Beynimiz ve Biz: Haklı Olmanın Mekanizması

Yorum Yok
Günlük düşüncelerimizde haklı olmayı, doğru olmak olarak değerlendiririz. Bir başka deyişle haklı olmayı; o durum, olay, düşünce vb. hakkında edindiğimiz bilgilere bağlı olarak aldığımız karar(lar)ın mantıklı, doğru, isabetli, tutarlı olduğuna dair zihinsel bir eylem olarak görürüz. Halbuki, haklı olmaya yönelik zihinsel eylemin kökeni, aldığımız kararlar doğru da olsa yanlış da olsa doğuştan gelir ve bizlerin var oluşunu temel alan, sağlayan iç güdüsel bir mekanizmadır.

Dünya’nın düz olduğuna veya Güneş’in Dünya etrafında döndüğüne inanılan zamanları düşünürsek, o zamanın düşüncesini savunmak, iddia etmek, hatta ispatlamaya çalışmanın "haklı olma" ile "gerçeklik doğrusu"nun  eş değerde olmadığını görürüz. Kaldı ki günümüzde dahi benzer fikirlere sahip insanların mevcudiyetini biliyoruz.


Zihnimiz karar verme aşamasına geldiğinde, dış dünyaya ait bilgileri, küçüklüğümüzden itibaren o zamana kadar edindiği bilgilerle ve hatta duygularla mukayese eder ve tutarlı(!) bir bütünlük oluşturmaya çalışır. Buna Geştalt adı da verilir. İşte bu tutarlı bilgiler uygun duygusal bilgilerle beraber nihai bir inanma veya inanç ortaya çıkartır ki, bu, bizde haklı olmaya yönelik bir hissiyat oluşturur.

Eğer, haklı olduğuna inanılan böyle bir zihinsel mekanizma olmasaydı, insan bir sonraki eyleme geçmek için gerekli motivasyonu sağlayamazdı. Bunun nedeni, bir sonraki davranışını, haklı olduğuna inandığı davranış ve düşüncesi üzerine kuracağı içindir. Başka türlü söylemek gerekirse bir sonraki yapacağı davranış, düşünce vb. eylemlerin bir evvelki davranış ve düşüncesiyle tutarlı olması için bir evvelki bu düşünce veya davranış konusunda haklı olduğuna inanması gerekir. Aksi halde, yapacağı davranış veya düşünce ile çelişkiye düşer ve sonraki davranış veya düşünce için gerekli motivasyonu sağlayamazdı.

Hakkı veya haklı olduğuna inandığı bir eyleme, düşünceye veya davranışa iten bu zihinsel mekanizma, insanı “var olmaya” iten, “varlığını” hissettiren önemli bir mekanizmadır. Daha basit bir ifadeyle HAKLI OLMAK, mantıksal değil, duygusal tutarlılığımızın ve bunun oluşturduğu duygusal kararlılığımızın bizde hissettirdiği "güç"tür. Bu da, ilk fotoğraf üzerindeki yazı ile bir özdeyiş olarak belirtilmiştir. Aksi halde, günlük hayatta aldığımız kararların neredeyse bütününün haklı bir gerekçeye bağlı olmadan yaptığımız davranışlar olduğuna inanan beyin depresyona girer, böyle bir zihin sistemi çöker hatta yok olurdu.

Aslında hak veya haklı olduğumuza dair doğuştan gelen bu mekanizmanın temeli yine doğuştan gelen ADALET kavramı ile bağlantılıdır. Çünkü, haklı olmak veya bir şeyde hak sahibi olma duygusu, o toplumun içinde bir birey olarak ortak değerlerden pay sahibi olmaya dayalı yaşama istencinin de temelidir. Yine aynı zamanda o toplumun bir bireyi olma hissiyatı yine doğuştan gelen  AİDİYET duygusuyla da ilişkilidir.

Görülüyor ki, haklı olmanın nedeni, sosyal yapının bir çok mekanizması doğrultusunda o topluluk içinde varlığımızın, var olmamızın yarattığı hissiyat olup DUYGU temellidir.

Bir an için düşünelim. Dünya’da bizden başka hiç kimsenin olmadığı veya ıssız bir adada tek başımıza mahsur kalıp yaşamaya zorlandığımızda, hak veya haklı olmaya yönelik kavram daha doğrusu hissediş hakkında neler söyleyebilirdik?

Nihayetinde haklı olmak, zaman zaman fiziksel gerçeklik ile örtüşse/çakışsa da (söz gelimi, ‘bırakılan taş düşer’ ifadesi için hem haklıyız hem de doğruyuzdur) haklı olmak, dış dünyanın gerçeklerinin doğrusu - yanlışı ile değil, küçüklükten itibaren edindiğimiz değerlerin birbirleriyle tutarlı bütünlüğü sonucu, aldığımız o kararın inanmamız veya inancımız doğrultusundaki “doğruluğu” önemlidir. İşte, fiziksel gerçeklerin zihnimizdeki tutarlılığı yani doğruluğu üzerine değil de, her bireyin kendi değerlerinin tutarlılığı üzerine kurulu bu kararı, kendisini HAKLI görmeye iter. Buradan da anlıyoruz ki, gelenek-görenek, örf-adet, din ve benzer inanç sistemlerimizin yani değer dediğimiz kavramların, zihnimizde oluşturduğu duygusal tutarlılık, ve bu tutarlılıkları savunmak (haklı olmak), aynı mekanizmanın bir parçası olarak çalışır. Bu da, farklı bireylerin farklı haklılık çıktılarının çelişmesi, örtüşmemesi sonucu kırgınlıklara, küskünlüklere, çatışmalara hatta savaşlara neden olmaktadır. 

Buradan da anlıyoruz ki, karşımızdakine "haklısın" demekle, karşımızdakinin düşüncelerinin doğru olamayabileceği gibi, "haksızsın" demekle de yanlış düşünceye sahip olabileceği anlamına gelmez. Karşımızdakine haklısın demekle, onun fiziksel gerçeklikle ilgili (doğru veya yanlış) fikirlerine değil, değerlerine itibar ettiğimizi yani aynı değerleri paylaştığımızı, haksız bulduğumuzda ise, yine çoğunlukla değerlerimizin daha doğrusu "çıkarlarımızın" çatıştığı anlamı çıkar.

Sonuç olarak, haklı olmak ile doğru olmak farklı kavramlardır. Her haklı olduğumuzu hissettiğimiz zaman, doğru olduğumuz zaman  değildir. Haklı olmak değerlere, doğru olmak ise fiziksel gerçekliklere bağlıdır.

HAKLI OLMAK, yaşadığımız topluluk içinde varlığımızı başkalarına hissettirmek, gerekirse savunmak daha da açık bir lisanla "hey, ben de bu toplumun bir ferdiyim, haberin olsun" demenin tercümesidir.



Erol

0 yorum:

Yorum Gönder