Ülkemde hiçbir şey akılsızların egemenliği kadar beni bedbinliğe ve üzüntüye sürüklemiyor. Cumhuriyet Gazetesi'nde yeni bir haber, bir Anadolu şehrimizde Millî Eğitim Bakanlığı izni ile verilen bir konferansta aklievvel konferansçının Darwin'i ve fikirlerini küçümsemek için şöyle bir benzetme yaptığını bildiriyordu: Konferansçı, dinleyicilerine evrim fikrinin sözüm ona tutarsızlığını göstermek için bir çöl farz edin demiş, ortasında mükellef bir ev; birisi de gelip size bu ev kendi kendine oluştu desin. Buna inanabilir misiniz? Bu zatın vardığı sonuç; mutlaka evi birisinin yapmış olduğu, yaratmış olduğu. Mantık şu: Her varlık yaratılmıştır. Kim yaratmıştır? Tanrı! Peki, dinleyicilerden birisi de kalkıp deseydi ki: “Efendim, verdiğiniz örnek ne kadar çarpıcı! Çöl ortasındaki evin gerçekten bir yapıcısı olmalı. Bu mantığa göre, kâinatı yarattığını iddia ettiğiniz Tanrı'yı acaba kim yapmış? Öyle ya, evi birilerinin yaptığı mantığı, her varlığın bir yaratıcısı olması kabulüne dayanıyor. Tanrı da ‘var olan' olduğundan, aynı mantığa göre onun da bir yaratanı olmalı.”
Gerçi bahis konusu konferansçı gibi insanların dünyasında böyle bir sual sorulamaz bile ama, haydi sorulduğunu kabul edip, Tanrı'yı da bir yaratanın, yani bir üst-Tanrı'nın da varlığını kabul edelim. Bu sefer onu kimin yarattığı sorusu ortaya çıkacaktır; yani bu soru-cevabın sonu olamaz. Bu da aklen kabul edilebilir bir yöntem değildir, çünkü çözümsüzlüğe gider. O zaman bu kişiler diyorlar ki, Tanrı’nın varlığına inanalım da bu iş bitsin. Ancak fark etmedikleri, burada mantıken gereksiz bir adımın varlığı: Kâinatın varlığını bilimsel olarak irdeleyebiliyoruz, yani varlığı konusunda ciddî bir kuşku yok. Kâinatın hiç yaratılmamış, sonsuzdan gelip sonsuza gidiyor olması, sonsuz sorgulamaya neden olmadığından, kendi içinde tamamen tutarlı bir tezdir. Bu tez bir çözümdür, zira sonsuz sorgulamaya gitmeden soruna çözüm getirir. Böylece görmediğimiz, duymadığımız, varlığı hakkında bilimsel olarak kontrol edilebilecek en küçük bir verinin olmadığı bir varlığı kabul etmek gibi, mantıken ve aklen gereksiz bir adıma duyulan ihtiyaç ortadan kalkar. Böyle kendi içinde tamamen tutarlı bir düşünce silsilesinin dinî inanca vereceği zararı bir düşünün! Halbuki bahis konusu konferansçı aklınca Tanrı’nın canlıları yarattığı tezini savunuyordu!
Modern bilimin yaratıcısı olduğu kabul edilen bizim Milet’li Anaksimandros, daha milâttan önce 6. Yüzyıl’da bilimsel irdelemelerde Tanrı veya Tanrılar varsayımının gereksizliğini görerek, kâinatın zamanda ve mekânda sınırsız olması gerektiği tezini geliştirmiş ve bu sınırsızlığa Yunanca “apeiron'’ (=sınırı, çevresi olmayan) adını vermiştir.
İlginç olan, Anaksimandros’un tarihte bildiğimiz ilk bilimsel evrim kuramının da babası olmasıdır. Anaksimandros, Milet çevresindeki fosillerden oraların bir zamanlar deniz altında olmuş olması gerektiğini düşünmüş, bundan da belki dünyamızın ilk devrelerinde tamamen sularla kaplı olmuş olabileceğini çıkararak, ilk varlıkların dolayısıyla insan olamayacaklarını, insanın daha önceki su varlıklarından türemiş olması gerektiğini yazmıştır.
Bilimin, Anaksimandros’tan sonra gösterdiği gelişme, insanlık tarihi için bir iftihar ve mutluluk vesilesi olan tek öyküsüdür. Bunu anlamadan, bilmeden, kendi içlerinde tutarsız olan, insanlığın en cahil dönemlerinde icat edildikleri detaylı olarak belgelenen ve amaçları tamamen ahlâkî olan dinsel efsaneleri bilimden üstün göstermeye çalışma çabası, ancak son derece akılsız insanların yapabileceği bir teşebbüstür. Sırf cahil değil, akılsız diyorum, zira günümüzde her yerde bilgiye ulaşma imkânları daha birkaç on yıl önce hayâl bile edilemeyecek düzeylere ulaşmıştır. Bu bilgiye ulaşmak yerine ilk ve Orta Çağların efsanelerinden medet umarak yaşamak insanlığa yakışmaz.
Türkiye’deki korkunç durum ise, böyle insanlığa yakışmayacak, halkımızı dünyadaki en cahil, en zavallı toplumların düzeyine iteleyecek, bizzat dini inançlara da zarar verecek akılsızlıkların bizzat bakanlık eliyle okullarımıza pazarlanmasıdır. Bu nedenle burada birkaç kez tekrar ettiğim bir iddiamı yinelemek istiyorum: Sayın Milli Eğitim Bakanımız ve kurduğu ekibi, şu anda Türkiye’nin başındaki en büyük tehlikedir ve behemehâl bertaraf edilmesi ulusal bekamız için bir zarurettir. Eğitimi zehirlenen nesillerin tedavisi uzun on yıllar alır ve belki de ülke ve ulus tamamen elden çıkmadan gerçekleştirilemez. Filhakika, bu korkunç tehdit karşımıza her gün yeni bir marifetiyle çıkmakta, çok kıymetli olan vakit kaybedilmektedir. Aklımızı başımıza alalım, yoksa içinde ve uğrunda o aklımızı kullanabileceğimiz bir vatanımız ve bir ulusumuz kalmayacaktır!
Celal Şengör
Aptalı Tanımak
Sürekli biribirimizi telkin edip duruyoruz, sosyal mecralarda yazıp amiyane tabirle vicdan masturbasyonu yapıyoruz. bildiğimiz şeyleri tekrarlayıp duruyoruz, kahve haneler 1-0 kombinasyonlu ortamlara taşındı, sizi tenzih ederim tabi gerçek hayatta da hassasiyetiniz olup çalışmalar yürütüyor olabilirsiniz, ama bir şeyler yapmamız gerek. İnsanları bilgisayar başından kaldırmak gerek.
YanıtlaSil