Laikliğe Layık Mıyız?

13 Yorum
Malum olduğu üzere son zamanlarda kamuoyunu “anlamsız” bir şekilde meşgul eden konulardan bir tanesi, devletimizin laik bir şekilde mi yoksa şeriat (İslam Dini) kuralları temelinde mi yönetilmesi gerektiğidir. Aslına bakılırsa bu tartışma, birdenbire ortaya çıkan bir olay olmaktan ziyade laikliğin ülkemizde kabul edildiğinden beri kimi çevrelerce gizli saklı da olsa olumsuz bir şekilde eleştirilip git gide büyüyen bir kinin ardından elde edilen siyasi zeminle dışa vurulmuştur. Bu dışavurumda dindar çevreler laikliğe karşı bir izlenim uyandırırken sekülerizmin ağır bastığı çevreler ise laikliği ön plana çıkarıp laiklik doğrultusunda hareket edilmesi gerektiği kanaatindedirler.

Peki ya biz, kendimize neyi rehber etmeli ve hangi kurallar çerçevesinde hareket etmeliyiz?

Aslına bakılırsa bunun cevabı soğuk havalarda ince giysiler yerine kalın giysiler giymemizin daha sağlıklı olacağı kadar basit ve net. Yani, bir kuralın ya da emrin hayatımıza uyarlanmasında esas olması gereken koşul onun bize sağlayacağı yararlılık ve vereceği zararlardır. Evrensel boyutta iyi ve yararlı olan kurallar hayatımızda yer etmeliyken zarar veren, gelişmemizi engelleyen kurallar hayatımızdan çıkarılmalıdır.

Şimdi gelin birlikte laikliğin mi yoksa şeriatın mı daha yararlı olduğuna ve olacağına bakalım.  

Ortaçağ olarak isimlendirilen dönemde kilise tarafından uygulanan Skolastik düşünceyi pek çoğunuz bilirsiniz ve bu dönemde dini otoritenin mutlak, sarsılmaz kurallarla Avrupa Devletleri’ne egemenlik kurduğunu da bilirsiniz. Aklınıza, Ortaçağ’ın sonu sayılabilecek dönemde Dünya’nın yuvarlak olduğunu iddia edip de skolastik düşünceye karşı geldiği için işkence gören Galileo da geldi mi? Galileo ile beraber engizisyon mahkemelerinde dogmaları kendine göre yorumlayanlar yüzünden haksızca mahkûm edilen insanları hatırlatmaya gerek yok sanırım. Ne mutlu bizlere ki Rönesans, Rönesans’la beraber hatırlanan Hümanizm; insana değeri tekrar vermiş ve bilimsel olarak aydınlanmanın temel taşlarından birini oluşturmuştur. İşte laiklik de aydınlanmamıza ışık tutan Rönesans ve Hümanizm gibi kavramların biricik, kıymetli çocuğu olarak hayatımızda yer etmiştir.

Şimdi kıyaslamayı kendiniz yapın, sizi baskı altına alıp her dediğini doğru kabul ettirmeye çalışan din temelli otorite mi; yoksa düşünce özgürlüğünüze önem verip bilimsel anlamda aydınlanmanıza ve kendinizi gerçekleştirmenize olanak tanıyan laiklik mi daha yararlı?

Bazı Müslüman’ların modernize edilmeye çalışılan İslam diliyle: “Ama İslam, insanları baskı altına alan bir din değil, düşünce özgürlüğü ve insani değerler onun temelini oluşturur.” seslerini duyar gibiyim. Laiklik de aynı olanakları sağlamıyor mu da itiraz ediyorsunuz o halde!

Hangi İslami emirlerin bu doğrultuda olduğunu merak etmişsinizdir tabi. Hemen açıklayayım:

1. Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür. (Nisa 34)

2. Eğer öksüz kızlarla evlendiğinizde onlara karşı adaletli davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile veya elinizin altındakiyle (sahip olduğunuz câriye ile) yetinin. Doğruluktan ayrılmamak için bu daha elverişlidir. (Nisa 3)

3. “Ancak Allah’tan gelenleri tebliğ edebilirim ve O’nun vahiylerini açıklayabilirim. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz onlar için, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.” (Cin 3)

4. “Kim dinini (İslâm'ı) değiştirirse onu öldürünüz.” (Buhari İstitasetü'l mürteddin 6411, Tirmizi K. Hudud 1378; Ebu Davud, K. Hudud, 3787; Ahmed b. Hanbel, 1775)

5. Allah, size kendinizden şöyle bir örnek getirdi: Kölelerinizden, verdiğimiz rızıklarda sizinle eşit haklara sahip olan ve birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekindiğiniz ortaklarınız var mı? Düşünen bir topluluk için âyetleri böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.

Ne kadar eşitlikçi, insan haklarına saygılı, demokratik, özgürlükçü değil mi!

Bunlar gibi ayet ve hadisleri çoğaltmak mümkün, daha fazlasını merak ederseniz Kur'an’ı ve ilgili hadisleri okumanızı tavsiye ederim.

Son dönemde ortaya çıkan mutasyoncu İslamcılar (Taslaman, Okuyan, İslamoğlu vb.) İslam’ı günümüz koşullarına uyarlayarak modernize edip köleliği kaldırmaya ve demokratik bir zemin oluşturmaya çalışsın, diğer taraftan bazı İslam bilginleri olanı olduğu gibi ifade edip İslam Hukuku’na uygun şekillerde sahip çıkmaktadırlar.

Tam da bu nokta, yani Kur'an’ın farklı şekillerde tefsiri ve İslam uygulamalarındaki farklılık yeni bir sorunun kapısını açarken laikliğin ne denli vazgeçilmez olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Seneca’nın da belirttiği gibi, “Din sıradan insanlar için gerçek, aydınlar için yalan, iktidarlar içinse kullanışlıdır.” sözünden hareketle gelen iktidarların ve yönetim kadrolarının dini emirleri kendilerine göre yorumlayıp sırf kendi çıkarları için ülkenin geleceğini tehlikeye atmayacaklarını nereden bilebiliriz?

Bir de günümüzde şeriatla yönetilen ve yönetilmeyen ülkelere bakalım ve kıyaslayalım.

Yönetilmeyenler:
İsviçre, İngiltere, Hollanda, Türkiye, Fransa, Güney Kore…

Yönetilenler:
İran, Suudi Arabistan, Moritanya, Afganistan, Pakistan…

Sizce de hangisi daha başarılı ve tüm bu gerçeklikler göz önündeyken bu saçma ısrar neden?

Özellikle Avrupa ülkelerinde laiklik bir sonuçtur. İlerlemenin, teknolojinin, kültürlü bir bilinçliliğin, bedel ödemenin sonucu. Bu yüzden biz, bize verilen nimetleri ötelerken bu tür tartışmalar onlar için anlamsız ve gülünç sayılabilir.

Yine İslamcılar yukarıda da kısaca değindiğim gibi, “Bizim ülkemizdeki şeriat insan haklarına, demokrasiye ve kişisel hürriyete uygun gerçekleşir, ayrıca bütün dinlere de eşit mesafede yaklaşır.” diyebilir. O halde bu İslamcı, bunun laiklikten bir farkı yok olmadığını ve ne istediğini bilemeyecek kadar cahil olduğunu bilmelidir. Evet, bu çoğunluğunu Osmanlıcı İslamların oluşturduğu kesim o kadar cahildir ki Yavuz’un “şeyhülislamın siyasete karışmaması gerektiğini” söyleyen sözünden de anlaşılacağı gibi Osmanlı’nın çoğu hükümlerinde bir şeriat devleti olmadığını dahi bilmemektedir. 

Kendilerine yönelik hiçbir ibadet kısıtlamasının olmadığı halde laiklik sistemini reddetmeleri, üstelik şeriatla yönetilen ülkeleri gördükleri halde bunda ısrarcı olmaları akıl işi değil.  

Şeriatı isteyenlerin çoğu ne istediğini bilmiyor. Bir kısmının istediği de yönlendirilecek, istenildiği gibi kullanılabilecek bir insan yığını. Hoş bu insanlar bir “yığın” olmasaydı bu tartışmalara gerek kalmazdı, o da ayrı mesele.

Sonuç olarak ben: 
Karısını döven adamın ceza alması gerektiğini isteyecek,
İslam Dinin’ den çıkanın özgürce yaşamasını arzu edecek,
Aynı anda resmiyette birden fazla eş kabul etmeyip, kızımı da kimseye iki veya üçüncü eş olarak vermeyecek,
İnsan hakları ve demokrasiye saygılı bir ülkede nefes alıp verecek,
Çağın gereklilikleri doğrultusunda adilce davranıp, eşitçe hareket edecek,
Ve bunlara benzer pek çok madde söyleyebilecek
Kadar “Laikliğe Layığım”,  peki siz de layık mısınız?

Bilgili ve kültürlü kalmamız; gerçeği aramamız temennisiyle esenlikler dilerim.

Demir

13 yorum:

  1. Demir kardeşim bu yazının altına imzamı atıyorum. Lakin söz konusu durumun akılla izanı mümkün değil. Bizim gibi, varoluşumuzun değerini, akılla biçenler için bu tarz akıl dışı istekler ne yazık ki karşılık bulmuyor bulamıyor. Bu bildiğin kitlesel intihar.
    Onlar elde ettikleri çoğunlukla ve meşhur çoğunluk demagojileriyle laikliği kaldırmayı savunmaktalar biz istememiştik demektedirler. Bir yönden doğrudur da cumhuriyet çoğunluğun isteği ile kurulmamıştır veya laiklik ilkesi benimsenmemiştir yine aynı çoğunluk tarafından ama kurucularımız onlara rağmen onların menfaatine bir kararla ve içinde her türlü erdemi barındırın bu sistemi kurmuşlardır. İyi olanı uygulamak istemişlerdir. Türk insanını mutluluğa götürecek yolu çizmişlerdir bir bakıma.
    Lakin bizler bu sistemi korumakta aciz kaldık. Bizler militarist bir modernleşme anlayışla yaklaştık belki bu olaya ve işin diğer yanları fazlaca desteklenmedi. Askere çok güvendik lakin inan onların dimağı ile bir yere kadar gidilir ki sonları şu süreçte malum. Bizim aydınlarımız galiba (kendi görüşüm) fazla romantik yaklaştı bu olaya ve dolayısıyla içini dolduramadı devrimlerin. Bu arada bugünkü toplumu oluşturan nesilleri kaybettik ve bence bu artık geri döndürülemez en azından bu insan kalitesiyle imkânsız. 10 yıldır da artık can çekişiyoruz ve şunu itiraf edelim kimse artık iç dinamiklerden medet ummuyor. Bu bizim tembelliğimiz, cumhuriyetçi azınlığı çoğunluğa çeviremedik ve işte bugün bu açıkla bizi vuruyorlar ve biz de bizim olmayan çoğunluğun karanlık yüzünü görüyoruz. Bizim durumumuz için artık geç bir öneri ama, yazında örnek verdiğin Seneca’nın -Mutlu Yaşama Dair- yazısından bir alıntıyla bitireyim;
    “Tartışma konumuz mutlu yaşam olunca, bana, bu bir oy verme meselesiymiş gibi, “Bu taraf çoğunlukta,” diye cevap vermenin sana yararı olmaz; çünkü “o taraf”, tam da bu nedenle en kötüsü olacaktır. İnsanlığa dair işler çoğunluk daha iyi olanı tercih eder gibi mutlu bir düzenlemeye sahip değildir; kötü seçimin müsebbibi kalabalıkların ta kendisidir. Dolayısıyla, gel, yapılacak en iyi şeyin ne olduğunu bulalım, en yaygın olarak yapılanı değil – hakikatin olabilecek en kötü yorumcusu olan ayak takımının rağbet ettiğini değil, kalıcı mutluluk talebimizi neyin ihdas edeceğini bulalım.”

    YanıtlaSil
  2. Sayın Aragorn, bu güzel ve etkili yorumunuz için teşekkür ederim.
    Toplumumuzu yavaş yavaş kemiren, birikimlerimizin üzerine ilkel dürtülerle konan bir karabasan olduğu ortada. Bu sorunu şimdide aramamakta haklısınız. Biz kültürümüzü eğitemedik, kendi kimliğimizi tam manasıyla bulup işleyemedik. Halka yakın durup bütünleşemedik. Bugün sorun çıkaranların çoğu komutanına itaat eden askerlerin torunları. Fakat ben sizin kadar ümitsiz değilim, bilinçli bir halk kitlesi olmadığı için bu açığımızı nitelikli bir liderle kapatabiliriz diye düşünüyorum. Ne yazık ki o da eksik, her biri toplumun dinamiklerini anlamaktan ve pratik çözümler bulup neticeye varmaktan aciz. Yine de bilmeliyiz ki:
    "Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
    Elbet bulunur kurtaracak bahtı kara maderini"
    Esenlikler dilerim...

    YanıtlaSil
  3. Laiklik şeriattır, şeriat laikliktir. Dinsizlikte bir dinliliktir, dinlilikte bir dinsizliktir. Yani her iki durumdada din gündemdedir. Her iki durumda kavgadır, çatışmadır, savaştır.

    Dünyanın hiç bir yerinde dinden inançtan bağımsız yönetim yoktur, olamaz. Zira bilim devreye girer ki, o zaman devletin anlamı olmaz.

    YanıtlaSil
  4. Bu konuya, haberin cümlelerine, resme… laiklik, şeriat ve bilimsel olaak bakarsanız ne dersiniz?
    http://www.milliyet.com.tr/15-yasindaki-kizla-cinsel-iliskiye-gundem-2239103/

    Bu duruma dünyada şeri ve şeri olmayan hükümler nelerdir?
    Bu duruma bilim ne der?
    Bu duruma siz ne diyorsunuz?
    Oradaki resime nasıl bakıyorsunuz?
    Dünyada erken ve geç seks var mıdır?
    Seks hürriyet yoksunluğu mudur, yada hürriyetle ilgili midr?
    Bu kararda ve olayda erkek ve kadının uğradığı durumlar nelerdir, doğru mudur, iyi midir, ..?
    Burada erkek ceza almış gbi görünsede, asıl ceza ceza alan hemde cezası ağır olan kadın değil midir?

    Bu soruları çoğaltabilirim.

    YanıtlaSil
  5. Sayın Adsız, yorumunuz için teşekkür ederim.
    Din kavramının içeriğinde "kutsallık" ve "doğa üstülüğün" yanında "ahlaki" öğretiler yatar. Ahlaki öğretiler gerçekte doğuştan gelir ve evrimin şimdilik bize sunduğu davranış dürtüleridir. Fakat dini öğretiler bunu bilmez, çoğunlukla Tanrısal bir anlam yükleyip uymamızı ister.
    Laiklik ise sekülerizmin ağırlıkta olduğu topluluklarda geçerlidir, Emirlerini Tanrısal bir öğretiden ziyade mantıksal çıkarım sonucunda elde edilen yararlılıktan alır, çağ değiştikçe ihtiyaç değişir dolayısıyla kural da değiştirilebilir. Fakat şer-i hükümlerde kesin ve değişmez hükümler söz konusudur. Bu hükümler de aslına bakılırsa tecrübelerden oluşturulmuştur. Buradaki asıl yanlışlık o kuralları sabit kılmakta yatar. Tüm bu önermeler göstermektedir ki laiklik şeriat, şeriat ta laiklik değildir.
    Dine kutsallık atfedildiği için ve dinsizlikte kutsallıktan ziyade mantıksal çıkarım, akıl ön planda olduğu için temel olarak aynı değildir.
    Dünyanın her yerinde kuralların bir şekilde olduğu doğrudur fakat bu kuralların aynı temele dayandırıldığı varsayımı yanlıştır. İnanç: Bilim, saygı ve anlayış ta olabilir, ona kutsallık atfedilmesine gerek yok. Fakat çoğunlukla dini bir kutsallıkla birlikte kullanılır. Dogmatikliğin ve yararsız düşüncelerin olmadığı toplumlarda din de olmaz. Dinin bilinçli bir çıkarımla reddedildiği toplumlarda ikisi arasında bir uyum da olmaz. Bireyselliğin temelinde evrensel bir yararlılığın gözetildiği toplumda da kavgaya da gerek kalmaz.
    İlkel dürtülerin önüne geçen mantık kavgasız bir dünyanın da ilk adımıdır. Ve böyle bir dünya da belki devlete ihtiyaç duymaz. Bu şimdi veya on yıl sonra olacak bir olay değildir. Neler değişmedi ki bu düzen de değişmesin!
    Gelelim haber meselesine: Bu olayların sebebinde bireysel sorunlar ve onları oluşturan toplumsal bir baskılanma yatar. Sorunun temelini üç ana başlık altında ele alabiliriz:
    1)İleri düzey kültürden, anlayıştan, bireysel hak bilincinden yoksun toplum.
    2)Sosyal normları irdeleyip özgün bir biçim veremeyen aileler.
    3)İrade, idrak ve mantıktan yoksun birey...
    Şeriat Bakışı: Şer- i hükümler sorunları doğuran sebeplere ve gelişimine odaklanmaktan ziyade sonuca odaklanır. Olay çoğunlukla suçu işleyenin idamı ya da ağır cezasıyla sonuçlanır. Eğer bu yöntem işe yarasaydı Hammurabi' den bu yana toplumlar ve ülkelerce kabul edilirdi. Yetersiz kalmış olsa gerek ki bilinçliliği gelişmiş toplumların hukuk kurallarından da kaldırılmıştır. Kanunların sertliği toplumların gelişmişliğiyle doğrudan ilintilidir.
    Laiklik Bakışı: Laiklik esas olarak bilime zemin hazırlayan, aynı zamanda bilimin bir şekilde sonucu olan bir kavram olduğundan bu bakışı Bilimsel Bakış' la ele almakta fayda var diye düşünüyorum.
    Bu bakış, olayların sonucuna odaklanmaktan ziyade onları oluşturan sebepleri de ele alır ve onları giderip önüne geçmeye çalışır. Olayları oluşturan sebepleri yukarıda üç ana başlık etrafında ele almıştık. Çözümü de yalnızca ceza ile sınırlı kılmaz. Düzenli bir toplum, düzenli bir aile; her ikisi de düzenli bir bireyi oluşturur. Birey de aynı şekilde toplumu ve aileyi bireysel açıdan düzene koymak için önemlidir. Üçü de birbirini tamamlayan bütündür. Hepsinin temelinde yatan nihai çözüm, sekülerizm eksenindeki akılcı, gelişmiş, modern dünya bakışıdır.
    Benim Bakışım: Laiklik Bakışı' ndan çok ayrı bir yere koymuyorum, toplumun bilinçaltında cinsel ve maddi açıdan açlık yatıyor. Bunlar da zaman zaman böyle tatsız olaylarla gün yüzüne çıkıyor. Olayların doğurgularını çözümleyip ölçülü karara varmak gerek.

    YanıtlaSil
  6. Erken ya da Geç Seks: (Kastınızın erken ya da geç yaşta seks yapmak olduğunu varsayıyorum.) Seksin, üremek ve zevk almak olmak üzere iki temel işlevi mevcuttur. Özellikle "zevk" işlevini dizginleyememek kronik sorunlara sebebiyet vermiştir. Bunu düzene koymak için toplumlara göre farklılık gösteren yazılı ya da sözlü hukuk normları vardır. Seks bilindiği üzere ihtiyaçlar hiyerarşisinde birinci sıradadır. Cinsel erişkinliğe eren bireyler seksin amacını belirleyip gerçekleştirmelidir. Maddi ve zihinse olgunluğa ermeyenler üremek amacıyla değil de zevk için yapmalıdır. Burada herhangi bir zorlama söz konusu değildir. Bunu bir utanç ve yasak olarak algılamak yerine ihtiyaç doğrultusunda davranmakta fayda vardır. Bu konu bununla sınırlı olmayıp kendi içinde ele alınabilir.
    Nasıl ki kimseden izin ve emir almadan nefes almak, yemek yemek, seyahat etmek vb. özgürlükse iki taraflı yeterli ve istekli bir bilince dayanan seks te özgürlüktür. Bunu yaparken de bazı zarar vermeyen sosyal normları göz ardı etmemek gerekir. Doğrudan doğruya hürriyetle ilgilidir.
    Kadın, toplumsal bilinçsizliğin yanında bireysel iradesizliğin cezasını çekmiş. Erkek te bunların cezasının yanında hapis cezası almış. Sonuç ise kesin çözüm değil, sıradan bir uygulama.
    Bütün suçların temelinde bilinçsizlik yatar, bilinçsizliğin temelinde ise kendini aşamayan birey ve toplum.

    Saygılarımla, esenlikler dilerim...

    YanıtlaSil
  7. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  8. Devleti(m)izin, ülke(m)izin, vatanı(m)ızın:) neye ve kime hizmet ettiğiniz belli değil. Varolan aydınlığıda karartmaya başladınız. Meydan kimlere kalmış. Hayyam orda mısın? Blok elden gidiyor. Duy sesimizi:):)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar Sayın Uğur,
      "Devleti(m)izin, ülke(m)izin, vatanı(m)ızın" kelimelerinin hakaret, aşağılayıcı vb. bir boyutu olmamakla birlikte söylenilmesi de pek ala doğaldır. Evinize "evim" ya da "evimiz" demiyor musunuz mesela? Bırakın da bu ülkede yaşayan, bundan mutluluk duyan ya da her şeye rağmen mutlu edeceğine inanan insanlar "ülke(m)iz" deme hakkını kendinde bulsun. Siz demeyip bu kavramlardan uzak durabilirsiniz.
      Hizmet ettiğim, daha doğrusu etmeye çalıştığım temel kavramlar "bilim, akıl ve özgürlük"tür. Bu üç kavramın elverdiği ölçütlerde hayatıma yön vermeye çalışır, eylemlerimi gerçekleştiririm. Yazıda herhangi bir siyasi mesaj bulunmamakla birlikte blogun çerçevesinin dışına da çıkmadığını belirtmek isterim. Kelimelerden sıyrılıp yazının bütününe odaklandığınızda aydınlığa temel oluşturan "laiklik" kavramının haklılığının öne çıkarıldığını görüp meydanda bulunan kişilerin "karanlık" olmadıklarından emin olabilirsiniz.
      Saygılarımla.
      Demir

      Sil
    2. Sayın Demir

      Öncelikle –uzaklık- kavramını sizlere açıklamak isterim. Şöyle ki: kendinize ait evinize evim demeniz kadar doğal bir durum yoktur. Bunda hem fikiriz. Ta ki ailenizden uzaklaşıp tüm bağlarınızı koparana kadar. Artık orası size ait değildir ve o evden uzaklaştığınız an doğanın sizin eviniz olduğu fikri vuku bulur beyninizde. Şunu belirtmek isterim ki, geniş bir pencereden bakarsanız bu fikre sahip olursunuz. Yoksa sığ düşünce biçimiyle bu düşünceye varmanız kolay olmayabilir.

      Gelişime açık olmayan ve belirli bilgi birikimine sahip olmayan (ki maalesef insanlığın durumunun özeti bu) toplumların aidiyet duygusunun ve vatanperverlik kavramlarına ölürcesine bağlılık yeminleri ettiği bir zamanda, sizin bu kavramları, akıl, bilim! Adına eşelemeniz çok saçma değil mi? Birde karanlık çağ zamanlarından süre gelen bu kavramları laiklikle yoğurmanız ne kadar doğru. Aydınlığı savunup, karanlığı işaret eden ve uğruna kanın ve göz yaşının döküldüğü, milliyet ve dikta rejimin bir parçası olan devlet kavramlarını sahiplenişinizi anlamış değilim.

      saygılarımla

      Sil
    3. Merhabalar Sayın Uğur,
      Açıkça söylemek gerekirse Hümanizm çok soyludur, siz de bu soyluluğun bir destekçisi olarak ne kadar iftihar etseniz az. Sınırların çizilmediği, insan hak ve özgürlüklerinin temele alındığı, herhangi bir kişinin-grubun üstünlük gururu ya da aşağılık duygusunu hissetmediği bir dünya sağlıklı düşününce nasıl reddedilebilir! Bu, hakikaten büyüleyici bir düşüncedir. Karşısında olduğum da söylenemez fakat bir şeyi söylemem gerekir. Eğer gözünüzün önünde kanlar içinde yatan insanlar, her dakika ritmini tuttuğunuz ve zamanla teşhis koyma becerisine eriştiğiniz silah sesleri, her gün gittiğiniz yolda ardı ardına patlayan bombalara aynı zaman diliminde şahit olup hayatta kalma dürtünüz harekete geçiyorsa o dakika bu denli yüce düşüncelere sahip olamıyorsunuz. Belki de tam da o anda sarılmam gerekir bu yüce düşünceye fakat sürekli hayatınız tehdit altında olduğunda pek becerilmiyor, ben beceremedim. Bu noktada devreye giriyor aidiyet ve aidiyetin öldürücülüğü kadar koruyuculuğu da. Fakat bunları yaşarken dahi bunları yaşamadan önce olabildiğince gür bir şekilde hissettiğim düşünceyi(Hümanizm) içimde sakladım. Baktım ki aşırıya kaçmamak gerekir, zaman buna hazır değil, basamakları teker teker çıkmak gerek. Bu, gerçeklerden uzak bir şekilde: "Bütün insanlar eşittir, doğa bir bütündür, bizi gerçek kılan sevgi içimizde olan hatta biz olan Tanrı sevgisidir." diyen Tagore ile "İyi ama Hintliler aç, sömürülüyor, önce kendimizi bulup savunmalıyız." iddiasında bulunan Gandi arasındaki mücadele gibidir biraz.
      Devlet olmasına İsviçre' de devlet, Finlandiya' da devlet. Bizi katil yapan devlet değil, bilinçsizliğimizdir; kendimize sınır koyamama erdemsizliğimizdir. Bizi sizin savunduğunuz düşünceye ulaştıracak nokta da bilinçtir. Aslına bakılırsa devlet de adil olmayan bir yaşama düzen getirmek için kurulmuş olmasına rağmen zamanla amacı dışına çıkmıyor mu? Geçiş devrindeyiz, hayati bir zorunluluktur değişim ve geçiş. Belki gelecek fikrini taşıyabilirsiniz fakat bunu bugünü dışlayarak ve bugünden nefret ederek değil, bugünü kontrol ederek yapabilirsiniz. Fanatizm olmadan düşünceyle bilinci yoğurmak gerektiği kanaatini taşıyorum.
      Aslına bakılırsa devlete dair bakışımı bu yazının altında Sayın Adsız' a vermiş olduğum yanıtın içeriğindeki:"Dogmatikliğin ve yararsız düşüncelerin olmadığı toplumlarda din de olmaz. Dinin bilinçli bir çıkarımla reddedildiği toplumlarda ikisi arasında bir uyum da olmaz. Bireyselliğin temelinde evrensel bir yararlılığın gözetildiği toplumda da kavgaya da gerek kalmaz. İlkel dürtülerin önüne geçen mantık kavgasız bir dünyanın da ilk adımıdır. Ve böyle bir dünya da belki DEVLETE İHTİYAÇ DUYMAZ. Bu şimdi veya on yıl sonra olacak bir olay değildir. Neler değişmedi ki bu düzen de değişmesin!" bölümden de anlayabilirsiniz. Görülüyor ki körü körüne devlet savunuculuğu, taraftarlığı yok. Devletin olmaması için gereken zeminin oluşturulması için çaba sarf etmek ve bunu bilinçle yoğurarak ortaya koymak var. Umarım İspanya' nın güneybatısında yer alan Endülüs Özerk Bölgesi' nin, Sevilla ilinin küçük bir beldesi olan Marinaleda gibi ya da Yüzyıllık Yalnızlık kitabındaki siyaset bulaşmamış, kilise kurulmamış haliyle Macondo benzerinden çok daha iyi yaşam yerlerini yaratabiliriz.
      Son olarak: Bu zamana kadar tartışmaya girdiğim insanlardan savunduğu düşünceyi kendisinden çok daha iyi bildiğim halde haksızca araştırmamakla suçlandığım oldu, tamamen çelişkili fikir ve ifadelere sahip olmasına rağmen beni mantıksızlıkla suçlayanlar da oldu, şimdi de benden daha derin olmamasına rağmen beni "sığ"lıkla itham eden biriyle karşılaşma korkusunu yaşıyorum.
      Saygılarımla.
      Demir

      Sil
    4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
  9. eğer, arabistan uygulamalarının dinde yeri yoksa, arabistan laiktir.

    dünyada, uygulamaların dinde yeri yoksa, bütün dünya laiktir.

    YanıtlaSil