Filleri sevmeyeniniz var mı?
Gördüğü bir rüya, izlediği bir film ya da yaşadığı can sıkıcı bir olay sonucu belki bazıları sevmeyebilir; lakin fillere sempati duyanların sayısı bu azınlığı ezip geçecektir. Toplumun genel kanısında “fil” denildiğinde olumsuz bir figür yerine tatlı, sempatik hayvanlar gelir. Peki bu neden böyle?
Bilincimizi kullanmada en etkin yaşantıları çocukluğumuzdaki deneyimlerimizden çıkartırız. İzlediğimiz çizgi filmlerde kötü rolde fil görmemişizdir, çünkü onlar sempatik hayvanlardır –yaşlı olanları bir hayli yorgun ve mutsuz görünseler dahi. Okuduğumuz/dinlediğimiz çocuk kitaplarında yer alan filler ya aciz ya sevimli roldedirler. Seneler boyu orada yahut burada gördüğümüz fil grafikleri, resimleri, eskizleri, filmleri, hikayeleri, reklamları, boyama kitapları vb. bu roldedirler.
Toplum iki taraf arasında kaldığında genel olarak güçlü olanın yanında olmuş fakat acı çekeni daha çok sevmiştir. Örneğin, fillerin yüzyıllar boyu çeşitli uygarlıklarda savaş aleti, binek hayvanı ve yük taşıyıcısı gibi sebepler altında kullanıldığında onların eziyet dolu halleri ya bir fotoğraf karesine ya da haber sütununa sığdırılabilmiştir. Yerli-yabancı kişisel gelişim kitaplarında ise başarı ve azimle ilgili en etkileyici senaryolar filler sayesinde yazılmakta, ama filler kocaman cüssesiyle bir ipi kopartamayacak acizliğe düşen hayvanlar olarak kalmaktadır. Daha eskilere bakarsak, oldukça popüler olan sirklerde sürekli çektiği eziyetler sonucu çeşitli numaralarla seyircileri eğlendiren hayvanları olmuşlardır, bunu bilmeyen yok gibidir; peki kaçınız sirke gidip bir filin eziyetini izledi ki?
Tüm bunlar akla ilk gelebilecek basit varsayımlardan ibarettir, bunun yanında fil gibi sıradan bir hayvanın kitleler üzerinde böyle bir kalıp-yargı oluşturmasının sebebi oldukça açık; medya. Din parodisi dışında –Hindular alınsın istemeyiz- hiçbir kutsallığı ve görünüş açısından estetik/simetri yargılarına göre sempatik gelmeyecek olan bu hayvanı bilinçaltımıza böylesine işleyen medyanın gücünü sorgulamaz gerekir. Medyayı sürekli suçlamayı, onun kapitalizmin uşağı olduğunu söylemeyi kendimize görev bildik zaten, burada sorun yok; insanların atladığı şey medyanın toplumdan güç alıyor olmasıdır. Tüm o kalıp-yargılar, toplumsal kavramlar, insanların “kabul edilebilirliği” sayesinde var olmaktadır. İnsan psikolojisini iyi tanıyanların en isabetli ses ve görüntü seçimleriyle birlikte medya dediğimiz şey güçlenmekte ve insanlar “medya bizi aldatıyor, kandırıyor” muhabbetini yaparken indirimdeki bir menüden yemeğini yemeye devam etmektedir.
İnsanoğlu, kirli işlerini gizlice yaparken kokusu dışarı çıkmasın diye ona bir rögar kapağı eklemiş ve adını “medya” koymuştur. Masumu katil, katili ise iyilik meleği gibi göstermenin işten bile olmadığı bu kanalizasyonun kokusunu dışarı vurmak için düzinelerce yazı yazılıp farkındalık oluşturmak istenirken, kendi atıklarınızın da oraya ulaştığını görmezden geldiğimiz için, onun bir parçası olduğumuz halde "–miş gibi" yaptığımız için bugün alt edemediğimiz bir güçle karşı karşıyayız; kendi çöplüğümüzle karşı karşıyayız. Biraz düşündüğümüzde dahi, sayısız örnekle beraber gün içerisinde “medya” dediğimiz bu kavrama defalarca hizmet ettiğimizi yahut onun söylevlerini kabul ettiğimizi görebilmekteyiz. Bilinçaltımıza yerleştirdiği imgeleriyle sıradan bir hayvan olan fili bile milyarlarca kişi üzerinde pozitif bir kanıya vardıracak kadar güçlenmiş olduğunu basit bir örnekle görebiliriz –ki burada filin çok basit bir metafor olduğu aşikar. Oysaki kanlara bulanmış bir katilin kadrajına onun mutluluk saçan pozunu koymak, bu rögar kapağının, yani medyanın, yani toplumun tüm üyelerinin işbirliğidir.
Neviens Nobody
0 yorum:
Yorum Gönder