenetik, fantastik veya sofistike olarak algılanabilecek bu türden konuları incelemektedir. Daha evvel Beynimiz ve Biz  yazı dizisinde Laniakea, Epigenetic, Connectome başlığı adı altında bir üniversitenin yeni dönem açılış konuşmasında, bir akademisyen kısmen bu bilgiye dokunmaktadır.

Peki buna karşılık düşünen beyin ne yapar diye sorulursa, düşünen beyin, genlerimizle gelen bu temel bilgileri çevrenin de etkisiyle, adına öğrenme dediğimiz mekanizma ile ya zenginleştirir ya da güdük bırakır. Söz gelimi, insanda zaten var olan yardımlaşma bilgisi, çocuğun daha küçüklüğünden itibaren öğrenme yoluyla (eğitim) işlenirse, çocuk, beyinde bulunan temel bilgi vasıtasıyla yardım denilen kavramın farkındalığına varacak ve hangi oranda etkilenmişse elbette ki diğer duygu ve davranış varyasyonlarının da eşliğinde yardım etmeyi az veya çok kişiliğinin ve dolayısıyla hayatının bir parçası yapacaktır. Bunun anlamı şudur. Söz gelimi eğer, beynimizde “yardım etme” adına çekirdek bilgi diye bir şey olmasaydı, biz, ne kadar istersek isteyelim, böyle bir kavramın asla farkında olmayacaktık demektir.

İşte, düşünen beyin, zaten doğuştan gelen bu çekirdek bilgileri diğer canlılardan -ki, bize en yakın tür
olan primatlardan şempanze, bonobo vb.- daha ileri seviyede işleyerek çeşitlendirir. İlave olarak, doğayı keşfeder. Bu işleve, kabaca düşünme diyoruz. İlginçtir ki, doğayı keşfederken dahi doğuştan gelen bu temel bilgilere ihtiyaç duyarız. Söz gelimi, bilim için gerekli olan “merak” dediğimiz kavram, yukarıda da bahsettiğimiz üzere doğuştan gelir yani limbik sistemin ürünüdür. Keza, bizi o şeyi bilmeye, merak etmeye motive eden unsur yine doğuştan gelir ve bu mekanizma nucleus accumbens ve onu faaliyete geçirip bizi motive eden ve adı dopamin olan kimyasal, yine limbik sistemin içinde yer alır.

Baştaki yazı ile bağlantılı olarak bu bilgileri neden paylaştık? Paylaştık çünkü, yukarıdaki yazıda ifade edilen insan kıyımına ve bugün de üzerinde yaşadığımız Dünya’da bizi birer topluluk, grup veya millet olarak kargaşaya, savaşa iten; bireysel olarak dahi, aynı apartmandaki karşı komşumuzla bizi ortak çıkarlarımız için arkadaş yapan, dost yapan veya tam aksine hasım veya düşman yapan, yine aynı mekanizmadır. Bu mekanizma, düşünen beyin değil, limbik sistemdir. Hatta bu yönlendirmelerin içine en ilkel kısım olan beyin sapını bile dahil edebiliriz.

Limbik sistem, ikna ve propagandaya açık bir sistemdir. Bir kişi veya yerine göre bir toplum uygun koşullarda limbik sistemin etkisi altında kalabilir ve topluca bir kitle hareketi oluşturabilir. Limbik sistemin baskın olduğu durumlarda, beynin düşünmeden sorumlu olan ön kısmı diğer adıyla prefrontal korteks paralize olur. Bir başka deyişle; düşünerek, var olan durumu analiz etmek ve buna bağlı sağduyulu davranış oluşturmak yerine, limbik sistem, bilinen diğer adıyla duygusal beynimiz, düşünen beyni sağduyulu düşünemez ve çoğunluğa itaat eder hale getirir. Aşk dediğimiz olguda da beyin benzer davranış içine girer. Karşı cinsle beraber olmak adına, limbik sistem, düşünen beyne giden sinyalleri ya bozar ya da düşünen beynin sağlıklı düşünmesini engeller. Bunu yaparken, beyinde günlük hayatta ve normal zamanda o dozda olmaması gereken nörotransmitterleri (sinirlerimizde bilgi ileticiler) veya hormonları arttırarak/azaltarak, salınımlarını değiştirerek veya beynimizde, sinir hücreleri arasındaki bilgi taşıyıcılardan; tuzda bulunan sodyum (Na), muzda bulunan potasyum (K) ve tebeşirde bulunan kalsiyum (Ca) iyonlarının sinir uzantılarında -adına akson denilen- kısımlardaki bilgi taşıma özelliklerini bozarlar. Bunu, cep telefonu ile konuşmak istediğimizde, birilerinin sinyal bozucu jammer ile havadaki dalgaların haber niteliğini bozup, karşı tarafa parazit gitmesini sağlamak gibi düşünebiliriz.

İlk etapta akla uygun değil gibi görünen bu toplu hareket şekli evrimin bir sonucudur ve aşkta olduğu gibi, düşünen beynin değil, limbik sistemin egemenliğindedir. Bunun da temel nedeni, doğuştan gelen yukarıda da bir kaçını saydığımız bir mekanizma olan aidiyet duygusunun kuvvetli bir şekilde devreye girmesidir.

Aidiyet duygusu, topluluğu bir arada tutan, dağılmasını önleyen güçlü bir mekanizmadır. Aidiyet mekanizmasının amacı, neyin doğru neyin yanlış bir davranış olduğunu ortaya koyan düşünceleri desteklemek değil, tam aksine, toplulukta var olan belirsizliği, kaosu, aşağılanmışlığı, düzensizliği kaldırmak, topluluğu bir arada tutacak güdüsel mekanizmayı (sonucu ne olursa olsun) çalıştırmak ve her halükarda var olmayı sürdürmektir. Bir başka deyişle aidiyet duygusu evrimsel süreçte dün ne ise bugün de aynısıdır. Düşünen beynin değil, düşünen beyni paralize edip yöneten limbik sistemin bir ürünüdür. İşte, "lider" denilen kavramın oluşma nedenlerinden biri de budur. Garip gibi görünebilir ancak, liderlik kavramı da doğuştan gelir. Gerek Solomon Ash’in “uyma”, gerekse Milgram’ın “itaat” deneylerine baktığımızda bunu görürüz. Zaten, itaat kavramını doğuştan gelen bir mekanizma olarak görüyorsak, bu mekanizmayı harekete geçiren, tetikleyen, ortaya çıkmasını sağlayan; zayıf veya kuvvetli bir etken olan bir mekanizma da ayrıca gereklidir. İşte bu mekanizma liderliktir. Liderlik ve itaat birbirlerini tamamlayan, grubu bir arada tutan mekanizmalardır. Aksi halde, doğuştan gelen sadece liderlik veya sadece itaat denilen bu davranışların bir fonksiyonu olmaz, daha doğrusu bir işlevi olmayan bir davranış da bizlerin bir parçası olarak beynimizde yer almazdı.

Bu bakımdan, II. Dünya Savaşında Hitler'in liderliğinde Almanların neden sağduyulu davranamadığı değil, zaten Birinci Dünya Savaşından yenik çıkmış ve ekonomi olarak da zayıflayan bir milletin, evrimsel bir mekanizmanın dürtüsü ile topyekûn harekete geçmesi, kendi varlığını gerek diğer milletlere gerekse kendilerine kanıtlama çabasıdır. Hitler'in başlattığı hareket, topluluğun ihtiyacı olan birliktelik (aidiyet) duygusunu harekete geçirdiği için bu duygu sağduyuyu bastırır. Bir yerden başlatılan hareket, hale etkisi olarak yayılır. İşte bu nedenle milliyetçilik denilen duygu da evrimin, limbik sistem içinde, genlerimiz vasıtasıyla, beynimize topyekûn davranma mekanizmasını dahil etmiştir. Nitekim, memeli hayvanların bir çoğuna baktığımızda (söz gelimi aslan topluluğu) lider ve bu lidere itaat mutlaka vardır. Keza şempanzelerde de alfa erkeği baskındır ve grubu yönetir.

Görülüyor ki, itaat, liderlik, saygı, aidiyet ve benzeri doğuştan gelen mekanizmalar, grubun bir arada tutmak için hayvanlar da dahil, olması elzem davranış mekanizmalarıdır. Ve biliyoruz ki, türdeki birbirlerini kıyım sadece insanlarda değil, şempanzelerde de vardır. Şempanzeler, diğer şempanze gruplarına saldırarak onların bireylerini öldürdüğü hatta parçaladığı kayda geçen gözlemlerdendir.

Bu arada R-Kompleks ifadesindeki R harfi yazının içinde de belirtildiği gibi Reptilien yani sürüngen demek olup beynimizin bu kısmının ilkel bir mekanizma olduğunu  belirtmek içindir. Nitekim, beynimizde R-Kompleks olarak bahsi geçen diğer adıyla limbik sistem, beynimizin düşünen kısmının henüz oluşmadığı zamanlarda zaten vardı. Diğer bir deyişle evrimsel süreçte beynimizin en eski yeri beyin sapı, ondan biraz yeni olan ve beyin sapı üzerine kurulan limbik sistem ve limbik sistemin üzerine kurulan ve son 250-300 bin yıl evvel sahip olduğumuzu tahmin ettiğimiz düşünen beynimiz yani alnımızın hemen arkasındaki prefrontal kortekstir. Zaten, limbik sistem, yazıda R-Kompleks denilen kısım sadece insanlarda değil kedi, köpek, at, yunus, şempanze ve nihayetinde tüm memeli hayvanlarda mevcuttur. Nitekim, sanki evrimsel sürecin bir tekrarını gözler önüne sergiliyormuş gibi anne karnındaki ceninin gelişim safhalarına bakılırsa, önce beyin sapı sonra duygusal beyin ve nihayetinde düşünen beyin oluştuğu görülür.

Son olarak, düşünen beyni kullanmak istesek de, alıntı yazıdaki gibi duygusal beyin tarafından paralize edilen, çalışmaz hale getirilen düşünen beyin ile, kitleler manipülasyona ve toplu yönlendirmeye son derece açık olup, bireyin sorgulama mekanizmasını ortadan kaldırdıkları gibi, sorgulayanları da düşman addeder. Çünkü, böyle bir durumda ya gruptansındır ya değilsindir. Amaç, grubun bütünlüğünü korumaktır. Bu nedenle, şiddet kullanarak, öldürerek gruba uymayan birey yok edilmelidir. Bu eyleme ait emir çok yıllar evvelinden verilmiş olup, limbik sistem altındaki düşünen beyin bile bu emre itaat eder. Bu emri veren Evrimdir. Geçmiş dönemde bu emri yerine getirmenin haklı gerekçesi vardı. Birliği sağlayarak türün varlığını korumak. Peki ya şimdi?


Erol

2 yorum:

  1. elinize ve aklınıza sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginiz ve okumak için ayırdığınız zaman için biz teşekkür ederiz Sayın Zezefl

      Sil